sky-rie
Kahin (Ay Işığı#2) - 35.Bölüm

-35-
Nisan
“ Arya! Neler oluyor!” Korkuyla yerimden fırladım. Arya’nın yavaşça aşağı inen bakışları karnındaki kırmızı ve her saniye daha da yayılan lekeyle buluştu. Canı acıyor gibi görünmüyordu ama gözlerinde korkuyu görebiliyordum.
Benim yaptığım gibi ayağa fırlaması belki de beklediğim en son şeydi. Elinin havadaki tek hareketiyle yarattığı orman ve fırtına duman gibi dağılarak yok oldu. Tüm o ağaçlar, salıncak, sesi usul usul gelen ırmak, kuşlar, her şey… Her şey yok olmuştu. Uyandığımda kendimi bulduğum alabildiğine uzanan yeşil düzlük ve kararsız gökyüzü geri gelmişti. Çimenler ve bulutlar dışında hiçbir şey yoktu. Uzaklık algım kaybolmuştu. Sonsuza dek her yönde uzanan düzlemin üzerinde küçük bir noktacıktım ben. İlk anda hissettiğim tedirginlik ve korkunun geri gelmesi kaybolmuşluk duygumu pekiştiriyordu.
Arya’nın göz bebekleri neredeyse irisi görünmeyecek kadar büyümüştü. Bakışlarının boşluğundan sanki burada karşısında duran beni değil de başka bir yeri görüyormuş izlenimine kapıldım. Her nedense bu fikir beni ürpertmişti. Arya bedenlerin gözlerinden dış dünyayı görebildiğini söylemişti ve eğer şu an yaptığı buysa bu kan lekelerinin bedenle ilgisi var demekti.
Bu ikimiz için de kötü haberdi.
“ Ah, hayır… Tara!” Gözleri yeniden eski haline dönerken benimkilerle buluştu. Suçlu ifadesini de neden Tara’dan bahsettiğini de anlayamıyordum.
“ Ne Tara’sı? Neler oluyor, yaralandın mı? Ama bu nasıl olabilir?”dedim sanki sonsuz düzlükten başka bir şey görebilirmişim gibi çevreme bakıp yarası için ne yapabileceğimi düşünerek. Bir sorun varsa bile bunu çözebilecek tek kişi gene kendisiydi. Benim onun gibi yeteneklerim yoktu. Elbisemin kol kısmından büyükçe bir parça koparıp kanamasının üzerine bastırmaya hazırlanırken elini kaldırarak beni durdurdu.
“ Hayır, hayır… Ben iyiyim. Bu sadece içinde bulunduğumuz bedene olanların bir yansıması… Bir uyarı.”
“ Ne uyarısı? Ölüyor mu yani?” Telaşa kapılmıştım. İçimdeki koşup bir çıkış bulma isteğini bastırmaya çalışıyordum. Çünkü hiçbir yararı olmayacaktı. Arya cevap vermek yerine sadece başını salladı. “ Bir şeyler yapamaz mısın?! Onu hayatta tutamaz mısın? Ve Tara’nın bu olayla ilgisi ne?” Elimden gelen tek şey bu olduğu için sürekli soru soruyordum. Arya, kan beyaz elbisesini hızla ele geçirirken sakinliğini koruyordu. Bunun kaç kez başına geldiği umurumda değildi. Henüz bedenime dönememiştim ve eğer bu beden ölürse bahsettiği başıboş ruhlardan birine dönüşürdüm.
Hayalet olurdum, artık geri dönme gibi bir şansım olamazdı… Sonsuza dek.
“Neden cevap vermiyorsun!?” Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Arya’ysa suçlu bir çocukmuşçasına bakışlarını benden kaçırıyordu. Sağ eliyle sol elinin işaret parmağını eğip büküyor çözüm yolu olmasını umduğum bir şeyler düşünüyordu. Bu sırada renk vermeyen gökyüzü fark edilebilir şekilde harekete geçiyordu. Bulutlar tek bir nokta etrafında yavaşça dönüyor, merkeze yaklaştıkça renkleri koyulaşıyordu.
