top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

KAHİN - (Ay Işığı #2) 2.Bölüm

Güncelleme tarihi: 24 Nis 2019




-2-

Jay


“ Kontrol ettin mi?”diye sordum. Kuzey arka koltuğa yerleşirken umursamaz bir şekilde el salladı.

“ Evet, elbette kontrol ettim. Arabada rahatça konuşabilirsiniz.”dedi. Derin de yanımdaki koltuğa oturup kapısını kapattıktan sonra iç çekerek kontağı çevirdim. Audi’yi Sumire’nin küçük fakirhanesinin otoparkından çıkartarak Oğuz’un Phantom’unun arkasına takıldım.

“ Şimdi nereye gidiyoruz?”dedi Kuzey.

“ Tokyo’daki ana merkeze.”

“ Sahi, neden sizin şu çakıları kullanarak gitmiyoruz?”

“ Bazı güvenlik önlemlerinden dolayı Tokyo merkeze onunla bir kapı açamıyoruz.”

“ Şu içindeki makineyle ilgili olsa gerek.”dedi Kuzey. Bizden çok kendine söylüyormuş gibi bir hali vardı. Evet, o makineyle ilgiliydi… Tam erişim alınmadığı takdirde başkanlar dışında kimsenin gölgesini dahi görmeyeceği o makine ve hatta makinelerle ilgili…

“ Bu tam erişim neleri kapsıyor peki?”dedi, bir yandan da yavaşça sola kayarak benim arkama yerleşmeye çalışıyordu. Onun bu yerinde duramayan hali başta garip gelmiş olsa da hepimiz zamanla alışmıştık. Bazen önüne görünmez bir duvar çıkmış gibi kalakalır bir süre boş gözlerle karşısında bakışlarıyla eğilip büküldüğüne yemin edebileceğim hava kütlesine bakar ve sonra başını iki yana sallayarak yürümeye devam ederdi. Onu kendi kendine konuşurken yakaladığımız da oluyordu. Derin bunun Kuzey’in Nisan’ın gidişini kabullenme yöntemi olduğunu düşünüyordu. Eğer gerçekten öyleyse bu iyi bir şeydi. En azından Derin gibi sadece hayati fonksiyonlar göstermektense bir tepki veriyordu.

Bense… Bense onu yeniden özlemeye hakkım olup olmadığını bile bilmiyordum.

“ Tam erişim ki kelimenin anlamından da tahmin edersin sana tam bir erişim sağlıyor Kuzey.”dedi Tara.

Bir dakika… Tara?!

İstemsiz olarak frene asıldım. Derin atılıp benim yerime direksiyonu tutmasaydı alt yola fırlayıp takla atmamız işten bile olmazdı.

“ Sen ne ara geldin?! NEREDEN GELDİN?!”diye bağırdım arkamı dönerek. Arabayı çalıştırdığım sırada Tara içeride değildi. Şu an ruh formunda bile değildi. Kanlı canlı bir insan olarak karşımda duruyordu ve işin esas korkunç kısmı buna şaşıranın sadece ben oluşumdu. Tara birkaç kere anlamamış gibi gözlerini kırptı sonra yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirip işaret parmağını öğretmeninden söz isteyen ilkokul öğrencisi gibi havaya kaldırdı.

“ Beni sana Tanrı gönderdi sarışın. Sana bir mesajı var ve diyor ki, biraz daha önüne dönmeyip direksiyonu Derin’in elinden almazsan sizi yanımda ağırlamaktan zevk duyacağım.” Derin boştaki eliyle kafamı önüme çevirmeden hemen önce başımı kaldırıp arabanın tavanına bakmayı akıl edip oradaki açık pencereyi görmeyi başarabilmiştim.

“ Dalgınsın sarışın, hayırdır? Yoksa beni aldatıyor musun?” Bir kez daha fren-fırlama ve takla atma üçlüsü birbirini kovalarken Derin son beş dakika içinde ikinci kez hepimizin hayatını kurtardı.

