top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin (Ay Işığı#2) - 33.Bölüm



-33-


Derin


“ Özür dilerim.”dedim aniden. Yanımda oturan Tara’yla arka koltuktaki Hilal aynı anda bana döndü. Ne söylediğimi umursamayan tek kişi kafasındaki düşüncelere boğulmuş Türkçe bilmeyen Aislin’di. “ Özür dilerim Hilal. Haklıydın… Benim hatamdı.” Bunu söyleyebilecek cesareti bulmam neredeyse tüm yol sürmüştü. Bir kez daha Kaz Dağının o kıvrımlı yollarında yukarı tırmanırken kendimi son iki senedir hiç olmadığım kadar yenilmiş hissediyordum. Pes etmemiştim, hayır asla… Ama yenilmiştim… Nisan’ın kendisi olarak bana bakması düşüncesine yenilmiştim, hırslarıma yenilmiştim, zamana yenilmiştim ve en önemlisi kendi zihnimin ürettiği umursamaz fikirlere yenilmiştim.

Değişmiştim. Artık o Nisan için olmaya çalıştığım iyi insan değildim. Onu hayal kırıklığına uğratabilme düşüncesi bile beni deli ediyordu. En azından kendime sorunun bu olduğunu söylüyordum çünkü esas hayal kırıklığına uğrayan kişi bendim. Orada Nisan’ın yanındaki kişi Walker değil de Kuzey olsaydı acaba tepkim değişir miydi? Yine sadece Nisan’la ilgilenip ona ne olduğunu umursamaz mıydım? Bu ben değildim… Evet, buna her zaman çok yakındım ama hiçbir zaman bu kadardan ibaret olmamıştım. Her şeye Nisan’la bir şekilde gülüp geçtiğimiz zamanlar düşündüğüm kadar geçmişte kalmamıştı oysaki.

“ Yaptığın şey doğru değildi Derin.” Hilal’in sesi beklediğim kadar soğuk değildi. Önümüzdeki Ayas, Nisan, Arda ve Walker’ın olduğu siyah Range Rover yavaşlayınca ben de yavaşladım. Geçen seferki ziyaretimizin aksine bu sefer yeşilden hiçbir iz yoktu. Bembeyaz el değmemiş kar bir örtü gibi dağların üzerine serilmişti. Kışın da turizme açık bir bölge olduğu için yollardaki karlar kürenmişti ama zincirlerimiz olmasa bu kadar rahat ilerleyebileceğimizden şüpheliydim. Dikkatimi sürekli olarak yola vermek ve yavaş gitmek zorundaydım ki dikkatimi toplamakta gerçekten zorlanıyordum. Kuzey’in ve Nisan’ın düşüncesi kafamdan çıkmıyordu. İkisinin de iyi olduğuna inanmak zorundaydım aksi takdirde gerçekten delirebilirdim. Eğer Nisan geri geldiğinde Kuzey’e hala ulaşamamış olursak bunun için bizi, beni asla affetmeyeceğini biliyordum.

“ Biliyorum.”dedim.

“ Aynı şekilde yanlış da değildi… Ben de özür dilerim o kadar sert çıkışmamalıydım. Sadece…” Durup yüzünü ekşiterek camdan dışarı baktı. “ Sadece hepimiz son dört günde kaldırabileceğimizden çok daha fazlasını yaşadık. Buna sadece kendi açından bakmaktan vazgeçmek zorundasın.” Son iki senedir yaptığım şey işte tam olarak buydu. Kendi bakış açıma sıkışıp kalmıştım.

“ Haklısın.”

“ Artık bir önemi yok. Hepimiz iyiyiz. Aiden’a Kuzey’in iyi olduğu konusunda güveniyorum. Ona ihtiyaçları var… O da bizim gibi iyi.” Hilal aniden sustu. Yolun başından beri destek olmak için tuttuğu Aislin’in eli şimdi onunkinin üzerine kapanmıştı. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama ikisi sanki birbirlerini yıllardır tanıyorlarmış gibi ne hissettiklerini anlıyorlardı.

Aislin’i sakinleştirmeyi Hilal dışında hiçbirimiz başaramamıştık. Walker’la kardeş olmaları… Dünya gerçekten bu kadar küçük olamazdı. Aiden’la olan benzerliğini inkâr edecek değildim. Gerçekten ağabeyleri olabileceği gibi çok olası bir ihtimali de görmezden gelecek değildim ama hala bunun altında başka olaylar döndüğünü anlayabilecek kadar bendim.

Her ne olduysa Aislin de tıpkı Walker gibi bu bağı görmezden gelmeyi seçmişti. Bize yardım edebilmek için kendi özel meselelerini kenara bırakabilmesi kesinlikle takdire şayandı. Karşılığında istediği tek şey Aiden’ın Walker’la ilgili hiçbir şeyi öğrenmemesiydi. Onun yerinde olsam bizi bir daha görmek istemeyebilirdim ama Aislin özellikle son iki yıldır kendini ilk defa olması gerektiği doğru yerde hissettiğini söylemişti. Nasıl bir hayat yaşadığını sadece tahmin edebilirdim.

“ Yaşanan olaylar önemli değildir, önemli olan seni üzerinde düşünmeye ittiği şeydir Derin. Kim olduğunu unutma.”dedi Tara camdan dışarıyı seyrederken. Arkada Hilal ve Aislin kısık sesle konuşmalarına kendilerini kaptırmamış olsalar Hilal’in de benim gibi tepeden tırnağa ürperip ürpermediği merak ederdim. Gerçi o bilemezdi…

“ Bunu hatırlaması her zaman kolay olmuyor Tara. Walker’la yaşadıklarını bir düşünsene.” Yola çıktığımız zaman Tara’dan Walker’la olan tüm geçmişini anlatmasını istemiştim. Ayas’a anlattığını tahmin ediyordum ama onun hayatımıza girdiği şu kısa sürede Tara’yla bu konuda konuşmaya hiç fırsatımız olmamıştı. Tara’yı dinledikçe Walker’ın söylediği her şeyi yerli yerine oturtabiliyordum.

“ İkisi arasında fark var. Hatta hiçbir şey olmamış bile olsa Walker’a bakış açım değişirdi.”

