top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Kahin ( Ay Işığı#2) - 11.Bölüm



-11-

Hilal


“ Tamam, şimdi bana ne yapmam gerektiğini söyle.”dedi Tara üzerimden özenle aldığı gömleğimi elinde bir top gibi buruşturup kenara atarken. O gömleği sevdiğimi söylemek için sanırım çok geçti.

“ Bana önce elinde ne olduğunu göstermen gerekiyor. Ona göre ne yapabileceğimize bakarım.”dedim dişlerimin arasından. Başımı sesimi duyması için yan çevirdim.

“ O konuda endişelenme. İhtiyacın olan her şeyi burada bulabilirsin.”dedi Ayas. Tara’nın elindeki çantayı ve odanın köşesinde duran şifonyeri gösterdi. “ Burası çok küçük bir ada gidebileceğimiz herhangi bir yer yok. Kapıdan geçen ağır yaralılar için burayı ilkyardım amacıyla kullanabileceğimiz şekilde düzenledik. Gelen her yaralı adanın altındaki gerçek merkeze ulaşacak süre dayanamayabiliyor.”

“ Yani gerçek merkez denizin altında öyle mi? Neden şaşırmıyorum?”diye homurdandım. Mersin’deki merkezin hastanesini düşününce buranınkini hayal dahi edemiyordum. Tüm Marmara denizini kapladığını söyleseler inanırdım.

Arda’yla aldığımız eğitimlerde ayrılan bazı kısımlar vardı. O daha çok güç üstüne eğitilirken ben tıbbi alanda eğitilmiştim. Okulda öğrendiklerim merkezde öğrendiklerim yanında neredeyse solda sıfırdı.

“ Harika, tamam. Şimdi dışarı çıkmanı rica edebilir miyim? Tişörtümü çıkartmalıyım da.”dedim sırıtmaya çalışarak. Ayas kaşlarını çatarak bir bana bir Tara’ya baktı.

“ Yanlış anlama halledemeyeceğini düşündüğümden değil ama tek başına yapabilecek misin?”dedi Tara’ya.

“ Bu kız ben merkezde eğitimi alırken hep yanımdaydı. Teorik olarak her şeyi biliyor, onu yönlendirmem yeter. Sizin o yeni biyolojik silahlarınız gökten inmedi, ikimiz yarattık.” Tekrar itiraz etmeye başlayacağını anlayınca gözlerimi açabildiğim kadar açarak bundan rahatsız olup odayı terk edene dek ona dik dik baktım. İç çekip pes etti ve odayı terk etti. Arda’da elimi bırakıp gitmeye yeltenmişti ki ona daha sıkı yapıştım.

“ Sen nereye?”

“ Ee, dışarı çıkmamızı istemedin mi?”

“ Onun evet, senin hayır. Kolunu tırmalayacağım birine ihtiyacım var burada.”Arda gözlerini devirerek sedyenin boş baş kısmına oturdu.

“ Onun kalmasın istediğine emin misin?”dedi Tara. Tişörtümü kesmek üzere hazırladığı makasın ağzını tehditkâr bir şekilde açıp kapadı.

“ Sorun yok, bu çocukla neredeyse aynı evin içinde büyüdüm ben. Hem…” Arda’nın ufak bir çığlık atmasına yetecek kadar güçlü bir şekilde elini sıktım. “ Bakmaya çalışırsa başına ne geleceğini biliyor.”

“ Sanki bakmak isteyen var da…” Bu kez koluna tırnaklarımı geçirdim. “ Ah!”

“ Başlayabilirsin Tara.”dedim pis pis sırıtarak. Tara cam parçalarına dikkat ederek tişörtümü keserken Arda’nın kafasını başka bir yöne çevirdiğini görüp canımın ne kadar acıdığını umursamadan kıkırdadım.

“ Kendini çok sıkma Hilal, canın acıdığında gerçekten tırmalayabilirsin.” Normalde söylemesi gereken kolumu kırıp sporculuk hayatımı mahvedersen senin kafa derini yüzerim bilmiş ol cümlesiydi. Ona zarar vermeme izin verdiğine göre durumum tahmin ettiğimden daha kötüydü.

Ne yazık ki Tara kesmeyi bitirip tişörtümü üzerimden alırken yaptığı bu şirinliğe tepki olarak ağzımdan bir inilti çıktı. Bunu benim yapmam gerekirken Arda’nın elimi sıktığını hissettim. Tara canımı acıtmamaya çalışarak saçımda kalan iki üç cam kırığını eliyle ayıkladı ve saçlarımı işine engel olmasın diye omuzlarımdan öne doğru bıraktı. Sutyenimin kopçasını açıp askıları yavaşça kolumun üst kısmına indirdi.

