top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 7.Bölüm

Güncelleme tarihi: 18 Mar 2020


-7-

Hilal


Hadi… Hadi bitir! Sanki ben saate baktıkça zaman Perihan Teyze tarafından geriye alınıyordu. Ya da belki Nisan yapıyordu, kim bilebilir? Bildiğim tek şey bu uzun ve sıkıcı histoloji dersinden bir an önce kendimi dışarı atmak istediğim gerçeğiydi.

Sonunda beni özgürlüğüme ulaştıran sözcükler keltoşun ağzından dökülünce saniye kaybetmeden eşyalarımı toplayarak kapıya yöneldim. Arkamdan iki kızın, acelesi var galiba, tarzında iğneleyici bir şeyler söylediğini duysam da dönüp bakmadım. Acelem vardı ama yapacak bir işim olduğundan değil. Bu okul ve sınıf beni boğmaya başladığı için kaçmalıydım. Nereye? Hımm, önemli değildi. Burası dışında her yer olurdu.

Ne zaman böyle hissetmeye başlamıştım? Bir hafta önceki Marsilya patlamasından sonra mı? Yoksa daha önceye mi dayanıyordu? Hala doktor olmak istiyordum. Kendimi ve beynimi işe yarar hissetmemi sağlıyordu. Edmund’un da doktor olduğunu patlamaya kadar bilmiyordum. Patlamaya kadar aslında pek çok şeyi bilmiyormuşum… Yanık et kokusunu, etrafa dağılmış uzuvların nasıl göründüğünü, göçük altında kalan birinin nasıl çaresizce buna gücü olmamasına rağmen çığlık atmaya çalıştığını, yürürken etrafa çöken tozdan dumandan görünmeyen ancak üzerine basında fark edebildiğiniz bedenlerin nasıl olup da birilerinin çocuğu, annesi, babası, arkadaşı olabileceğini; kaldırımdaki kırmızı lekenin belki de bir zamanlar utanan tatlı bir kadının yanaklarını al al yapan kan olabileceğini görene kadar düşünmüyorsunuz.

Orada olmadığınız sürece sizin için hayatını kaybeden zavallı insanlar oluyorlar. Kimse bir gün kalıntılarının kaldırımdan kazınabileceğini düşünerek yaşamak istemez. Kimse iki gün sonra bacaklarını kaybeden o gencecik çocuğu nasıl bir hayat beklediğini düşünmek istemez. Birilerinin mezarında bile bedenen tam olamayışı iki gün sonra önemini yitirmeye başlar. Tanık olanlar ya da sevdiklerini kaybederek tanık oldurulanlar dışında kimse…

Edmund kimseye aldırmadan merkezin tüm medikal ekibini yanına alarak olay yerine ulaşan ilk kişiydi. Diğerlerini dinleyip öğrenci olduğum için merkezde kalmadığım için tek bir saç teli kadar bile pişman değildim. Hayatta karşılaşacağım, öğreneceğim hiçbir şey beni o manzara karşısında sadece bir öğrenci olmaktan ileriye götüremezdi. Sadece birine bile yardım edebilmişsem gerçekten, kâbuslar yüzünden uyuyamamaya değerdi.

Olanlar hem seçtiğim hayat tarzının ne kadar ciddi olduğunu hem de dünyanın bugünkü yüzüyle baş etmek için ne kadar yetersiz olduğumu anlamamı sağlamıştı. Evet, okulda öğreneceklerim önemliydi… Ancak anlamıştım ki her şey asla bunlardan ibaret olmayacaktı.

“Hey!” Biri bileğimi kavrayarak beni durdurdu. Çığlık atmak için hazırlanıyordum ki arkamı dönünce Arda’nın endişeli yüzüyle karşılaştım. “Sana seslendim hem de defalarca ama duymadın, iyi misin?” Korkudan içime kaçmış nefesimi serbest bıraktım. Etrafıma bakınca çoktan binadan çıktığımı otoparkı bile geçerek kampüsün ana giriş kapısına yaklaştığımı fark ettim. “Şu haline bak en son ne zaman uyudun?” Bileğimi bırakarak yüzümü ellerinin arasına aldı. Bir doktor edasıyla –çünkü bu edayı bilirdim- yüzümü incelemeye başladı.

“Özür dilerim dalmışım. İyiyim sorun yok. Burada ne arıyorsun?” Öğrenci olmayanları kesinlikle içeri almayı reddeden gıcık güvenliğin kulübesine kaçamak bir bakış attım. Arda bu bakışı yakalamış olacak ki ellerini yüzümden çekerken sırıttı. Nedense bunu yapması beni üzmüştü.

