top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin (Ay Işığı#2) - 31.Bölüm




-31-


Tara


“ Hayır, hayır! Lütfen açıklamama izin ver!” Walker Hilal tarafından sertçe engellenmeden önce yatağından kalkmak için hızlı bir hamle yaptı. “ Düşündüğün gibi değil Tara! Hiç birinizin düşündüğü gibi değil!”

“ Hayır. Şu son birkaç günde yaptıklarından sonra belki de babama çalışman için geçerli bir nedeni vardır diye düşünmeye başlamıştım. Ama yanlış kişilerle yanlış işler yapmak belli ki senin karakterin Walker, bir nedene ihtiyacın yok.”dedim. Gözümde daha da düşemeyeceğini düşünürken bana yanıldığımı nasıl da güzel kanıtlamıştı… Yardım etmesi, Nisan’ı koruması hepsi göz boyamak için kurgulanmış bir yalandı. Bir an, kısacık bir an için bile onun açıklamasını dinlemek istediğim için kendimden nefret ediyordum. Ayas’la Derin nasıl oluyordu da bu kadar sakin bir şekilde ziyaretçi koltuğunda oturabiliyordu? Arda, araya giren Hilal olmasa Walker’ı parçalayabilirdi; bunu yüzünden okuyabiliyordum. Bense onu parçalamaya layık bulmuyordum. Bu hastane odasından çıkarıp ıssız bir sokağa atmak istiyordum onu. Nasılsa layığı er ya da geç gelip onu bulacaktı.

“ Tara…” Ayas’ın yumuşacık sesi ilk defa zihnime batmıştı. Kız hadi, bağır çağır bir tepki ver! Ona bu yaptığının asla yanına kalmayacağını söyle! Ben seni koruduğum için boğazıma yapışmıştın şimdi ne bekliyorsun?! Böyle düşünmem yanlıştı. Onu bana yaptıkları için suçlamıyordum. Benim yerime bu işi kendisi yapıyordu zaten. Sadece zihnimde bile olsa ona karşı bu kozu kullandığım için kendime kızdım ve bunun hatırına sakinleşmeye çalıştım.

“ Bir şey söylemeyecek misin?”dedim sakince. Konuşurken Walker’a değil sanki söylediklerinin iyice tesir etmesini istercesine bana bakıyordu.

“ Bir şeyler söylemesi gereken ben değilim, o. Bırak da açıklamasını yapsın.” Odada konuşulanlardan hiçbirini Türkçe bilmediği anlayamayan Aislin bile Walker’a karşı daha sert görünüyordu.

“ Sen… Ciddi misin? Bunu dinlemek istiyor musun gerçekten?” Arda, Ayas az önce ona küfür etmiş gibi ona bakıyordu.

“ Evet ve sizin de bana güvenmenizi istiyorum. Sadece beş dakika.” Ayas’ın sakinliğinin ve her birimizin üzerinde ayrı ayrı gezdirdiği bakışlarının inkâr edilemez bir otoritesi vardı. Son olarak bana sabitlenen gözlerine inatla bakmaya devam etmeye çalışsam da pes ettiğimi hissediyordum. Bu konudaki söz sahibi benmişim gibi Arda ve Hilal’in benden gelecek bir işareti beklediğini göz ucuyla gördüm.

“ Beş dakikan var.”dedim Walker’a dönerek. Tuttuğu nefesi bırakıp Ayas’a hayatını kurtarmışçasına minnetle baktı.

“ Özür dilerim, size söylemediğim için çok özür dilerim ama bunu yapmak zorundaydım. Yoksa Sumire’nin güvenini tamamen kaybederdim. O güvene ihtiyacım vardı!”

“ Ethan’ı Sumire için mi öldürdün?”dedi Derin. Geldiklerinden beri ilk defa konuşuyordu. Sessizliğini Ayas’a katılmaması olarak algılamıştım ama anlaşılan yanılmıştım. Walker acıdan yüzü kırışsa da başını salladı. Konuşmanın kalanını Ayas’a bakarak yaptı.