Sonunda pes ederek ellerini serbest bıraktı.
“ Nisan, benim de elimde olmayan şeyler var öncelikle bunu bilmelisin… Ve sana bahsetmediğim her şey senin iyiliğin içindi.” Bana uzanmak için bir adım atınca refleks olarak geri çekildim. En son bu sözleri duyduğumda bildiğim geçmişimin yalandan ibaret olduğunu öğrenmiştim.
“ Ne var? Benden sakladığın ne var?” Buna zamanımız olmadığını belirtmek ister gibi sabırsızca kıpırdandı. İç çekip gözlerini yumdu.
“ Tara… Benim reenkarnem Tara.”
Hayatımın büyük çoğunluğunu dünyadaki insanların yüzde doksanının haberinin dahi olmadığı gizli bir organizasyonda çalışarak geçirmiştim. Doğaüstü işler benim uzmanlık alanımdı. Hırsızlardan da farklı türler olduğunu, kendiminse türümün en güçlüsü olarak Ay Işığı olduğumu keşfetmiştim. İnsanların filozof taşı adını verdikleri efsanevi seçilmiş bir kadının parçasını bulmuş dileğim karşısında ruhumu takas etmiştim. İki yıldan uzun bir zamanı ölümle yaşam arasındaki o belirsiz sisin içinde geçirmiştim. Bu belirsizliğin içinde kendime, yeteneklerime ve bu türlerin dünyasına dair fazlasıyla gizem öğrenmiştim…
İnsan bu kadar çok şey yaşayınca şaşıramayacağını düşünüyordu ama işler kesinlikle böyle yürümüyordu. Neyi ne kadar yaşadığınızın bir önemi yoktu, kaderin sizi dehşete düşürmek için bu gibi bahanelere ihtiyacı olmuyordu.
Tara’nın zihnindeydim. Dışarıda olsam benim bile en son bakacağım yerdeydim. Sevinmeli miydim, üzülmeli mi? Ya da bunu duymamış gibi yaparak önemsememeli miydim? Nerede olduğumun gerçekten şu anki şartlar altında bir önemi olmalı mıydı?
“ Ta… Tara ölüyor mu?” Beni hangisi dehşete düşürmeliydi? Bunca zaman aslında sevdiklerimle, beni her yerde arayan insanlarla birlikte olduğuma mı yoksa onlardan birinin ölüyor olduğuna mı? “ Yapabileceğin bir şey olmalı!” Koşup Arya’nın omuzlarına yapıştım. Yaşlarla dolu gözlerinde umut görebilmek için kıvranıyordum. “ Tara ölemez! Lütfen Arya, Tara’ya yardım etmek zorundasın!”
Aslında Arya’nın bana neden reenkarnesinin Tara olduğunu söylemediğini biliyordum. Ona onun gibi bedenin dışına çıkıp çıkamayacağımı sorduğumda bile ne kadar gerildiğini hatırlıyordum. Sorumun tek sebebi meraktı ama eğer ki o kişinin Tara olduğunu bilseydim bunca zaman burada oturarak bekleyemez ve hayatımı tehlikeye atardım. Arya, beni korumak için yalan söylemişti… Sorun değildi. Sorun, şu an Tara’yı koruyamamasıydı.
“ Beni çok iyi dinle.” Bileklerime yapışarak kollarımı omzundan bel hizasına indirdi. “ Eğer Tara’ya bir şey olursa ya da olmaya şu ankinden daha da yaklaşacak olursa, ilk giden sen olacaksın. Senden sonra ben ve en son Tara kendi bedenini terk edecek anlıyor musun?” Zihnimdeki yüzlerce soruyu dışarı halının altına süpürüp tüm hücrelerimi Arya’ya odaklamıştım. “ Sen bana bağlısın, bense Tara’ya. Ellerimi sakın ama sakın bırakma. Küçük bir parçan ben burayı terk edene dek benimle kalacak ve o parçanın bana sıkı sıkı tutunmasına ihtiyacım var. Ben de aynı şekilde Tara’ya tutunacağım.” Başımı salladım ve kolunu muhtemelen canını acıtacak şekilde kavradım.
