top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin (Ay Işığı#2) - 22.Bölüm


-22-

Tara


“ O halde oy birliğiyle kabul edilmiştir.” Oğuz’un tok sesi geniş salonda yankılandı. Tuttuğum nefesi bırakıp rahatlasam mı yoksa bundan sonra olacak olayları düşünmenin gerilimiyle uğraşmamak için boğulana kadar tutmaya devam mı etsem karar veremiyordum. Hırsızların dünyasında yeni sayılabilirdim ama bu seçimin neredeyse rekor bir oranla kazanıldığını ben bile rahatlıkla anlayabilirdim.

Hatta biraz fazla rahat olmuştu.

Bunun sadece sürekli birbirlerini gırtlaklayıp iki parçaya bölünen seçilmişler konseylerini görerek büyümemle alakası yoktu. Dünyanın neresinde, kimlerle birlikte olursanız olun; eğer ortada bir oylama varsa, herkesin hemfikir olması gibi bir olasılık söz konusu dahi değildir. Mutlaka aksi yönde düşünen birileri vardır ama bu kişiler ortaya çıkamıyorsa birisi ya da birileri tarafından baskılanmışlardır.

Ayas’a bakınca onun da benimle aynı fikirde olduğunu görebiliyordum. Yani aslında göremiyordum ama görüyordum. Gergin olduğu anlaşılmasın diye yüzüne onunla tanıştığım o ilk zamanlarda takmak zorunda olduğu maskeyi yerleştirmişti. İfadesiz ama aynı zamanda umursamaz ve sert… Vücudu avını izleyen bir hayvanınki kadar tetikte olmasına karşın onu tanımayan birine çok savunmasız görünecek kadar rahattı. Yüzünde onu tebrik etmek için ayağa kalkan insanları karşılamak adına oluşan kendini beğenmiş gülümsemesi gözleri bana takılınca bir an için yok oluverdi.

Farkındaydı… Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. İçimde öylesine rahatsız edici bir his vardı ki Ayas’ın artık bakışlarıyla bile olsa bana yalan söyleyemediği gerçeği beni mutlu edemiyordu. Çevremdeki her şey ağır çekime alınmış halde hareket ediyordu sanki. Oğuz’un Ayas’ın omzuna yerleşen eli, Ayas’ın yüzünden saniyenin yüzde birinde geçen iğrenmiş ifade, Sumire’nin içine Ayas’ı hapseden aşırı makyajlı gözlerini her kırpışı, yerlerinden kalkan bakanların yüzünden gergince akan ter damlaları, korkulu bakışlar, yavaşça atılan adımlar, başkanların selamlanması…

Bir anda olup biten her şey bana yıllar alıyor gibi geliyordu. Tanıdık, içimi ürperten bir hisle ruhumun titrediğini hissettim. Kendimi kalabalığın içinde kaybolmuş küçük bir çocuğa benzettim bir an için. Ve Ayas ona koşamayacağım kadar uzaktaydı… Oysa nedensiz yere onun yanımda olmasına şu an deli gibi ihtiyacım vardı. O olmazsa kim olabilirdi ki?

Aklıma gelen fikir bir histen öte dehşetle içimi titretmişti.

Walker… Bir an için Walker’ın yanında olmasını dileyen o her şeyden habersiz aptal Tara oluvermiştim. Dönüp kimsenin görmediğini umduğum çığlık atan bakışlarla Ayas’a baktım. Neden böyle hissediyordum? Paniklemiştim… Bir şeyler olacaktı, kötü şeyler…

Kuzey’in her seferinde kötü bir şey olacağını hissettiğin zaman öylece durmaktan vazgeç Tara diye beni azarlayışı gelmişti aklıma.

Sen aynı zamanda bir kâhinsin, kötü bir şey olacağını hissediyorsan… Olacak demektir.

Biri beni dürtmüş gibi irkildim. Bir yanım dizlerini göğsüne çekip kollarıyla sararak başını iki yana sallarken öteki yanım bunu inkâr edemeyeceğimi bağırıyordu. Ellerim titriyor ve deli gibi terliyordu.