“ Kullanamayacaksan söylesene be adam! Niye kendinle birlikte hepimizi birden öldürmeye çalışıyorsun?”diye gürledi Derin. Bense onu hiç duymamış gibi devam ettim.

“ Seni aldatmak mı? Kiminle? Daha doğrusu neyle? İnsan olduğundan bile şüpheliyim.”

“ Ha yani bir ilişkiniz olduğu doğru…”dedi Kuzey yüzünde pis bir sırıtışla.

“ Sizin Derin’le evlendiğiniz gün, benimde Tara’yla o tarz bir ilişkim olabilir. Yeterince açık mıyım?”dedim dişlerimin arasından. Sakinleşmek için derin nefesler alarak yola odaklanmaya çalıştım. Bir yandan da kafamda dönen düşüncelerden uzaklaşmaya çalışıyordum.

Sen böyle biri değilsin, böyle biri olamazsın. Olmamalısın… Sen Jay’sin. Kameralar, dinleme cihazları, seni gözetleyen ruhlar olsun ya da olmasın; sen Jay’sin. Jay gibi davranmak zorundasın. Bu kadar önemli bir zamanda yeniden Ayas olmaya kalkışamazsın. Kontrolünü kaybetmek, insanların yanında gülüp eğlenmek sana göre değil. Hissetmek sana göre değil… Hissettiklerini göstermek sana göre değil.

Ama boşunaydı, her şey değişmişti. Kimi bıçakla kesilmiş gibi aniden kimiyse bu iki yıl içinde zamanla… Kişiler, karakterler, görevler, duygular değişen şeyleri saymakla bitiremiyordu insan.

“ Ne zaman ne olacağı hiç belli olmaz.”dedi Derin arkasını dönüp Kuzey’e bir öpücük atarken. Aynadan Kuzey’e bakınca onunda ortam çok sıcakmış gibi kendini eliyle yelleyerek kırpıştırdığı gözleriyle Derin’i süzmekte olduğunu görünce midemde rahatsız bir kıpırtı hissettim.

“ Aman tamam sadece şaka yapmıştım. İçeri girdiğimde hava o kadar ağırdı ki bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum.”diye mırıldandı Tara kendi kendine. “ Hem benim Kuzey’im var, değil mi Kuzey?”diye kendini Kuzey’in üzerine atıp kedi misali kucağında kıvrıldı.

“ Benimle evleneceğini sanıyordum.”dedi Derin kırıldığını belli eden bir sesle.

“ Neden herkes Kuzey’e asılıyor ki? ”dedim. Tara Kuzey’in üzerinden kalkarak Derin’le koltuklarımızın arasına girdi. Soğuk ve narin parmaklarıyla saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirirken kendimi korku filmlerinden fırlamış bir ifadesi vardı.

“ Kıskandın mı yoksa sa-rı-şın?”Nefesini kulağımda hissetmek orada bir böcek varmış gibi tepki vermeme neden oluyordu.

“ Tara daha çok genciz, yapmamız gereken işler, görmemiz gereken insanlar ve sizin bitirmeniz gereken üniversiteler var. Lütfen şu adamla uğraşmaktan vazgeçip yerine otur da gençliğimizin baharında Oğuz’un bizi dikizlediği ve tahminimce yeterince şüphelendiği arabasının ardında can vermeyelim canım, ha ne dersin?”dedi Derin en şirin haliyle.

“ Dua et sarışın, sana gıcık olduğum kadar Derin’e de saygı duyuyorum.” Kendisini tam koltuğa bırakacaktı ki Kuzey ciyaklayarak onu kendine doğru çekti.

“ Oraya oturma!” Tara sağdaki koltuğa doğru düşerken hepimiz ne yapmaya çalıştığını anlamak için Kuzey’e bakıyorduk.

“ Oğlum senin derdin ne?” dedi Tara sızlanarak. Kuzey’se onu hiç umursamıyormuş gibi arkamızda akıp gitmekte olan yola bakıyordu.

“ Gene deliliği tuttu.” Derin sadece benim duyabileceğim bir sesle mırıldandı.