“İnanmayabilirsin ama ben ünlü sayılırım. Dünyayı kurtarmadığım zamanlarda torpilim sayesinde basketbol milli takımında oynuyorum.” Kaşlarımı çattım. Kendinden böyle bahsetmesinden hoşlanmıyordum. Arda organizasyonla tanışmasından önce de takımlarda oynuyordu. Yetenekliydi. NBA, tamam o biraz torpil olabilirdi. Ama sadece işlerin hızlanması konusunda torpili vardı. Yeteneğiyle bir gün oralara gidebileceğini hepimiz biliyorduk. “Tamam, tamam. Sen şu ünlü esasen yeteneklisin nutuklarına başlamadan önce gidebilir miyiz?”

“Nereye?” Sırıtışı kulaklarına dayanmıştı.

“Seni kaçırıyorum.” Öğleden sonra dersim var şeklindeki itirazlarıma aldırmadan beni zorla otoparka götürüp arabaya bindirdi. Aslında kendi ayaklarımla gitmiştim çünkü yürümezsem beni kucağına alarak taşımakla tehdit etmişti.

Ve hem bunu yapacağına hem de yapmak için fırsat kollayacağına dair en ufak bir şüphem dahi yoktu.

“Kuzey nasıl?” diye sordum daha fazla konudan kaçamadan. Arda bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum. Onu tanıyordum düşüncelerinin kontrolünü Fransa’da bir olay yerinde terk ettiğini biliyordum. Ne söylerse söylesin, arka fonda hep bunu düşündüğünü biliyordum. Ben bunu saklayamadan çöküyordum, oysa Arda sahilde yanıma oturmuş beni daha iyi hissettirmek için elinden geleni yapıyordu, kendisi de iyi hissetmediği halde…

“Daha iyi… Sanırım.” dedi. Benim orada gördüklerim kan, et ve kemikti. Kuzey içinse fazlası vardı… Dünyada Kuzey’in görmesi için hep fazlası vardı. Hayat sanki onun ne kadar dayanabileceğini görmek istiyormuşçasına onu zorluyordu, hem de hepimizden fazla.

“Onu özlüyorum.” dedi Arda dalgaların birkaç dakikalık sessizliğini bozarak. Eliyle kumu eşeliyordu. Bu haliyle ne zaman bu kadar büyüdüğümüzü sorgulayacağım kadar çocuk görünüyordu.

“Biliyorum. Ben de.” Yeniden kıyıya vuran gri dalgaların ele geçirdiği birkaç dakikalık kısa bir sessizlik oldu.

“Seni de özlüyorum.” dedi sonunda kumu rahat bırakarak. Tokamdan kurtulup rüzgârla ağzıma girmeye çalışan saçları umursamadan dönüp yüzüne baktım. Yeşil gözlerindeki o şey… O ifade, hem ona sarılmayı hem de ağlamayı istememe neden oluyordu. Aynı sebepten ötürü ikisini de yapamıyordum. “Seni tanıyorum Hilal, hem de senden bile daha iyi tanıyorum seni. Yüzündeki bakışın ne anlama geldiğini biliyorum.” Elimi elinin içine alarak üzerinde başparmağıyla daireler çizmeye başladı. “ Ama yanlış düşünüyorsun.”

“İkimiz de olabilirdik.” dedim ağlamamak için gözyaşlarımı bastırarak. Benim aksime o ağlamamı istiyormuşçasına beni kendine çekerek göğsüne yasladı. Elimde değildi, o kadar tanıdık ve güven vericiydi ki duygularımı, gözyaşlarımı tutamıyordum.

“Herhangi bir zaman herhangi birinin yerinde olabilirdik Hilal. Fransa’dakiler yalnızca insandı. Yetenekleri olmayan senin benim gibi insanlardı ama Hilal dünyada her gün binlerce insan ölüyor ve hepsinin faili Walker değil. Hayat gibi ölüm de bizim için kaçınılmaz bir gerçek. Ama oturup onu bekleyemezsin. Nasılsa Walker bizi de öldürecek diye yaşamaktan vazgeçemezsin. O parçalanan bedenlerin içinde kendini ya da beni görmekten vazgeç. Ben buradayım, hiçbir yere gitmiyorum.” Ses çıkarmadan usul usul ağlarken Arda saçlarımı okşuyordu. Burnuma denizin kokusu hücum ediyor genzimi yakıyordu. Basbayağı o göletin içinde yüzüyor olabilirdik. Çünkü biz insandık. Sıradan insanlardık. Oysa bu çok yanlıştı. Herkes sıradan olmaktan çok uzaktı. Herkes bir başkasının sıfır noktasıydı dünyada. Arda benim için sıradan bir insan değildi, olamazdı. Üzerine eğildiğim her insan o olmadığı için dualar edeceğim, yanımda olmasa devam edemeyeceğim hayatımı ele geçirmiş kişiydi. Benim sıra dışı sıfır noktamdı. “Hayatını, hayatımızı ertelemekten vazgeç Hilal. Derin’le Nisan’ı alıp merkeze geldiğiniz ve senin yaralandığın o günden beri defalarca kez söylediğim gibi seni seviyorum. İnsan olduğumuzu değiştiremeyeceğin gibi bunu da asla değiştiremezsin. Ve ben buradayım hala nefes alıyorum. Çılgın dedektör Kuzey sayesinde biliyorum ki ölüp bir hayalet olsam bile seni sevmeye devam edeceğim.