Etrafımızdaki herkesi ve her şeyi yok sayarak Ayas’a doğru yarı koşar halde kalabalığı açarak ilerlemeye başladım. Bunların hiç biri tesadüf değildi. Zaten kazanacağına kesin gözüyle bakılan Ayas’ın bu şekilde kazanmasını sağlamak sadece organizasyon üzerindeki gücünü göstermek için gösteriş budalası biri tarafından yapılacak tarzda bir hareketti. Karşısındakini en güçlü olduğu anda küçük görmeyi seven kibirli birinin yapacağı tarzda bir hareketti. Hayır, tesadüf değildi… Ne içimdeki o tanıdık ürperti ne de ona olan öfkemin gram azalmamış olmasına rağmen Walker’ı yanımda istemem tesadüf değildi.

O buradaydı…

“ Jay!” Artan titremelerimle artık umursamadan önümde duran bakana ensesinden yapışıp onu hızla geri çekerek kendime yol açtım. Kimsenin ne düşündüğü umurumda bile değildi. Belki de dakikalar sonra kendi düşünceleri dahi umurlarında olmayacaktı.

“ Tara ne oluyor?” Ayas’ın azarlayan sesiyle bana dönük yüzü birbirine taban tabana zıt duygular taşıyordu.

“ O burada. Ne planladığını bilmiyorum ama o burada.”

“ Kim? Kim burada Tara?” Sakin olmam için ellerini omzuma koyarak beni sarstı ve sorusunu tekrarladı. O an yüzüne bakınca aynı gün içerisinde ikinci kez kendi ikilemim içinde boğulduğumu hissettim. İstediğim tek şey buradan gitmekti hem de olabildiğince çabuk ama kimin geldiğini söylediğim anda Ayas’ı buradan götürmek imkânsıza yakın olacaktı.

Düşünmeyle kaybedecek vaktim yoktu oysaki.

“ Yaman.”dedim beklediğimden daha güçlü bir sesle. “ Yaman burada.” Ayas’ın az önce yüzüne taktığı maske bir anda paramparça olmuştu sanki. Şimdi görebildiğim ifade gerçekti… Vahşi ve tehlikeliydi.

“ Odaklan, nerede?” Beni bileğimden o kadar sıkı yakaladı ki canımı acıtıyordu. Yüzümü buruşturma isteğimi bastırarak dediğini yapmaya çalıştım.

“ Koridorda, buraya doğru geliyor.” Ayas kolumu bırakıp koşmaya başladı. “ Hayır bekle gitme! Yalnız değil!”diye bağırdım. Etrafımızdaki bakanlar şaşkın bakışlarla olan biteni izliyordu. Söylediklerimi duyacak kadar yakın olanlardan bir kaçının yüzünün korkuyla gölgelendiğini göz ucuyla görebiliyordum. Tüm konuşma boyunca hemen yanımızda olan Oğuz da Sumire’ye bir şeyler mırıldandıktan sonra harekete geçmişti.

“ Jay bekle!” Çalan sirenlerle bir anda tam bir karmaşaya dönen toplantı salonunda Ayas’a yetişebilmek için birkaç insanı yere atarak üzerlerine basmam gerekmişti. “ Yanında çok fazla kişi var, öylece gidemezsin bu delilik!”diye bağırdım koluna yapışarak. Kendini benden o kadar kolay kurtardı ki yere düşmemem için geri dönüp beni tutmak zorunda kalmıştı.

“ Burada kal Tara.”dedi dengemi kazandığıma emin olur olmaz arkasını dönerek. Burada kal mı? Bu geri zekâlı ne saçmalıyordu?

“ Saçma-“

“ Sana burada kal dedim.” Bir an için durup dönüp bana baktı. O bakışı görene kadar hayatımda kimseden babamdan korktuğumdan daha fazla korkamayacağımı düşünürdüm. Neredeyse dizlerimin bağı çözüldüğü için yere düşecektim. Sanki ruhum bir zeminin üzerinde ayakta duruyordu ve o zemin birden kaybolmuştu. Düşüyordum… Düşmenin verdiği o iç gıcıklayıcı hisle midem bulanıyordu ve saniyeler yeniden dakikalara dönüyordu.