“ Bütün başkanlar Sumire’nin ayaklarının altından çekilmesini istiyordu. Fazla dik başlıydı ve organizasyona zarar verecek direttiği pek çok fikri vardı. En başından beri o pozisyon için doğru kişi değildi. Ölümünden önce onu öneren Fransız başkana bunu zorla yaptırdığına dair zayıf da olsa bazı kanıtlar bulundu.” Walker duraklayıp nefes aldı. “ Onun yerine seni istiyorlardı. Ethan ve Oğuz herkesi ikna etmiş, yanlarına çekmişti. Buna ben de dâhildim… Sumire’nin yaptıklarını biliyordum, daha da önemlisi yapacaklarını. Başkanlarla beni de listelerine alma konusunda anlaştım. İçlerinden birine bir şey oluncaya dek onlara sadık kaldığım takdirde beni listelerinde en üst sırada tutmayı kabul ettiler. O zamana dek de Sumire’nin yanında olduğum gibi Ethan’ın yanında onun sağ kolu olarak çalışacaktım.” Eğer oynuyorsa iyi bir oyuncu olduğunu kabul etmeliydim. Çünkü ne zaman Ethan’ın adı geçse boğazına bir şey takılıyormuş gibi yavaşlıyordu. “ Senin gibi Ethan’ı uzun zamandır tanırdım.”dedi Ayas’a.

“ Onunla yakındınız. Bu yüzden seni içeri kendi aldı.” Ayas bunu bir tahminmiş gibi söylemişti. Sanki Aislin sayesinde görmemiş de tahmin etmiş gibi. Walker onu onaylarken Aislin’e kaçamak bir bakış attı. Aislin bunu fark etmeden bilekliğiyle oynamakla meşgul olsa da Ayas’ın ifadesinden bunu beklediğini gördüm.

Walker Aislin’le resmi olarak tanışmamıştı… Onun yeteneğini bilemezdi. Eğer ki önceden onu tanımıyorsa.

“ Sumire o koltuğun gerçek sahibi olmayabilir ama kesinlikle aptal değil. Dönen bütün dolapların farkındaydı. Bir şekilde onu sadece ona sadık olduğuma ikna ettim. Ama bunun devamlılığı için fedakârlıklar yapmam gerekiyordu.

Sumire son zamanlarda dalgakıranlarla fazlasıyla ilgileniyordu ve her nasılsa Ethan’ın da bu konuda araştırmalar yaptığını biliyordu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama Ethan o kutuyu Sardes’ten uzun zaman önce almıştı. İçindeki dalgakıranın geri döneceği anı bekliyordu. Bu şekilde onu inceleyerek araştırmalarını bir üst aşamaya çıkartabilirdi.

Bu fırsatı Sumire de onun gibi asla kaçırmak istemiyordu. Kendine bir kâhin bulmuştu ve onu sürekli olarak Ethan’ın evine yakın tutuyordu. Dolayısıyla dalgakıran ortaya çıktığı anda haberi oldu. Bu onun için kaçmaz bir fırsattı. Hem dalgakıranı ele geçirmek hem de…” Bir kez daha durakladı. Hala süresinin olduğu belirtmek için gözlerimi açıp ona baktım. İç çekerek devam etti. “ Herkes seni başkan yapmak istiyordu, bunun için tek ihtiyaçları boş bir koltuktu. O da kendininkini korumak için başkasının koltuğunu boşaltmaya karar verdi. Ayrıca senin olanlardan haberin yoktu. Sana ilk yaklaşan, olayları kendi gözünden anlatan ilk kişi Sumire olduğu takdirde onun yanında olabilirdin. Bir, hiçten iyiydi onun için.”

“ Seni dalgakıranı alıp Ethan’ı öldürmen için gönderdi.” Derin hikâyenin ana fikri onu hiç de etkilememiş gibi omuzlarını silkti. “ O halde neden yapmadın?”

“ Yapmadı mı?”dedim şaşkınca. “ Ethan öldü!”

“ Ethan öldü ama dalgakıran asla Sumire’nin eline geçmedi. Ona olan bağlılığını kanıtlamak için yaptığı bir eylemi nasıl bu şekilde riske atabildi?”dedi Ayas. Bu kadar sakin olması beni çileden çıkarıyordu artık.