“ Değişen ne?”diye sordum iyice yavaşlayıp virajı dönerken.

“ Benim.”dedi ve durdu. Parmaklarıyla alnına masaj yapmaya başladı. Bunu arabaya bindiğimizden beri altıncı defa yapıyordu.

“ Bir sorun mu var?”dedim endişelenmeye başlayarak. Başını iki yana sallayarak ellerini kucağına indirdi.

“ Sadece başım ağrıyor. Düşünmemi engelleyen rahatsız edici bir şeyler var. Dağla bir ilgisi olabilir. Taş yok olmuş olsa da hala enerjisinin yankıları burada. Hatırladığımdan daha kötü hissettiriyor ama ben de hatırladığım gibi değilim.” Gülümsedi. Tara’nın buraya geldiğimizde ne kadar hastalıklı ve zayıf göründüğünü hatırlamıştım. O zaman bile Ay Işığı olmaya devam etmesi hala kapasitesinin çoğunu kullanamadığı inanılmaz yetenekleri olduğunu kanıtlıyordu. “ İşte tam olarak bunu diyordum. Diğer hiçbir şey değişmese bile ben değişiyorum. Bu kaçınılmaz. Kim olduğumuysa unutmuyorum. O zaman sadece küçük bir çocuktum.” Sinirlenmiş gibi gülerek camın önüne yerleştirdiği koluna başını yasladı. “ Aslına bakarsan sanırım hala o küçük çocuğum biraz ve ona göre kararlar alıyorum. Benden beklenen bu değil.”

İfadesizliğimi koruyarak yola bakmak için kendimi zorladım. Yine de direksiyonu sıkmaktan bembeyaz kesilen parmaklarımı Tara’dan saklayamadım. Bana bakıp neyin ters gittiğini anlamaya çalışıyordu.

Ters giden bir şey yoktu… Bunlar sadece sözlerdi. Herkesin söyleyebileceği, kelimeleri eline alıp aynı sırayla dizebileceği sözlerdi. Herkes aynı kelimeleri seçebilir benzer cümleler kurabilirdi. Kendinde olmayan bendim. Zihnimin bu denli bulandığını fark etmemiştim.

“ Peki ya Ayas?”dedim konuyu değiştirmek için çırpınarak. Kendimi tehlikeli sularda dibe dalıyor gibi hissetmiştim. Boğulmadan önce bundan kurtulmam gerekiyordu. Keşke gerçekten kafamı dağıtabilecek bir konu olsaydı ama Tara ve Ayas şu an elimdekilerin en iyisiydi.

Yoldan gözümü ayırma pahasına Tara’ya bakınca gülmeden edemedim. İşte bu kafamı dağıtabilirdi, yüzü kızarmış Tara kucağındaki parmaklarıyla oynuyordu.

“ Neye gülüyorsun şimdi?” Ses tonu o kadar alıngandı ki daha çok gülmeye başladım. Hilal ikimize bakmak için bir saniyesini ayırdıktan sonra Aislin’le sohbetine geri döndü.

“ Daha sadece ismini cümle içinde kullandım ve senin yüzün renk skalasında domatesle narçiçeği arasında bir yerde.” Söylediklerime inanamıyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez halde homurdanıyordu.

“ Hiç de bir kere! Benim yüzüm kızarmaz!” Gülüşümün dudaklarımda solduğunu hissettim. Anlamsız bir ağlama isteği tüm zihnimi ele geçirmişti sanki. Konuyu değiştirmem hiçbir işe yaramıyordu. Şu dakikadan sonra her söz bana inatla onu hatırlatıyordu.

“ Hey, surat asma hemen.” Tara’nın sesi yumuşacıktı. Bir an içinde olsa beni kendi zihnimden uzaklaştırabilecek kadar yumuşak. Bunun en son ne zaman olduğunu hatırlamıyordum bile. “ Neler olduğunu zaten hepiniz tahmin ediyorsunuz.” Utanarak başını cama çevirdi. Yüzümde yeniden küçük bir tebessüm belirdi.

“ Neler olacağını daha en başından beri biliyordum.” Bana hadi oradan ifadesiyle bakarken kaşlarımı kaldırarak sırıttım. “ Sarışın ve sen… Tencere ve kapak.”

“ Niye kapak olan ben oluyorum?” Tara homurdanırken gerçekten gülmeye başladım.

“ İşte bu yüzden tam ona göresin. Onun kaçırdığı hayatın beden bulmuş hali gibisin… Ve Tara.” Homurdanması bitip ciddi bir konuya geçtiğimi anlayana kadar bekledim. “ Teşekkür ederim.”dedim.

“ Ne için?”Sesi şaşırmış gibiydi. Yavaşça öndeki durmuş aracın yanına park ederken ona baktım.

“ Her şey için ama en çok da Ayas’ı kurtardığın için.” Hiçbir şey söylemedi ama gülümsemesi o kadar sıcak ve asildi ki Tara’yı çok daha olgun gösterdi.

“ Pekâlâ, gösteri zamanı Aislin! Nasıl hissediyorsun?”dedim arabadan inip kapıyı çarparken. Aislin kaşlarını çatıp etrafı incelemeye başladı.

“ Tek kelimeyle, baş ağrısı…” Hepimiz bir araya gelirken Aislin şakaklarını ovaladı. “ Ah, tanrım! Kuzey buna nasıl katlanmış?”

“ Kuzey bir şeylere katlanma konusunda doktora yaptı da ondan.”dedi Arda iç çekerek. Aklı Kuzey’de olduğu için kimse onu suçlayamazdı.

“ Şimdi tek yapmamız gereken sonraki dalgakıranı bulmak. Aislin onu hissedebiliyor musun?” Yeniden bedenini ele geçirmek zorunda kaldığı Nisan’la birlikte Range Rover’a yaslandı Ayas.

“ Hem onu, hem de onları…” Aislin parmağıyla hemen önümüzdeki geniş alanı işaret etti. “ Yaklaşık yirmi metre kadar ilerimizde saydam insanlardan oluşan bir ordu var… Hayaletlerden…”

“ Eh, istediğimizi bulmamıza yardım ettikleri sürece sorun olmayacaklar.”Ayas gitmemizi işaret edince hepimiz yavaşça Aislin gösterdiği bölgeye yöneldik. Tara koluma yapışıp beni durdurduğunda daha hala arabaların arasındaydık.