“ Aah… Şey… Şimdi ne yapmalıyım?” Tara’nın sesi titredi.

O kadar kötü olamaz.”diye homurdandım. “ Penset var değil mi?”

“ Evet.”

“ O zaman önce camları çıkarman gerekiyor.” Tara vakit kaybetmeden dediğimi yaparken ben gözlerimi sımsıkı kapatarak çabuk bitmesi için dua etmeye başladım. Kendimi hem acıdan hem de az önce yaşadığım şeylerin kafamda dolanan görüntüsünden kurtarmak ister gibi Arda’nın koluna yapıştım.

“ Tamam, sanırım hepsi bu kadar.”

“ Üzerini temizlememiz lazım. Oralarda serum fizyolojik olma olasılığı ne?”

“ Buldum.”

“ Harika, önce onunla yıka. Sonra içten dışa doğru aynı yere bir daha değmeyecek şekilde batikonla temizle.” Tara bir kez daha ona söylediğim şeyi hızla yapmaya başladı.

“ Derin yara var mı?”dedim gözlerimi açmaya korkarak. Sanki onları sımsıkı yumarsam acım azalacakmış gibi hissediyordum.

“ Ne kadar bir derinlikten bahsediyoruz?”

“ Dikiş gerektirecek kadar.” Aslında cevabını bildiğim bu soruyu sorarken Tara’nın eli canımı en çok yakan bölgeye geldi. Sıçrayıp tavana yapışmamak için dişlerimi sıkarak tırnaklarımı bu sefer gerçekten Arda’nın koluna geçirdim.

“ Şey, sanırım bu biraz derin…”

“ Evet, fark ettim.” Tırnaklarımı neredeyse kolunu kanatacak kadar derine soktuğumu görünce pençelerimi Arda’nın üzerinden çekerek koluna titrediğini daha yeni fark ettiğim parmaklarımla tutundum.

“ Ne yapmalıyım?”

“ Üzerinde lidokain yazan küçük bir şişe olmalı.” Bütün aradıklarımı buluyorsam bu da mutlaka olmalıydı. “ Şırıngayı al ve 10cc lidokanini dikilmesi gerektiğini düşündüğün yaralı bölgenin iki tarafına da farklı farklı yerlerden sokarak azar azar ver.”

“ Tamam, anladım.” Şişe tıkırtısına benzer bir ses duyduğumda kafamı masaya gömme isteğimi bastırmak zorunda kaldım. “ Şey, bu acıtabilir değil mi?”dedi Tara.

“ Sanki öncesi acıtmıyordu da…”

“ Efendim?”

“ Onu bana değil Arda’ya söyle. Malum acımı aynı oranda kendisine iletiyorum.” Aslında bu kendimi kötü hissetmeme neden olmuyor değildi ama şu an bazı sebeplerden ötürü bencilliğimin doruklarındaydım. Ben Derin gibi yaralarıma rağmen sırıtıp karşımdakileri düşünebilecek biri ne yazık ki değildim.

“ Benim için sorun değil.”dedi Arda ve elini koluna yapışmış elimin üzerine koydu. “ Sen yine de canını acıtmamaya çalış.”

Daha iğne tenime değdiği ilk anda çığlığı basarak sedyeden kalkmak istedim ama sabit kalmak için direndim. Gözlerimi acıtacak kadar sıkı kapattım ve doğal bir refleksmiş gibi Arda’ya resmen yapıştım.

Tara’nın iğneyi yapmasının ardından kısa sürede acının yakıcı kısmı yok olmuş sadece sızı kalmıştı.

“ Tamam, uyuştu. Şimdi dikmemiz gerekiyor. Eline bir eldiven geçir.” Gelen o mükemmel şak sesinden Tara’nın eldiveni giydiğini anladım. “ Şimdi, orada her ne varsa vicryl ya da ipek iplikle penset kullanarak dikmen lazım. Canımın acımasından korkma sadece elinden geldiğince düzgün yapmaya çalış. Kesiğin boyutu ne?”

“ Şey, sanırım yedi santim kadar. Belinin sağ üst kısmında.”