Ayas’ın gözleri öylesi bir alevle yanıyordu ki onlara bakmak bana fiziksel olarak acı veriyordu. O adama yaklaşmayacaksın dediğini dudaklarını okuyarak anlayabilmiştim ancak. Kulaklarım uğulduyordu.

Yaman’a çalıştığı her halinden belli olan bakanlar sıvışmıştı bile. Sumire’nin önderliğinde kapılara doğru yönelen kalabalık insanın kanını donduracak kadar kararlı ve telaşsızdı. Karşılarına çıkabilecek her şeyi dümdüz edebileceklerinden emin bir halde kendilerine verilen emirleri yerine getiriyorlardı. Ayas ve Oğuz çoktan kendilerini koridora açılan kapıdan dışarıya atmıştı.

Uğuldayan kulaklarımla bölük pörçük sesler duyuyordum; kırılan camlar, çığlıklar, çarpma ve düşme sesleri… Arada sırada açık kapının önünden geçen mavi bir duman görüyordum. Etrafıma bakmasam bile toplantı salonuna açılan dört kapının hepsinde bu tarz durumun yaşandığını biliyordum.

Ve ben ayaklarımı kıpırdatamaz halde boşalmış odanın ortasında öylece dikiliyordum.

Neredeyse bana ait olmadığına yemin edeceğim kadar yabancı ve derinden gelen bir ses Ayas’ın çıkıp gittiği kapıya bakarak çığlık çığlığa haykırıyordu.

Hayır!

Az önce kendime yol açmak için geri çektiğim adam tok bir ses eşliğinde kapının eşiğine yığılıvermişti. Kıpırdamıyordu… Orada öylece yatıyordu sadece. Kan yoktu, hiçbir darbe yoktu ama gözleri tıpkı artık bedeninin olduğu gibi bomboş bir şekilde bana bakıyordu.

Ruhu yok olmuştu…

Hayır!

Düşün Tara, düşün! İçimde bir şeylerin beni harekete geçmem için ittiğini hissediyordum. Düşün! Düşün ama neyi? Sen aynı zamanda bir kâhinsin düşün!

Gözlerimi o boş gözlerden kopararak kapattım. Karanlığımın içinde her bir ruhu küçük alevlermişçesine hissedebiliyordum. Hem de daha önce hiç olmadığı kadar net ve ayrıntılı. Neredeyse kim olduklarını söyleyebileceğim şekilde enerjileri zihnime akıyordu.

Hırsızlar! Gözlerimi açıp etrafıma hala o alevleri görüyormuşçasına bakındım. Binanın içinde sadece iki seçilmiş vardı; biri bendim, ötekiyse baba sıfatını hak etmeyen o yaratıktı.

Arkamı dönüp Sumire’yi hissettiğim tarafa doğru koşmaya başlamıştım. Seçilmişler ona destek vermiyordu, hırsızlara karşı kaçak hırsızları kullanıyordu.

“ Geri çekil!”diye bağırdım Sumire’yi omzundan yakalayarak. Kadın şok olmuş bir ifadeyle bana dönüp omzunu silkti. Önümüzde uzanan koridor tam bir savaş alanıydı. Yerde kıpırtısız yatan bedenler, birbirlerinin üzerine atlayan ruhlar ve duvarlara sıçramış kan lekeleri…

“ Sen ne halt-“

“ Geri çekil, bu sadece bizi bölüp oyalamak için göremiyor musun?”dedim lafını keserek. Yeniden konuşmasına izin vermeden devam ettim, “ Esas grup ana kapının orada buradaki adamlarını toplayıp orada gitmek zorundasın!”

“ Senden emir mi almam gerekiyor?”diye homurdandığı sırada üzerine gelen kaçaklardan birini elinin tek hareketiyle duvara yapıştırıverdi. “ Jay, seni değil Walker’ı getirmeliydi.”