“ Sorun ne?”dedim kireç gibi olmuş yüzünü görünce telaşlanarak. Tara bakışlarını ilerlemekte olan gruba sabitlemiş derin nefesler alıyordu.

“ Onları göremiyorum.”

“ Sorun değil, Aislin’in görmesi yeterli biliyorsun.” Tam olarak ne demem gerektiğini kestiremiyordum. Hayaletleri görememenin Tara’yı huzursuz ettiğine hiç tanık olmamıştım. Aksine her zaman bu işi Kuzey’in yapmasından memnun gibiydi. Şimdi her şeyi öğrenmek üzereyken onu bu kadar tedirgin eden şey neydi?

“ Eğer… Eğer ruh alevini çağırarak Ay Işığı güçlerimi kullanırsam onları görebilirim. Geçen sefer Aiden’ı da bu şekilde görmüştüm. Ama…”

“ Ama ne?”

“ Ama korkuyorum Derin… Buradaki ruhların bir kısmı da sadece leydimiz yüzünden dünyayı terk edemeyen ruhlar. Kızgın olabilirler… İçlerinde seçilmişler olabilir ve Kuzey’in her seçilmiş hayaleti gördüğünde bana baktıklarını söylediğini unuttun mu? Ben onların Ay Işığıyım bu da beni onlardan sorumlu kılıyor… Eğer ki onlarla konuşursam ya tamamen ters tepip üzerimize saldırırlar ya da Aislin’le paylaşmak istemeyecekleri her şeyi bana anlatırlar. Almak zorunda olduğum bir risk ama ben korkuyorum… Bunu şimdi bu şekilde söylediğim için çok özür dilerim.” Tara’nın gözleri dolmaya sesi çatlamaya başlamıştı. Gerçekten korkuyordu. Onu daha önce ağlarken, kendini suçlarken, ölümle yüzleşirken görmüştüm. Hepsini de ayakta dimdik karşılamıştı ama şimdi ilk defa korktuğunu görüyordum. Soğukla ilgisi olmayan bir şekilde titriyordu.

“ Ruh alevinin hayaletlere ne yapacağını bilmiyoruz ama en azından ters bir durumda onu etrafını sarıp kendini korumak için kullanabilirsin.” Soğukta nefes aldıkça ağzından çıkan buharlar bile titrekti. Ellerimi omuzlarına yerleştirerek bana bakmasını sağladım. “ Tara, kimse seni onlara olanlardan sorumlu tutamaz beni anladın mı? Biz buradayken, ben buradayken değil. Sana bir şey olmasına izin vermem.”

“ Nasıl?”dedi dayanamıyormuş gibi. “ Zaten ölü birini öldüremezsin!”

“ Öldürmekten bahsetmedim. Sadece bana güven olur mu? Senin dik ve güçlü durmana ihtiyacımız var.” Tara susarak gözlerimin içine baktı. Aklından yüzlerce şey geçtiğini biliyordum.

“ Senden… Bir şey isteyebilir miyim?” Sesi pes etmiş gelince gülümseyip başımı salladım. “ Bana sarılır mısın? Şu an buna çok ihtiyacım var gibi hissediyorum.” Gülümsememi Tara’yı kendime çekip onu kucaklayacak kadar bir süre korumayı başardığım için kendimle gurur duyuyordum. Çünkü eğer yüzümdeki dehşeti görseydi bunu yapmayı asla kabul etmeyebilirdi.

Yaklaşık iki buçuk yıl önce burada ona cesaret vermem için bana sarılır mısın diyen Nisan’ın görüntüsü zihnimin en ücra köşesini bile doldurmuştu. Kalın ceketimin üzerinden bana dolandığını hissettiğim kolların, hafif rüzgârla yüzüme savrulan saçların Tara’ya ait olduğunu hatırlatmak için kendimle savaşıyordum. Yeniden aynı yerden bıçaklanmak gibiydi bu. Nefes alışımı bile değiştiriyordu. Hem Nisan’ın düşüncesiyle hem de bunun da Tara’ya etmiş olabileceğim bir veda olasılığının gerçekliğiyle baş edemiyordum.

Kendini topla Derin… Kendini topla. Buna izin vermezsin.

“ Hadi bakalım diğerlerini bekletmeyelim.”dedim Tara’yı kendimden uzaklaştırıp gülümsemek için kendimi zorlarken. Tara’ysa az önce olduğundan çok daha güçlü duruyordu. Elinin tersiyle gözlerini kuruladıktan sonra ruh halinin elle tutulur şekilde değiştiğini hissettim. Bana minnetle bakan gözleri gümüş gözleri ışık saçıyordu. Ellerinde alevleri yoktu ama karşımdaki kızın yüz ifadesi beni bile az önce içine düştüğüm derin düşüncelerden çıkmaya ikna edecek kadar kararlıydı.

“ Gidelim.” Beni beklemeden arkasını dönüp ilerideki gruba doğru yürümeye başladı. Ayas’ın bir Tara’ya bir bana baktığını görünce başımla sorun yok işareti yaptım.

Karda bata çıka yanlarına gittim. Önümüzde kardan ve buzdan başka bir şey yoktu. Ağaçlar üzerlerine haddinden fazla krema sıkılmış yeşil çilekler gibi duruyordu. Göz alabildiğine uzanan kar örtüsünü bozan ne bir insan, ne bir hayvan ne de bir ayak izi vardı. Henüz içlerindekini boşaltmamış kar yüklü bulutlar tepemizde dolanıyordu. Sessizlik… Geçen seferki gibi patlamak üzere olan bir fırtınanın eşiğinde gidip geldiğimizi hissediyordum. Ne zaman ve kimin için patlayacağını henüz bilmiyordum ama benim gördüğüm manzaranın öne çıkan Aislin’le Tara’nın gözündekinden çok daha farklı olduğuna emindim. Walker da Tara’nın yanında önde duruyordu. Kâhin yönünün ne kadar gelişmiş olduğunu merak ettim.


