top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

KAHİN - (Ay Işığı #2) 3.Bölüm


-3-

Jay



“Koş!” Karanlığın içinde yankılanan küçük bir kızın neşeli sayılabilecek çığlığıyla etrafımda yoktan evler ve ağaçlar belirmeye başladı. Önce ayaklarımın altındaki boşluk çamura bulanmış bir patikaya dönüştü. Göğe yükselen tek tük devasa ağaçların arasından sırtında odunlarla insanlar çıkmaya başladı. Üzerlerindeki kıyafetleri eski ve yamalıydı. Yüzlerinde bıkkın gülümseler vardı. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Güneş ağaçların dalları arasında kaybolmuş, göğü koyu turuncu bulutlar kaplamıştı.

Önümden sesin sahibi olduğunu düşündüğüm küçük bir kız, kolunu yakaladığı daha da küçük bir oğlanı da yanında sürükleyerek hızla geçti. İçgüdüsel olarak harekete geçtim ve onları takip etmeye başladım. Kızın bakır renkli saçları iki yandan özensizce örülmüştü. Koşarken sırtına çarpıp oradan da arkasında sürüklediği çocuğun yüzüne savruluyordu. Ona hızlı hızlı bir şeyler söylediğini duysam da tam anlayamayacağım kadar uzaktaydılar. Onlara ayak uydurmak için hızlanırken o küçücük bacaklarla bu kadar hızlı koşabilmelerinin yetenek mi yoksa pratik mi olduğunu merak ettim.

Çocuk dönüp ardına korku dolu gümüş gözlerle baktı. O sırada elinde taşımakta olduğu bir şeyler olduğunu fark ettim.

“ Hırsızı durdurun!” Arkamdan kalın bir erkek sesi geldi. Dönüp bakınca elinde tahta bir sopayla iki çocuğu kovalayan adamı gördüm. Aslında gülünç bir durumdu. Adam o kadar şişmandı ki doğru düzgün koşamıyordu bile. Yine de ateşli bir şekilde elindeki sopayı sallayarak çocukları takip etmeye devam ediyordu. Kızın kahkahaları kulağıma çalınınca yeniden önümü döndüm.

“ Önce koşmayı öğren şişko!” Neyse ki son anda bunları Oğuz’un da izlediğini hatırlayarak kahkahalarımı bastırdım.

Onları takip ederken bir yandan da etrafıma bakarak hangi yılda olduğumuzu anlamaya çalışıyordum ama ne yazık ki çevremde elle tutulur, belli bir tarihi işaret edecek bir obje yoktu. Bu tarz kıyafetler de evlerde yüzyıllarca kullanılmıştı. En fazla orta çağın başları olduğunu söyleyebilirdim.

Aniden toprak zeminden hatırı sayılır bir toz bulutu kaldırarak duruverdim. Gözlerimi şaşkınlıkla birkaç kez açıp kapattım. Orta çağın başındaysak, konuşmaları nasıl anlayabiliyordum?

Sonrasındaki her şeyse o kadar hızlı oldu ki… Siyah bir duman bir anda çevremi kaplayıverdi. Uzaklaşmakta olan çocukları hayal meyal seçer haldeydim. Dumanın içinden çıkan bir kol boğazıma sarılıp beni olduğum yere sabitledi. Refleks olarak ellerimi boğazıma götürdüm ama ellerim siyah kolun içinden öylece geçiverdi. Hissedebildiğim tek şey kendi tenimdi. Henüz neler olduğunu tam olarak kavrayamayan beynim bir çözüm üretemiyordu. Görüş alanıma giren ikinci kolun elinde siyah bir bıçak tuttuğunu görünce paniklemeye başladım. Kolu itmek için bir hamle daha yaptım ancak yeniden içinden geçen ellerim beni yarı yolda bıraktı. Boynuma dolanan kol biraz daha sıkılaşınca iyice nefes alamaz oldum. Dokunamadığım bir şeyden nasıl kurtulabilirdim ki? Bu bir ruh muydu? Sadece bir ruh bana dokunduğu halde ona dokunamamamı sağlayabilirdi. Ama burada benden başka kimse olamazdı.

Havadaki kol hızla bıçağı kalbime doğru indirirken siyah duman tüm yüzümü kapladı. Ağzıma ve burnuma dolduğunu hissettim ve her şey öncekinden de daha karanlık bir hal aldı.