“ Evet, belki de ama şu an bunu tartışmanın sırası değil. Burada kalan iki üç kişiyi tek başıma ben bile halledebilirim. Doğu koridoru da aynı şekilde, birkaç adamla halledilebilir durumdalar çünkü gerilerinde takviye alacakları bir birlikleri yok. Ana kapının önüyse giderek daha da kalabalıklaşıyor. Sayıları zaten bizden daha fazla bir de bölünerek azaltamayız!” Sumire sözlerimi bitirmemi beklemeden kendini koridora doğru attı ve gırtlağına yapıştığı iki hırsızı onun gibi bir kadından beklenmeyecek kadar kolayca yere serdi. İkisi de boğazlarına saplanan gümüş bıçakları sanki bu fışkıran kanı durdurup ölmelerini engelleyecekmiş gibi çıkartmak için kısa bir süre debelendikten sonra hareketsizleştiler. Ben onları izlerken Sumire kalan son üç kaçağın da işini halletmiş elini üzerindeki kumaş pantolona silerek yanıma gelmişti.

Bu oldukça… Hızlıydı.

“ Pekâlâ, seçilmiş…”dedi aksanlı kelimelerini vurgulayarak. “ Kuzey koridoru ne durumda?” dedi eliyle adamlarını yanına çağırırken.

“ Hallediyorlar, desteğe gerek yok.”dedim kendimden emin bir şekilde. Arkasını dönmeden başını hafifçe hemen yanında biten adama eğerek ona kısık sesle bir şeyler söyledi. Adam arkasındakileri de toplayarak hemen kapıya doğru koşmaya başladı.

“ Önce doğu koridorunu boşaltıp sonra kuzeye geçecekler. Senle ben de ana batı kapısına gidiyoruz.”dedi emretmeye alışık bir sesle. Hiç itiraz etmeden onu başımla onaylayarak peşine takıldım. En azından artık Ayas’a Sumire beni zorladı diye bir bahane sunabilirdim çünkü ömrümün sonuna kadar bir daha asla o gözlerle karşılaşmak istemiyordum.

Neyle karşı karşıya kalacağımı az çok biliyordum ama bu… Bu düşündüklerimin ve hissettiklerimin çok ötesindeydi. Sumire hemen çalıştırılan alarmlar sayesinde Japonya’nın pek çok bölgesinden gelen hırsızları yönetmek için kapıdan çıkar çıkmaz ortadan kaybolmuştu. Bense korkunç bir şekilde bunların hiçbirini umursamıyordum. Ne üzerlerine basıp geçtiğim vücutları ne de havada uçuşan silahları… Yaptığım tek şey bu koca kan banyosunda Ayas’ın enerjisini bulmaya çalışmaktı.

Tam onu hissettiğim sırada üzerime atlayan ruhtan eğilerek kaçındım. Ruh geri dönüp kendini üzerime atmadan belki de sadece bir saniye kadar önce yerden bana doğru savrulduğunu gördüğüm kara bıçağı alıp ona saplamayı başardım. Onu çığlıklarıyla yalnız bırakarak Ayas’ı hissettiğim tarafa doğru daha önce hiç koşmadığım kadar hızla koşmaya başladım.

Koridoru o kadar hızlı döndüm ki yan taraftaki duvara savruldum. Kolumun acısını hiçe sayarak elimle destek aldığım duvardan uzaklaştım. İşte oradaydı! Koridorun sonunda onu görebiliyordum ama onu görmek içimi rahatlatmaktan çok dehşete düşmeme sebep olmuştu. Otomatik pilota alınmış gibi son hızda koşmaya ve insanlardan kaçınmaya devam etsem de zihnim ne yaptığımın farkında değildi.

O Ayas değildi… Olamazdı. Zihnim sürekli olarak bana bunu söyleyip duruyordu. O Ayas olamazdı. Neden bu kadar korkuyordum? Neden bu denli korkup dehşete düştüğüm halde hız kesmeden koşmaya devam ediyordum?