Tara


Çok fazlalardı ve tıpkı Kuzey’in dediği gibi hepsi bana bakıyordu. Bunca saydam bakışın karşısında dik durmak sandığımdan daha zordu ama başka şansım yoktu. Eğer beni sorumlu tutacaklarsa bile karşılarındaki kişinin bir Ay Işığı olduğunu onlara göstermek zorundaydım. Sık bir şekilde durdukları için arkalarındaki dağların görüntüsünü bile bulanıklaştıran hayaletlere bakarak derin bir nefes aldım.

“ Ondan geriye kalan dalgakıranlardan birini arıyoruz. Bir gül oyması.”dedim. Sesim hissettiğimden çok daha güçlü çıktığı için mutluydum. Karşımda duran yaşlı kadının yandaki beş yaşlarındaki kız çocuğu kadının eteğini çekiştirdi.

“ Alexandre’ı mı arıyorlar büyükanne?” Küçük kızın saçları iki örük şeklinde önüne düşmüş beline kadar uzanıyordu. Kocaman biçimli gözleri bana suçluymuşum gibi değil de evlerine gelen bir misafirmişim gibi bakıyordu. Bu beni bir nebze olsun rahatlatmıştı. İkisinin de üzerlerinde zamanında burada yaşayan alelade köylülermiş izlenimi yaratan yamalı kıyafetler vardı.

Alex’in ismi birden hayaletler arasında fısıltıların yükselmesine sebep olmuştu. Bu ismi Kuzey’in bize Aiden aracığıyla anlattığı dalgakırandan hatırlıyordum. Leydinin sevgilisi olan adam… Kardeşini bile içeri almazken ki haklı bir sebebi varmış anladığım kadarıyla, geçen sefer bizi almıştı. Şimdi de bu kadar şanslı olacağımızı ummaktan başka şansımız yoktu. O adam reenkarnenin nerede olduğunu biliyordu.

“ O burada ne arıyor? Hangi yüzle tekrar gelebiliyor?!” Arka taraftan gelen boğuk bir erkek sesiyle ürktüm. Düşündüğüm gibi onun mevkisinin varisi olarak beni sorumlu tutuyor olabilir miydiler? Her ne kadar güç almak için dönüp Derin’le Ayas’a bakmak istesem de bunu yapamadım. Ardıma bakmadan korkusuzca durmak zorundaydım.

Kuzey olsa bu işi onunla yapmak çok daha kolay olurdu.

“ Kimsenin zarar görmesini istemeyiz… Değil mi?” Ben daha kafamda ne söylemem gerektiğini toplayamadan Walker yanıkları hiç canını acıtmıyormuşçasına gülümseyerek bana bir adım yaklaşmıştı.

Her nasıl olduysa tehdidi işe yaramış küçük kız bile büyük annesinin arkasına saklanırken fısıltılar son bulmuştu. Aislin duygularıma tercüman olarak inanamaz bakışlarla Walker’ı süzüyordu.

“ O gittiğinden beri dışarı çıkmaz oldu.”dedi yaşlı kadın direk benimle konuşarak. “ Ama onu ikna edebileceğini düşünüyorsan, lütfen içeri gel.” Kadının kibar ses tonu ve mesafeli ama sıcak gülümsemesi onun kenara çekilmesiyle açılan koridorda ilerlememi sağladı. Hemen ardımdan gelen Walker’ın kardaki ayak seslerini duyabiliyordum. Aislin’e diğerleriyle birlikte orada kalmasını işaret ettim. Başını sallayarak beni onayladı ve grubun kalanına şimdiye kadarki konuşmaları anlatmaya koyuldu. Önüme dönüp ilerlemeden önce diğerlerinin endişeli bakışlarını tabi ki fark etmiştim ama burası onların bölgesiydi ve kendimi burayı ele geçiriyormuş gibi hissetmek istemiyordum. Daha doğrusu onların hissetmesini istemiyordum çünkü anladığım kadarıyla aralarında benimle ilgili bile bir anlaşmazlık vardı. Her şey bir yana gelip leydinin mezarını kurcaladığımı görenlerin olduğuna da emindim.

Az önce bir şekilde Walker’dan çekinmiş olmalarına güvenerek onun yanımda gelmesine ses etmiyordum. Bir kâhinin geride kalıp sorun olması durumunda iletişimi sağlaması gerekiyordu ama benim kâhinlik konusunda çok iyi olduğum söylenemezdi ve şu anda zayıf da olsa hissettiğim dalgakıranı kaçırmamak için Walker’ın sezilerine de ihtiyacım vardı.

Biz ilerledikçe birbirine karışan yüzlerce hayalet yolumuzdan çekiliyor gitmemiz gereken yöne doğru dar bir koridor yaratıyordu. Onlara temas etmeden geçmeye özen gösteriyordum. Onların gözünde bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum ama bana saygısızca geliyordu. Bu yüzden bazen koridorun daraldığı yerlerde yan dönüyor onlarla göz teması kurmaktan kaçınıyordum. Çünkü ilk baktığım anda yüzlerinde garip ifadeler aklıma kazınmıştı. Mutlu ama kızgın, saygılı ama rahatsız olmuş… Walker’ın neredeyse bana sarılabilecek kadar yakınımdan yürüdüğünü hissediyordum. Bunu beni korumak için mi yapıyordu yoksa benim gibi korktuğu için mi bilmesem de şu an itiraz edecek durumda değildim. Sadece dalgakıranı alıp geri dönmek istiyordum. Ki şu an Alex’i dalgakıranın içinde bulacağımıza dair fikirlerim kuvvetleniyordu.

Hayaletlerle uyuşmuş zihnim çok daha güçlü bir şeyin saldırısına uğradığında Walker kolumu yakalayarak beni durdurdu.

“ Burası.”dedi üzerinde bulunduğumuz zemini göstererek. Hayaletlerin daha fazla açılmadığını da ancak o zaman fark ettim. Burası olmalıydı. Ayaklarımın altında ezilirken inleyen kar tabakasına baktım. Onun altındaki topraktan kulaklarıma fısıltı gibi süzülen sesleri duyabiliyordum.

