top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 29.Bölüm


-29-

Tara

İnsanları güldürmek de, gülüyormuş gibi davranmak da zor bir zanaat değildi. Zor olan güldüğüne, mutlu olduğuna kendini inandırabilmekti. Walker gitmişti. Hatta ölüm karşısında kendisinin bile ne kadar çaresiz olduğunu gösterircesine kolayca gitmişti. Biz de bu şekilde kolayca avlanabilirdik. Hilal ve Edmund bunun kanıtıydı. Onun gidişinin hep beni çok rahatlatacağını, huzura erdireceğini düşünmüştüm ama anladım ki öyle değildi. Walker kendisi gibi düşünenleri altında toplayan bir bayraktı. Bayrağı yakmış olmamız kalabalığı dağıtmıyordu. Savaşımızı izleyen üçüncü taraf üzerinde, yani organizasyondan kalanlar üzerinde tabii ki caydırıcı bir etkisi vardı ama ne olursa olsun ona hak veren onu takip edenler sırf biz onu ortadan kaldırdık diye yok olmuyorlardı.

Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım anları hatırlamaya çalıştığımda kontrolüm dışında beyaz perdede oynayan bir filme ulaşıyordum. En arka koltuktan da uzakta duruyordum sanki. Walker konuşuyordu, elimi tutuyordu. Benim elim onun gözyaşlarını siliyordu. Daha sonrasında benim kollarım onu sarıyordu ve o öylece üzerime yığılıyordu. Tüm bunların korkunç yanı olanları hatırlamaya çalıştığımda kendimin değil, Arya’nın hislerine ulaşıyor olmamdı. Her şeyi bir kenara bıraksam bile o benim hayatımı parçalayıp yok eden adamdı ve ben Arya’nın duygularıyla yıkanmış anılarımda onun yok oluşuna üzülüyordum. Neredeyse içim parçalanıyor, ağlamak istiyordum. Bunu kimseye anlatamıyordum. Böyle olacağını bilemeyen Arya’nın kafamdaki pişmanlığını hissedebiliyordum. Gerçekten rahatlamam biraz zaman alacaktı. Çünkü Walker’a olan nefretimiz ortak olsa da bedenimin üzerinde hala Arya’nın Adam için tuttuğu yasın izleri vardı. Benimse kendi yaslarım vardı.

Alfred içeri girdiğinde kimsenin ona iyi misin diye sormaya yüzü yoktu. Kötüydü, bunu hepimiz biliyorduk. Edmund’u çok kısa süredir tanıyor olsam da benim bile aklıma geldiği her anda içimi sızlatıyordu. Toparlanmalıydım, kendimi bırakamazdım. Daha hiçbir şey bitmemişti. Walker düşen dominoların ilkiydi ve esas mesele şimdi başlıyordu.

“ Pekala, kontrol altına alamadığımız bölgeler neresi? Çok kayıp verdik mi?”dedim ekrandaki veri akışını hızla kontrol eden Kuzey’e bakarak. Kuzey herkesi tedirgin eden derin bir iç çekti.

“ Oklahoma’nın en çok kayıp verilen nokta olduğunu tahmin ediyorum. Yine de insanlar yok olmaya devam etmediklerine göre kontrolü ele geçirmişiz. En büyük sorunumuzsa Birleşik Krallık. Edinburgh çukuru Avrupa’dan oraya kayanlarla baş edemiyor. Diğer bütün cepheler kapanmış durumda. Ya yok edildiler ya da Walker’ın gidişiyle saf değiştirdiler.”dedi çabucak.

Yan taraftaki dev ekran televizyonda titreyen elleriyle mikrofonunu tutmakta büyük sorun yaşayan genç bir kadın spiker vardı. Görüntünün köşesinde CNN International’ın simgesi vardı. Ani Ölümler!! başlığının altına kıyamet mi yoksa salgın bir hastalık mı gibisinden trajik bir açıklama yazılmıştı. Hava çok sıcak olmamasına rağmen kadının çenesine kadar gelen fönlü saçları terden yüzüne yapışmıştı. Siyah ceketeninin yakası kıvrık duruyordu ama ya farkında değildi ya da umursamıyordu. Ardındaki sokak manzarasında kapatılan caddede öylece yatan bedenlerin üzerine eğilmiş sağlık görevlileri vardı. Üşenmeden gittiklerini bildikleri halde her birine kalp masajı uygulayarak bir mucizenin gerçekleşmesini umuyorlardı.