Birkaç saniye sonra yeniden nefes alabildiğimi fark ettiğimde ne zaman kapattığımı hatırlamadığım gözlerimi açtım. Gözlerimin önünde küçücük mavi bir alev duruyordu ve ben yeniden gözlerimi açıp kapayıncaya kadar suya atılan bir damla boya misali bir anda tiz bir patlama sesi eşliğinde etrafa dağıldı. Siyah dumanı değdiği yerde yok ederken çapını ve şiddetini giderek artarak yaklaşık iki kilometrelik alana saniyeler içinde yayıldı. Ellerimle hala zor nefes aldığım boğazımı yokladım. Hala tek parçaydım ve pratikte iyi durumdaydım. Yavaşça başımı kaldırıp ufka baktım. Alev dalgası ilerledikçe ona karışıp yok olan daha çok siyah duman gördüm.

“ Tara?” Birden yerden yüzüme doğru mavi alevler püskürdü. Bana zarar vermeyeceğini tahmin etsem de refleks olarak kollarımı kendime siper ettim. Alevin sanki bir insan gibi beni yakamdan yakalayıp ayağa kaldırdığına yemin edebilirdim. Aynı alevler daha bana ağzımı açma fırsatı vermeden beni itekleyerek çocukların gittiği tarafa yönlendirdi. Onunla daha fazla tartışmadan o tarafa doğru koşmaya başladım. Bir an için arkamı dönüp bakınca mavi alevlerden beden bulmuş Tara’nın siluetinin süzülerek beni takip etmekte olduğunu gördüm.

“ Bu o.” Tara’nın fazlasıyla yorgun gelen sesi kulaklarımda uğuldadı. “ Bu leydimiz.”

“ Nereden biliyorsun?”dedim içimden. Zaten Tara şu an benim zihnimdeyken sesli konuşmama gerek yoktu. Hem bu şekilde bizi dışarıdakiler duyamazdı.

“ Biliyorum işte, sadece takip et.”

“ Söylediklerini nasıl anlıyorum peki? Şu an yanılmıyorsam orta çağda olmalıyız…” Bir an için durdu. Alevlerin rengi hafifçe soldu ve yavaşladı. Sonra yeniden eski haline dönerek hızlandı.

“ Sayuri’nin söylediğine göre veri senin zihninden akış gösterdiği için beynin bir çeşit otomatik çeviri sistemi çalıştırıyormuş. Yani ona benzer bir açıklama yaptı.” Nefes nefese kalmıştı.

“ Sen, iyi misin?”

“ Ben iyiyim sarışın, esas soru sen iyi misin?” Çocukları artık net görebildiğim için yavaşlasam da aklım Tara’daydı. Konuşurken nefes nefese kalıyordu ve orada yaptığı şey… Biraz fazla büyüktü…

“ Sana iyiyim dedim ya. Bunun için buradayım.”

“ Yapma!” Erkek olan küçük çocuk çığlık atınca dikkatimi tamamen onlara verdim.. Yere düşmüş; elindeki şeyler ki şu an bunların sadece bir iki meyve olduğunu rahatlıkla görebiliyordum, etrafa saçılmıştı. Elini öne uzatmış kızı elbisesinin eteğinden yakalamıştı. Sanki onu durdurmaya çalışıyordu. Kızsa tıpkı çocuğunkine benzer gümüşi gözlerinden alevler saçıyordu. Örgülerinden biri açılmış günbatımında yanan bakır saçları serbest kalmıştı. Başı dik, omuzları gergindi. Vücut dili kavga istiyordu. Sağ dizi hafif kızarmış ve toprak olmuştu. Buradan ben onlara bakmıyorken ikisinin bir şekilde düştüğünü anladım ki yerde oturan çocuğun toprağa bulanmış kıyafetleriyle kanayan kolu bu tezimi destekliyordu.

“ Bir daha sakın ama sakın, ona dokunma.”dedi kız dişlerinin arasından. Gözleri bir anda bu mesafeden bile gözlerimi alabilecek kadar parlak bir gümüşi renge büründü. Bir eliyle çocuğun elini eteğinden çekerek sıkı sıkıya tuttu. Ötekiniyse yavaşça havaya kaldırarak karşılarında duran az önce çocuklara bakmaktan fark etmediğim siyahlara bürünmüş atletik yapılı adama çevirdi. Az önceki tombul adamla alakası yoktu. Dumandan sonra o adamı bir daha görmediğimi hatırlayarak arkama baktım ama Tara’nın alevinden başka hiçbir şey yoktu. Tombul adam sanki buhar olup havaya karışmıştı.