“ Harika! Elveda sırt dekoltesi ve bikiniler!” Kafamı masaya vurarak sektirmek istiyordum. “ Yedi santim mi? Yedi santim mi?! Camı sırtımdan çıkartıp yerine geri monte etseydik bari!”

“ Bence o kadar kötü görünmüyor.”dedi Arda.

“ Sen nereden biliyorsun ki?” Bir an durakladım. “ Bakıyorsan gözlerini oyarım.” Başımı canımın acımasını umursamadan kaldırıp ona baktım. Kafasını tamamen öteki tarafa çevirmişti.

“ Bakmama gerek var mı ki? Ayyy, çok kötü görünüyor senin yerinde olsam bir daha toplum içine karışamazdım. Sırt dekoltesi olmayacaksa hayatının ne gibi bir anlamı olabilir ki? Bence böyle bırak kendisi iyileşsin, dememin bir yararı olmayacağına göre? Yararlı bir şeyler söyleyeyim dedim.”

“ Kolun elimde ve kırmaktan çekinmem.”

“ Aman kır! Hep kafamı kırıyorsun bir değişiklik olmuş olur senin içinde.”

“ İlacın etkisi ne kadar acaba? Geçmeden dikmem gerekmiyor mu?”dedi Tara kafamı zorla yeniden masaya yapıştırarak.

“ Dikişlerin arasında birer santim bırak.”dedim pes edip.

Dikiş kısmı kesinlikle iğneden daha iyiydi. Tara’nın ipliği çekişini ve bağlayışını hissetsem de acı yoktu. Acı yerine sadece ufak bir sızı hissediyordum. Tara işini bitirdikten sonra yavaşça batikonla silip üzerine steril spanç koydu ve flasterle sabitledi.

“ Sanırım, tamam.”

“ Hayatımı kurtardın Tara teşekkür ederim.”dedim minnetle.

“ Onu yapan Derin değil miydi? ”dedi Arda.

“ Teknik olarak ben onu kurtardım ama ayrıntılar kimin umurunda?”

“ Tamam, bunu bir anda tamamen iyileştiremem biliyorsun bu bir hastalık ya da zehir değil, yaralanma. Ama ağrını azaltmayı deneyeceğim.” dedi Tara ellerini kibarca dikişlerimin üzerine yerleştirirken. Dişlerimi sıkıp canımın acımasını bekledim ama Tara’nın elleri yanığın üstüne konan buz gibi iyi geliyordu. “ Ellerimi yıkayıp hemen geliyorum. Arda, sakın kıpırdama ve onun kıpırdamasına da izin verme.”

“ Emredersiniz.” Tara çıkıp ardından kapıyı kapatınca odaya kısa ama rahatsız edici bir sessizlik çöktü.

“ İyi misin?”diye sordu Arda sonunda sessizliği bozarak.

“ Uyuşuğum.”dedim yavaşça. “ Ne yazık ki sadece bedenen, zihnen değil.” Başımı onun olduğu tarafa çevirerek sedyenin üzerinde duran eliyle oynamaya başladım. Artık odaklanabileceğim bir acı olmadığı için kendimi her an yeniden ağlamaya başlayabilirmişim gibi hissediyordum. “ Ben katilim.”

“ Hayır, değilsin.”

“ Arda, bugün dört kişiyi öldürdüm.”

“ Bu seni katil yapmaz.”

“ O zaman ne beni katil yapar?” Elimi yakalayarak sıkıca tuttu. Başını önüne eğdi.

“ Mesela insanları öldürmek seni katil yapar. Onlar insan değil.” Elimi bırakmadan sedyeden aşağı indi. Hemen başımın önünde dizleri üzerine çökerek bana döndü. Boştaki kolunu sedyeye koyarak kafasını yasladı ve elimi yüzümün yanına çekerek bana baktı.

Şaşkınlıktan bir an için ne diyeceğimi bilemedim, hatta ona kızamadım bile. Aslında ortada kızacak bir şey yoktu. Görebildiği tek şey şaşkın bir ifadenin asılı kaldığı suratımdı. Tıpkı benim görebildiğim tek şeyin tedirgin ve yorgun görünen bir çift koyu yeşil göz olması gibi.

“ Sen… İyi misin? ”dedim kendime gelmeye çalışarak. Bir an için iki yıl öncesinin anılarına gitmiştim sanki. Ben zırlayıp Derin’in yarısıyla ilgilenirken Arda’nın kaç kişiyi öldürmek zorunda kaldığını sayamamıştım bile. Ne o gün ne de daha sonrasında bunun hakkında tek kelime bile etmemişti. Hiç yaşanmamış gibi davranmıştı.