“ Çift taraflı oynuyordum ve aynı anda iki tarafında çıkarlarını gütmeliyim. Sumire için dostumu öldürdüm ve pozisyonunu geçici süre için bile olsa güvene aldım… Ama dalgakıranı ona verseydim sizin buraya ulaşmanız imkânsız olurdu. Ona çaresizce ihtiyacınız vardı. Bende onu Ethan kendisi elden çıkarmış gibi gösterdim ve Sumire’nin etrafta deli gibi onu ararken bakacağı son yere, Arda’nın evine bıraktım.

Kâhini Kuzey kadar güçlü değildi, onu enerjinin ben gelmeden kısa süre önce gittiğine ikna etmek zor olmadı. Sadece konuşarak biraz kafasını karıştırdım hepsi bu… Sumire’ye göre ben daha Ethan’ın yanına gitmeden önce dalgakıran çoktan yer değiştirmişti ve ben elimden geleni yapmıştım.”

“ Şimdi tüm bunları bizi çok sevdiğin için yaptığına inanmamızı falan mı bekliyorsun?”diye araya girdi Arda. Walker son derece ciddi duruyordu.

“ Sizi değil, Tara’yı sevdiğim için yaptım.” Süren derin sessizlik sinirlerimi bozunca gülmeye başladım.

“ Buna da benim inanmamı beklemiyorsun değil mi?” Ağrılığımı tek ayağıma vererek kollarımı kavuşturdum. Walker artık bu tavırlarıma dayanamıyormuş gibi gözlerini kapatarak başını arkaya attı. Esas dayanamayan bendim!

“ Tara LÜTFEN! Sana da bu kadar süre benden nefret etmek yetmedi mi? O zamanda değişen hiçbir şey yoktu! Senin güvende olduğundan emin olmanın tek yolu babana çalışmaktı. Sana yaptıkları yapmayı düşündükleri yanında hiç kalırdı! Gidebilirdim, ondan kurtulunca seni terk edip gidebilirdim ama seninle kamayı seçtim. Evet, baban için çalıştım sana yaptıklarının bir kısmını yapmasını bizzat ben sağladım. O zaman küçüktün ama şimdi anlayabilirsin, neden yaptığımı anlayabilirsin! Hepsi seni koruyabilmek içindi!”

“ Sen iyilik meleğiyken çevrendeki herkes seni bu fedakârlıkları yapmaya iten kötü adamlardı yani öyle mi?” Elimde olmadan bağırmaya başlamıştım. Sorun olup olmadığını görmek için kapıya gelen merkez çalışanlarını Ayas elinin tek hareketiyle geri gönderdi.

“ Neden inanmıyorsun?” Hepimize tek tek baktı. “ Neden inanmıyorsunuz? Ayas’tan ne farkım var? İkimiz de birilerini korumak için sahip olabileceğimiz hayattan vazgeçtik! Ona bu kadar inanıp her olayda arkasında dururken neden kimse bir kerecik olsun bana inanmıyor?!” Bağırmak nefesini kestiği için soluklanmak adına durdu. “ Yalan söylemiş olabilirim, sizden bir şeyler saklamış olabilirim… Ama Tara sana asla yalan söylemedim! Sen benim sahip olduğum her şeydin ve bir zamanlar ben de senin için öyleydim. Sana verdiğim değer de sana söylediğim sözler de hiçbiri yalan değildi… Sadece eksikti.” Yutkundum. Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum ama ağlamayacaktım. Kollarımı serbest bırakıp gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Walker’ın yalvarır gibi bakan yüzü zaten yanmış olmasaydı alevlerimle ben yakabilirdim.

“ Ayas’tan ne farkın olduğunu mu soruyorsun?”dedim gözyaşlarımı gülümsememin arkasına saklamaya çalışarak. “ Ayas, Nisan’ın kılına dahi dokunmadı. Ona asla zarar vermedi. Aslında göndermesi gereken en tehlikeli görevlere asla onu göndermedi. O farkında olmasa, ondan nefret etse bile onu asla yalnız bırakmadı… Değer vermek böyle olur… Birisi için fedakârlık yapmak böyle olur. Sakın, kendini onunla kıyaslamaya yeltenme.” Arkamı dönüp odadan çıkarken Walker’ın yanında beni emanet edebileceği bir Derin’i olmadığını söylediğini sanki benden çok uzaktaymış gibi bölük pörçük duydum.