Yeniden önüme dönüp bu gizemli yabancıyı inceledim. Yüzünün sol tarafını boydan boya kaplayan derin bir yara izi vardı. Vücudu hem çekingen hem de umursamaz bir tavırla gerilmişti. Ne kızla ne de çocukla ilgileniyor gibi duruyordu. Hırsız, suikastçı, paralı asker, evsiz, dilenci bunlardan herhangi biri olabilirdi. Ama meyveleri istemediğine göre bu çocuklardan ne istiyor olabilirdi ki? Yoksa kızın yeteneklerinden haberdar mıydı? Hayır. Haberdar olsa onu bu kadar hafife almazdı. İstediği başka bir şey olmalıydı. Ağaçların dallarından kurtulmuş bir parça güneş ışığı kızın boynundaki madalyona vurdu.

Madalyon?

Adam alaycı bir gülümsemeyle kıza doğru bir adım atmıştı ki birden yer sallanmaya başladı. Yerden fışkıran ağaç kökleri adamı bir kafes gibi çevrelerken adamdan acı dolu bir feryat yükseldi. Yerden çıkan son kök kafesin içine o kadar hızlı girdi ki çıktığında tamamen kırmızıya boyanmıştı… Kan kırmızısına…

Adamın feryatları o anda kesildi.

Kız hiçbir şey olmamış gibi yere çömelip çocuğa sarıldı. Elinin tersiyle çocuğun gözlerinden akmakta olan yaşları sildi ve ona gülümsedi.

“ Sorun değil, hadi gidelim.” Yerdeki meyveleri toplamaya başladı.

“ Herkesi öldüremezsin!” Çocuk bağırarak ağlasa da kızdan korkuyormuş gibi bir hali yoktu. Daha çok kız için korkuyormuş gibiydi. Bunu sık yapıyorlar mıydı?

“ Herkes değil.” Ayağa kalktı. “ Sadece yanlış zamanda yanlış yerde olan insanlar.” Ve dönüp gözlerimin içine baktı. Hayatımda hiç bir çocuktan korkacağım aklıma gelmezdi ama istemsiz olarak geriye doğru bir adım attım.

“ Defol.” Boynunda parlayan madalyonu sıkı sıkıya tutan kızın gözleri bir kez daha gümüş alevler saçtı.

“ Jay, dikkat et!” Tara’nın çığlığından bir saniye sonra dört bir yandan çıkan siyah duman yeniden üzerime yığıldı. Anının görüntüsü bir ekran gibi karıncalanıp yok olurken kendimi beni koza gibi saran mavi alevlere bıraktım.

“ Hala devam etmek istiyor musun yabancı?” Küçük kızın sesini hemen tanıdım. Cevap vermek istesem de ağzımı açamadığımı fark ettim. Sadece karanlık vardı çevremde. Ne hareket ettirecek bir kolum ne de cevap verecek bir ağzım vardı. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece karanlık vardı. Sadece düşünce vardı.

“ Tara makineyi kapatmamız lazım, daha fazlasına dayanamazsın.” Dışarıdaki sesleri duyabilmek hem içimi rahatlatmış hem de tedirgin etmişti. Tara neredeydi? İyi miydi?

“ Hayır, geri dönebilirim.” Tara’nın sesini duyunca yüreğim bir anda ağzıma geldi. Sesi çok boğuktu ve sanki öğürüyordu. Kusuyor muydu?

Eğer hissedebildiğim bir kolum olsa kendi kendimi boğardım. Buradan nasıl çıkacaktım? Onun tekrar girmesine izin veremezdim, çok tehlikeliydi.

“ Bu daha önce karşılaştığımız DNA’lar gibi değil, efendim. İçerisi virüs kaynıyor.”

“ Virüs mü?”