O kadar mükemmel bir arkadaştım ki bu ancak şimdi aynı şeyleri yaşayınca aklıma geliyordu.

“ Gerçeği mi istersin?” Yüzünde hayatımda ilk defa gördüğüm buruk bir gülümseme vardı. Konuşursam ağlamaya başlamaktan korktuğum için başımı sallamakla yetindim.

“ Pek iyi değilim.”

“ Neden?”

“ Ben sizin gibi değilim.”dedi iç çekerek. “ Olan biten her şeye rağmen ayaklarımın üstünde dimdik durarak hırsla gelecekte olacak olanları göğüsleyemem. Kendimi hedefime odakladıktan sonra ne kadar düşersem düşeyim sizin gibi kalkıp devam edemem.” Başını kolundan kaldırarak çenesini sedyeye dayadı. Parmağını yüzümün yanına düşmüş bir saç tutamına dolayarak onunla oynamaya başladı. “ Attığım her adımda geriye dönüp bakmadan edemiyorum Hilal. Şu halimize bak… Şu haline bak… Ya sana,” Bir an için duraklayıp devam etti. “ Ya sana daha kötü şeyler olsaydı? Ya şu an burada benimle konuşamıyor durumda olsaydın? Ya Kuzey o hastalıktan hiç kurtulamasaydı?”

“ Arda-”

“ Beni yanlış anlama. Kimseyi suçluyor değilim. Ne içerideki iki mükemmel insanı ne de Nisan’ı… Belki de hiçbirinizin özlemediği şekilde özlüyorum Nisan’ı. Sadece onu görmek istiyorum. Oturup onunla konuşmak… Yaptığı aptalca şakaları özlüyorum, bizim yanımızdayken yüzüne yayılan o gülümsemeyi özlüyorum… Bazen sokakta köşeyi döndüğümde karşıma çıkacakmış gibi hissediyorum. Biliyorum çok saçma… Ama ben arkadaşımı çok özlüyorum Hilal… Arkadaşlarımı özlüyorum… Seni özlüyorum, Kuzey’i özlüyorum…

Amerika’ya hayallerimin peşinden gitmedim. Uzun bir süre kendimi kandırmaya çalıştım ama artık biliyorum ki bu yanlış. Herkesten, her şeyden kaçmak istediğim için gittim. İşe yaramadığı su götürmez bir gerçek. Her gün sadece biraz daha yalnız hissetmeye başladım. Devam etmek istemiyorum, geri dönmek istiyorum. Derin’in Nisan’ı okuldan almaya geldiği güne geri dönmeyi istiyorum.

Elimden gelseydi bu gün o duyguyu hiç tatmamanı sağlardım. İlk başta kabul etmesi zor biliyorum. Hırsız, kâhin ya da seçilmiş olmaları umurumda bile değil. Benim gözümde hepsi insan. Kuzey’in de Derin’in de Ayas’ın da bizden bir farkı yok. Ama o öldürdüğün yaratıkların farkı var Hilal. Onlar insan değiller. Kendi düşünceleri, kararları yok. Bu da onları benim gözümde bir böcekten farksız kılıyor. Ve daha önce ezdiğim bir böcek için hiç oturup ağlamadım… Sen de anlayacaksın. O yüzden lütfen, kendini bundan dolayı hırpalama. Canın yeterince acımıyor mu?” Elini birkaç saniyeliğine daha konuşmasının başında düşmeye başlayan yaşlarımı silmek için saçlarımdan çekti. Neden bu kadar kalın kafalı olmak zorundaydım? Neden o anlatmadan ne hissettiğini anlayabilecek kadar iyi olamıyordum? Onunla kavga etmeden konuşmamız için acıdan kıpırdayamaz mı olmalıydım yani?

“ Neden?”dedim yüzüne bakmaya çalışarak. “ Neden daha önce nasıl hissettiğinden bahsetmedin? Neden geri gelmedin?!”

“ Kendimle yüzleşemedim. Orada en azından işe yarayabilirdim… Hilal ben senin kadar güçlü değilim.” Yüzündeki anlayış bekleyen ifadeyi görmek istemiyordum.

“ Ben güçlü falan değilim! Şu halime bak, delik deşiğim ve yarım saattir bir bebek gibi zırlayıp duruyorum! Sürekli birilerinin beni teselli etmesi gerekiyor, bu mu güçlü olmak?” Yüzüne alışık olduğum gülüşü yayıldı.