Deli kelimesi bunu açıklamak için o kadar yetersizdi ki… Toplantı salonunu terk ederken beni korkutan hali bile bunun yanında hiç kalırdı. Kendini kaybetmişti. Onu hiç bu kadar büyük bir istek ve güçle birine saldırırken görmemiştim. Tek bir yumruğuyla bütün binayı yerle bir edebilecekmiş gibi hissediyordum. Korkudan kemiklerime kadar titrememe sebep olan yüzü beni şaşırtmıyordu. Hayır… Karşısındaki adamın ona neye mal olduğunu bildiğim sürece hiçbir şey beni şaşırtamazdı.

O kadar çok isterdim ki… Bu işi Ayas’a bırakmadan onu öldürebilmeyi hiçbir şeyi istemediğim kadar çok isterdim ama bu işte yeteneklerim tamamen işe yaramazdı. Onun başına salacağım hiçbir hastalık onu öldüremezdi. Üzerimde yaptığı deneylerden elde ettiği tek sonuç virüs değildi… Karşı karşıya bir dövüşteyse hayatta kalma şansım olmadığını bilecek kadar tanıyordum onu. Yaman’ın şimdiye kadar sadece bir kere zorlandığını görmüştüm o da Walker’ı yapmak için zorladığı bir antrenman karşılaşmasındaydı. O zamanlar Walker’ın onu öldürüp her şeyi sona erdireceğine inanır o günü sabırla bekleyeceğime dair kendi kendime gizli sözler verirdim. Şimdi bunların hepsi anlamsızdı, Walker en başından beri Yaman’ın adamıydı ve karşımdaki Ayas Walker’ın olabileceği herhangi bir halinden en az on kat daha güçlü duruyordu.

Açık veriyor…

Kafamda yankılanan yabancı bir sesle ayaklarım yere yapışmış gibi kalakaldım. O kadar hızlı durdum ki birkaç kere durduğum yerde yaylanarak dengemi sağlamam gerekti. Bu sesi tanımıyordum. Ama konuşurken yaptığı tonlama rahatsız edici derecede tanıdık geliyordu.

Verdiği açıkları gücüyle kapatıyor.

Başka bir ses öncekine cevap verdi. Ama bu sefer bu sesin kime ait olduğunu biliyordum. Yaman’ındı…

Seçilmişlerin yeterince güçlü olanları başka insanların zihinlerine konuşabilirdi. Tıpkı Sumire’yi ikna etmek için Japonya’ya geldiğimizde benim Derin’le konuştuğum gibi. Karşıdaki kişinin cevap vermek için seçilmiş olmasına gerek yoktu. Eğer zihinleri içine girmemize izin verirse kendi kendine düşündüğü cevabı duyabilirdik. Yine de izin gerekliydi. Daha önce karşımdaki kişi hiç bir seçilmiş olmamıştı.

Gözlerimi kapatıp duvara yaslanarak kafamı toplama çalıştım. Ne yani, şu an yanlışlıkla iki seçilmişin frekansına mı karışmıştım? Karşıdaki kişinin söylediklerini duyabiliyorsam sıradan biri olamazdı. Bunu hırsızlarla, kâhinlerle ve insanlarla denemiştim ve işe yaramamıştı. Hepsinde bir şekilde o zihnin izin vermesi gerekirdi. Seçilmişler ben küçükken bunu sık kullansa da hiç karşılıklı olarak ben bir seçilmişle kullanmamıştım. Geriyeyse tek bir ihtimal kalıyordu. Yaman bir seçilmişle konuşuyordu ve o her kimse burada olan olayları görebiliyordu. Peki, bu ikisi beni nasıl hissetmiyordu? Zaten ben bu konuşmaya nasıl dâhil olmuştum ki?

Bir dakika, Ayas açık mı veriyordu?

Yaslandığım duvardan doğrularak onlara doğru bakacaktım ki mavi soluk bir el yüzümü son anda yalayarak geçti. Refleks olarak yere çöküp ruhun başıma doğru yaptığı ikinci saldırıdan kaçındım. Kafamı kaldırıp bakınca iki sefer ondan kaçabildiğim için sadece şanslı olduğumu gördüm. O kadar iri yarıydı ki beni yakalayacak olursa kemiklerimi toz haline getirebilirdi.