“ Az önce ekranda gördüğünüz siyah dumanlar. Onları virüs olarak isimlendiriyoruz. DNA’daki anıların okunmasına karşı geliştirilmiş bir çeşit güvenlik sistemi. Ama bu güne kadar bu kadar erken ve bu kadar güçle aktive olan bir virüsle hiç karşılaşmamıştık. Bu… Bu imkansız ama tek mantıklı açıklaması DNA sahibinin bu işleme maruz kalacağını biliyor olması. Devam etmek istediğinize emin misiniz?”

“ Geri dönmem gerek.”

“ Hayır, Jay’i makineden çıkarmalıyız, o zaman uyanır öyle değil mi?”dedi Derin telaşla.

“ Sana, geri dönmem gerek dedim!” Şu an bulunduğum yerden çok uzaklardaymış gibi bulanık hissettiren elimin birisi tarafından yavaşça kavrandı. Onun benim elim olduğunu biliyordum ama ne oynatabiliyor ne de vücuduma bağlıymış gibi hissediyordum. Dürbünle tersten bakıyormuşum gibi, zihnimle bedenim uzak köşelere savrulmuştu.

El yavaşça omzuma doğru kaydı. Sanki benden destek almaya çalışıyormuş gibiydi. Onu tutup yardım etmek için zihnimi paralasam da parmağımı dahi kıpırdatamıyorum. Zihnimin kontrolden en uzak köşesine atılmıştım ve çevremde ne olursa olsun sesimi çıkartamıyordum.

Ama bir yandan da bunu Derin’in yapmasına izin vermediğim için şükrediyordum. Çünkü biliyordum ki böyle bir durumda beni hayatta tutan şey Nisan’la kardeş olmamızın ona zaman kontrolünü verdiği gibi bana da verdiği o malum yeteneklerdi…

Tara’nın parmakları şakaklarıma yerleşirken duyularımın giderek daha da güçlendiğini hissettim. Önümde mavi alevden bedeni belirdiğinde artık ben de yeniden ayakta durabilen bir vaziyete gelmiştim.

“ Özür dilerim, bir an için çok fazla geldi. O şeyler beni dışarı itti. Sen iyi misin Ayas? Hepsini tek nefeste söylemesine mi şaşırsam yoksa bana adımla, hem de gerçek adımla hitap etmesine mi bilemeden ona baktım. Az önce benim için hayatını riske atmıştı ve hala kendi için değil benim için endişeleniyordu.

“ Esas sen iyi misin? Bir şeyler duydum, dışarıda konuştuklarınızı. Derin geri gelmemeni söylediyse iyi olamazsın.”

“ Yo hayır, şu an iyiyim. Gerçekten…” Alevden yüzü titredi. İçimde bir şeyler ezildi.

“ Anı kayboldu, öyle değil mi?”dedim konuyu değiştirerek. Git desem, kovsam bile dışarı çıkmayacak yanımda kalacaktı. O halde bu işi en kısa sürede bitirmekten başka çarem yoktu.

“ Evet, ben dışarıdayken Sayuri bunun DNA ile ilgili bir problem olduğunu söyledi. Anının devamına ulaşamadık.”

“ O halde bir sonrakine gitmeliyiz. O kadının reankarnesinin kim olabileceğine dair ipuçlarını bulmak zorundayız.” Ondan o kadın diye bahsetmeme belki de ilk defa tepki vermedi. Şimdi düşününce az önce gördüklerini sindirememiş olabilir miydi? Sonuçta o,onun kahramanıydı ve onunla ilgili gördüğümüz ilk anı daha bir çocukken keyfine adam öldürdüğü üzerineydi. Tamam, belki de çok keyfine değildi ama bunu anlamamıza izin verecek kadar bizi içeride tutmamıştı.

“ Sadece yeteri kadarını yabancı, sadece yeteri kadarını görebilirsin.”Bu sefer ki genç bir kadın sesiydi. Tara irkildi.

“ Bu o, değil mi?”dedi yavaşça. Başımı salladım. “ Bizimle böyle nasıl konuşabiliyor gerçekten burada olduğumuzu biliyor m-“ İşaret parmağımı dudaklarıma bastırarak Tara’ya susmasını işaret ettim. Düşünmek için birkaç saniyeye ihtiyacım vardı.

“ Sen dışarıdayken herhangi bir kız sesi duydunuz mu?”dedim sadece Tara’nın duyabileceği şekilde kendi zihnime konuşarak. Başını hayır anlamında iki yana salladı.