Benim gibi ekrana kilitlenmiş olan Ayas, kumandayı eline alarak kanalları taramaya başladı. Yan tarafta Kuzey uydu görüntüleriyle televizyon arasında kalan büyük ekrana internete düşmüş haberleri atıyordu. Birbiri ardına açılan pencerelerde anlık görüntüler, videolar, başlıklar üst üste biniyordu. Sanki arama motoruna bu günün tarihini girmişti ve internet artık gerilime dayanamayarak ekranın üzerine tüm gücüyle kusmaya başlamıştı.

Köşede kalan ve üstüne açılan pencerelerin tam olarak kapatmayı başaramadığı video vücudumdaki tüm kanın çekilmesine sebep oldu. Amatör kamera tarafından çekilen görüntülerde kamerayı tutan kişi onu delicesine sallayarak koşuyordu. Zaten bu yüzden sadece izlemesi bile başınızı döndürüyordu. Arada dönüp arkasında onu takip eden şeyi çekmeye çalışıyordu ama kimse yoktu. Onunla birlikte koşan insanlardan başka hiçbir şey görünmüyordu. Ta ki birer birer hepsinin yere yığılmaya başladığını fark edene kadar. Videonun sesi yoktu ama buna ihtiyacı da yoktu. Arkasındaki adam boğazında aniden açılan kesikle yere yığılırken videoyu çekenin attığı çığlığı tenimde hissedebiliyordum. Ardından ölüm onu da yakalıyor, kamera kadrajındaki hareketsiz parmakları çekmeye devam ederek yere düşüyordu. Kimin bulup da yüklediğini merak ettiğim video bu noktada başa sararak yeniden oynuyordu.

Televizyondaki başka bir uluslararası kanalın spikeri olan adam bu hastalık falan olamaz bu insanlar yaralanmış, kan kaybediyorlar diye bağırıyordu. Ayas kanalları değiştirdikçe bağırışlar, başlıklar birbirine karışıp kafamın içinde yankılanıyordu. Yetkililerden hala ses yok…başkanın açıklaması bekleniyor…uzmanlar bıçak yaralanmasını doğruladılar…hala kurtarılabilir yaralılar var…acil kan ihtiyacı için…insanlar nereye gideceklerini bilemiyorlar…bu şey sizi her yerde bulabilir…

Geç kalmışlık, başarısızlık hissi gelip üzerinize oturan cinstenti. Aslında harekete hazır olduğumuzdan değil, zorunda kaldığımızdan geçmiştik. Üstelik Walker’ı ortadan kaldırıp çok daha kötü olabilecek durumu öyle ya da böyle kontrol altına almayı başarmıştık. Ama olanları tüm çıplaklığıyla görürken gerçekçi olamazdınız. Yağmuru durdurmamızın şu dakika önemi yoktu. Sel suları bir kere yola çıkmıştı.

Ayas elindeki kumandayı fırlatarak küfretti. Hepimiz ilk anda tepkisinin haberlere olduğunu sanmıştık. Sonradan öfkeli bakışlarının hedefinde kalanın telefonu olduğunu fark ettim. Gözleri okurken beynine yetişmeye çalışarak hızla sağa sola oynuyordu.

“ Tabii ki yetkililer açıklama yapamazlar!”dedi daha da alevlenen öfkesiyle. Herkes ona sorun ne deme cesaretini gösterecek kişiyi bekliyordu. Derin’in bu iş için benim yerime gönüllü olması içimi ferahlatmıştı.

“ Mühürleri yok oldu değil mi?”diye tahmin yürüttü. Tabii ya, Walker Walton Hartman olarak önemli konumlardaki herkesin beynini yıkamıştı. Hepsinin şu an yıkılma aşamasında olan organizasyona sırtlarını döndürmüştü. Şimdi o gittiğine göre, zihinlere yerleştirdiği mühürler de yok olmuştu. Kendilerini korkunç bir karmaşanın ortasında bulunca da yapacakları ilk şey…

Hah, harika… Yapacakları ilk şey organizasyonla iletişim kurmak olacaktı. Edmund ve Paul artık yoktu. Ayas, Walker’ı ortadan kaldırmakla meşguldü. Onları yanıtlayabilecek iki kişi vardı, Oğuz ve Salma’nın bir zamanlar Ayas’ın yerine geçirmek için debelendiği üvey oğlu Raşid.