Bu sırada çevremdeki dünya depremle sallanmaya, çatlamaya başlamıştı.
“ Arya, neler oluyor?!” Korkarak koluna daha sıkı tutundum. Arya gördüklerimi görmüyormuş gibi sakindi. Zeminde korkunç bir ses eşliğinde içine düşebileceğim genişlikte yarıklar açılmaya başlamıştı. Kırıklar ağ örüyormuşçasına dallanıp budaklanıyor eğrisel yüzeyi takip ederek gökyüzüne ulaşıyordu.
“ Küreyi görebiliyor musun?”dedi Arya son derece sakin ve kontrol sahibi bir sesle. Küre… Evet, bu aynı bir küreyi andırıyordu… Benim sonsuza uzandığını sandığım çayır aslında kıvrılıp eğimli bir gökyüzüne dönüşüyordu. Şimdi yarıklar her yeri sardığı için bu göz yanılsaması çöküyordu.
Ayaklarımın altında titreyen zeminden parçalar koparak yerini içeri hızla dolan dumanımsı havaya bırakıyordu. Kulaklarımda uğuldayan havanın kuvveti canımı yakıyor, beni Arya’dan uzağa itmeye çalışıyordu. Girdaba kapılmış gibi uçuşan saçlarımdan Arya’nın yüzünü zorla seçebiliyordum. Tenimde hissettiğim elleri beni her saniye daha da sıkı tutuyordu.
Gökyüzü camın kırılmasına benzer bir sesle tepemize çökerken elimde olmadan çığlık attım. İçinden öyle geçip hava akımına kapılan parçaları hissedebiliyordum. Her şey değişiyordu. Bu kadar uzun olmasına asla akıl sır erdiremediğim saçım kısalarak eski hallerine geri dönüyordu. Üzerimdeki beyaz elbise Rusya’dan merkeze döndükten sonra üzerime alelacele geçirdiğim kıyafetlere dönmüştü. Artık görüşümü tamamen kapayamayan saçlarımdan görebildiğim manzara karşısında nutkum tutulmuştu.
Tam tepemizde içinde koyu mavi ışıkların yandığı dönen siyah bulutlar vardı. Yanan ışıkla birlikte çakan şimşekler Arya’nın küresini hızla parçalıyordu. Çayır, haberlerde gördüğüm en büyük depremlerden bile daha büyük bir şiddetle beni üzerinden atmak için sallanıyordu. Tüm bunların yanında iyiden iyiye yok olmuş kürenin içine dış dünya doluyordu.
Önümdeki devasa boşluktan karlı zeminde hareket eden siluetleri görebiliyordum. Rüzgârdan dolayı gözlerimi kısmak zorunda kaldığım için renkler hariç hiçbir şey net değildi. Hemen sağıma inen yıldırımla yeniden çığlık attım. Ayaklarımın altındaki çatırtılardan ve yüzüme çarpan rüzgârdan çok fazla zamanımın kalmadığını biliyordum.
Küre benim için tamamen yok olmak üzereydi. Akıl almaz hızda dönen kömür karası bulutlar benim dışımda küreden kalan son parçaları emdi. Kalınlığını göremediğim sadece hissettiğim milyonlarca parça, ki buna Arya’nın yanında kalmamı sağlayan zemin de dâhildi, beni göz açıp kapayıncaya kadar terk etti.
Kendimi karla kaplı zeminde sırtüstü yatar vaziyette bulmadan önce Arya’nın bağırışını zor da olsa duymuştum. Düşsen de burada olacaksın unutma bana tutun ve Tara’yı kurtar!
Tara’yı kurtarayım mı? Nasıl?!!!
Gözlerimin önünden geçen sarışın kişi beni kendime getirdi.
“ Abi!” Ayağa fırlarken fazla güç kullanmışım gibi savruldum. Kendimi o kadar hafif hissediyordum ki rüzgâra kapılabilirmişim gibiydi. Oysa bu imkânsızdı çünkü var olan rüzgârın içimden öylece geçip gittiğini hissedebiliyordum.