“ Ne kadar derin?”diye sordum kendim tam kestiremediğim için. Walker eğilip parmaklarını mükemmel düzlükteki karın üzerinde nazikçe gezdirdi. Henüz buza dönüşmemiş olan kar tanecikleri elmas gibi parıldıyordu. Kendimi bu kusursuz beyazlığa bırakmak istiyordum. Tam olarak Walker’ın parmaklarının gezindiği yerde bir şey beni mıknatıs gibi çekiyordu. O karla uğraştıkça bu his artıyordu.

“ Çok değil, iki metre kadar.”dedi sonunda. Sesini duymak uykudan uyanmak gibiydi.

“ Güzel, alevlerle ona zarar vermeden yukarı çıkarabilirim.”dedim. Aslında bunu yüksek sesle söylememin tek sebebi eğer buna karşı çıkacaklarsa hemen yapmaları bizim de yeni bir yöntem düşünmemiz içindi. Ama hayaletler ses etmeden uzaklıklarını korumaya devam etti. Walker’a bakınca onunda çevresini kontrol edip bana başını salladığını gördüm.

Derin bir nefes alıp vererek işe koyuldum. Elimden geldiğince kibar olmaya çalışacaktım. Ellerimi Walker’ın da yardımıyla tam olarak enerjiyi hissettiğim yerin üzerine koydum. Dizlerimin üzerine çökerek daha henüz gözle görülemeyecek kadar küçük alevlerle karları yavaşça erittim. Kollarım açılan boşluğa gömülürken daha da eğildim. Sonunda ellerim soğuk ve ıslak çimlere ulaşınca gözlerimi kapatarak aleve odaklandım.

İlk önce ellerimin tam ortasına gelecek şekilde bir boşluk açtım. Daha sonra dalgakırana ulaşana kadar o boşluktan içeri gönderdiğim alevlerle toprağı iteleyerek sıkıştırdım. Dalgakırana zarar verme riskini göze alamayacağım için dikkatli ve yavaştım. Tam yeterli olduğunu düşündüğüm anda Walker koluma dokunarak beni doğruladı. Dalgakıranı alevden bir kürenin içine hapsederek yukarı çıkardım. Göz hizama geldiğinde ellerimi havada açarak alevlerin onu avucuma koymasına izin verdim.

Mükemmel korunmuş ahşap oymasına tenim temas eder etmez karşımda beliren hayalet adam yüzünden neredeyse çığlık atıyordum. Dengemi kaybedip arkaya düştüm.

“ Hey sorun ne?” Walker hemen yanımda bitmiş ayağa kalkmak için sırtıma destek oluyordu. Bense gözlerimi karşımdaki adamdan ve onun bana olan bakışlarından alamıyordum. “ Onu görüyor musun?” Walker elimdeki dalgakırana dokunmak için hamle yaparken adam kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum ama onu dinleyerek kazayla elimi çekmişim gibi yaptım. “ Hayır, bir anı… Bir anı görü-“ Daha sonra gerçekten bir anıya çekilmiş gibi sustum. Gözlerimi ayıramadığım adam hareket etmediği sürece sabit bakabilirdim ve Walker bir anıya dalmaması gerektiğini bilirdi.

Diğer hayaletlerden çok farklıydı. Beyazımsı saydam olmaktan çok uzaktı. Saçının, teninin, kıyafetinin rengini dikkatli baktığımda seçebiliyordum. Rengi soldurulmuş ve şeffaflaştırılmış gibiydi ama kesinlikle bir hayalet gibi değildi. Bir hayalete toz haline getirilmiş anıları ve hayatları üflemişsin de üzerine yapışarak onu görünür kılmış gibiydi. Kırpık siyah saçları, krem rengi kirlenmiş korsan gömleği vardı. Üzerinde belindeki bordoya çalan koyu kırmızı kuşağın renginde bana kan olduğunu düşündüren lekeler vardı. Hayatımda gördüğüm en delici bakışlara sahipti. Ayas’ın gözleri bile bu adamın yanında ikna edici olmaktan çok uzak kalırdı. Uzun siyah kirpikleri simsiyah gözlerini sürmeliymiş gibi çevreliyordu. Bana bakarken beni tanıdığını, ne düşündüğümü, her şeyi bildiğini anlayabiliyordum. Belki de bunları anlamış olmasına rağmen bana hiçbir ifade sunmaksızın baktığı için gözlerimi ondan alamıyordum.

İşte anılarda gördüğüm Alexandre tüm azametiyle karşımda duruyordu ama ben hem dilim tutulduğu hem de Walker’a yalan söylediğim için konuşamıyordum. Alex parmaklarını dudaklarına götürerek susmam için işaret yaptı. Walker’ın göremeyeceği kadar hızla gözümü kırparak onayladım. Yapacağı şey her ne ise Walker’ın bilmesini istemiyordu. Çevredeki hayaletler bile sanki onu hiç göremiyormuş gibi bana bakıyordu.

“ Seni ne kadar zamandır bekliyorum Tara… Çok uzun sürdü.” Kalın sesinden süzülen kelimeler zihnimde tekrar tekrar yankılanıyordu. Yutkunmaya bile çekiniyordum. Sonunda gözleri benimkilerden ayrılıp Walker’a sabitlendi. “ Yanındakinin kim olduğuna dair hiçbir fikrin yok, öyle değil mi?” Ona bakmak midesini kaldırıyormuş gibi başını diğerlerinin olduğu tarafa çevirdi.

“ Bu Aislin öyle değil mi?” Nasıl bilebileceğini sorgulamadım. İşe yaramasını umarak karşımdaki kişi bir hayalet değil de insanmış gibi zihnine konuşmaya çalıştım.

“ Evet, o Aislin.”

“ Ve senin yanındaki adam da Aislin’le Aiden’ın babası, senin tanıdığın ismiyle Walker. Benim tanıdığım ismiyleyse Adam… Arya’nın uğruna her şeyi feda ettiği ama onun yüzünden hayatını kaybettiği erkek kardeşi Adam. Hepimizin, bizim ve sizin burada olmasının tek sebebi olan Adam.”

N… Ne?

“ İmkânsız…” Zihnime felç inmeden önce söyleyebildiğim tek kelime buydu. Sözcükler telaşa kapılıp eteklerini toplayarak zihnimi terk ettiler. Onları koşmayı bile beceremeyen düşüncelerim izledi. Nefes almayı kendime hatırlatabileceğim kadarlık bir bölümüne hükmedebildiğim aklımda alarm çanları çalıyordu.