Onu duyamıyorlardı. Benim duyduğum her şeyi onların da duyabilmesi, gördüğüm her şeyi onların da görebilmesi gerekiyordu. Ama dışarıdakiler kadını duyamıyordu. Tıpkı Tara ve benim konuşmalarımızı duyamamaları gibi.

Kaşlarımı çattım. O da burada Tara gibi zihnimde olamazdı. Burada olsa onu hissederdim. Virüsler kendi veri tabanlarını bana dayatmaya çalışsaydı yeteneklerim sayesinde bunu rahatlıkla anlar, onu yok ederdim. Bu beni biraz zorlardı ama hayatta kalırdım. Tıpkı Kaz Dağlarında ruhumun silahla vurulduğu zaman olduğu gibi.

Silahın tam geliştirilmemiş olması elbette ki büyük bir şanstı ama herkes o zaman öldüğümü sansa da aslında yaşıyordum ve Nisan bana içindeki mührün ruhunu geri vermeseydi bile yaşamaya devam edecektim. Benim içgüdü adını verdiğim zamanında hem Nisanın hem benim hayatımı kurtaran yeteneklerim sayesinde o gün kalbim durduğu halde hayatta kalmıştım.

Ruh, tüm parçaları bir arada olmadığı halde asla birleşemeyen ve geri dönemeyen bir enerji türüydü. Bu yüzden o ruhu parçalayıp, parçaları yok eden silahlar yapıyorduk. Kara bıçak, Kuzey’in babasının icadı olan silah ve niceleri. Düşmanın geri gelmeyeceğinden emin olmalıydık. Ama evden ayrıldıktan bir süre sonra fark etmiştim ki bu bende işe yaramıyordu. Ruhum bir parçasını kaybetse bile kendini onarabiliyordu. Yüzlerce parçaya ayırıp sadece bir parçasını bile kendime saklasam eski halime dönebiliyordum. Bu sayede kendimi ve Nisan’ı o güne kadar görmüş bütün insanların hafızasından bu kadar rahat silebilmiştim. O günlerde bu yeteneğimin Nisan da bir hırsız olduğu için bana verildiğini bilmiyordum. Aslında yeteneğimi bile tam olarak bilmiyordum ve belki de bu yüzden Derin’e bile bu konudan hiç bahsetmemiştim.

İçgüdüyü sadece ruhumu diğer hırsızların yapabileceğinden çok daha fazla kopya yapmak ve mühürlemek için kullanıyordum. Bunun beni ne kadar çabuk tüketebileceğini tam olarak idrak etmemse taş için çıktığımız görevde, gemide olmuştu. İlk defa bir seferde o kadar az kopya yapmıştım ve bu bile beni tüketmişti. Ruhum kendini onarmak için zamana ihtiyaç duyuyordu.

Nisan’ı kaybettikten sonra daha da güçlü olmam gerektiğini anladım ve bu iki yılı herkesten gizli içgüdü üzerinde çalışarak geçirdim. Ruhumu bölüp parçalarından vazgeçerken anılarımı kaybetmem gereken yerde ben, zihnimin daha da genişlediğini hissediyordum. Çünkü bölüp kullandığım şey benim ruhum değildi. Yani benim yeteneğim olduğunu sandığım şey aslında yanlıştı.

Evet, kullandığım enerjiydi. Evet, bu beni tüketiyordu. Ama benim hep sandığım gibi benden parçalar almıyordu. Benimle birleşiyordu. Ve daha sonra bu benimkiyle kaynaşan enerji benden ayrılıyordu. Herkesin yaptığı gibi kendimi kullanarak kopyalarımı yaratmıyordum. Ben çevremdeki enerjiyi kullanıp, onları kendime bağlayabiliyordum. Bu bağ zarar görünce ben de görüyordum elbette ama diğer hırsızlar gibi ölümcül değildi.