Başımı eğip kendime, hala Arya’nın kollarını hissedebildiğim ellerime baktım. Suyun içine atılmış bir avuç kireç tozu gibiydi bedenim. Bu hırsız olmaktan çok farklıydı. Kendimi korunmasız ve boşlukta hissediyordum. Üzerimde dolaşan, bana güç veren o enerjiden yoksundum. Trajikomik bir şekilde ruh halindeyken bataryam bitmiş gibiydim. Bunu başka türlü açıklayamıyordum. Alıştığım, olması gerektiği şekilde değildim.
“ Tara! Tara sakın kendini bırakma, beni duyuyor musun? Sakın pes etme!” Hilal’in sesiyle irkilerek kendime geldim. Sadece bu ses bile hissettiğim boşluğu yırtarak kocaman bir vadiye dönüştürmüştü.
İşte hepsi oradaydı… Hilal çatık kaşlarının kararttığı ifadesiyle Tara’nın yarasıyla ilgileniyordu. En son Derin yaralandığında nasıl ağladığını ve ellerinin titrediğini hala hatırlıyordum… Değişmişti…
Hepsi değişmişti…
Hayır… Hayır, şimdi bunun vakti değildi! Eğer kaçırdığım yılları telafi etmek istiyorsam Tara’yı kurtarmalıydım. Yüzü bembeyazdı. Dudakları arasından sızan kan onu sadece biraz daha beyaz gösteriyordu. Gözleri gökyüzünde belirsiz bir noktaya bakıyordu. Herkes Hilal’e yardım ediyor onunla konuşarak bilincini açık tutmaya çalışıyordu.
Acele etmeliydim. Arya’da uzun süre orada kalamazdı ama ne yapabilirdim ki?! Beni kimse görmüyordu!
Hayır, burada bir kişi eksikti…
Arkamı dönünce görmeyi umduğum kişiyi yere çökmüş halde buldum. Gözlerini bir an olsun kırpmadığı halde yaşlar yanaklarından aşağı süzülüyordu. Dudaklarının titremesi, yüzündeki ifadesi en önemlisi gözlerimin içine bakan gözleri…
Kuzey beni görebiliyordu…
Koşup ona sarılmak, hayır sandığın gibi değil henüz ölmedim demek istiyordum ama ona sarılırsam bir daha bırakamamaktan korkuyordum. Bir kere duygularımın onları kilitlediğim sandıktan dışarı çıkmasına izin verirsem Tara’yı kurtaracak vaktimin kalmamasından korkuyordum. Çünkü içim tüm bu insanlara duyduğum özlemle burkuluyordu.
Ellerim daha ben farkına varmadan ona doğru uzandı. Kuzey’in nefesini tuttuğunu fark edince pişman oldum. Ona eziyet mi ediyordum? Amacım bu değildi… Yardıma ihtiyacım vardı! Tara’yı kurtarmam gerekiyordu ama daha bunun nasıl olacağını bile bilmiyordum.
“ HİLAL!” Kuzey’in çığlığı hiç beklemediğim bir anda tüm ağaçların arasında yankılanmıştı. Yankıyı istemeden de olsa takip ettim. Burası… O kadar tanıdık hissettiriyordu ki… Buraya daha önce gelmiştim.
Kuzey’in arkasındaki park etmiş araçlar ve park yerleri hafızamda hiç isteyeceğim en son görüntüyle eşleşti.
Kaz dağlarındaydık. Yeniden…
“ HİLAL ACELE ET! NİSAN ÖLÜYOR!” Tara’nın zihninde olduğumu biliyorlar mıydı yani? Dönüp ifadelerine bakamazdım çünkü gözlerimi Kuzey’in önündeki açık gözlerini bana dikmiş kızdan ayıramıyordum. Uzamış saçları, görev için giyinmiş bedeni ve ifadesiz suratı karların içinde öylece yatıyordu…
Öylece yatıyordum.
Derin’in bağırışlarını duyduğumda arkamı dönmeyi ölesiye istiyordum. Yüzüne belki de son bir kez bakabilmeyi… Ama bir şey beni hipnotize olmuş gibi kendi bedenime bakmaya zorluyordu. Ne sormam gerektiğini bile bilmiyorken cevabın orada olduğunu biliyordum. Kuzey bunu fark etmiş gibi başımı karların içinden kaldırarak kucağına yerleştirdi.
