top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin ( Ay Işığı#2) - 14.Bölüm




-14-

Derin


“ Dikkatli düşün gördüğün yer burası mıydı?”dedim Kuzey’e bakarak. Kuzey karanlıkta daha rahat görebilmek için bal rengi gözlerini irice açarak etrafı inceledi.

“ Bu çok garip… Leydiyi yürürken gördüğüm yerin burası olduğuna yemin edebilirim. Ama hiçbir şey hissetmiyorum.” Önümüzde uzanan yeşilliğin içindeki şehir kalıntılarına göz gezdirdi. “ Tabi görüntüde şu anki halinden daha iyi durumdaydı ama yine de burası olmalı. Hem paradaki gri de burada olacağını söyledi.”

“ Gri mi? Gri de ne?”diye sordu Hilal. Sonunda peruğundan kurtulduğu için mutlu olan Arda da homurdanarak ona katılınca bir an için Hilal’in gözlerinin irileştiğini ve sanki Arda’nın olduğu taraf mayınlı araziymiş gibi başını öteki yöne hızla çevirdiğini göz ucuyla fark ettim. Daha sonra ilgileneceğim şeyler listesine ki oldukça uzun bir listeydi artık, bu bakış kaçırmayı da eklerken tüm dikkatimi ağzından çıkacak her kelimenin şu dakikada altın değerinde olduğu Kuzey’e yönelttim.

“ Aman hayalet işte, konumuz bu değil karıştırma!”

“ Belki de toprağın altında olduğu için hissedemiyorsundur.”diye fikir yürüttü Tara. Kuzey’in saçları içinde kaybolacak derecede havaya kalkmış kaşlarıyla karşılaşınca yüz seksen derece dönerek sırıttı. “ Diyeceğim, ama tabi çok saçma olacak. Sen her şekilde hissederdin. Bana bakma konuşuyorum işte öyle.”

Ayas sırtına aldığı Nisan’ı daha rahat tutabilmek için biraz zıplatırken iç çekti. Bense şakaklarımı ovalarken bir ileri bir geri yürümeye başladım. Ayaklarımın altında ezilen çimlerin hışırtısı antik şehirde uğuldayan rüzgârınkine karışıyordu. Sardes, Manisa’nın şehir merkezine pek yakın olmadığı ve güvenliği atlatmak bizim için çocuk oyuncağı olduğundan kimsenin olmayacağı gecenin geç bir saatinde buraya gelmeyi kararlaştırmıştık. Şimdi elimizde kocaman bir hiç baloncuğuyla şehrin ortasında dikilirken ne kadar doğru bir karar verdiğimizi anlıyordum.

Kuzey bir anda yürümeye başlayarak sanki birini takip ediyormuşçasına ilerledi. Eliyle onu takip etmemizi işaret etti. “ Gelin, bu taraftan.”

“ Hani hissedemiyordun?”dedi Tara kıstığı gözlerinin içine adeta onu hapsederek.

“ Hissetmiyor zaten sadece takip ediyor.”dedi Walker.

Kuzey sonunda gymnasium tarzı bir yer olduğunu tahmin ettiğim iki katlı Lidya’nın ve Sardes’in her yerde simgesi haline gelmiş kalıntının önüne gelince durdu. Walker’la ikisi sanki ayaklarının altında bir şey onları rahatsız ediyormuş gibi aynı anda önce toprağa sonra birbirlerine baktılar.

“ Bunu fark ettin mi?”diye sordu Kuzey. Walker bir süre gözlerini boşluğa odaklayıp yoğunlaşmaya çalışır gibi bir yüz ifadesi takındıktan sonra cevap verdi.

“ Evet, ama çok zayıf.”