“Dediğim gibi seni senden iyi tanıyorum. Sana her seni seviyorum dediğimde içinden ben de seni dediğini anlayamam mı sanıyorsun?” Gözyaşlarından görüşüm bulanıklaşsa da ağlamaya devam etmeyi reddediyordum. Ağlarsam sarsılarak, hıçkırarak ağlayacaktım ve o zaman onu duyamazdım. “Ve bunu ikimize de ya yarını göremezsek diye çektirdiğini biliyorum. Sanki kendini bu şekilde benden uzak tutunca seni kaybedersem üzülmeyeceğim, beni kaybedersen üzülmeyeceksin. Nasılsa bir şey yaşamadık mı diyeceksin? Hilal biz yirmi bir yıl birlikte yaşadık. Kendini geri çekmek için çok geç.” Güldüğünü inip kalkan göğsünden hissedebiliyordum. “ Yani bir baksana, önünde Nisan gibi bir örnek var. Derin’i uzak tutmak için Kuzey’i harcadı da ne oldu?” Sanki saniyeler önce gözyaşlarını zor tutan ben değilmişim gibi kahkahalarla gülmeye başladım.

“Teknik olarak Kuzey kendi kendini harcadı. Nisan gerçekten denedi ve Kuzey şansını kullanamadı.” Kendimi geri çekip bu sefer gülmekten biriken yaşları sildim. Arda eserinden memnun bir ifadeyle beni izliyordu.

“Aslında sanırım Nisan’dan ders almışsın. Kuzey gibi bir hergeleyi sevmek için kendini zorlasaydın Derin gibi sabırla beklemez onun ağzını burnunu kırardım.”

“Kuzey şimdi de hergele mi oldu?”

“Objektif bak, o bıçaklarla oynayan bir serseri. Bu açıdan kızımı vermek isteyeceğim bir adam değil yani.” Kaşlarını kaldırmış gözlerini kısarak havada yarattığı hayali bir Kuzey’i süzüyordu.

“Derin bıçaklardan çok daha tehlikeli şeylerle oynuyor.” dedim. Merkez aklına gelmiş olacak ki çizgi filmlerdeki kediler gibi baştan aşağı ürperdi. Kısılmış gözlerini bana çevirdi.

“Haklı olmandan nefret ediyorum.” Gülüp ona doğru uzandım ve onu en az onun beni sırtımdaki dikişlerle sedye üzerinde uzanırken yakaladığı kadar gafil avlayarak yavaşça öptüm. Şaşkınlıktan kaskatı kesilmiş bedeni gevşeyip beni sarana kadar da geri çekilmedim. Dudaklarımı istemeye istemeye de olsa onunkilerden ayırırken gülümsüyordum.

“Ben de senin haklı olmandan nefret ediyorum.” Alnını alnıma yasladı ve bütün dünyamı koyu yeşil gözleriyle doldurdu. Parmaklarımı saçının içinden geçirirken yüzündeki gülümsemenin yirmi bir yıllık kısacık sayılabilecek hayatımdaki yaptığım her şeye değeceğini düşünüyordum.

Değeceğini biliyordum…

“Yani bu o kızla ilgili öyle mi?” dedim emin olmak için. Yemeğini didikleyen Kuzey evet anlamında başını salladı.

“O ve ikiz kardeşi. İkisi de kâhin işte. Şu kardeşlerin yetenek olaylarını biliyorsunuz. Kız bir şekilde kardeşine bağlı olmalı, Walker bunu kullanıyormuş. Nasıl olduğunu bilmiyoruz. Edmund’un ulaşabileceği bilginin de bir sınırı var.” Nisan’ın birkaç gün sonra kızla ilgili bahsettiklerini hatırlamıştım birden. Bunu yapmak istemiyordu, korkuyordu.