“ Oğuz ve Raşid yaptığımız her şeyin üzerine konacaklar.”dedi Nisan. Öfkesi yere fırlatır gibi konuştuğu kelimelerinden akıyordu. “ Hem insanların hem de hırsızların gözünde kendilerini kahraman yapacaklar. Bunu durdurmazsak yaptığımız her şey koca bir hiç olur.” Hepimiz bir an için hayaletleri ve insanları unutarak bu gerçekle yüzleştik.

Yutkundum. Kafamda delicesine fikirler volta atıyordu. Yere düşüp parçalanan kumandanın yeniden açtığı CNN’de muhabir konuşmaya, Kuzey’in ekranında pencereler açılmaya devam ediyordu. Göz ucuyla uyduya bakınca yakınlaştırılmış bölgede hala çok sayıda insanın yok olduğunu görebiliyordum. Walker’ın hiçbir şeyi umursamayan fanatik bir taraftar grubu vardı. Hayalet bile olsalar gidecek başka yerleri olmayan ruhlardı ve bizimle yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak yok ediliyorlardı. Önlerindeki tek engel kalkınca ne olacaktı? Bütün bunlara tanık olan insanlara ne olacaktı? Yetkili sayılan kişiler organizasyona inanır, onları desteklerse ne olacaktı? En kalabalık ve eğitimli tür olan hırsızları bu savaşta kaybedersek ne olacaktı?

“ Gidelim.” Kelimeler ağzımdan daha onları söylemeyi bile düşünmeden önce büyük bir özgüvenle çıkmıştı. “ Ayas, Derin, Nisan ve Alfred organizasyon hırsızları olarak onları ancak siz durdurabilirsiniz. Ben, Aislin, Aiden ve Kuzey onları görebilen kişiler olarak hayaletlere yardıma gidebiliriz. Eğer Birleşik Krallık sınırları içinde durdurulamazlarsa yeniden dağılacaklar.” Kontrolü ele almak, işleyecek bir planım olması iyi hissettiriyordu. Sesimden bunu diğerlerine yansıtmak onları ikna etmek istiyordum. Hep bir arada kalmamızı savunurken ayrılmayı benim teklif etmem olayın ciddiyetini ortaya koyuyormuş gibi herkes gerilmişti.

“ Arkasına şimdiden güçlü bir destek aldı. Oğuz’la Raşid’in yanına dört kişi elimizi kolumuzu sallayarak öylece dalamayız.”dedi Derin. Daha çok sorunu dile getirerek çözüm arayan iç sesini hoparlöre almış gibi duruyordu. “ Tara da Nisan da haklı. Yaptıklarımızı üstlenmeli ve organizasyondan geriye kalanları Walker gibi yakıp yok etmeliyiz. Bizi destekleyen hırsızları azımsayamayız.”

“ Üstelik Agarta da var.”diye ekledi Kuzey. “ Yavuz’a ulaşırsan sana destek verecektir.” Bu ismi duymak bile Ayas’ı ifadesizleştiriyordu.

“ Yavuz bana yardım etmez.”dedi. Sesinde iç burkan bir pişmanlık vardı. Tıpkı Kuzey’in onun selamını getirdiği ilk anda yüzünde oluşan gibiydi. “ Buna bel bağlayamayız.”

“ Bal gibi de bağlarsın. Sana bayılmadığını düşünüyor olabilirsin ve bu kısmen doğru. Ama geçmişte ne yaşadığınız umurumda değil açıkçası. Şu noktada onun getireceği desteğe ihtiyacımız var ve karşı taraf Oğuz’ken sence bunu geri çevirecek mi? Herkes seni affetti Ayas, bir tek sen kendini affedemiyorsun!” Kuzey’in yükselen sesi Ayas’ı kendine getirmişti. Tartışmadı, karşı çıkmadı. Nisan’ın kaşlarını çatarak Kuzey’e baktığını görünce güldü.