“ Bu dediğini Nisan duysa ne derdi?” Gözlerimi kaçırdım.

İnsanlar sadece güçlü olduğu için ağlarlar.” Yaşlar yeniden ama bu sefer çok farklı nedenlerden gözlerimden boşalmaya başladı.

“ Aferin sana.” Sanki köpeğiymişim gibi sırıtarak saçlarımın önünü karıştırdı.

“ Bunu bir daha yapma.”dedim burnumu çekerken.

“ Saçların böyle daha güzel bence.”

“ Hayır, o değil. Bir daha sakın benden bir şey saklama. Nasıl hissettiğini bilmek istiyorum Arda. Sandığın gibi geçmişte yaşayan tek kişi sen değilsin. Tek farkımız ben bir gün bunların geçeceğini eskisi gibi olacağımızı biliyorum ve deli gibi o günün daha çabuk gelmesi için çalışıyorum. Ben de özlüyorum… Hem de her şeyi.”

“ Ne dilediğine dikkat et.”

“ Ben ne dilediğimi çok iyi biliyorum.” Kendimi unutarak hareket etmeye çalışınca yüzümü acıyla buruşturup kaskatı kesildim. Ayağa zıplamaya hazır Arda’yı boştaki elimle durdurup iyi olduğumu yüzümdeki zoraki sırıtışla göstermeye çalıştım. “ Dediğim gibi ben ne dilediğimi biliyorum. En başından beri biliyordum. Nisan’ın nasıl bir hayatı olduğunu da, Derin’i de, bu işe bulaşırken tam olarak başıma ne aldığımı da… Ama Arda, geçmişe dönsem bile verdiğim ufacık bir kararı dahi değiştirmem.”Elini sıkarak yüzüme bakmasını sağladım. “ Birkaç dikişin Nisan’ı bulmaya yaklaşmamız ve senin bana nihayet içini döküyor olmanın yanında hiçbir değeri yok, beni anladın mı?”

“ Sanırım bu yüzden…”dedi kendi kendine. “ Her zaman bu kadar kararlı olmak zorunda mısın?”

Sırıttım.

“ Birilerinin olması lazım, değil mi? Söz veriyorum o kadar kavgacı olmayacağım, birilerini güldürmek için bile olsa olamayacağım. Beni biliyorsun işte. Yine de sevgimi göstermek için laf çarpmanın dışında bir yol bulmamın zamanı geldi. Artık saklanmak yok, tamam mı?” Durup küçük bir çocuk gibi kafasını sallayışını izledim. Bunu neden daha önce yapamamıştık ki? Onu kaybetmek istemiyordum. Eğer o olmazsa devam edemezmişim gibi hissediyordum. Zaten Amerika’da olması Kuzey ve benim için o çakılara rağmen yeterince zordu.

“ Peki, Amerika’ya dönecek misin?” Nefesimi tutarak vereceği cevabı bekledim.

“ Bilmiyorum… İstemiyorum.”

“ Acele karar verme. Oturup gerçekten düşünmeni istiyorum.” Elimi elinden çekerek yanağına koydum. “ O halde söz verdin kabul ediyorum.” Kısa bir an hiçbir şey söylemeden suratıma baktı.

“ Biliyordum.”dedi yavaşça.

“ Neyi biliyordun?” Kaşlarımı kaldırarak hiçbir şey okuyamadığım suratını süzdüm.

“ Bunu.”dedi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan başını eğerek beni yavaşça öptü.

Kendini geri çekerken şokla irileşmiş gözlerime eğlenerek baktı.

“ Seni seviyorum.”

Kapı kolunun sesini duyup da ayağa fırlayarak sedyenin baş kısmına Tara içeri girmeden salise farkla yerleşirken ben az önce dudaklarını benimkilerden çektikten sonra söylediği şeyin etkisiyle şoktan kıpırdayamıyordum.

Arda… Az önce… Beni… Arda… ???

“ Özür dilerim Hilal, içeride Derin’in anlattıklarını duyunca bir an kendimi kaptırmışım. İyi misin? Belki de sana bir ağrı kesici versek daha iyi olur… Hepimiz yatmanı tercih ederiz ama muhtemelen bunu yapmayacağından en azından şunları giymeyi kabul et. Sırt derin gerilmemeli yani oturamazsın ve… Hilal iyi misin? Yüz ifaden hiç normal değil!”

41 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
sky-rie©Copyright
bottom of page