top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin (Ay Işığı#2) - 5.Bölüm


-5-

Nisan


“ Uyuyor musun?” Kapıyı hafifçe aralayıp başımı içeri uzattım. Koridor da karanlık olduğu için gözlerimin odaya alışması çok uzun sürmedi. Yatağı hemen pencerenin önünde olduğundan yorganın altında yavaşça hareket eden bedenini görmek sorun olmadı.

“ Evet.” Sesindeki espriyi duymamak imkânsızdı. Gözlerimi devirerek içeri girdim ve arkamdan kapıyı kapattım. Minik adımlarla yatağına yaklaştım.“ İçeri girebilirsin dediğimi hatırlamıyorum.”dedi dönüp yüzüme bakma nezaketi bile göstermeden.

“ Girmek için izin istediğimi de hatırlamıyorum.” Dönüp bana baktı. Bir an için bunun gerçekten iyi bir fikir olup olmadığını sorguladım. Pencereden süzülen zayıf ışıkta bile lacivert gözleri birer safir gibi parlıyordu. Her daim bu güzel gözleri hasedinden gizlemeye çalışacak boyda tuttuğu siyah saçları dağılmış, alnı açılmıştı. Siyah tişörtünün yakası az önceki dönüşle aşağı kaymıştı.

Yatağının başında dikilip onu izlemekte olduğumu fark ettiğimde sırıttı. Bir elini başının altına koymuş dirseğiyle kendini destekleyerek beni süzüyordu. Sırıtışı çarpık bir gülümsemeye doğru kayarken gözleri nahoş bir parıltıyla aydınlandı.

Kalbimin teklediğini hissettim.

“ Uyku tutmamıştı ama şey… Hani ben hep gelirdim odana akşamları… Sen de uyumama yardım ederdin… Şey… Ama şimdi… Neyse ben gitsem iyi olacak.”

Arkamı dönüp tabanları yağlamaya hazırlanıyorken bileğimi yakalayıverdi.

“ Buraya gel.” Beni yatağa doğru o kadar hızlı çekti ki diğer koluyla sırtıma destek verip yavaşlamamı sağlamasaydı yataktan sekip camdan uçmam işten bile olmazdı. Gözlerimi kırpmama dahi izin vermeden başımı kolunun üzerine yerleştirerek yorganı ikimizin üzerine örttü.

“ Bugün senin için zordu, değil mi?”dedi başını yastığına bırakırken. Benimle konuştuğunu anlamam biraz vaktimi almıştı. Kendi kendime bunu beş yüz bininci kez yapıyor olmamıza rağmen neden her seferinde nabzımın kulaklarımda atıyor olduğuyla ilgili iyi bir bahane uydurmakla meşguldüm.

“ Evet, yani biraz… Neredeyse yakalanıyorduk.”dedim sıkkın bir sesle. Daha önce hiç bir görevim bu denli kötü gitmemişti.

“ Unutma ki neredeyse. Yakalanmadınız.”

“ Sen geldiğin için, senin sayende.” Sesim düşündüğümden daha buruk çıkmıştı. Oysa cümleyi kurarken hissettiğim şey burukluk değil minnetti.

Boşta kalan elini belime dolayarak beni kendine çekti. Hayır, hayır… Bu çok yakındı.

Çok yakın…

“ Şimdi bunlardan bahsetmeyelim o zaman, okul nasıldı?”

“ Nasıl olabilir, bildiğin lise işte… Fizik, matematik…” O kadar yakındık ki burnum tişörtüne değiyordu. Elimden geldiğince ağzımdan nefes alıp vermeye çalışıyordum çünkü başımı döndürecek kadar güzel kokuyordu. Bu kokuyu ilk aldığım günü, onun beni yağmurun altında ağaç dalından kurtardığı günü hatırladım. Farkında olmadan tıpkı o zamanki gibi ellerim tişörtünün ucuna yapıştı.

“ Demek senin için lise fizik demek…”dedi kaşlarını kaldırarak. Sonra sırıttı, “ Ben güzel kızlar için gidiyordum. Sizde yok mu?” Tişörtünü yakaladığım elimle göğsüne bir yumruk attım.

“ Tabii ki var, ben gidiyorum ya.”dedim abartılı bir şekilde gözlerimi kırpıştırarak.