Neler oluyordu? Bu adam ne diyordu? Walker birilerinin babası olacak yaşta bile değildi! Leydimizin zamanında yaşabilmiş olma ihtimali yoktu… Onun kardeşi olma ihtimali…

Kuzey…

Kuzey’in gördüğü anıda leydinin kardeşinin yeteneği zaman kontrolü değil miydi? O halde istediği herhangi bir zamanda herhangi bir yaşta olabilirdi… Herhangi biri olabilirdi. Kuzey onun yüzünü görmüşse ve o Walker’sa neden bunu bizden gizlemişti ki? Yo, hayır… Bu çok mantıksızdı o Walker olamazdı. Hayır, bu çok anlamsızdı. Walker’ı çocukluğumdan beri tanırdım o olamazdı! Beni terk edebilirdi, bana ihanet edebilirdi ama bu kadarını da yapamazdı!

Zihnimi işgal altından kurtarıp yeniden tam kapasite çalıştırmaya başlarken bu yükün altında ezildiğimi hissettim. Bir yerde kıvrılıp ağlamak ve hiçbir şeyi anlamadığımı haykırmak istiyordum ama işler o şekilde işlemiyordu. Hayal edebileceğimden bile fazlasını anlıyordum. Kafamda yüzlerce senaryo kuruyor, yıkıyor ve yıkıntılardan yenilerini yaratıyordum. Ta ki eksik ya da artan parça kalmayıncaya dek.

Eğer ki o kişi gerçekten Walker’sa ve Kuzey onu anıda gördüyse neden bize söyleyememişti?

Çünkü Nisan Walker’ın elindeydi… İkisinin de nerede olduğunu kimse bilmiyordu.

Tehdit edilmişse bile bize mutlaka bir ipucu gönderirdi! Göndermemişse o kişinin Walker olmasının imkânı yoktu çünkü Kuzey bunun ne kadar hassas olduğunu çok iyi biliyordu.

Peki ya Aiden ve Aislin? Onlardan daha açık bir kanıt gönderebilir miydi? Peki ya Yaman’ın zihnindeki tanıdık ses? Sana kim Walker’ın Yaman için çalıştığını söylemişti ki Tara? Sana kim Walker’ın Aislin’le kardeş olduğunu söylemişti? HİÇ KİMSE! Hepsini sen uydurdun ve karşı taraf da buna uydu!

Hiç babanın Walker için çalışıyor olabileceği düşüncesi aklından geçmiş miydi?

Tabi ki hayır…

“ Tara, beni iyi dinlemelisin. Arkadaşın çok yakın-“ Sözlerinin devamında ne dediğini asla bilemeyecektim. Çünkü titreyen ellerimde daha fazla tutamadığım dalgakıranı elimden karların arasına düşürmüştüm.

“ Tara iyi misin? Ne gördün? Neden titriyorsun?” Walker kendini üzerime atıp neyim olduğunu anlamaya çalışırken elimde olmadan refleks olarak geri çekildim. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama bana uzanan eli bir anda havada asılı kalmıştı. Dudakları çizgi halini alırken gözleri daha önce hiç görmediğim bir ışıkla parladı.

Bu Walker olamazdı… Walker en başından beri bu olamazdı…

“ Şimdi.” Walker’ın buz gibi sesiyle verdiği emir nefesimi kesmeden önce son gücümle bağırdım.

“ GELİYORLAR!!” Belki de sesim daha diğerlerine ulaşmadan önce yerin altından çıkan mavi bir el beni ayak bileğimden yakaladı. Ondan kaçmaya çalışmaktansa arkamı dönerek elimden düşürdüğüm dalgakırana uzanmaya çalıştım. Bir milim… Parmaklarım aksi yöne çekilmeye başladığım anda bir milim daha uzasaydı onu elime alabilirdim!

Son derece planlı gibi duran bir darbe Walker’ın yanmış tarafına inip onu etkisiz hale getirirken kiminle karşı karşıya olduğumu görmek için sürüklendiğim karlarda sırtüstü döndüm.

Tabi ki babamdı… Mavi dişlerini göstererek bana gülümsüyordu. Çevremizi kimsenin bize ulaşmaması için ruh aleviyle sarmıştı. Uzaktaki kayan tekerleklerin ve aniden fren yapan arabaların sesi kulaklarımı tırmalıyordu. Aislin olduğunu sandığım birinin çığlığı beni harekete geçiren şey oldu.

Babamın beni çeken koluna sıkı bir tekme atarak ondan kurtuldum. Nereye gidebileceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Nasıl olmuştu da tüm bu insanları ne Aislin ne de ben fark edememiştik?! Nasıl bu kadar rahat bir şekilde gizlenebilmişlerdi?

“ Tara!” Babamın sesi zehir gibi kulaklarımdan içeri akarken tüm bedenimi sardığını hissettiğim alevlerimle ona döndüm. O iğrenç gülümsemesi kulaklarına varıyor olsa da temkinli ve ciddi bir hali vardı. Saldırıdan çok savunmada gibi duruyordu.

“ Eğer şimdi saldırırsan Kuzey’i bir daha asla göremezsin!” Ona doğru iki adım atmıştım ki kalakaldım. Duraklamam hoşuna gitmişti. “ Onu öldürmek için sadece zihnine konuşmamı bekleyen adamlarım var ve güven bana ölmeden önceki son anlarımı bile seve seve bu iş için harcarım.”

“ Yalan söylüyorsun.”diye tısladım. “ Bunun blöf olduğunu anlayamayacağımı mı sanıyorsun?! Ona hiçbir şey yapamazsınız, ona ihtiyacın var!”

“ Şansını denemek ister misin? Daha çok şey kaybedecek olan sensin!” Gerçekten barış yapmak istiyormuşçasına ellerini havaya kaldırdı. “ Evet, Kuzey’e ihtiyacım var ama şu an senin iyi bir kız olup söylediklerimi yapmana daha çok ihtiyacım var. Bu işten ne senin ne de Kuzey’in zarar görmesini istemiyorum.” Duraklayarak ekledi. “ Bugün buraya kimseyi öldürmek için gelmedik… Eğer karşı koyarsan bunu yapmak zorunda kalacağım.”