“Peki, herkes nerede?” dedi Arda konuyu değiştirerek. “Neden sadece üçümüz yemek yiyoruz? Diğerleri sonunda uzaylı olduğunu kabul mü etti?” Kuzey gözlerini devirse de sonunda işkence çektirdiği yemeğinden bir lokma almıştı. Bu bile Arda için zaferdi.

“Aislin, Aiden’la yukarıda. Jay, Edmund, Derin ve Tara merkezdeler. İkizleri ele geçirmek istiyorlar sanırım. Young Jae de yukarıda kardeşiyle birlikte, sonunda kendisine gelmeye başladı ve iyi. Gerçekten iyi görünüyor, mutlu gibi.” Bu gerçek onu da mutlu ediyormuş gibi gülümsemişti. Ağzına bir lokma daha atıp sessizce çiğnedi. “Nisan arka bahçede, sanırım gene gökyüzünü izliyordur.” Eliyle arka çaprazındaki bahçeyi gösterdi. Nisan’ı orada görmese de orada olduğunu bilmesi hala biraz garip hissettiriyordu.

“Bunu sık yapar mı?” Konuya girmek için başka ne kullanacağımı bilemiyordum. Ama Kuzey’in bizimle konuşmasını sağlamak zorundaydım. Daha geç olmadan…

Bir nebze bir şeyler paylaştığı tek kişi Aislin’di ve bu bende saklamaya gerek bile duymadığım bir kıskançlık yaratıyordu. Ben onu çok daha uzun zamandır tanıyordum, onunla birlikte büyümüştüm. Her zaman onu dinlemek için hazır olsam da asla gelip bana içini dökmemişti. Şimdi henüz birkaç aydır tanıdığı birine içini dökebiliyordu. Artık kendimi tutuyordum oysaki. Hayattaki tek amacım onlara bulaşıp, laf çakmakmış gibi davranmamaya çalışıyordum. Kuzey’in dayandığı dostu olmak istiyordum.

“Son zamanlarda sıklaştı. Bir şeyler için kendini suçluyor.” dedi pek de umurunda değilmiş gibi bir ifadeyle. Ses tonuysa ifadesinden çok uzaktı.

“Ya sen? Onu suçluyor musun?” Cevabından korksam da sormak zorundaydım.

“Ne için? Beni en başında uyardı, bu işe bulaşırsam neler olacağını anlattı. Hatta o kadar korktu ki daha anlatmadan önce o haplardan almak zorunda kaldı.” Kötü bir anı olsa gerekti. Yüzünü buruşturmuş çatalını bırakmıştı. “İşler sonunda onların da beklediğinden çok daha büyük çıktı. Bunu o mu istedi? Bunu bana o mu yaptı? Her şey onun tezgâhı mıydı?”

Başını kaldırıp gözlerime bakınca beynimden vurulmuşa döndüm. Kuzey’in gözleri dolmuştu ve ağlamak üzereydi. Küçükken bile çok ağlayan bir çocuk değildi. Gözyaşlarını daha önemli olaylara sakladığından şüphelenir, Arda’yla ona takılırdık. Onu gerçekten ağlarken iki defa görmüştüm. Nisan gittiğinde ve Nisan döndüğünde… Başka bir zaman olduysa da benim gözlerim önünde olmamıştı. Belki babasının değişimi de gözlerini doldurmuştu, bilemiyordum. Asla anlatmıyordu.

“Onu suçlamak istiyorsun. Onu suçlarsan her şey çözülecek. Neyden uzak durman gerektiğini, nasıl devam etmen gerektiğini bulacaksın. Ama yapamıyorsun ve bunun sebebi Nisan’a aşık olman değil. Aşkın ötesinde de duygular vardır Kuzey ve sen dostun Nisan’ın masum olduğunu herkesi koruyabilmek için kendi hayatından bile vazgeçecek kadar çok çabaladığını biliyorsun. Ben oradaki herkesi kurtarmak için bunu yapabilir miydim diye sorduğunda içten içe cevabın hayır olduğunu biliyorsun. İşin içinden çıkamıyorsun öyle değil mi?” Arda sözlerini bitirdiğinde Kuzey yarı açık bir ağız ve yanaklarından izinsiz bir şekilde süzülen iki damla gözyaşıyla ona bakıyordu. “Evet, iri yarı ve aptal çocuk aslında o kadar salak değil. Sizi izliyor. Kafanda soru işaretleri olduğunu biliyorum. Yaşadıklarının asla kolay olduğunu söylemiyorum. Hatta belki Nisan’ın yaşadıklarından daha zordu. Tüm bu hayaletler, çukurlar ve Walker kafanı karıştırıyor farkındayım. Ama işte Nisan’ın bizden ayrıldığı nokta da bu. Karmakarışık devam edip bardağı en ufak bir damlayla bile taşacak şekilde dolu tutamazsın.” Kendimi Arda’nın açtığı yoldan ilerleyecek kadar cesur hissederek konuşmaya başladım.