İrkildim. Buz kesmiş ellerinin yanağıma değdiğini hissedebiliyordum. İstemsizce elimi kaldırarak yanağıma dokundum. Bunu hissetmiştim… Hala bedenimle bağlıydım, tıpkı Arya’ya olduğum gibi kendimle olan bağım da henüz yok olmamıştı. Hala hayattaydım, hala bendim.
“ Hissettin…” Kuzey aslında uzağımda olmasına rağmen fısıltısını duyabilmiştim. Nihayet gözlerimi kendimden ayırıp onunkilerle buluşturduğumda az öncekinin aksine umutla ışıldadığını gördüm. “ Hissedebiliyorsun Nisan! Hala hayattasın!” Kuzey’in yüzüne henüz yerleşmiş gülümseme bir anda siliniverdi. Beni sertçe kendine çekip sarılırken sarsıldığımı hissettim. Sebebiyse bir saniye kadar sonra beliriverdi. Ağaçların arasından açıklık alana fırlayan ruhları ve kayarak düşen boş bedenleri görünce kafama dank etti.
Ben hala bendim!
Arkamı dönüp Tara’ya koştum. Kendimi dizlerim onun bacaklarının üst kısmına gömülecek şekilde yere attım. Tara’nın gökyüzünden ayırdığı bakışları benimkilerle buluştu. Yarasıyla ilgisi olmayan bir dehşetle gözleri açıldı. Konuşmak için dudakları aralanınca başımı hızla iki yana salladım. Yanındakiler ona neler olduğunu anlamaya çalışırken Tara’nın şu durumda bile gözleri benim için dolabiliyordu.
“ Hayır Tara, Henüz değil! Zamanı değil.”
Arya’yla bunca zamandır yaptığımız antrenmanlarda fark ettiğim bir şey vardı. Çok geniş bir alanda zamanın akışıyla oynamak zordu ama aynı şekilde bunu insan bedeni gibi zamana göre küçücük birer noktadan ibaret olan dar alana indirgemesi daha da zordu. Benim yeteneğim tüm evrendeki zamanı aynı anda etkilemiyordu. Onu kırıyordu. Henüz büyük ölçekli bir zaman değişimi yaratmadığım için oluşan kaymalar var olduğu bölgeyi kötü etkilemiyordu.
Şu ansa sorun ne büyük ne de küçük ölçekte zamanı kontrol edemeyecek kadar güçlü olamamamdı. Bedenimle olan zayıf bağım beni zamanı tüm bu dağ sıraları için geri almaya zorlayacaktı ve Tara’yı bu hale getirip kaçan şey her neyse, geri gelecekti.
“ Durduğumuzda çabuk davranmak zorundasın Tara, hayatın buna bağlı… Hayatımız buna bağlı!” Tara gözlerini belli belirsiz kırparak beni onayladı. Geri aldığımda oluşan kırılmalar kişilerin zihnine de yansıdığı için bu kaymayı fark edemiyorlardı. Sadece onu kontrol eden kişi olarak ben edebilirdim. Birbirimize bağlı olduğumuz için Arya bazı sahneleri hatırladığını söylerdi. Umarım ki bu doğruydu çünkü Tara ona olanları hatırlamazsa bunu bir kere daha yapacak gücüm olmayacaktı.
Aslında hiçbir şey için gücüm olmayacaktı…
Geri!
Tara’nın yarasının üzerinde kenetlediğim ellerimde kimsenin göremediği beyaz flaşlar çaktı. Zamanın hortum gibi içimden sürüklendiğini hissedebiliyordum. Hilal ve diğerleri hızla ayağa kalkıp geri geri koşmaya başladı. Karın içinde duran ve üzerindeki kan lekeleriyle sinsi sinsi sırıtan bıçak havalanarak son hızda Tara’nın karnına saplandı. Akışın içinde Tara dizlerinin üzerinde doğrulurken yan tarafta abimin bıçağının kestiği mavi bir ruh yeniden bir araya geldi.