“ Haklı Nisan. Hırsızları kaybetme lüksümüz yok. Son derece iyi eğitimli birinden ve onu takip edenlerden gelecek yardımı geri çevirme lüksümüz olmadığı gibi. Gidip bir hırsız olduğumuzu öğrendiğimiz günden beri hayalini kurduğumuz şeyi yapmanın vakti geldi.” Nisan’ın bakışları önce yumuşamış, sonrasındaysa vahşileşerek kararmıştı.

“ Biz her şekilde destek bulabiliriz. Ya siz dört kişi koca bir hayalet ordusuyla nasıl başa çıkacaksınız?”diye araya girdi Derin. Telefon açmak için arkasını dönen Ayas bile duraklayarak bana bakmıştı. Yüzüme üstünden ego aktığını umduğum çarpık bir sırıtış yerleştirip saçlarımı abartılı bir hareketle geriye savurdum.

“ Siz hırsızlar korkunç şartlarda eğitiliyor olabilirsiniz ama benim de tapınaklarda eğitim görmüş bir ordum var, bilmem hatırlar mısınız?” Bana bakıp sırıtan Aiden da bir adım öne çıkıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Gözlerini kısıp kısacık saçlarıyla saç savurma hareketimi taklit etti.

“ Ben kahinlerin Ay Işığıyım, bilmem hatırlar mısınız? Hayalet kankalarım var.”dedi Aiden. Bu lafı karşısında gülmemek için yanağını ısırdığı her halinden belli olan Derin Aiden’ın önünde reverans yaparak ona hürmetlerini sundu.

“ Aklımdan çıkmış olmalı lordum, benim hatam!”dedi ona göz kırparak. Aiden bu ilgiden hoşnut sırıttı. Muhtemelen bu iş bittiğinde ona çok kötü bir örnek olduğum için Aislin’den bir torba laf yiyecektim. Eğlenceyi bir kenara bırakıp ciddileşmemiz sadece iki-üç saniyemizi aldı.

“ Bunu ayarlayabiliriz. Bize sadece silah lazım olacak. Ruh aleviyle bir ara Kuzey’in bıçaklarına yaptığım gibi onları kutsayabilirsem hayaletleri görebilen herkes onları öldürebilir.”dedim. Zeka belirtisi göstermem başta Ayas olmak üzere hepsini etkilemişti. “ Bu bir yerde benim vermem gereken bir savaştı hep. En başından beri Walker’a karşı duramadığım için uzayan bir mesele… Ben bir seçilmişim. Gerçekten seçilmişsem bununla başa çıkabilirim.”

“ O halde…”dedi Arda yavaşça. Orada olduğunu bile neredeyse unutmuştum. “ Bunları yeniden taksanız iyi olacak.” Masanın üzerine bıraktığımız kulaklıklardan birini alarak bana attı. “ Bu sefer yanınızda gelmek için yalvarmayacağım, korkmayın. Yine de sizi ve sizin için çevreyi kontrol eden biri her zaman işe yarar.” Kulaklığı kulağıma takarken gülümsedim. Diğerleri de aceleyle aynısını yaptılar. Konuşmadan birbirimize bakmak için harcadığımız bir saniye acaba sadece bana mı bir ömür kadar uzun ve yoğun gelmişti?

“ Ve lütfen,” dedi Arda kendini uydu ekranının önündeki koltuğa bırakarak. “ Lütfen bu sefer hepiniz dönün.”

Kaç kişi olduğumuzu görmek için bir an duraksayarak arkama baktım. Agarta’dan ve seçilmişlerin arasından hayaletleri görebilecek düzeyde kahinlik gücüne sahip yüz elli civarı kişi toplayabilmiştik. Koca dünyada yüz elli kişi! Yeteneklerinin farkında olmayan eğitimsizler bir yana virüs nedeniyle hayatını kaybeden kahinlerin sayısı çok fazlaydı. Hiç yoktan hayaletlerin çoğunun aksine bu insanların iyi ya da kötü bir savaş eğitimleri vardı. Sağlayabilecekleri üstünlüğü sayıyla ifade etmek onlara haksızlık olurdu.