“ Ya… Özür dilerim, şimdi istediğin yere oturabilirsin.”

Neyse ki Tara bunun üzerinde durup düşünmek için fazla tez canlıydı. Konuyu değiştirmek için Derin benden önce davrandı.

“ Bu arada unutmadan sorunu cevaplamamı ister misin Kuzey?”dedi ve bir karşılık beklemeden devam etti. “ Tam erişime sahip olmak demek, kimseye ki buna en üst rütbeli organizasyon başkanları da dâhil, yaptığın herhangi bir şey için hesap vermek zorunda olmaman demek. İstediğin yere girer, istediğin kişilere emir verir ve istediğin her türlü kaynağa ulaşabilirsin. Bu bilgi olsun, cephane olsun ya da para olsun fark etmez. Organizasyonun sahip olduğu her şey artık senin demektir.”

“ Vaay…”dedi Kuzey. Yüzü etkilendiğini söylese de ses tonu tam aksini iddia ediyordu.

“ Ayrıca…”diye devam etti Tara. “ Organizasyonun üzerinde çalıştığı çeşitli projeler var. Son derece gizli, oraya ışınlanmamızı önleyen ıvır zıvırlar işte.”

“ Ne gibi?”

“ İnsanların zihinlerine girerek onların anı ve hayallerine ulaşabildiğimizi zaten biliyorsun. Organizasyonun amacı bunu bir üst seviye taşımak.”

“ Daha üstünde ne olabilir ki? ”dedi Kuzey. Konuşmanın gidişatı bu sefer onu gerçekten de etkilemişe benziyordu.

“ Daha üstü Kuzey, ölü insanların da zihinlerine girebilmek.”

Kısa bir sessizlik…

“ Şaka yapıyorsun.” Huzursuzca yerinde kıpırdandı. “ Onlar, yani onlar ölüler. Girilebilecek bir zihinleri yok. Mezardan çıkıp sizinle konuşacak halleri yok ya.”

“ İşte tam da bu yüzden bu projeye kollarını sıvadılar. İstediğin bilgi her zaman yaşayan bir insanın zihninde gizlenmiyor olabilir. Nesilden nesile aktarılan bilgilerse zamanla kaybolabilir. Kaybolmasa dahi izini sürmesi tahmin edebileceğinden daha zor olabilir. Direk gidip bunu başlatan kişiden öğrenmek her şeyi daha kolaylaştırır.”

“ İyi ama nasıl? Öteki tarafa gidiyor olmaları gerekiyor ki zihinlerini de beraberlerinde götürdüklerinden eminim.”

“ Aslına bakarsan ben çok emin değilim. Tapınaklardaki bütün o eski yazıları okurken aklınıza bile gelmeyecek şeylerle karşılaştım. Ruhlar istedikleri takdirde bu dünyada kalabilirler bence. ”dedi Tara omuzlarını silkerek.

“ Çok saçma.” Kuzey başını cama doğru çevirdi.

“ Nesi saçma? Kaz Dağındayken gördüklerin de taş yüzünden dünyaya sıkışmış ruhlardı.”

“ Evet, evet ama orada taş vardı ve bir çeşit tuzak görevi görüyordu. Birden fazla taş olduğunu sanmıyorum. Yani her yerde hayaletler görmemizin dünyada sıkışıp kaldılardan daha mantıklı bir açıklaması olmalı.” Tara’nın kaşlarını kaldırarak ona bakmakta olduğunu fark etmiş olacak ki nefes bile almadan ekledi. “ Tabii hayalet diye bir şeyin var olduğunu varsayarsak.”

“ Her neyse hayalet teorisini bir kenara koyacak olursak olay şu ki, organizasyon bunu yapmanın bir yolunu bulmuş olabilir. Hala deney aşamasında olsa da üzerinde uzun yıllardır çalışılan bir makine.”

“ Peki, bunu tam olarak nasıl yapmayı planlıyorlar?”