“ Hey, hey dur bir dakika White Walker, sen neden bir şeyler hissediyorsun ki?”diye araya girdi Arda. Herkesin birbirini süzdüğü derin bir sessizlik oldu. Ayas’la bakışınca ikimizin de düşündüğü ancak dillendirmediği şeyi birbirimizin gözlerinde okuduk. Walker, Tara’nın geçmişinden biriydi, güçlüydü, yetenekliydi ve bir organizasyon başkanı tarafından sağ kolu olarak kullanılıyordu. Tara Ayasofya’nın önünde onun bir seçilmiş olduğunu itiraf etmişti yani hissedebilirdi. Ancak bu itiraf sırasında da Yerebatan’a indiğimiz sırada gündeme geldiği esnada da Arda konuşmayı duyamayacağı bir mesafedeydi. Ayas ve benim gibi tahmin edebilecek kapasitede olmadığını da düşünecek olursak evet, durumdan habersiz olan tek kişi oydu.

Tara abartılı sayılabilecek bir iç çekince Arda ortamda şaşıran tek insan olarak tenis maçı izliyor gibi bir Tara’ya bir Walker’a baktı.

“ Yani o da mı? Walker da mı?” Cevap olarak Tara’nın yeterince bariz değil mi bakışını alınca Arda şakaklarına masaj yapmaya başladı.

“ Bu da mı gol değil be? Bu da mı değil?” Ellerini iki yana açıp gökyüzüyle konuşmaya başladı. “ Allah’ım sen niye beni her gün sınıyorsun ya? Bir gün, sadece bir gün kırmızı kart görmeden oyunda kalamaz mıyım ben? Sen bunları bana sayıyla mı verdin? Hani anlamıyorum bu kadar seçilmişin seçilmişi, özel yetenekli adamı bir anda bir araya toplamak zor olmadı mı? Yenilmezler takımının içinde kalmış kuru temizlemeci çocuk dışında bir rol yok muydu bana da verecek ey güzel Allah’ım!”

“ Üzülme ya, bence sen o vücutla Hulk olursun.”dedi Hilal kıs kıs gülerek.

“ Ha çok teşekkür ederim, kendine gama ışını veren bir malım yani çok sağ ol.”dedi ve sonra aydınlanmış gibi durup ekledi. “ Evet, aslında kendine gama ışını veren mazoşist bir malım. Başka türlü hala bu grubun içinde yer almama imkân yok.”

“ Biraz abartmadın mı?”dedi Walker ağırlığını tek ayağı üzerine verip kollarını göğsünde kavuşturarak. İşimize dönmemiz gerektiğini söylemek için ağzımı açıyordum ki Arda lafı resmen soluk borumdan aşağı tepikledi.

“ Abarttım mı? Abarttım mı? Şöyle bir adım geri çıkıp bir halimize baksana. Hani çok fazla seçilmiş yoktu? Maşallah şu grubun içinde bile sekizde ikilik bir payınız var ki bu da yüzde yirmi beş ediyor canım. Elimi sallasam Türkçeyi sular seller gibi bilen bir seçilmişe çarpıyorsun, hayırdır? Siz fabrika imalatı mısınız? Size çıkarken bütün dilleri yüklüyorlar mı? Hayır anlamıyorum ki topu topu kaç yaşındasınız, bunu hepiniz için söylüyorum, bu kadar çok şeyde uzmanlaşacak vakit buldunuz? İki ayaklı ansiklopedi, bir Ninja, bir Dr.Frankenstein, bir de Google çeviri uygulamasıyla dolanıyoruz her yerde. Ya siz çok zekisiniz ya da ben çok salağım. Şurada normal bir Hilal ve ben mi varım yani?” Yaptığı bu ani çıkışa tepki veremeden kalakalınca Arda Hilal’e kaçamak bir bakış atarak ekledi. “ Bu da çok normal değil zaten… Gruba bak üç ay ışığından ikisi burada!”diye mırıldandı.

“ Bunun tesadüf olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun.”dedi Walker kendinden fazlasıyla emin bir şekilde.

“ Ne demek şimdi bu White Walker?”

“ Hepimizi buraya bir şeylerin, daha doğrusu birilerinin getirmediğini nereden biliyorsun demek. Senin için başkasının yazıp düzenlediği bir kaderi yaşamadığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”Yeniden ortama bir sessizlik çöktü.