Neden dışarı çıktığımı bilmiyordum açıkçası. Ağlamak istediğim için mi, Walker’a çok sinirlendiğim için mi yoksa ona inanmaktan korktuğum için mi? Bir kez daha aptal yerine konarak onu en azından eskiden yaptıklarından dolayı affetmeli miydim yani? Bilip emin olduğum tek şey söyledikleri doğru olsa bile asla bir zaman olduğumuz dostlar olamazdık. Onu affetmem sadece nefret etmekten, bana yaptıklarını düşünmekten vazgeçmem demekti. Onu kabullenmem değil…

Kapının önünde dikilmekten vazgeçip hemen yan taraftaki bekleme koltuklarından birine oturdum. Tam o sırada Ayas odadan çıkarak kapıyı ardından kapattı. Yavaş adımlarla gelip tam önümde dikilmeye başladı. Bana söyleyeceği şeylerin çoğunu tahmin ediyordum. Şu an bunları duymak istemiyordum. Yargılanmaktan da yol gösterilmesinden de bıkmıştım artık. Onunla kavga etmek istemediğim için hiç görmemiş gibi davranıp önüme baktım.

Tabii ki Ayas onu görmezden geldiğim için gidecek biri değildi. Parmaklarını çeneme dayayarak başımı kaldırdı ve beni ona bakmaya zorladı. Yüzünü görünce bir an acaba başka şeyler söylemek için mi geldi diye düşündüm. İfadesiz durmaya çalışmasına rağmen zümrüt gözleri anlayışla bakıyordu.

“ Ne istiyorsun?” Beklediğimden daha sert çıkışmış olsam da Ayas gülümsedi. Elini çenemden çeri çekerek kollarını iki yana açtı.

Kendimi kollarına atmak için bir saniye dahi düşünmem gerekmedi. Zaten halihazırda bekleyen iki damla yaş dışında ağlamadım. Oysa ona sarılınca kendimi tutamayıp ağlayacağımı düşünmüştüm. Sıcacık kollarının ve saçlarımı okşayan ellerinin bende uyandırdıklarıysa bambaşkaydı. Neden ağlamak istediğimi bile kendimi zorlamadıkça anımsayamıyordum.

Parmaklarımı sırtında birbirlerine kenetledim ve o konuşmaya başlayıncaya dek ona bu kadar yakın olmanın, kokusunu duymanın tadını çıkarttım.

“ Neler hissettiğini sadece tahmin edebilirim Tara… Ama anlamaya çalışıyorum. Güven bana ne hissettiğini anlamak için çok çabalıyorum.”dedi kendini geri çekmeden. Parmağına dolağı saç tutamımla oynuyor bunu yapmak ona büyük bir zevk veriyormuş gibi gülümsüyordu. Başımı omzuna yaslayarak bir daha ne zaman karşılaşacağımdan emin olamadığım çocuk gülüşünü izliyordum.

“ Biliyorum.”dedim gülümseyerek. “ Aklından neler geçiyor Ayas?” İşaret parmağımı kaldırıp bu büyülü anı bozma pahasına alnına dokundum. Sorduğum soruyla gerilen vücudu birden rahatlamış gibi gevşedi.

“ Merak ettiğin buysa, ne Derin ne de ben ona güvenmiyoruz.”dedi parmağımı havada yakalayarak. Elimi avucunun içine aldı ve konuşmamızın kalanında da bırakmadı.

“ Ama?”

“ Ama şu an ona güvenmeye ihtiyacımız da yok.” Durup nasıl açıklaması gerektiğine karar verir gibi düşündü. “ Bunu ne için, kim için yapıyor olduğunun şu an için önemi yok. Sebebi her neyse şimdiye dek yaptığı gibi şimdiden sonra da Nisan’a ulaşmamız da bize yardım edecek. İhtiyacımız olan da bu. Nisan geri geldikten sonra yüzleşmemiz gereken insanların listesine onu da ekleriz olur biter.” Elimde olmadan kaşlarım çatılırken aslında haklı olduğunu biliyordum.