Derin


“ GELİYORLAR!!” Tara boğazını yırtarcasına bağırdığı anda ona ait olmayan alevlerin arasında görünmez oldu. Dört bir yanımızdan çıkan ruhlar bizi bulunduğumuz yere kıstırmıştı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yaklaşık bir düzine kadar zırhlı araç karı buzu umursamadan hızla bulunduğumuz alana daldı. İçlerinin silahlı kaçaklarla dolu olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Zihnim Arda’nın ettiği küfre katılamayacak kadar yoğundu.

“ Ayas?”dedim. Hepimiz sırt sırta vererek bir çember oluşturmuştuk. Kendimi daha önce hiç bu kadar kapana kısılmış hissetmemiştim.

Araçlardan inen kaçaklar da ormanın içinden çıkan diğerleri de mesafelerini koruyarak hızla etrafımızı sarıyordu.

“ Görünmezlik serumu mu? Bunu onlara kim sızdırmış olabilir?”dedi öfkeyle. Bizim icadımız olan görünmezlik serumu dışında bunca ruhu ve bedeni aynı anda yanımızdaki üç kâhinin birden ıskalaması imkânsızdı.

Aislin başını tutup çığlıklar içinde yere yığılana kadar bize saldırmadıkları için şanslı olduğumu düşünüyordum. Demek ki istedikleri başka bir şeydi. Ayas’la gözümüzü kaçaklardan ayırmamak için ona ne olduğuna bakamıyorduk ama Hilal’in hemen yere çökerek onunla ilgilendiğini göz ucuyla görebiliyordum.

Kahretsin, kahretsin, kahretsin KAHRETSİN!

Şimdi ne yapacaktık? Kuzey kafasını kesseler onlara dalgakıranda ne gördüğünü söylemezdi! O halde bizi yine nasıl bulmuşlardı? Daha da önemlisi biz nasıl hatalarımızdan ders alıp da buraya destek ekiple birlikte gelmemiştik? Tam erişimimiz ve bir organizasyon başkanımız vardı. İsteseydik dünyanın en iyi hırsızlarından oluşan bir orduyla gelebilirdik buraya!

DERDİMİZ NEYDİ Kİ?

“ Çok güçlü…”dedi Aislin dişlerinin arasından. Hilal’in ona göstermeye çalıştığı gibi nefes alıp vermeye çalışırken.

“ Güçlü olan ne?”dedi Hilal çaresizce.

“ Görüntüler… Gelecek…” Ayas’la tek nefes alımlık sürede birbirimize baktık. Aislin buradan çıkmak için bir yol arıyordu ve bunun için yeteneğini onlar bize saldırmadan ne kadar çabuk kullanıp kafasında bir plan belirlerse bizim için o kadar iyi olacağını hepimizden önce görebilecek kadar da zekiydi. Ama anlaşılan giriştiği bu zekice denemede bazı sorunlarla karşılaşıyordu. “ Dokunma bana!” Çığlıklar eşliğinde Hilal’den uzaklaştı. “ Bunu sizinle paylaşamam bu çok güçlü! Siz… Siz ayakta kalmak zorundasınız.” Aislin’e yardım edemiyordum, Tara’ya yardım edemiyordum, Nisan’a yardım edemiyordum, kendime bile yardım edemiyordum!

Tara’ya bir söz vermiştim… Kendime bu seferkinin bir veda olmayacağına dair söz vermiştim.

“ Ayas…” Ayas kolumu sıkıca tuttu.

“ Sen varsan her zaman ben de varım Derin. Sadece bana düşünmem için iki dakika daha ver. Aislin’e bir şeyler görmesi için iki dakika daha ver.” Farkında değildi ama kolumu o kadar çok sıkıyordu ki acıdan gözlerimi kapadım. Ne kadar canımın acıdığı önemli değildi. Şimdi neler olacağı önemliydi.

“ Aislin… Biliyorum bu çok zor ama göreceğin en ufak şey bile hayatlarımızı kurtarabilir.”diye fısıldadı Ayas. Aislin iyice çökmüş ellerinin arasına aldığı başını sağa sola sallıyordu. Sıkılı dişlerinin arasından almaya çalıştığı nefesler Ayas’ın dediklerini yapmak için varını yoğunu ortaya koyduğunu gösteriyordu.

Sonra birden durdu. Tüm vücudu gevşedi. Üzerime atlayan kaçakları görmeme pahasına arkamı dönüp Aislin’e baktım. Burnundan ve ağzından süzülen kan damlalarını umursamadan hipnotize olmuş gibi gökyüzüne bakıyordu.

“ Oyalayın… Zaman… Gelecek… Yardım gelecek ve o zamana kadar kimse ölmeyecek.” Gözleri odağını kaybetmiş gibi soluklaştı. Korktuğum gibi bayılmadan önce dudaklarından tek bir kelime daha döküldü. “ Kuzey…” Hilal onu düşmeden tutarak yavaşça yere yatırdı.

“ Yardım gelene kadar onları oyalamamız mı gerekiyor? Yardım nereden gelecek ki?!” Arda isyan ederken Tara’nın çevresini saran alevler birden yok oldu.

“ Ee, artık biraz oturup konuşabiliriz diye düşünüyorum. Ne dersiniz?” Yaman’ın sesi üzerimde elektrik gibi dolaştı. Biraz ilerimizde arkasında boylu boyunca hareketsiz yatan Walker, önünde elleri birbirini alevlerle bağlanmış ve hemen boğazının soluna dayanmış bir bıçakla dizleri üstüne çökmüş Tara ve çevresine serpiştirdiği hırsızlar Yaman’ın kahkahasını süslüyordu.

Ayas’ın kolumu tutan eli içinde onu kontrol eden bir ruh yokmuşçasına öylece yanına düştü.

“ Gerçekten sadece konuşmak istiyorum.”dedi Yaman gülerek. “ Ama eğer ki içinizden biri bunu yapmak istemezse diye önlemimi almalıydım. Yoksa sağ kalan tek evladıma da zarar verebileceğimi düşünmüyorsunuz değil mi?” Yaman’ın eli sahte bir şefkatle Tara’nın saçlarını okşarken Tara bunun her saniyesinden iğreniyordu. Öfkesinin çevresine dalga dalga yayıldığını hissedebiliyordum. Hiçbir yarası yoktu. Savaşmış gibi bile görünmüyordu. Oysa benim tanıdığım Tara asla savaşmadan teslim olmazdı… Hele ki babasına.