“ Bir şey biliyorsun.”dedi Tara Walker’a doğru tehditkâr bir adım atarak. Gözlerinden fışkıran öfke iradesinden oluşan bir duvara çarpıp geri dönermiş gibi Walker’a ulaşmadan yok oluyordu. Sıkılı yumrukları öfkeli ama kontrollü olduğunu, en önemlisi de hemen bir açıklama almadığı takdirde işin tadının kaçacağını anlatıyordu. Aslında Tara sadece dikilmiş, Walker’a bakıyordu ama kendi üzerinde sahip olmadığını sandığım kontrol duygusunun yüzündeki o yansıması inanılmaz tanıdıktı. Duruşuyla, gözleriyle ve hatta sözlerindeki tonlamayla bile karşımda Nisan duruyordu…

Hayır… Gözlerimi yumarak zihnimi bana son zamanlarda oynamayı pek sevdiği oyunlardan uzaklaştırdım. Walker’ın konuşmaya başlaması da bunu kolaylaştırmıştı.

“ Biliyorum, hepiniz biliyorsunuz Tara.”dedi ve tek adımda ikisinin arasındaki mesafeyi kapattı. “ İster inan ister inanma, o gün orada gördüğün her şeyin nedeni bu.”

“ Tara ne gördü?” Ayas o kadar keskin bir şekilde araya girdi ki Walker istemsiz olarak geriye doğru bir adım attı.

“ Baban Tara, her şeyin arkasında onun olduğunu sen de biliyorsun. Hepimiz onun bize biçtiği rolleri oynuyoruz, hala!”

“ Nasıl bu kadar emin olabilirsin?”

“ Çünkü onu tanıyorum, her açıdan. Senin bilmediğin açılardan da. Yaşayıp gördüğüm onca şeyden sonra kimse beni o adamın planlarının böyle geri tepeceğini, Nisan’ı ya da leydiyi hesaba katmadığına inandıramaz. Onu çok hafife alıyorsun, alıyorsunuz.”

“ Kimse de beni bunu senin kendi rızanla söylediğine inandıramaz. Belki de şu anda burada babam öyle söylemeni istediği için bunları konuşuyoruzdur.” Yumruklarını serbest bırakıp sanki bu konuşma bir oyunmuş ve o oyun çok hoşuna gidiyormuş gibi kollarını kavuşturdu. Hepimiz dalgakıranı umursamıyormuş gibi önümüzde dönmekte olan tiyatroyu izliyorduk ve açıkçası, konu ilginç yerlere doğru kayıyordu.

“ Artık onun için çalışmıyorum.”dedi Walker dişlerinin arasından.

“ Bir zamanlar çalıştığını kabul ediyorsun yani.”

“ Tara konu bu değil!” Tara cevap vermek için ağzını açmıştı ki Ayas araya girdi.

“ Hayır, Walker’ın haklı olabileceği noktalar var.”dedi. Walker da dâhil olmak üzere hepimiz şaşkınca ona döndük. “ Hepimiz artık iki sene önce Yaman’ın evindeyken olan patlamanın onun eseri olduğunu biliyoruz. Yaman’ın o gün yanımızda olduğunu bilmediği tek bir kişi vardı, o da Tara’ydı. Yani ruh alevini kullanabilecek tek kişi, Nisan henüz güçlerinin farkında değildi.

O günkü patlamaya sebep olabilecek iki şey var. Birincisi laboratuarında ters giden bir şeyler olmuş olabilir, ama Walker’ın da söylediği gibi Yaman’ın biz oradayken deney tüpleriyle oynayıp evini havaya uçuracak kadar dikkatsiz olduğunu düşünmüyorum. İkinci seçenekse kasıtlı yapmış olması, o gün orada bizi öldürmek istedi.” Tara gözlerini kısarak Ayas’a baktı.

“ Sizi neden öldürmek istesin ki? İşine yarıyordunuz.” Ayas dalgın dalgın başını iki yana salladı. “ Hayır, ihtiyacı yoktu. Bulmacayı çözmüştük o dakikadan sonra Kaz Dağına gittiği takdirde taşı kendisi bulabilirdi.” Başını kaldırıp bana baktı. “ Bizi gerçekten öldürmeye çalışmış olmalı.”