“ Of, standartlar çok düşmüş.” Başını onaylamadığını belirterek iki yana salladı.

“ Ben gidiyorum.”dedim homurdanarak. Kalkmaya yeltenmiştim ki belime doladığı kolunu daha da sıkarak beni az öncekinden de yakına çekti. O ana kadar daha yakın olabileceğimizi düşünmemiştim açıkçası. Şimdiyse yağmurdan kaçarken doluya tutulan kalbim göğüs kafesimin içinde samba yapıyordu.

“ Ee, şey… Abartmadın mı? ”dedim. Aslında resmen kekeledim. Başını eğerek bana bakınca konuştuğuma pişman oldum. Burnuma artık tişörtü değil kendi burnu sürtüyordu.

“ Aklından neler geçiyor seni küçük sapık?”

“ Sapık? Kim? Ben?! Ha ha, ne geçecek? Matematik, okul, Hilal, merkez, enflasyon…” Enflasyon mu? Enflasyon mu?!!!!!! Kolumu kıpırdatabilecek kadar serbest olsam kendimi boğardım.

Kahkahalarıyla sarsılan göğsü benimkine çarpıyordu. Bana daha sıkı sarılarak yüzünü saçlarımın arasına gömdü ve birden kahkahalarının yerini derin nefesler aldı.

“ Benim yerimde okuldaki o çocuğun olmasını tercih ederdin değil mi? ”dedi yavaşça. Derin’in bu yakınlığı üstüne Kuzey’in düşüncesi bile beynimden dumanlar çıkmasına yetiyordu. Benim neyim vardı? Tamam, Derin’e karşı her zaman bir zaafım olmuştu. Şu ilk aşklar unutulmaz saçmalığından olsa gerekti. Yani ben her zaman öyle olduğunu düşünmüştüm. Derin zaten böyle hissetmeme neden olacak yeni bir şey yapmıyordu. Ama son zamanlarda bu neden beni bu kadar etkilemeye başlamıştı? Kendisi dışında neredeyse herkes Kuzey’den hoşlandığımı biliyordu. O zaman bu kafa karışıklığı nedendi?

“ Hayır.”dedim dürüstçe. “ Onu seni tanıdığım kadar tanımıyorum. Uykum kaçmışken senin gibi bana huzur vereceğini sanmıyorum.” Yüzünü görebileceğim kadar geri çekildim. “ Sana güveniyorum, kimseye asla güvenmediğim ve güvenemeyeceğim kadar.”

Bir süre ikimizde bir şey söylemeden öylece birbirimize baktık. Gözlerini bir an olsun benimkilerden ayırmıyordu, öyle ki kırpmadığına yemin edebilirdim. Sessizlikle geçen dakikaların ardından gözlerini kapattı, derin bir nefes alıp verdi ve alnını benimkine yasladı.

“ Kimseye, bu ben bile olsam, koşulsuz güvenme Nisan. Kim bilir, belki de senden çok önemli şeyler saklıyorumdur.”

Evli misin?”dedim kaşlarımı çatarak. O bir kahkaha krizine girerken ben gülümsedim. Tabii ki kastettiği şey bu değildi. Sadece onu güldürmek istemiştim. “ Ben çok ciddiydim.” O gülmeye devam ederken ben başımı göğsüne yaslayarak o durana kadar içinden gelen kahkahaları dinledim.

“ Niye, evlilik için rezervasyon mu yaptırmak istiyorsun?”dedi sonunda nefes almak için durduğu bir anda.

“ Neden olmasın? Hem hayatım boyunca başka bir adamla uyumayı istemiyorum.”dedim kedi gibi sırnaşarak. Aslında şaka yapıyordum ama Derin’in kıkırtıları birden kesilince fazla ileri gitmiş olabileceğimi düşündüm.

“ Bu konuşma gitmemesi gereken yerlere gidiyor küçük sapık.”dedi son derece ciddi ve kabul etmek istemesem bile iç acıtacak kadar mesafeli bir sesle. Tedirgin bir şekilde kendimi geri çektim.