Kılıç formuna getirdiği sağ elini tüm gücüyle kafama indirmeye hazırlanıyordu. Hadi ama diye düşündüm. Tamam, iri yarıydı ama bana ruh formunda saldırması tamamen onun şanssızlığıydı. Dünyada artık o kadar az sayıda virüs taşıyan kâhin vardı ki… Çok zeki olmayabilirdim ama iki yıl önceki alevleri kendisini yakan kız olmadığım da kesindi.

Emrimle birlikte birden kolumun etrafında gürüldemeye başlayan ruh alevini bana doğru gelmekte olan koluna doğru savurdum. Kolu bedeninden ayrılıp alevlerim tarafından yutulurken adamın yüzündeki şaşkınlığı izlemek için kendime zaman ayıramamam çok kötüydü. Ayaklarımı saran alevleri kullanarak ruhun dengesini bozdum ve henüz yere düşmesine fırsat vermeden kollarımdaki alevlerle üzerine kocaman bir X işareti çizerek buharlaşmasını sağladım.

Efendim… Bambaşka üçüncü bir sesti bu seferki. Dalgakıranın yeri saptandı.

Yerlerinden fırlayacak kadar açılmış gözlerimle dönüp Yaman’a baktım. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı.

Diğerleri yerini biliyor mu? Diye sordu hem sırıtmaya devam edip hem de Ayas’tan kaçınırken.

Henüz değil. Avantaj sendeyken bunu kullanmanı tavsiye ederim. Bu iş giderek daha da ilginçleşiyor. İlk konuşan tanıdık tınılı ses yarı gülerek cevap verdi. Alarma geçmiş telaşlı beynim her nasıl olduysa bir ayrıntıya takılıp bir anda dikkat kesilmişti.

İlk konuşan kişi hiç de Yaman’dan emir alıyormuş gibi bir havada değildi. Aksine son derece rahat, oturduğu yerden izliyormuşçasına gülerek konuşuyordu. Üçüncü sesse açık bir şekilde efendim diye hitap etmişti. Besin zincirinin tepesinde Yaman’ın bulunmadığına dair inanılmaz rahatsız edici bir hisse kapılmıştım.

Ya çocuk? Yaman’ın sorusuyla yerimden sıçradım.

Daha fazla vakit kaybetme, dalgakıranı bul. Çocuğa ne yapacağın umurumda bile değil. Ama…

Evet, biliyorum. Merak etmeyin.

“ Bütün sahip olduğun bu mu Jay? Senden daha iyisini beklerdim?”diye bağırdı Yaman aniden. Adamlarını hazırla, buradan geri çekiliyoruz birkaç dakika içinde yanında olurum.

Peki, efendim nasıl isterseniz.

Aman tanrım çocuk diye bahsettikleri kişi Ayas’tı.

Ayas’la senkronize bir şekilde küfür savurarak Yaman’a doğru koşmaya başladık. Tek fark o öldürmek için koşuyordu bense onu durdurmak için. Hızlı düşünmeye çalışmaktan beynimin patlayacağını hissediyordum. Cebimdeki çakıyı çıkartarak Ayas’ın arkasında kalan kaçak hırsızlardan birine doğru fırlattım. Çakı henüz yerine ulaşmadan önce Ayas’ın geçen sene bana öğrettiği teknikle ruhumu iki parçaya böldüm ve birini çakıyı yakalamasını istediğim kaçak hırsızı ele geçirmek için yolladım.

Boş bedenleri ele geçirmesi kolaydı ama daha önce hiç kanlı canlı bir insanın kontrolünü elime almaya çalışmamıştım. Yine de düşündüğümden daha kolay olmuştu. Beni dışarı atmaya çalışan ruha alevlerle sesini kesmesini söylemem yeterli olmuştu. Yeni bedenimi kullanarak çevik bir hareketle kafama çarpmak üzere olan çakıyı yakaladım. Yaptığım işe tamamen odaklanabilmek için Arda’nın evine açılacak kapıyı çizmek için ruhumun o parçasına ait görüşten vazgeçtim. İşte yeniden tamamen kendi gözlerimle görebiliyordum etrafı. Ve manzara kesinlikle görmek istediğim bir şey değildi.