“ Hepinizi değil.”dedi Walker başıyla Nisan’ı işaret ederek. “ Şu an bile bir zamanlar içinde olan ruhunun enerjisini hissedebiliyorum, çok güçlü. Yaman’ın bunu fark etmemesine imkân yok.” Tara’nın savunması bir anda yok oldu. Yüzünden geçen gölge irileşmiş gözleri tarafından yutulup yok oldu.

“ Nisan’ı istiyor… Nisan’ı hala istiyor!” Sesi başta bir fısıltıdan farksızken cümlesinin sonuna doğru bir telaş sarmıştı. Dönüp elleriyle kollarımın üst kısmını sıkıca kavradı. Ben şaşkınlıkla ona bakarken yüzünden çözemediğim onlarca duygunun geçtiğini gördüm.

“ Derin, bana net bir şey söylemen lazım. Size saldırdıkları zaman Nisan’a da saldırdılar mı?”dedi beni sarsarak.

“ Ne demek istiyorsun?” Ne demek istediğini öyle iyi anlamıştım ki canım yanıyordu. Ama kabullenmek, bunu düşünmek istemiyordum. Nisan’ın ruhunu ararken en azından bedeninin güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Bana düşündüklerimin aksini söylemesi için yalvaran gözlerle Tara’ya baktım.

“ Nisan’a zarar verdiler mi yoksa…” Bakışlarımı Tara’dan kaçırarak yaşadığımız her şeyi bire bir anlattığım Kuzey ve Ayas’a çevirince onların da suratında kendi yansımamı gördüm.

“ Onu götürmeye çalıştılar.”dedi Hilal titrek bir sesle. “ Zarar vermeden sadece alıp götürmeye çalıştılar.”

“ Yaman mı? Tüm o karışıklığı yaratan kişi Yaman mı?”dedi Arda hırsla. İçimde bir öfke dalgasının kabardığını hissederken Walker’ın söylediklerinde haklı olduğuyla ilgili onlarca kanıt geliyordu aklıma.

Nasıl oluyordu da Yaman Nisan’a olanlardan sonra bu kadar kolay ortadan kaybolup izini kaybettiriyordu? Neredeyse iki buçuk yıl boyunca onu deli gibi aramamıza, her deliğe bakmamıza rağmen hiçbir şey bulamazken bir gün adamları aracılığıyla kendini gösteriveriyordu ve bu tam olarak da Nisan’ın ruhunun uyandığı zamana geliyordu. Belki de en başta Nisan’la beni seçerek yanımıza gelmesi bile planlıydı.

Ne yaptığı, ne düşündüğü umurumda bile değildi. Sırf taşı bulmamız için bir hastalık yarattıktan sonra taşın yok olmasını neden umursamadığı, neden ortaya çıkmadığı beni zerre kadar ilgilendirmiyordu. Beni sadece şu dakikadan sonra Nisan’ı tıpkı Tara gibi kendi kobay faresi yapmaya çalışması ilgilendiriyordu. Beni sadece ona elini dahi sürmeye kalkarsa ona ölümlerden hangi ölümü beğenip uygulayacağım ilgilendiriyordu.

“ Nereden biliyordu peki?”dedim ruhsuzca. “ Nisan’ın uyandığını nereden biliyordu?” Walker da Tara da bilmediklerini anlatmak için başlarını iki yana salladılar.

“ Bunu daha sonra konuşuruz, şimdi ne yeri ne de zamanı. Yapmak için geldiğimiz işi halledelim ve gidelim.”dedi Ayas sinirle. Sırtındaki Nisan zayıf ay ışığı altında her zamankinden daha da solgun görünüyordu. Kafamdaki düşüncelerin birbirini ezmesine aldırmadan onları arka plana ittim. Ayas haklıydı. İşimize bakmalıydık.

Kuzey ayağıyla toprakta bir bölgeyi işaret etti. “ Burası.”