Hayır! Hayır, hayır Yaman olamaz! O ölmüşken şimdi geri geliyor olamaz!
Ama duramazdım… Her şey için çok geçti. Alevlerin ve birbirinin üzerinden atlayan insanların yarattığı karmaşanın içinde zaman bana doğru akmaya devam etti. Ta ki bıçak çıkıp Tara’nın boğazını kesmekle tehdit eder gibi duran Yaman’ın eline geri dönünceye dek.
Ellerimi artık Tara’nın uzanmadığı boşluktan çektiğimde her şey normal akışına geri döndü. Tara’yla ikimiz dizlerimizin üzerine çökmüş birbirimize bakıyorduk. Alnından boncuk boncuk inen terlerde kendi nefesi kesilmiş halimi gördüm. Sahip olup olmadığıma emin olamadığım ciğerlerimde hava kalmamıştı. Zamanı sandığımdan çok daha fazla geri almak zorunda kalmıştım ve içinde bulunduğum şartlarda bu, beni bitirmişti. Kelimenin tam anlamıyla, bitmişti…
“Kimse vazgeçilmez değildir Kuzey. Ne sen ne ben ne de Tara.” Duyduğum son şey Yaman’ın bu sözleri olmuştu. Ellerimin Arya’nın tüm çabalarına rağmen kayıp gittiğini hissettim. Düşüyordum… Bu sefer gerçekten ve çok sert bir şekilde düşüyordum. Belki de bu boşluk hissini, ya da herhangi bir hissi son defa yaşıyordum. Hayaletlerin hissedip hissedemediğini bilmiyordum.
Öğrenmek üzere olmaktansa nefret ediyordum.
Bu, iki buçuk sene önce Arya’nın heykeli ruhumu aldığında yaşadığımdan çok farklıydı. Çok daha keskin ve hızlıydı. Arkamda ve karşımda olmalarını bilmeme rağmen dönüp kimseye bakamayacağım kadar ağırdı. Bakmama gerek kalmadan hafızamın en canlı köşesinden fırlayıp gözlerimin önüne gelen yüzleri kadar yakıcıydı. Ölüm, iki sene önce kucakladığım soğuk bir heykel değildi… Ölüm, umarsızca aldığın tüm o nefeslere inat tek birine sıkıştırdığın hayatından ibaretti.
Yaman’ın eli aşağı inerken Tara’nın ışıklı kahve gözleri gümüşe döndü.
“ Zamanı değil Nisan.” Mavi alevlerin sardığı parmakları en az görüntüm kadar saydam zihnimin içine girdi. Diğer eliyle Yaman’ın darbesini kolaylıkla savuşturmuştu. Alevlerden kaçmak için geriye savrulmuştu.
Kelimenin tam anlamıyla kafamın içinde dolanan Tara’nın parmakları buz gibiydi. Her hareketlerinde uyarılan sinirlerimin kazandığı gücü hissedebiliyordum. Elimde olmadan içime akan enerjiyle bacaklarım seğiriyordu. Tara’nın suratında Arya’ya ait olduğunu çok iyi bildiğim bir gülümseme belirdi.
“ Kendine iyi bak küçüğüm.” Kafamda ani bir yumruk gibi patlayan alev beni daha önce hiç deneyimlemediğim kadar büyük bir güçle geriye, kendi bedenime itti. Tara’nın alevi onunla aramdaki bağı keserek sonsuza dek yok etti.
“ Gitmeliyiz, hem de hemen!” diye bağırdı Derin.
“ İşlerin bir anda aleyhimize dönüp dönemeyeceğini bilemeyiz. Hazır şansımız varken gitmeliyiz.” Arda onu onayladı.
“ Önce Tara’ya ulaşmalıyız… Kuzey sen Aislin’le ilgilen, Derin sen de Nisan’ı koru.”
“ Uçağı geri çağırabilirim, bana acil bir durumda buna basarsam hemen döneceklerini söylemişti.”
“ Harika, onları geri çağır o halde. Ben Yaman’ı oyalarım.”