“ Zihin aktivitelerin fiziksel olarak beynin ve sinir sisteminle ilgili olsa da bunun ruhani boyutu biraz daha farklı ve karmaşık. Bir kıstas yapmamız gerekirse bedenimiz eski zamanlarda kullanılan çevirmeli telefonlar gibi çalışırken ruh akıllı telefon mantığına göre çalışıyor.”diye araya girdi Tara.

“ Demek istiyorlar ki zihnin kendini yedekleme özelliği var.”dedi Derin artık bu konuşmanın zekâ seviyesine dayanamıyormuş gibi bir hali vardı.

“ Aslında yaşanan bütün hafıza kayıpları onarılabilir mi buna göre?”

“ Aynen öyle. Beynimizin ruhumuzla etkileşimde olan kısmı bunu yedekliyor. Sürekli çalışan bir kayıt cihazı gibi. Bir ruha sahip olduğumuz andan onu kaybedinceye kadar geçen süreçte olan her şey sadece zihnimizde değil aynı zamanda bedenimizde de kayıt altına alınıyor.”

“ Nerede kayıt ediliyor peki? Ölü birinin neyi işinize yaraya-“ Cümlesinin ortasında durakladı. İri iri açılmış gözlerle olduğu yerde doğruldu.“ DNA”

“ İnsanlar bu güne kadar bunu bulamamış olamaz.”

“ Teknik olarak evet, normal şartlar altında insanların gözünden kaçamayacak bir şey olurdu. Sorun şu ki bu veriler normal insanların ulaşamayacağı şekilde yazılıyor. Hatta bir hırsız için bile ulaşması fazlasıyla zor. Bu yüzden bu güne kadar deney aşamasında kalmış olan bir makine.

İnsanlar baktıklarında gördükleri tek şey sarmal iplikler ve genler. Bizim gördüğümüz şeylerse sadece bir ruhun algılayabileceği şekilde o genlerin üzerine yazılmış veriler. Anılar, hayaller, sırlar, o kişinin tüm hayatı. Ama elbette bu çok dengesiz bir kavram. Girip çıkabileceğin bir zihin yok elinde. Sadece içinde hatıraları kilitli tutan mikroskobik genler var ve sağ salim bu anılardan çıkmayı bırak en başta içeriye nasıl girebileceğimize dair bile en ufak bir fikrimiz yoktu.”dedim.

Biz bu konuşmayı yaparken Tokyo merkezine varmış, otoparka girmiştik. Arabayı dikkatlice park ederken kafamdan Oğuz’un yalpalayarak araba kullanmam konusunda bana soracağı her türlü soruya verecek pratik cevaplar uydurmaya çalışıyordum.

“ Pekâlâ, kalan sorularını hatta sorularımızı cevaplamak için burada birileri olduğuna eminim. ”dedim ve emniyet kemerimi açarak arabadan indim. Hemen solumuza arabasından inmiş olan Oğuz ve onu bir adım arkasından izleyen Walker bana şüpheli bakışlar atarken her zamanki soğuk adam olmaya çalıştım.

“ Bir sorun yok değil mi Jay?”dedi Oğuz bana endişeli gözlerle bakarak. Onu tanımasam gerçekten endişelendiğini sanabilirdim. Tamam, kötü biri değildi. Daha kötülerini görmüştüm. Vasim vasat bir hırsız değil de o olduğu için şanslıydım. Kim bilir, belki de Jay’de kendini görmüş o yüzden onun yükselmesinde bu kadar yardımcı olmuştu. Belki de beni bir varis olarak görmüştü. Ondan sonra bütün bu korku imparatorluğunu devralacak olan ruhsuz, umutsuz ama aç bir çocuk.

“ Tara arabaya binerken biraz sorun yaşadı.”dedim soğuk bir sesle. Oğuz Tara’ya en güzel tablosunu mahveden bir lekeymiş gibi baktı. Orada hiç olmaması gereken, anlamsız tonlardaki bir fırça darbesiymiş gibi.