“ Bana bak, yoksa sen bana âşık mısın?”dedi pat diye. Tekrar gülmeye başladı. Aman şakaymış

“ Kusura bakma ama tipim değilsin büyük sapık. Bu sefer cidden gidiyorum.” Tam kahkaha atmasından yararlanarak kollarının arasından sıvışacaktım ki bir kez daha onun neden saha görevlerinde bu kadar iyi olduğunu anlamamı sağlayacak kadar çevik ve rahat bir şekilde beni yakalayarak yatağa geri yatırdı.

“Hiçbir yere gitmiyorsunuz küçük hanım. Birincisi, gitsen bile kâbus görüp çığlık çığlığa uyandığın için ben yanına koşacağım. Sonuçta gene beraber uyuyacağız. Ha, ortam değişikliği istiyorum dersen ayrı. İkincisi, sorumu cevaplamadın.”

“ Cevapladım ya, tipim değilsin.” En azından bu sefer kollarını gevşek bırakmıştı da arkamı dönerek yüzünü görmekten kurtulmuştum.

“ Sen bana tavır mı yapıyorsun şu an?” Nedense çok eğleniyordu. “ Yüzünden ne hayır gördük de…”

“ Arka tarafımla konuş.”

“ İlginç bir konuşma olacak.”

“ Şu uyku problemim olmayacaktı var ya o zaman Derin…”

“ Ama şu an bana ihtiyacın var. ”dedi. Şeker görmüş çocuk gibi kıkırdayarak yeniden bana sarılıp hiçbir ağırlığım yokmuş gibi beni kendine doğru çekerek sırtımı göğsüne yasladı.

“ Bir şeyi kesinleştirmem lazım. Şu Kuzey, ben değilsem o senin tipin mi?”

“ Evet öyle. Hatta benim tipimin sözlükteki karşılığı, oldu mu? Sense tam zıttısın.” Eh, bu da yalan değildi. Ama nedense söylediklerim Derin’i pek bir mutlu etmiş gibi kıkırdıyordu. “ Neye gülüyorsun şimdi?” Başını başımın üstüne koyarak nefesini kulağımda hissetmemi sağlayacak kadar yaklaşıp fısıldadı.

“ Sana bir sır vereyim mi?”

“ Hayır desem bir şey değişecek mi sanki? ”

“ Kızlar ideal tiplerini görünce ondan hemen hoşlanırlar.” Biraz daha eğildi. Artık dudaklarını kulağımda hissedebiliyordum ve çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum.

“ Ama sadece bunun zıttı birine gerçekten âşık olurlar. Sen farkında olmadan, yavaş yavaş…” İrileşmiş gözlerle söylediklerini sindirmeye çalışıyordum ki bunu yapamayacağımdan emin olmak istemiş olacak ki uzanarak beni yavaşça ama hiç acele etmeden yanağımdan öptü.

“ İyi geceler küçük sapık. Hadi uyuyalım artık.” Başını geri çekip uzansa da belimdeki kolu biraz olsun gevşememişti.

Sırtımda dalgalanan deli kalp atışlarının bana ait olmadığını fark ettiğimdeyse onun sıcacık kollarında çoktan uykuya dalmıştım bile.

***

Üzerlerine birer taş koyulduğuna yemin edebileceğim gözlerimi aralarken uzandığım yerde yavaşça kıpırdandım.

“ Derin?” Gözlerimi ovuşturarak yüzüme düşen saçlarımı geriye ittim. Saçlarım çok… Uzundu? “ Derin, kafama ne yaptın?”diye homurdandım. Gözlerimi ovuşturmaya devam ederek olduğum yerde doğruldum. Elimle sağ tarafımı yokladım. Derin’in olması gereken yerde elime sürtünen bir şeyler hissettim. Çimen?

Birden dehşetle gözlerimi açıp bunu yaptığıma da anında pişman oldum. Etraf o kadar aydınlıktı ki güneş gözlerimi yakmıştı. Bir kez daha, ama bu sefer yavaşça, gözlerimi araladım. Birkaç saniye içinde gözlerim ışığa alışmış umduğum gibi buharlaşmadan beni yarı yolda bırakmamışlardı.

Neler olduğunu anlamak için çevreme bakındım. Uçsuz bucaksız gibi görünen bir çayırın tam ortasındaydım. Yeşilin bin bir tonundaki çimenler esen hafif meltemle bacaklarımı gıdıklıyordu. Hemen sağımdaki kocaman ağaç dışında etrafta hiçbir şey yoktu.