Konuşmalar… Nefes nefese, heyecanlı konuşmalar… Hemen başucumda ezilen karın çıkardığı inilti… Ve kar… Evet kar, tüm o soğukluğuyla ve ıslaklığıyla içime işlemiş kar. Parmaklarımın altında uzanan yumuşacık kar… Ciğerlerime dolan buz gibi hava… Üzerime düşüp göz kapaklarımın rengini koyulaştıran bir gölge…
Hissetmek… Nefesi, karı, güneşi, toprağı, gölgeyi, teni, bedeni, suyu, havayı, ışığı… Sadece ruhani boyutlarda ya da fiziksel yanılsamalar olarak değil, gerçekten hissetmek, dokunmak… Hayatının aslında her anında bunca şeyi algılayabildiğini fark edememek…
Sadece anılardan ya da düşüncelerden değil, bedenen var olmak… Yaşamak… Belki kıyısında, belki ortasında ya da daha en başında… Sadece bir saniyeliğine bile olsa yaşamak henüz açılmamış gözlerimi hayata açtığım ilk anda olduğu gibi ağlama isteğiyle dolduruyordu.
“ Ayas, dikkat et!” Derin’in korku dolu çığlığı benim ateşleyicim olmuştu. İçimde kelimenin tam anlamıyla bir alevin patlayıp beni hareke geçirdiği hissettim. Gözlerim sınırlarını zorlarcasına açılırken üzerime eğilen Derin’i korkudan arkaya düşürecek kadar büyük bir hızda yerden destek alarak ayağa fırladım.
Yumruğumu saran büyük alev topunu Yaman’ın kafasına fırlattım. Tara yerde baygın bir şekilde uzanırken abim kendini ona siper etmişti. Biraz arkalarında duran sarışın adamın beni görünce yaşadığı tereddüdü ben yaşamamıştım. Burada olma sebebini bilmesem de kim olduğunu çok iyi biliyordum, Arya’nın küçük kardeşi Adam…
Alevden son anda kurtulan Yaman nereden geldiğini anlamak için baktığında ben aramızdaki mesafeyi çoktan yarılamıştım. Bacaklarım koşmam için bana yalvarıyordu sanki. Bu itici gücü hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki! Yıllardır içimde biriken tüm enerjiyi Yaman’ın üstüne kusmaktan daha çok beni ne tatmin edebilirdi?
“ Ayas?” Derin’in soru soran bağırışı beni gülümsetmişti. Abim başını kaldırıp beni ayakta görünce neredeyse küçük dilini yutacaktı. “ Ne yapıyorsun? Onu tehlikeye atıyorsun!”
“ Be… Ben değilim.” Derin muhtemelen bu fısıltıdan farksız sözleri duyamasa da ifadesinden anlayabilirdi. Aynı ifadeyi paylaşan Yaman, geriye doğru bir adım attı.
“ Hey!” Bağırarak tüm ilgiyi üzerime çektim ve tam o anda zamanı dondurdum. Yürüyerek zaman kaybetmek istemediğimden Yaman’ın yanına kadar koştum. Tüm bedenimdeki alevi harlayan derin bir nefes alarak zamanı serbest bıraktım.
“ Abimden uzak dur.” Yaman’ın yanında bitmeme şaşırma fırsatı bile olmamıştı. Ben bedenime dönerken onun da bedenine geri dönmesi büyük şanstı. Aksi takdirde bu yumruk asla o kadar iyi hissettirmeyecekti.
Masmavi kesmiş yumruğumu tüm gücümle yüzünün ortasına indirdim. Etinden gelen cazırdamayı da yanık kokusunu da gülerek karşıladım. Beklemediği anda yediği darbenin etkisiyle yere yığıldı. Çığlıklar içinde kara gömdüğü yüzünden dumanlar çıkıyordu.