İşte kendimi anlamaya çalışmayı orada bırakmış olmayı tercih ederdim. Ama ne yazık ki merakıma yenilip devam etmiştim. Nasıl bir çeşit enerji bükücü olduğumu anlamam gerekiyordu. En nihayetinde beni dehşete düşüren o gerçeği Tara’nın tozlu kitaplarında bulmuştum. Kontrol edip, kendimden bir parça haline getirdiğim enerjiler, önceden yaşamış insanların ruhları… Diğer bir değişle hayaletler

Başımı iki yana sallayıp kendimi daldığım derin düşünce âleminden çıkarttım. Hayır, leydinin hayaleti kafamda volta atıyor olsaydı bundan haberim olurdu. O halde nasıl burada olduğumu bilip benim zihnimle konuşabilirdi? DNA’sı bir çeşit telesekreter hizmeti veriyor olamazdı herhalde? Ayrıca yabancı diyordu. Yabancılar değil. Demek ki Tara’nın burada olduğundan habersizdi. Bir parçası buralarda olsa bunu bilirdi.

“ Sayuri, bu DNA üzerinde oynama yapılmış mı söyleyebilir misin?”dedim başımı kaldırıp yukarıda hayali bir Sayuri olduğunu var sayarak. “ Anıların arasına bazı mesajlar eklendiğini düşünüyorum eğer öyleyse DNA sahibinin kendisi bile yapmış olsa doğal olarak elde edilen verilerden farklı olmalı. Kırmızı ışık sütunları gibi.”dedim kendimi açıklamaya çalışarak.

“ Yani sence bu DNA tekrar mı düzenlendi?”dedi Tara şüpheyle.

“ Öyle olmalı. Gördüğümüz anının yapay olduğunu sanmıyorum. O gerçekti, gerçek hissettiriyordu. Ama sonradan ekleme yapılmış. Kızın dönüp bize bakmasıyla yaratıkları üzerimize salması gibi. Normal bir insan ya da hırsız işte her neyse, bundan sağ kurtulamazdı. O halde daha derinlerde gerçekten önemli şeyler var ve bunların herkes tarafından görülmesini istemiyor. Ama aynı zamanda yeteri kadarını göreceksin dediğine göre birilerinin ulaşmasını da istiyor.” Tara’dan çok kendi kendime konuşuyor gibiydim. Belki de bu yüzden onun silikleştiğini çok sonra fark ettim.

“ Tara?”dedim sesimdeki telaşı gizlemeye çalışarak. Ona seslenince yeniden belirginleşti.

“ Özür dilerim, aynı anda iki yerde birden olmak zor olabiliyor.”dedi acı acı gülerek. “ Sayuri DNA’yı incelemeye aldı. İçeride olduğumuz için bunu yapabileceğini düşünüyor. DNA üzerinden geçen enerjiyle daha güvenilir bilgiler verebilirmiş. Çok sürmez herhalde.”dedi omuzlarını silkerek. Öteki tarafta da omuzlarını silkebilecek kadar iyi olduğunu umarak düşünmeye devam ettim.

“ Sence de seri katil gibi davranmıyor mu?”

“ Ne?”

“ Yani bilirsin, polisiye kitaplarda falan yaptıkları açıklamalarda seri katillerin buna değecek zeki kişiler tarafından bulunmak için hep arkalarında ipucu bıraktıklarından bahsederler. Yoksa bütün o dâhiyane plan boşa gider. Bilirsin işte, biri onun kim olduğunu öğrenmeli.” Sadece alevden bile ibaret olsa kaşlarının havaya kalktığını seçer gibi oldum.

“ Bu tam benim söyleyeceğim tarzda bir şey oldu sarışın.”

“ Okuduğumdan değil. Öyle şeylerle ilgilenmem. Vakit kaybı. Sen anla diye öyle söyledim.”diye durumu toparlamaya çalıştıysam da Tara’da pek etkili olmamış gibiydi. Oğuz’da etkili olmasını umdum.

“ Yani olay şu ki, birilerinin bunu görmesini istiyor ama herkes değil. Seçilmiş kişiler. O yaratıklardan kaçabilecek kişiler ki bunun için o alevleri kontrol etmen şart.”

“ Yani demek istiyorsun ki… Benim gibiler…” Ay ışığı…

“ Evet, aynen öyle.”dedim sırıtarak. “ Ama gidin bakın orada bulacaksınız bilgisini bu DNA’da bulabileceğimizden şüpheliyim.”dedim. Sadece yeteri kadarı demişti. Sadece ipucu olmalı.

“ Sayuri başarmış.”dedi Tara. “ DNA üzerinde oynanmış.”

“ O halde Tara, hemen sıradaki anıya gitmemiz gerek.”dedim ve ekledim. “ Kızın eline değen her şeyi not almamız gerekecek.”

103 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page