“ Bu çok riskli değil mi? Ya aslında çok daha büyük bir şey planlıyorsa?” Babamın beni kullanarak elde ettiği virüsü aklımdan çıkaramıyordum. Ya yine pek çok kişinin hayatına mal olacak bir şey bizim, daha doğrusu benim, yüzümden ortaya çıkarsa?

Ayas’ın gerçekten içten gelen bir gülümsemeyle elimi bırakıp beni boğmak ister gibi sıkı sıkıya sarılması kesinlikle beklediğim cevap değildi.

“ Çok cesursun. Kahraman Ay Işığı.”dedi gülüp alnıma bir öpücük kondururken. Kendini geri çektiği sırada şaşkındım.

“ Ben mi? Saçmalıyorsun.” Dalga geçmek için doğru an değildi. “ Kahramanlıkla yakından uzaktan alakam yok! Benim yüzümden kaç insan öldü bilmiyormuşsun gibi konuşma.” Gülümsemeye devam ederek bu defa yüzümü ellerinin arasına aldı.

“ Ve bu yüzden sonuçta sadece ne kazanacağına bakmıyorsun… Bu kazandığın şeyin başkalarına neye mal olabileceğine bakıyorsun.” Ellerini çekip ceplerine koyarken biraz sıkkın gibi görünüyordu. “ Seni hayal kırıklığına uğratacağım için üzgünüm ama ben böyle değilim… Derin de değil. Ben kahraman olmak istemiyorum Tara… Sadece insan olmak istiyorum, iyi bir abi olmak istiyorum. Önceliğim bu… Bu yüzden Walker’ın gerçekte kim olduğuyla çıkarlarımız ortak olduğu sürece ilgilenmiyorum. Seni buna zorlayamam ama o zamana kadar Walker’a katlanmam mümkün mü?” Ya sonra diye sormamın bir anlamı yoktu. Sonrası şu an önemli değildi. Beni elimden tutup yeniden kapının önüne getirdi.

Peki benim ne cevap vermem gerekiyordu?

“ Eğer ki, daha büyük bir sorunla karşılaşırsak…” Gülümsemesine neden olacak şekilde göğsüne bir yumruk attım. “ Benden önce Nisan sizi öldürecek. Bundan emin olabilirsin.”

“ Ona ne şüphe!” Gülerek içeri gitmek için arkamı dönmüşken bana sarıldı. Çenesini omzuma yerleştirdiğinde kalbimin göz bebeklerimden çıkmasından korktuğum için gözlerimi yumdum. Buna alışabileceğimi sanmıyordum. Her seferinde bu şekilde başımın dönmesine kesinlikle karşı değildim ama alışamayacak olmamın tek sebebi Ayas’ın da artık beni sevdiğini bilmem değildi… Sebebi artık onun herkesin önünde Ayas olmayı seçmesiydi.

Bir de benim cesur olduğumu düşünüyordu.

“ Bunu kasıtlı yapıyorsun değil mi? Bana sarıldığında hayır diyemeyeceğimi biliyorsun.”diye homurdandım. Bizi görüp yolunu değiştiren merkez çalışana aldırmadan güldü.

“ Bildiğim iyi oldu. Sadece fırsatçılık yapıyordum oysaki.” Dönüp ona gerçekten vurmama izin vermeden beni bırakarak kapıyı açtı.

Yumruğumu havada gören Aislin gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Yüzüme kocaman bir sırıtış yapıştırıp sanki işe yarayacakmış gibi yumruğumu arkama sakladım. Her şey yolunda imajı ancak bu kadar verilemezdi…

“ Kabul ediyorsan ne yapman gerektiğini biliyorsun.”diye fısıldadı Ayas bana göz kırpıp içeri girerken. Yüzümdeki gülümseme solarken yüzüme düşmüş saç tutamına hınçla üfledim.

İçeri girince beklediğim gibi Walker yavru köpek gibi benden gelecek bir cevabı bekliyordu. Hilal yanına gitmem için kenara çekilince yatağa iyice yaklaştım. Derin bir nefes alıp bu yaptığıma pişman olmamak için dua ettim.