“ Kuzey…” Ayas belli belirsiz oynattığı dudaklarının arasından sadece benim duyabileceğim bir seste fısıldadı. “ Kuzey’le onu tehdit etmiş olmalı.”

Sonucundan ne kadar korksam da Tara’ya baktım. Hala gümüş parıltılar saçmaya devam eden gözlerinin içine baktım. Çünkü onun da bana bakacağını biliyordum… Çünkü verdiğim sözü tutamadığımı biliyordum.

“ Şimdi, anlaşma şöyle.”dedi Yaman. “ Nisan’ı geri getirmenize yardım edeceğiz. Hem onu hem de Tara’yı bize verdiğiniz takdirde burada bulunan herkes burnu bile kanamadan evlerine gidebilir.” Yerde yatan Aislin’e gözü kayınca güldü. “ Yani hemen hemen herkes.”

Refleks olarak Nisan’ın bedeniyle Yaman’ın arasına girdim. Aklıma gelen ve yapabileceğim tek bir şey vardı. Oyalamak… Aislin’in beklediği ilahi yardım her kimden gelecekse o ana kadar oyalamak.

“ Sahi mi? Walker’ın da bu anlaşmaya dâhil olması gerekmez miydi?”dedim başımla kıpırtısız yatan bedenini işaret ederek. “ Eğer nefes almıyorsa durumu onun kalitesinde birini feda ederek eşitlemeye ne dersin?” Söylediklerim Yaman’ı çok eğlendiriyordu ki bu şu anda tutunabileceğim tek daldı.

“ Vay canına, arkadaşların üzerinden pazarlık yapar hale gelmişsin! Son iki yıl seni gerçekten de çok değiştirmiş Derin. Fikrini değiştirip hayatını aptal bir organizasyon için harcamak istemezsen kapım her zaman sana açık.”

Kısa bir an için bile olsa Nisan’ı ele geçirdikleri takdirde bu teklifi kabul etmeyi düşündüğüm için kendimi asla affetmeyecektim.

“ Bu sorumu cevaplamıyor ama.”dedim Walker’ı bu sefer elimle işaret ederek. Daha rahat görünmek için sonrasında ellerimi ceplerime soktum. Bu sayede titrediklerini kimse göremeyecekti. Bu konuşma havasını uzatmam gerekiyordu ve Ayas şu an bunu yapabilecek durumda değildi.

“ Seni hayal kırıklığına uğrattıysam beni affet ama o hala hayatta… En azından bir süre için bu iş ne kadar çabuk biterse Walker’a da o kadar çabuk müdahale edebilirsiniz.” Durdu ve yavaşça Walker’ın yanına gitti. Karların içine gömülmüş başını kendisine bakacak şekilde çevirdi.

“ Çok yazık… Onu küçüklüğünden beri tanırdım. Tara’ya uymasaydı mükemmel olabilirdi.” Walker’ın başını bir çöpmüş gibi kendinden uzaklaştırırken gözüm Tara’ya takıldı.

Bir sorun vardı. Dudaklarını ısırıyor henüz bir nefesi vermeden ötekini alıyordu. Tüm vücudunun kasılıp titrediğini açık ve net bir şekilde seçebiliyordum. Bana bakıyordu. Gözleri dışarı fırlamış gümüşlükleri kaybolarak eski kahverengi tonuna dönmüştü ama bir sorun vardı. Bana bakarken gözlerini bir kere olsun kırpmamıştı. Bir şeyler anlatmak istiyordu ve bunu anlayabilecek tek kişi benmişim gibi bana bakıyordu. Gözlerinin izini üzerimde hissediyordum. Benimkileri delip geçiyor zihnimde bir şeyler arıyordu. Çaresizce ne anlatmak istediğini düşünüyordum ama boşunaydı. Tek yaptığı bana bakmaktı.

Sonra dudağının sol tarafı yavaşça yukarı kalktı. Hala kırpmadığı gözleriyle bana çarpık bir gülümseme gönderdi.

Başımdan aşağı kaynar sular indiğini hissettim. Dizlerimin bağı çözüldü ve herkesin dehşet dolu bakışları arasında olduğum yere çöktüm. Tara az önce transa geçmişte şimdi kendine gelmiş gibi neden yerde olduğumu anlayamaz bakışlarla beni süzüyordu. Benimse görüşüm bulanıklaşıyordu. Titreyen ellerimi gizlemeye çalışıyordum.

Bu imkânsızdı… Başımıza gelen onca şey içinde bu en imkânsız olanıydı. Tara bunu bilemezdi. Bunu Ayas bile bilemezdi. Bu Nisan’la benim yarattığımız ve sadece bizim ne anlama geldiğini bildiğimiz bir dildi. Sol ucu yukarı kıvrılacak şekilde yüze yerleşen çarpık gülümseme; yalan söylüyor…

İçimde yıllanmış gibi gelen nefesi verdim. Hayır, bu sefer gözlerimi kapatmayacaktım. İmkânsız diye arkamı dönmeyecektim. Bu sefer o kadar aptal olmayacaktım! Tara nasıl Nisan’la oluşturduğumuz dili bilebilirdi? Nasıl onun söylediği ama kendisinin duymadığı cümleleri birebir söyleyebilirdi? Nisan’la aslında çok farklılarken nasıl hareketleri bana onu hatırlatabilirdi?

Anılarda gördüğümüz leydiyle olan benzerliğini fark etmek bu kadar zor muydu? Aynı bakır saçlar, Ay Işığı güçlerini kullandığında aynı tona gelen gümüşi gözler, aynı yüz hatları… Gittiğimiz her yerde hayaletler ona Ay Işığı olduğu için bakmıyordu, ona onların taptığı Ay Işığının yeniden beden bulmuş hali olduğu için bakıyorlardı. Leydinin reenkarnesi olduğu için bakıyorlardı.

Nisan en başından beri yanı başımızdaydı… Tara’nın zihninde kapana kısılmıştı.




81 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page