Gerildiğini hissettim. Bakışları beni rahatsız etmişti. Ona ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç devam ettiği sürece ona zarar veremezdi. Ancak ondan hiç haz etmediği de bir gerçekti. Onun için fazla asi ve başına buyruktu.

Dönüp ben de Tara’ya bakınca olduğu yerde kalakaldığını fark ettim. Gözleri bir an için dehşetle açıldı ve hemen ardından eski ifadesiz hallerine döndüler. Yüz ifadesini hemen kontrol altına almayı başarsa da bedeni oraya mıhlanmış gibi hareketsizdi. Gözlerini takip ederek nereye baktığını anlamaya çalıştım.

Walker mı?

“ Tara’nın bir sorunu mu var Jay?”diye sordu Oğuz ilginin siniri içinde eridiği bir tonlamayla.

“ Nereden bilebilirim? Bebek bakıcılığı yapmak bakanlığın görev listesinde yoktu.” Ellerimi ceplerime sokarak önümüzde duran asansöre doğru ilerlemeye başladım. “ Gelmiyor musun? ”dedim Oğuz’a. Sanki bu çok da umurumdaymış gibi.

“ Haklısın, daha önemli işlerin var senin.”dedi. Yüzünde gene o sahte mi çoksa içten mi olduğunu bilemediğim ama her gördüğümde kendimden nefret etmemi sağlayan o, işte benim Jay’im, bakışı vardı.

Onu bekleme bahanesiyle arkamı dönünce Walker’a kaçamak bir bakış attım. Gözlerini gizleme gereği duymadan Tara’ya dikmişti. Yüzünde karmaşık bir gülümseme vardı. Sevinse mi yoksa onu yok saysa mı karar veremiyormuş gibi. Derin’in olaya el atmasıyla yürüme yeteneğini yeniden kazanmış olan Tara da bir şekilde ondan gözlerini ayıramıyordu. Derin’in onu desteklemek için omzuna attığı koluyla ayakta kalıyormuş gibiydi.

Fark ettiğim bir diğer şeyse Kuzey’in bakışlarının Tara ve Walker arasında gidip geldikten sonra bir şeyler söylemek için açtığı ağzını kapatmasıydı. Sanki arabadaki garip ruh halini üstünden atmayı başarmış bütün duyuları açılmıştı. Artık çok iyi biliyordum ki Kuzey’in hisleri var olabilecek her kaynaktan daha güvenilirdi.

Oğuz yanıma geldiğinde önüme dönerken emin olduğum üç şey vardı. 1- Tara ve Walker birbirlerini tanıyorlardı. 2- Tara bir sebepten ötürü bu adamdan deli gibi korkuyordu. 3-Bunun Kuzey’in hissedebileceği tarzda bir sebebi vardı.

Hepimiz asansöre doluşurken Derin’in de durumu fark etmiş gibi Walker’ı süzdüğünü gördüm. Walker’sa inatla Tara’nın bu hali ona zevk veriyormuşçasına ona dik dik bakmayı sürdürüyordu. Hafızamı zorlayarak bu göreve çıkmamızdan öncesini hatırlamaya çalıştım. En ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmadan Sumire hakkında detaylı bir araştırma yapmıştık ve zaten bunun büyük kısmını Walker tutuyordu. Onunla ilgili dosyalarda resminin olduğundan da son derece emindim. Tara nasıl olmuştu da o resmi bir kere bile görmeden bu göreve katılmış ve onu burada ilk defa görünce bunu en son görmesi gereken insanlardan birinin önünde dehşete düşebilmişti?

Cevabı biliyor olduğum gerçeği daha da sıkıntı vericiydi. Çünkü Tara dosyaları inceleyemeyecek kadar üşengeçti. Bu kadar basitti.

Her geçen saniye ikisi arasında artan gerginlik gözle görülebilir bir buhar gibi asansörün havasına karışmadan öylece asılı kalıyordu. Bundan hoşlanmamıştım, bundan gerçekten hoşlanmamıştım.

Sonunda asansörün kapıları açıldı ve bir çalışan ordusu bizi önümüzde yerlere kadar eğilerek karşıladı.