“ Sana hala inanmıyorum.”dedim buz gibi bir sesle. Bunu hem beklediğini hem de hayal kırıklığıyla omuzlarının çöktüğünü görebiliyordum. “ Ama Nisan ve Ayas’ın hatırına sana bir şans daha vereceğim. Sana ne inanıyor ne de güveniyorum, bunu sakın unutma. Yine de… En azından senden nefret etmekten vazgeçebilirim. Seninle yeni tanışmışız gibi davranabilirim.” Walker’ın gözleri mi dolmuştu bana mı öyle geliyordu? Göz pınarlarında parlayan yaşların beni sarsmasına inanamıyordum ama bunun her nasılsa rol olmadığını biliyordum. Şu an gerçekten ne hissediyorsa yüzüne o yansıyordu, yalan söylemiyordu… Bunu biliyordum. Kâhinlik yönü hep zayıf kalan ben bunu bu kadar net bilmenin şokuyla Walker’ın söylediklerinin bir ihtimal gerçek olabilmesinin şokunu aynı anda yaşıyordum.

“ Yanıklar hastalık statüsüne girmediği için bunları geri alamam.” Titreyen elimi Walker’ın yüzünün sağlam olan tarafına yerleştirdim. Gözlerini kapatarak yüzünü elime yaslaması içimi ürpertti. Öyle ki bir an ne diyeceğimi unutarak kendime gelmeye çalıştım. Birkaç saniye önce yalan söylediğinden adım kadar emin olduğum adam hakkında şimdi tam aksi yönde düşünceler aklıma doluyordu.

Walker gerçekten her şeyi benim için yapmış olabilir miydi? Beni gerçekten seviyor olabilir miydi? Ona dokununca içime akan bu tanıdık his neydi? Küçükken bana sarılıp hikâyeler anlattığı akşamlarda hissettiğim umudu yeniden hissetmek çok anlamsızdı. Artık hayatımın kontrolü tamamen benimdi, ona ihtiyacım yoktu. Umut etmemi gerektirecek bir şey yoktu.

Yoksa bu hissettiğim umut, bana değil de Walker’a mı aitti? Bu kadar çaresizce istediği şey ne olabilirdi ki?

“ Aah, şey… Dediğim gibi yaralarını tamamen iyileştiremem. Ama bunun yol açabileceği herhangi bir hastalığı önleyebilirim. İşleri senin için biraz hızlandırabilirim.”dedim kendimi toparlayarak. Parmaklarımdan Walker’ın teninin içine çekildiğini hissettiğim enerjimle vücudundaki hasarı elimden gelebildiğince onardım. “ Çektiğin acıyı azaltacaktır.” Elimi geri çekerken Walker’ın bunu yapmamı hiç istemediği her halinden belli oluyordu. Göz ucuyla bakınca Ayas’ın çatık kaşlarının altından Walker’ı izlediğini gördüm.

“ Teşekkür ederim.”diye mırıldandı. Başka bir şey söylemeye yüzü yokmuş gibi başını eğmişti.

“ Pekâlâ, daha iyi hissettiğini varsayıyorum Walker. O halde bize Aislin’i nereden tanıdığını anlatmak ister misin?”dedi Ayas. Aislin’in de konuya dâhil olmasını istediği için İngilizce konuşmuştu. Arda’yla Hilal gözlerini kırpıştırıp birbirlerine nasıl yani bakışı atarken benim aklımdan geçen tek şey, ah demek ki benim hayal gücüm değilmiş… Aislin’e bakışlarında bir sorun var olmuştu.

Aislin oturduğu koltukta uca kadar kaymış Walker’a tamamlamaya çalıştığı yapbozun son parçasını saklıyormuş gibi bakmaya başlamıştı. Sanki onu bir yerden tanıyor ama çıkartamıyormuş gibiydi.