“ Bunun için ne kadar beklediğimi sadece sen hayal edebilirsin Adam.” dedim karşımda inanamaz gözlerle beni izleyen sarışın adama. Çevremdeki tüm karları eritecek güçte alevin bedenimden dışarı taştığını hissediyordum. Kendimi durdurmaya dair en ufak bir girişimim dahi yoktu. Alevler arkamda kanat misali dalgalanıyordu. Tenime değen soğukluğu içimdeki öfkeyi daha çok ısıtıyordu. Bunu hissetmek istiyordum. Bu duyguyla hareket etmenin beni zehirleyeceğini bilsem bile, kullanmayacak olsam bile hissetmek istiyordum. Her şeyi hissetmek ve hissettiklerimi başkalarına hissettirmek istiyordum.
“ Arya sevgilerini yolladı.” dedim gülerek. Kanatlarımdan fırlayan alev kuşları ona ulaşmadan önce Adam kendi alevlerinin içinde kaybolmuştu.
Kaçmıştı.
Harika diye düşündüm. Kaçması kesinlikle işime gelirdi. Çünkü alevlerin onu öldüremeyeceğini biliyordum. Onu öldürecek tek şeye sahip değilken ölümüne bir düelloya girmektense başıma daha sonra bela olmasını tercih ederdim.
“ Tara’yı al ve şu uçağa gidin.” dedim abime. Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Yüzüne bakarsam yumuşamaktan korkuyordum. Ne olursa olsun söylediğimi yapacağını umarak yutkundum. Tara’nın baygın olmadığını onun koluna yapışıp duyamadığım bir şeyler fısıldadığında fark ettim. Abim hiçbir şey demeden ya da diyemeden söylediğimi yaptı.
“ Nasıl, canın yanıyor öyle değil mi?” dedim ayağımla Yaman’ın suratını kendime çevirerek. “ Bana zamanı geri alarak sana bunu yüzlerce kez yapmamam için tek bir neden söyle.” Ayağımı çekerek ayağa kalkmasına izin verdim. Tek bir yanıkla yığılıp kalması kesinlikle hayal kırıklığı olurdu.
Hala dumanlar çıkan deforme olmuş suratında tüm bu zaman boyunca aslında niyetini hiç gizlemeyen gülümsemesi vardı.
“ Ona söylemiştim!” dedi gülerek. “ Tara’ya zarar verirsem senin geri gelip onu da kendini de kurtaracağını söylemiştim! Arya’ya olan saplantısı yüzünden kabul etmedi ama ben haklıydım!” Ağzına dolan kanı eriyen karlar yüzünden oluşan su birikintilerinden birine tükürdü.
“ Hayatını kurtardım sayılır. Hediye olarak verdiğin bu yanığın beni durdurmayacağını biliyorsundur herhalde!” Kanatlarımı tek bir nefes alışta iki katına çıkarınca istemese de korkuyla geriye bir adım attı.
“ Yapabileceğim en kötü şeyin o yanık olmadığını biliyorsundur herhalde.”
Tepemden geçen hava aracının yarattığı akımı hissetsem de onu göremiyordum. Çevremde süregelen bir arbede vardı. Bir tarafın merkezin en iyi kalite hırsızları olduğuna emindim. Bu durumda diğerleri de kaçaklar olmalıydı. Bakan bile olsa abimin nasıl bu kadar adamı böylesi bir görev için topladığını merak etmiştim.
Kaçırdığım çok şey vardı ve bunun içimde yarattığı boşluğu birileri hayatlarıyla ödeyecekti.
“ Aslında Yaman, her konuda yanıldığını da söyleyemem.” dedim yavaşça yürüyerek. Yaman da aramızdaki mesafeyi koruyacak şekilde yürüyordu. “ Kimse kimseyi kandıramaz, inanmayı biz seçeriz. Sana ve tüm anlattıklarına inanmayı seçen, sorgulamayan bizdik. Yani bu olanların bir kısmını senin değil bizim hatamız yapar.” Yaman bu konuşmanın sonu nereye gideceğini sessizce bekliyordu. “ Tercihlerimiz bize ait. Tercih yapma özgürlüğümüz varsa sorumluluklarına katlanma gücümüz de olmalı.” Yürümeyi keserek ifadesiz yüzümü onun yanık yüzüne çevirdim.
“ Bütün bu insanlar senin yanında olmayı seçti, o halde bedeline göğüs germeliler.”