“ Geri çekilin.”dedi Tara. Walker ve Kuzey itaatkâr bir şekilde iki yana açılırken Tara sağ kolunu öne doğru uzattı. Bir anda kolunu saran alevler belirdikleri kadar hızlı bir şekilde Tara’nın avuçlarından fırlayarak toprağa çarptı. Alevler yok olurken toprak sızlanmaya benzer bir ses çıkartarak açılmıştı. Dikkatli bakınca biraz aşağıda topraktan daha koyu duran siyah kutuyu seçebiliyordum.

Kuzey hemen dizlerinin üzerine çökerek kutuyu olduğu yerden aldı. Nedense hepimizin yüzüne yerleşen rahatlama ifadesini Kuzey ve Walker taşımıyordu. Elindeki kutuyu dünyanın en eski buluntusuymuş gibi dikkatle tutan Kuzey başını kaldırarak ayakta dikilmekte olan Walker’a baktı. Aynı endişe benzeri ifadeyi paylaştıklarını görmek şaşırtıcıydı.

“ Ters bir şeyler var.”dedi Walker. “ Kutuyla ilgili ters bir şeyler var.”

“ Nasıl ters bir şey? Onu bulduk işte alıp gidelim ve güvenli bir yerde açalım.”diye çıkıştı Tara.

“ Tara bilemiyorum, ikimiz de hala o zayıf enerji dışında bir şey hissedemiyoruz.”

“ Kutu bunun için özel yapılmış olamaz mı? Zaten leydi olabildiğince bu dalgakıranları saklama ihtiyacı duymuyor mu?”dedi Arda.

“ Evet, bu açıklama kulağa mantıklı geliyor ama içimde kötü bir his var.” Kuzey konuşurken direk bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp iç çektim. Söylemek üzere olduğum şeyin riskinin farkındaydım.

“ Kutuyu aç.”dedim kendimden emin bir sesle.

“ Sen delirdin mi?”diye çıkıştı Ayas. “ Dalgakıranlarla ilgili çok fazla şey bilmiyoruz. Ya Kuzey açarken yanlışlıkla ona dokunursa? Böyle bir yerde o görüntülere ulaşmaya çalışmak çok riskli! Her kim yapıyorsa zarar görebilir ve şu an bunu önleyecek konumda değiliz!”

“ Biliyorum.” Ayas itiraz etmek için yeniden ağzını açıyordu ki telefonunun titreme sesi yüzünden sözlerini yutmak zorunda kaldı. Hemen öne atılıp Nisan’ı onun sırtından kibarca kucağıma alırken o da cebinden telefonunu çıkarttı. Arayanın Oğuz olduğunu görmek Ayas’ın yüzünü buruşturmasına neden oldu.

“ Ben gelmeden hiçbir şey yapmayacaksınız.”diye fısıldadı. Nisan’ı sıkıca kavrarken ona baktım.

“ Bana güvenmiyor musun?” Ayas balıklar gibi birkaç kez ağzını açıp kapattı. Oynamayı pek sevmesem de her seferinde işe yarayan bir karttı bu. “ Hadi git bak telefonuna.”diyip onu ayağımla kovaladıktan sonra Kuzey’e döndüm.

“ Kutuyu açın.” Kuzey başıyla onaylayarak elindeki kutuya döndü. O yavaşça kapağını aralarken ben Nisan’ı daha da sıkıca tuttuğumu hissettim. Onu böyle yanımızda bir eşyaymış gibi taşımaktan nefret ediyordum. Ama başka çaremiz yoktu. Hele bu Yaman işini enine boyuna konuşmadan onu arkamızda bırakamazdık, bırakamazdım.

Kuzey sonunda kutuyu açmayı başarırken hepimiz nefeslerimizi tutmuş ne olacağını bekliyorduk. Ancak hiçbir şey olmadı. Ne bir ışık, ne bir anda Kuzey’i içine çeken anılar, ne de herhangi bir görüntü… Boşluk… Boştu… Kutunun içi boştu.

Daha bir tepki vermemize fırsat bırakmadan Ayas konuşmasını bitirerek geri döndü.

“ Kutuyu yanınıza alın, acilen Amerika’ya gitmemiz gerekiyor. Organizasyon başkanı Ethan Johnson evinde ölü bulunmuş.”

52 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page