Walker’ın ifadesiyse bambaşka bir hikâyeydi. Sorunun onu rahatsız ettiği çok açıktı ama bunun dışında gizlediği başka şeyler de vardı. Yüzünden ardı ardına sayısız duygu geçiyordu. İçlerinde beni en çok şaşırtanlar ve en belirgin olanlarsa hayal kırıklığıyla özlemdi. Algılaması gerçekten çok güçtü. Bir yandan ona dokunmaya bile kıyamayan onu seven bir adam gibi bakıyordu bir yandansa tüm umutları boşa çıkmış birinin öfke ve hüznüyle…

Şu dakikadan sonra onu tanımadığını söylerse onu şuracıkta kanser ederdim ki bunu gerçekten yapabileceğim için kendi kendime sakin olmam gerektiğini söylüyordum.

“ Onunla resmi olarak tanışmadık… Ama onu biliyorum.”dedi Walker yavaşça. Aislin iyiden iyiye heyecanlanmış gibiydi. Konuşmaya çekindiği için sadece gözleriyle Walker’a devam etmesi için yalvarıyordu. Neler döndüğünü bilmeyi deli gibi istiyor olmalıydı.

“ Onu bir kâhin olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorsun… Sakın inkâr etme.”dedi Derin. Walker karşı çıkmak için ağzını açtıysa da aynı hızda geri kapadı. Sanırım doğruları söylemekle bir şeyler uydurmak arasında gelip gidiyordu. Gözleri üzerimdeydi. Çünkü bir kez daha yalan söylerse başına ne gibi dertler açabileceğimi çok iyi biliyordu.

Devam etmesi için gözlerimi onun gri gözlerine diktiğimde yüzüme yerleştirmeye çalıştığım doğruları söyleme de gününü gör ifadesi tuzla buz oldu. Çünkü orada, o gözlerin içinde odadaki kimsenin hatta Aislin’in bile göremediği bir şeyi gördüm… Birini gördüm.

Kimse Walker’ı benim kadar iyi tanımıyordu. Onunla benim kadar uzun vakit geçirmemişti. Yıllar önce tıpkı benim gibi çocuk sayılabilecek bir yaştayken onun yüzünü mum ışığında saatlerce inceleyip her ayrıntısını zihnine kazımamıştı. Bu yüzden şu an kimse Walker’ın gözlerinden bize bakan Aiden’ı fark edemiyordu.

Elektrik verilmiş gibi kaskatı kalmıştım. Walker hemen gözlerini kaçırsa da artık çok geçti. Onu tanıdığını biliyordum. Tam olarak nasıl olduğunu bilmiyordum ama bu çok netti. Aiden Walker’ın biraz küçültülmüş kopyası gibiydi. İki insan aralarında bir akrabalık olmadığı sürece ne ihtimalle bu kadar benzeyebilirdi ki? Yüzünü yanmadan önce göremeyen Aislin muhtemelen bağlantıyı kurmakta bu yüzden zorlanıyordu.

“ Walker… Sen… Sen nasıl onun?” Kelimeleri bir araya getirip de cümle kuramıyordum. Aklımdan geçen o kadar çok düşünce vardı ki hepsi birbirine giriyor kendilerini dudaklarımdan ilk önce dışarıya atabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.

“ Bu özel bir mesele… Açıklamak zorunda olduğumu düşünmüyorum.”dedi Walker dişlerinin arasından. Tepkimin üzerine bunu söylemesi herkesi iyice meraklandırmıştı. Bense sadece tutunup destek alabileceğim bir şeyler arıyordum etrafımda. Yere çöküp öylece kalma isteğimi bastırmaya çalıştım.

“ Walker…” Doğru düzgün konuşabilmek için yutkundum. “ Bana doğruyu söyle çünkü bunu yapmazsan seni asla affedemem.” Walker soracağım soruyu çok iyi biliyordu. Gözlerini kapatarak başını arkaya yasladı. Çünkü artık bundan kaçamazdı.

“ Aislin ve Aiden senin kardeşlerin mi?” Sorum odaya resmen bir bomba gibi düşmüş ve herkesin kafasındaki düşünceleri yerle bir etmişti. Aislin bir karış açık ağzı ve tokat yemiş ifadesiyle bir bana bir Walker’a bakıyordu. Ayas’ın bile gözlerindeki şoku görebiliyordum. Bu kadarını kimse beklemiyordu.