“ Şeref verdiniz sayın başkan.”dedi en önde duran kadın hafif aksanlı bir Türkçeyle. Saçları sıkı bir şekilde topuz yapılmıştı. Doğrularak gözlerindeki kemik çerçeveli gözlüklerini düzeltti. Gözleri son birkaç günü uyumadan geçirdiğini bağırıyor olmasına karşın yüzündeki gülümsemeyle yorgunluğunu iyi gizliyordu. Beyaz önlüğünü düzeltince metal yaka kartı parladı. Sadece adının Sayuri olduğunu okumama yetecek bir süre bize dönük kaldıktan sonra yan dönerek elini koridora doğru uzattı. Arkasındaki çalışan ordusu da doğrularak Kızıldeniz misali ikiye ayrıldı. “ Lütfen, size yolu göstereyim.”dedi kadın nazikçe. Oğuz onu başıyla onaylayınca kadın ikiye ayrılan deniz içerisinde topuklularını yere vura vura yürümeye başladı. Her ne kadar arka tarafta Derin ve Tara’nın yanında yürüyerek neler döndüğünü onlara sormak istesem de bu isteğimi bastırarak Oğuz’un yanındaki yerimi aldım.

Tüm ışıkların açık olmasından dolayı ayna özelliğini kaybetmiş duvarlar koyu renk bir cama dönüşmüş ve merkezi benim için fazla çıplak olacak şekilde gözler önüne sermişti. Biz ilerledikçe yerdeki koridor ışıkları da bir bir yanarak zaten aydınlık olan ortama uzay üssü havası katmaya başladı. Organizasyon nedense abartı ve gösterişi fazlasıyla seviyordu. Özellikle ana merkezlerde, nedense

Sonunda bir kapıya varınca kadın duvarda varlığını bile ilk başta fark edemediğim bir bölümü eliyle ittirdikten ve o yeşil sevimsiz ışık elini taradıktan sonra elinin biraz altında dokunmatik bir klavye ekranı açılıverdi. Kadının sırtından göremediğim görsem de muhtemelen okuyamayacağım kadar büyük bir süratle şifreyi girdi. Kapı iki yana açılırken bir tık sesi eşliğinde sonu gelmeyecekmiş gibi görünen odanın içindeki lambalar birer birer yanmaya başladı.

İçeri girdiğimizde Sayuri bize etrafı incelemek için biraz süre verdi. Zeminle arasında en az üç katlık mesafe varmış gibi duran tavana kadar ulaşan kitaplıkların tamamı eski ya da yeni görünüşlü binlerle kitapla tıka basa doluydu. Her bir kitaplık kendine özel cam bölmelerde duruyordu ve önlerindeki ekrana bakacak olursa her bölmenin başka bir şifreyle açıldığını tahmin etmek için deha olmaya gerek yoktu.

“ Sizin de zaten bildiğiniz üzere makine hala deney aşamasında. Umarım bu yüzden bir pürüz çıkmaz. Sormak istediğiniz her şeyi cevaplamaktan zevk duyarım efendim.” Çok saygılı, mesafeli ve bir başkanın önünde olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda cesur duruyordu. Bizi tüm bu kitaplıklardan ayrı bir köşede duran elektronik göstergeler diyarına doğru yönlendirince Kuzey’in gözlerinin parladığını gördüm. Şu an kendi cennetinde olmalıydı.

“ Veri akışını bu ekranlardan mı izliyorsunuz?”diye sordu Kuzey ilgiyle. Kadın gülümseyerek başını salladı. Eliyle camla ayrılmış bir bölümü işaret etti.

“ DNA örneğini burada işleme alıyoruz,” Sonra onun biraz daha sağında olan işkence koltuklarına sevimsiz derecede çok benzeyen metal koltuğu gösterdi. “ Veriyi buraya oturan hırsızın zihni vasıtasıyla ekranda görüntülüyoruz.”