Yine açık verecektir efendim.

Biliyorum. Bu seferkini kapatmaya fırsatı olmayacak. Bu çocuk artık ayak altından tamamen çekilmeli.

“ JAY!” Ciğerlerimdeki tüm havayı kullanarak bağırdım. Yaman’la Ayas o kadar şaşırmıştı ki ikisi de birbirlerine doğru koşarken bir an için duraklamıştı. İlk kendine gelip atağa geçen Ayas olmuştu.

Evet! İşe yaradı!

Ayas Yaman’a o kadar hızı bir yumruk attı ki adamın bedeni yere kan damlalarından önce düştü. Elindeki bıçağı aynı hızda göğsüne doğru indiriyordu ki Yaman kenara yuvarlanarak bıçaktan kurtuldu. Yine de Ayas’ın onu bırakmaya dair en ufak bir heves kırıntısı dahi yoktu.

“ Bundan kurtulduğun için sevinmedim desem yalan olur Yaman.”dedi ayağa kalkmasına izin vermeden yüzüne az öncekinden daha da sert bir yumruk indirip onu yere sererken. “ Seni bıçakla öldürmek kayıp olurdu.” Boğazını tek eliyle kavrayarak Yaman’ı havaya kaldırdı ve tüm gücüyle onu duvara yapıştırdı. Hafif aşağı kayan başı ardında kırmızı bir iz bırakıyordu. “ Çıplak ellerimle yavaş yavaş halletmek varken bıçağı niye kullanalım değil mi?”dedi delice sırıtarak. Yaman nasıl hala kendinden geçmediğini anlayamasam da bir eliyle Ayas’ın kendini boğan eline yapışmış diğer eliyleyse Ayas’ın boğazına uzanmaya çalışıyordu. “ Neden sana merhamet edeyim ki?!”diye bağırdı. Boştaki eliyle Yaman’ın kendisine ulaşmaya çalışan elini yakalayıp arkaya doğru büktü. Kırılan kemiğin sesi Yaman’ın kahkahalarına karışırken damarlarımdaki kanın çekildiğini hissedebiliyordum. Bu Ayas olamazdı.

“ Sen de hala iş varmış Jay. Tatlı kızım ve şu senin herkesten saklamaya çalıştığın kıymetli kız kardeşin seni yumuşatmıştır diye düşünüyordum.”dedi burnundan akan kanların ağzına dolmasını umursamadan gülerek. “ Sahi artık başkan olduğuna göre mağaradan dışarıya çıkabilirsin Jay, ya da belki de artık Ayas’ı tercih edersin.”diye ekledi her kelimenin üzerine basarak. Ayas’ın yüz ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu. Şaşırdıysa bile bunu saklamayı iyi beceriyordu. Ya da belki nefreti kontrolü o kadar ele almıştı başka hiçbir duyguya yer yoktu.

Bu düşüncenin verdiği hisle titredim. Belki de bu yüzden saçlarıma dolanıp beni yere yapıştıran elleri ancak başım sertçe zeminden sekerken hissettim.

Elimde olmadan çığlık attım ve tüm dünyamda ışıklar çakıp sesler uğuldamaya başladığı an bundan pişman oldum. İçimden lütfen, lütfen Ayas buraya bakmış olmasın lütfen diye bağırıyordum. Eller beni saçımdan tutup sürüklerken yere düşen bedenin sesini duydum. Gözyaşları bir anda gözlerimi yakmaya başlamıştı. Neden olduğunu bile bilmiyordum. Canım yandığı için, kızgın ve dikkatsiz olduğum için ya da her nasılsa o düşen kişinin Ayas olduğunu bildiğim için olabilirdi. Bulanık görüntüler içerinde seçtiğim ilk şey havaya kalkan bir bıçak oldu. Yerdeki kan bulaşmış altın rengi saçların sahibi kıpırdamıyordu. Bıçağı tutan adamsa yaşadığı denge kaybına rağmen gülüyordu. Dudakları yavaşça hareket ediyordu.