“ Sen… Ne?” Aislin gülerek sinirli bir şekilde ellerini kıvırcık saçlarının arasına daldırdı. “ Bizim bir kardeşimiz daha yok!” Ama yüzündeki gülümseme Walker’la bakışlarının kesişip de benim gördüğümü gördüğü anda yok oldu. “ Aman tanrım…” Elleriyle ağzını kapattı. Gözleri akmaya hazır yaşlarla parıldıyordu. “ Bu imkânsız…”

“ Kardeşi de ne demek?”diye bağırdı Arda. Onu suçlayamazdım. Bu kadarını artık ben de kaldıramıyordum… Kaldırmak istemiyordum.

“ Yüzüne bakın… Dikkatlice bakın ve sonra Aiden’ın yüzünü aklınıza getirin.”dedim yavaşça. O kadar kısık sesle konuşuyordum ki ben bile kendimi zor duyuyordum. Walker herkes tarihi esermiş gibi onu incelerken bana bakıyordu. “ Bu doğru mu? Kardeşleri olmasan bile bir akrabalığınız var mı?” Walker ciğerlerini zorlayacak kadar derin bir iç çekti.

“ Dediğim gibi, onunla resmi olarak tanışmadık ama onu biliyorum… Tanıdığım kişi babasıydı.” Durup söyleyeceği şey ağzında kötü bir tat bırakacakmış gibi hazırlık yaptı. “ Babamdı.”

“ Nasıl?!” Aislin ayağa fırlamıştı. “ Kaç yaşındasın? Nerelisin? Bizi nasıl biliyordun? Annen kim?!”

“ Bunların hiçbirine cevap vermek zorunda değilim. Bu soruları sorma hakkını kendinde nasıl bulabiliyorsun? Ben babam annemi ve beni bırakıp başka bir kadına gittiğinde hiçbir şey sormadım. Arada sırada geri gelip beni ziyaret etmesini isteyen de ben değildim. Annem öldükten sonra beni takip edemeyeceğini umduğum için gidip benim gibilerle, seçilmişlerle birlikte yaşadım. Şansa bak ki üzerimde deneyler yapan bir psikopatın eline düştüm. Yine de onun zırvalıklarını dinlemekten daha iyiydi… Senin nasıl biri olduğunu dinlemekten daha iyiydi Aislin.” Üzerindeki yatak örtüsünü atıp ayağa kalkarken bacaklarımın beni daha fazla taşıyamadığını hissederek yere çöktüm.

Sırtımın sürtündüğü soğuk duvar canımı acıtmıştı… Canım acımıştı çünkü fark etmiştim ki Walker’ın bizim yanımıza neden ve nasıl geldiğini asla öğrenememiştim. Ona ne zaman sormak istesem konuyu değiştirmişti ve ben hiç üstelememiştim. Aklımdan geçen her zaman çok güzel bir hayatı olduğu ama buna hiç sahip olamayan beni üzmemek için bundan bahsetmediğiydi. Şu an ne durumda olduğumuz önemli değildi, o dönemde benim için yaptıklarını inkâr edemezdim… Canım acımıştı çünkü fark etmiştim ki kahramanım ilan ettiğim adam yaralarımı sarmaya çalışırken en az benim kadar yaralıydı.

“ Ama hayat sürprizlerle dolu öyle değil mi? Sonuç olarak anlata anlata bitiremediği sevgili kızını da yakında doğacak oğlunu da tıpkı önceden yaptığı gibi terk etti. Acaba şimdi dünyasının hangi ucunda kaç kardeşimiz vardır Aislin bir düşünsene?” Aislin kulaklarını kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca Hilal’in yanına koşup onu sakinleştirmeye çalıştığını bulanık sisli bir perdenin ardından görebildim.

“ Şimdi mutlu oldunuz mu?” Walker elindeki serumu koparırcasına söküp attı. “ Kurtarman gereken bir kız kardeşin var sanıyordum Ayas. Burada benimkini ortaya çıkarmak için bu kadar uğraştığına göre durumu senin için o kadar da önemli olmamalı.” Hızla kapıya yürüyüp kolu eliyle sıkı sıkıya kavradı. Durdu… Bana döndü.

“ Şimdi mutlu oldun mu Tara?” Ardından çarptığı kapının yankısı bir süre odanın içinde asılı kaldı.





50 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page