“ İnsanlara DVD oynatıcısı gibi mi davranıyorsunuz yani?”dedi Tara kaşlarını kaldırarak. Oğuz iç çekerken Tara’nın bu benzetmesi Sayuri’yi güldürmüştü.

“ Aslında evet bir anlamda öyle de diyebilirsiniz. Elimizdeki veriyi olduğu haliyle işleyecek bir teknolojimiz yok bu yüzden onu uzantısını destekleyen bir programla açmamız gerekiyor, insan zihniyle.”

“ Ama bunlar başkalarının anıları, bu o kişiye zarar vermiyor mu?”dedi Walker şüpheyle. Kadının gülümsemesi yüzünde solup dudakları bir çizgi şeklini aldı. “ Eh, demek hala o yüzden deney aşamasında.” Walker’ın varlığı beni rahatsız ediyordu.

“ Neyse siz o kısmı boş verin. Veriyi tam olarak zihne aktarmayı nasıl başarıyorsunuz onu söyleyin.”dedi Tara sabırsızca. Kadın Walker’ın susmasından memnun bir halde Tara’ya döndü.

“Ruhunkine benzer özel bir enerjiyle DNA üzerinde tam tarama yapıyoruz. Genlerin üzerindeki anıların içinden geçen enerji onun özelliklerini geçici bir süre içinde olsa göstermek üzere kopyalıyor. Enerjiyi kablo yoluyla yönlendirerek bu kopyaların birer veriye dönüşmesini daha sonra bu verilerin kişinin zihnine aktarılıp orada açılmasını sağlıyoruz.”

“ Yani bir zaman sınırı olmalı, değil mi? Kopyanın dayanabildiği belli bir süre olmalı.”dedi Kuzey ilgiyle ekranları incelerken. Sayuri başını evet anlamında salladı.

“ Son deneğimizde yirmi dakika gibi bir süreyle kayıt yapmayı başardık, ancak-“

“ Ancak nalları dikti, tamam onu anladım. O halledilebilir bir sorun.”diye atladı Tara. Kafamı bir yerlere vurmamak için kendimi zor tuttum.

“ DNA örneği yanınızda mı?” diye sordu Sayuri. Tara ifadesiz bir şekilde arka cebine uzanıp plastik bir torba çıkarttı. İçindeki saç telini bu uzaklıktan hayal meyal seçebilmiştim.

Aslında bunun Tara için zor olduğunu biliyordum. Hepimiz biliyorduk. İşler bu raddeye gelince leydinin Nisan’ın dileğiyle yerle bir olan mezarına girmemiz gerekmişti. Nasıl yaptığını bize asla anlatmasa da Tara oraya girmenin bir yolunu bulmuş ve seçilmişler için, özellikle de kendisi için çok kıymetli olan birinin mezarını yağmalamak zorunda kalmıştı. Ağlamaktan yorulup elimize DNA örneğini tutuşturduğunda bu konuda ondan öğrenebildiğimiz tek şey Nisan’ı kollarıyla saran heykelin aslında leydileri olduğu gerçeğiydi. Bir şekilde bedeninin taşlaştığını söylemişti ve Tara o taşı parçalayarak içindeki bedene ulaşmıştı. Hepimiz bunun ancak ruh aleviyle yapmış olabileceğini biliyorduk.

Ona minnettardım. Başka bir kelime gelmiyordu aklıma. Yapmak zorunda olmadığı halde hayatta yapmak isteyeceği en son şeyi sadece Nisan’ı geri getirebilmek adına yapmıştı.

“ DNA’nın yaşı önemli mi?”diye sordum.

“ Hayati olmasa da önem taşıyor. DNA kendini koruyabilen bir yapıya sahiptir ama yıllar onu da yıpratabilir. Bu yüzden eğer örnek çok eskiyse verilerde eksiklik ya da bozukluklar çıkabilir.”

“ Ne tarz bozukluklar peki? Bu zihnine o veriyi alan kişiyi etkiler mi?”