“ Üzgünüm ama benim biraz acelem var. Bu seferlik merhametli olmalıyım.”

“ Yapma!” bağırdığımı sanıyordum ama sesim en fazla bir fısıltı kadar çıkıyordu. Bir ürperti tüm bedenimi kapladı.

Düşün Tara, düşün! Toplantı salonundaki ses moloz yığınından farksız beynimde yankılanıyordu. Sen aynı zamanda bir kâhinsin düşün! Bıçak o kadar yavaş bir şekilde aşağı iniyordu ki ağırlaşan göz kapaklarımı tutamaz hale geliyordum. Bir şeyler yap yerinden kalk! Alevini kullan! Ay Işığı olmak bu kadar basit mi? Eller kafa derimi yüzmek istercesine saçlarımı çekiyordu. Ayağa kalk! Yoksa Kuzey’in inat tüm o saçlarını ben yolarım! Işıklar neden bu kadar parlaktı ki? Bekle… Kuzey mi? Ayağa kalk!! Susmak bilmeyen sese arkadan bir başkası katılmıştı. Efendim, dalgakıranın tam yeri…

Kafam neden bu kadar kalabalıktı? Neden kendi sesim dışında her şeyi duyuyordum? Neler oluyordu? Neden yerdeydim ki ben? Az önce biri bana bir adres söylemişti, neden?

Ayağa kalk! Bir an için üzerime eğilmiş saydam küçük bir çocuk gördüğüme yemin edebilirdim. Tara ayağa kalkmak zorundasın! Ayas neredeydi? Ayas- AYAĞA KALK!

“ YAPMA!” Tüm gücümle bir anda netleşen dünyada ayağa kalktım. Ne başımın ağrısı ne de az önce yüzünü bile görmediğim adamın elinde kalan saçlarımın yarısı umurumda bile değildi. Alevlerden neredeyse kör olmuştum. Mavi kırbacımı uzatarak Yaman’ın Ayas’ın üzerine inmek üzere olan elini yakaladım ve kendime doğru çektim. O arkamdaki duvara doğru uçarken içimden ruhumun diğer parçasına duvarı itip kapıyı aç diye bağırdım. Yaman’ın hemen toparlanıp yanındaki adam sayesinde yeniden ayağa kalktığını görsem de umursamadım. Ayas’ın yanına dizlerim üzerine çöküp onu sırtıma aldım.

Kapıyı açan ruhumu geri çekerken bizden başka kimsenin geçmemesini sağlamak için kapının önüne ruh alevinden bir perde gerdim.

“ Bu kadar kolay gidebileceğini mi sanıyorsun Tara!”diye bağırdı Yaman. Gözlerinden sinirden nasıl da delirdiğini görebiliyordum ve gülümseyerek hayatımda hiçbir şeyin bana bu kadar zevk vermediği gerçeğini kucakladım.

“ Durdur beni! Eğer yapabilirsen…” Alevlerin öfkeme tepki verip tüm koridoru sardığını biliyordum. Rüzgârı hissediyordum. Daha da parlamak için güç topladığını hissediyordum. Karşımdaki adamı ki bir ay ışığı olmadığı halde ruh alevini çağırabilen tek kişiydi, şu an onu yakabileceğimi hissediyordum.

Hayır! Yaman bir adım atacakken durdu. Tanıdık tınılı ses büyük bir hiddetle konuşmaya devam etti. Kılına bile zarar vermeyeceksin!

“ Sahibini dinlesen iyi olur babacık…” dedim şaşkınlığımı kibirli olduğunu umduğum bir gülüşün ardına saklarken. “ İyi bir köpek ol.” Onu orada öfkeyle çığlık atarken izlemeyi her ne kadar deli gibi istesem de önceliklerim vardı. Kendimi geçide atarken diğer ruhlar gibi mavi olmayan küçük beyazımsı çocuğun gözyaşlarını silerek gülümsediğini gördüm.

Kafamı yere çok sert vurmuştum anlaşılan.

35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page