“Bunu hemen yap ve kendine gel demiyoruz. Sadece soruların varsa cevaplar da mutlaka vardır. Sana kimse onları sunmayacak.” Uzanıp elini tuttum. “ Hiçbir şey için geç değildir. Yeter ki istediğin şeyin o olduğundan şüpheye yer bırakmayacak ölçüde emin ol. Hayaletleri görmek istemeyebilirsin, Walker’a hak verebilirsin ama bütün bunları yaparken sen hala Kuzey’sin.”

“Bunlar asrın ebeveyn tavsiyeleri, bir yere not etmezsen çocuğun olduğunda pişman olursun.” dedi Arda. Kuzey gözlerini kurulayarak gülmeye başladı. Tabii ki de duygusallığın tavana vurduğu noktada Arda olaya el atmış ve Kuzey’i neşelendirmişti.

“Ayrıca…” dedim pis pis sırıtarak. “Aislin güzel kız yani. Sana da bir ilgisi var gibi.” Kuzey kaşlarını çattı.

“Sen nereden biliyorsun ki? Sana da mı söyledi?” Kaşlarını çatma sırası bendeydi.

“Sana DA mı? Esas sen nereden biliyorsun?” Ardayla dönüp birbirimize baktık. Jetonumuzun düşmesi için bir iki saniye geçmesi gerekmişti.

“SANA AÇILDI MI?!” dedik aynı anda resmen avazımız çıktığı kadar bağırarak. Kuzey telaşla etrafına bakarak susmamızı işaret etti.

“Lütfen kendimi aptal ergen filmlerindeki esas kız gibi hissetmemi sağlayacak hareketler yapmayın.” dedi yalvarırcasına. Sesimizi kıssak da Arda’yla önlenemez şekilde kıkırdıyorduk.

“Kız neredeyse kendisini zorunda hissediyor zaten! Siz ikiniz, Derin-Nisan, Tara-Ayas… Cidden yeter.” İlk kez siz ikiniz demesine karşı çıkmayınca Kuzey’in gözleri büyüdü. “Sonunda başardın ha!” dedi Arda’ya çakması için pis bir bakış eşliğinde yumruğunu uzatırken. Yüzümü görünce ekledi, “ Bana hayvan barınağını havaya uçurmuşum gibi bakma. En azından birimiz sonunda başardı.” diye homurdandı. Arda’ysa pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.

“Etraftaki bekâr erkek sayısının arttığına dikkatini çekebilir miyim Kuzey Bey? Alfred, Young Jae, Kwang Ho ve yakında teşrif edeceklerini tahmin ettiğim ikizlerimizden de yakışıklı bir aday var. Geçen sefer yaptığın gibi ilginin tadını çıkarırsan bu şansını da kaybedeceksin.”

“Birden mucizevi bir şekilde Aislin’e âşık olmam hepinizin işine gelirdi değil mi? Benimle uğraşmak zorunda kalmazdınız.”

“Aislin’i sevmiyor musun?”

“Tabi ki seviyorum ama o-”

“Tıbıkısıvıyırımımı…” Çenemi öne kaydırıp dudaklarımı büzerek taklidini yaptım.

“Nisan’ı unutacağını sanıyorsan vazgeçsen iyi olur. Kimse onun için ölüp de geri gelmiş birini unutamaz. Ama bu başkalarını sevmene engel değil. Zamanla bunu anlayacaksın. Nisan’ın yeriyle, gelecekte sevdiğin kadın olacak kişinin kulvarlarının bile farklı olduğunu anlayacaksın. Onu Nisan’dan daha çok ve daha farklı seveceksin.” Kuzey’in yüzü bir anda öylesine karardı ki bu konuyu açtığıma pişman oldum. Keşke konuşmasaydım, Arda oldukça iyi gidiyordu!

“O dediğin imkânsız.” dedi yavaşça masadan kalkıp tabağını mutfağa götürmek için eline alırken.

“Mucizeler sen onları hiç beklemezken gerçekleşir.” dedim.

“Gerçekleşti zaten.” dedi yavaşça. “Şu an arka bahçede, hala nefes alıyor.”

32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page