“ Derin?” Kafam karışmış bir vaziyette ayağa kalktım. Gökyüzü namına görebildiğim tek şey beyaz pufuduk bulutların içine ustaca karışmış fırtına bulutlarıydı. Ufacık bir mavilik dahi yoktu, güneş bile bu bulutların arasında bulabildiği nadir boşluklardan çayıra sızıyor, bir sahne ışığı misali çimenleri aydınlatıyordu. Sadece yeşil ve beyazdan başlayıp siyaha kadar giden gri tonları ve yer yer gün sarısı vardı çevremde. Ben neredeydim?

“ Derin, bak bu hiç komik değil.” Az an önce Derin’in kolları arasındaydım. Uyuyakalmıştım. Ama şimdi nasıl? İleriye doğu bir adım atmıştım ki koluma sürtünen bir şeyler hissetince irkilerek durdum. Bunun kendi saçım olduğunu görmekse daha korkunçtu.

Başımı eğerek kendime söyle bir bakış attım. Kısa olması gereken saçlarım belimden aşağı dökülüp kalçalarımda sonlanıyordu. İnanamayarak ne kadar çekiştirirsem çekiştireyim peruk değildi. Tonundan, ellerimin değmesiyle hemen karman çorman olmasına kadar benim saçımdı.

Üzerimde dizlerimin hemen üstünde biten kar beyazı bir elbise vardı. Arkası önüne göre biraz daha uzundu. Esen rüzgârın beni nasıl ürperttiği göz önünde bulundurulacak olursa sırtında derin bir dekoltesi olduğunu varsayıyordum. Üst kısmıysa düz şekilde kesilmiş omuzlarımı ve boynumu tamamen açıkta bırakacak şekilde kolumun yan tarafından çıkan tüllerde süslenmişti. Tül kolumun üst kısmını gevşekçe sararak aşağı sarkıyor, oradan da elimdeki bileklik ve parmağımdaki yüzüğe bağlanıyordu. Ayaklarım çıplaktı ve tenim beni uzaylıların kaçırdığını düşünmeme neden olacak kadar parlak bir görüntü sergiliyordu.

“ Derin?!” Ciddi anlamda korkmaya başlamıştım. Örümcek ağı gibi kolumu sarmaya çalışan saçlarımı geriye iterek hafiften koşmaya başladım. Neler oluyordu? Neredeydim? Derin neredeydi?

“ Derin!” Artık resmen bağırıyor ve panik halinde koşuyordum. Çevremde gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Ağaç ve benim dışımızda koca çayırda görünen hiçbir nesne yoktu.

Bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım. Daha kötü durumlar da yaşamıştım. Önce sakin olmalı ve düşünmeliydim. En son ne hatırlıyordum? Kötü bir gün geçirmiş, korkmuştum. Kâbus göreceğimden emin olduğum için Derin’le uyumuştum. Sonra?

Bacaklarım ani bir kararla ilerlemeyi bıraktı. Nefesimin tıkandığını hissettim. İrice açılmış gözlerimle deli gibi etrafa bakıyordum.

Hayır, hayır bu çok önce olmuştu. Sekiz ay... ? Bir yıl… ? O günün üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş olmalıydı. O halde nasıl? Derin’in kollarının sıcaklığını nasıl bu kadar net hatırlıyordum?

Ellerimi abuk uzunluktaki saçlarımın arasından geçirdim ve alışık olmadığım şekilde parmaklarıma dolandığını görünce yüzümü buruşturdum. Bir yıl komada bile kalsam saçlarım bu kadar uzayamazdı. Aniden esen şiddetli rüzgâr biraz gerimde kalmış olan ağaçtan birkaç yaprağı hınçla kopartarak yüzüme savurdu. Gözlerimi kısarak yaprağı yüzümden çekmek için elimi uzatmıştım ki tenim yaprağa değer değmez bir elektrik akımının vücudumda dalgalandığını hissettim.

Derin’in kolları ve sonra onun yerini alan korkutucu bir heykel… Mavi alevler…

Yaprak aniden kesilen rüzgârla kendiliğinden yere düşerken donmuş bedenimin her hücresi aynı düşünceyle sallanıyordu.

Ben… O gün… Öldüm…

64 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page