“ Elimizde bu konuda referans alabileceğimiz bir şey yok ancak böyle bir zarar olmayacağı kanaatindeyim. En kötü senaryoda bazı anı ve hayaller tamamen hasar görmüş ve yok olmuş olabilir.” DNA’mız birkaç yüz yaşında olduğundan olsa gerek hepimiz bir anda gerilmiştik.

“ Önceki hırsızların hepsini bu veri yüklenmiş enerjinin kendi zihinlerini tamamen ele geçirmesi sonucu kaybettik. Veri tıpkı kanserli bir hücre gibi. Durdurulamıyor ve hızla yayılarak kişinin zihnindeki her şeyi kendi veri tabanına göre yeniden düzenliyor. Bu belli bir raddeye kadar hayati bir tehlike oluşturmuyor. Ancak eğer kişi kendi zihnin yüzde altmışından fazlasını kaybederse genlerindeki yedek verilerle zihnindekiler uyuşmadığı için ruh ve beden arasında bir tür korunma mekanizması çalıştırılıyor.”

“ Ve bu ölümle sonuçlanıyor… O halde nasıl biz hırsızlar başkalarının anılarını değiştirdiğimizde sorun olmuyor?”

“ İkisinin işleyişi tam olarak aynı değil. Bizim yarattığımız anılar mühürlü anılardır, sahtedirler. Yani bilinçaltı bunun kendine ait olmadığının farkında dolayısıyla mühürlü anılar DNA’ya yazılmıyor. Ama bu yolla aktarılan bir anı başkasının olsa dahi gerçekten var olan bir anıdır. Dolayısıyla önünü alamadığımız zaman DNA’ya yazımı gerçekleşir.” Bizim bile sınırlarını ya da kurallarını adam gibi bilmediğimiz bir mesleğimiz vardı.

“ Başlamamı hala istiyor musunuz?”dedi kadın zayıf bir sesle.

“ Tabii sorun olmaz hadi şu veriyi yükleyelim, kim gönüllü olmak ister?” diye şakıdı Tara.

“ Ben yaparım.”dedi Derin. Koltuğa doğru hamle yapmıştı ki onu kolundan yakaladım.

“ Ben yapacağım.”dedim. Yerinden milim kıpırdamadı.

“ Ben yapmak istiyorum.”dedi.

“ Bu bir rica ya da fedakârlık gösterisi değil. Bunun için yeteri kadar güçlü değilsin. İlerleyen zamanlarda sahada sana ihtiyacımız olabilir o yüzden burada ölmek gibi bir saçmalığı yaparsan senin yerini doldurması için adam aramakla uğraşamam.” Kolunu sertçe iterek bıraktım. “ Ben yapacağım çünkü ben daha güçlüyüm ve işe duygularımı karıştırmadan başa çıkabilirim. Şimdi, kenara çekil.” Sayuri uçarak cam bölüme doğru giderken ben de metal koltuğa oturdum. Derin’in yüzüne bile bakmaya korkuyordum. Ama biliyordu, biliyor olmalıydı. Esas söylemek istediklerimi biliyor olmalıydı. Şu anda sıkmış olduğu yumrukları tıpkı benim az önce söylemiş olduğum şeyler gibi rol icabıydı.

Sayuri ışık hızıyla yanıma gelip başlığı kafama yerleştirdi ve tüm o kabloları teker teker bana bağlamaya başladı. Tedirgin bir hali vardı.

“ Bunu yapmak istediğinizden emin misiniz efendim? ”dedi Sayuri. Kuzey’in başına geçtiği monitörlerin yanındaki yerini almıştı.

“ Tabii ki emin.”dedi Tara gözlerini devirerek. Önümde diz çökerek ellerini bana doğru uzattı. Başparmaklarını şakaklarıma sabitleyip ellerini kulaklarımı kapatacak şekilde yerleştirdi. Bana belki de ilk defa dalga geçmeden ciddi bir ifadeyle bakıp gülümsedi. Oğuz’un duyamayacağından emin olduğu tek konuşma şekliyle zihnime seslendi,

Çünkü ben seni korurum, öyle değil mi sarışın?

98 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page