Kapıyı açtığımda çakıyla ilk defa yolculuk yapacak olanlar şaşkınlıkla ellerini gözlerine siper etti. “ Unutmayın, sizinle aynı silahı taşıyan hayaletler dostunuz. Önünüze gelen herkesi bıçaktan geçiremezsiniz.”dedim. Bunu yirminci kez söylediğimi hatırlatırcasına göz deviren yaşları küçük birkaç kahini umursamadım. Savaşmayı bilmekle gerçek savaş alanında bulunmak çok farklıydı ve afalladıkları anda suçsuz birisine hayalet dahi olsa zarar vermelerini istemiyordum. Londra merkezinde kalan silahlar sayımız az olduğu için yeterli gelmişti. Organizasyonun ürettiği her şeyde gözle görülür bir tarz vardı. Kıvrımları, dinamiği, her santimetresi düşünülürek tasarlanmıştı. Dolayısıyla benzerlerinden çok farklılardı. Gri saydam bedenlerin arasında bize rehberlik edebilecek tek şey de bu olacaktı. Kapıdan geçmekte olan yeteneklilerin hiçbirini zorla getirmemiştim. Dürüstçe her şeyi anlatmış ve yardımlarını istemiştim. Bu yeteneğe sahip olan genç-yaşlı herkesin gönüllü olması kısa süre önce sadece hayallerimde görebileceğim dokunaklı bir andı. Ben artık her açıdan seçilmiştim.

Nefes nefese gerilerken sırtımın birine çarptığını hissettim. Dokunabildiğim, bedenen var olan biriydi; Kuzey’di. Kıyafetlerinin altından gerilip gevşeyen tenini hissedebiliyordum. Tıpkı benim gibi o da yorulmuş nefes nefese kalmıştı.

“ İyi misin?”dedim çabucak. Vaktimin olmadığının bilincindeydim. Bana sağ taraftan saldırmak üzere olan hayaletin suratını elimdeki kısa kılıçla ikiye ayırdım. Bıçaklar bana göre değildi. Karşı tarafla aramda güvenli diye niteleyebileceğim bir mesafenin olmasını isterdim. Ben bunu yaparken hafif sağa kayınca Kuzey de beni izleyerek sırtı sırtımda hafifçe döndü ve karşısındaki bir başka hayaleti yok etti.

“ İyiyim, şimdilik. Aiden dönene kadar buradaki işimizi bitiremezsek iyi olmayacağım.”Sırtı bir saniyeliğine ardımdan ayrılınca öne uzandığını anladım. Aynı anda zihin haritamda işaretli hayaletlerden bir tanesi daha yok oldu. “ Hala çok zayıf, gelip dövüşemez.”

Solumuzdan bir kadın çığlığı geldi. Ben hızla o yöne dönerken Kuzey bir kez daha benimle hareket edip arkamı korudu. Aslında bakmama gerek yoktu çünkü daha dönmeden önce ne olduğunu hissetmiştim. İç organlarım biri onları ellerine alıp suyunu çıkartırcasını sıkıyormuş gibi acı içinde bükülmüştü. Haritamdan hayalet olmayan genç bir seçilmiş kız öylece silinip gitmişti. Tam karşımda kesilmiş boğazı ve donuklaşmış bakışlarıyla yerde yatıyordu. Yanında arkadaşı olduğu her halinden belli olan başka bir kız gördüklerinin şokuyla kalakalmıştı. Öyle ki üzerin gelmekte olan tehlikenin farkında değildi.

Bir adım atacak olduğumda hayaletlerden birinin ayaklarımın altından yükseldiğini hissettim. Solumdaysa elindeki bıçaklardan birini bana fırlatarak eksik dişleriyle gülümseyen bir başkası vardı. Artık "Walker bana dokunulmasını istemiyor" koruma kalkanına sahip değildim anlaşılan. Duraksamadan kısa kılıcımı hayaleti tam olarak hissettiğim noktada toprağa soktum. Bacağımı yakalamak için uzanan kolları havada kısa bir süre asılı kaldıktan sonra buharlaşarak yok oldu. Eğilirsem üzerime atılan bıçağın Kuzey’e geleceğini bildiğimden kılıcımı topraktan çekip kendimi bile şaşırtacak kadar mükemmel bir zamanlamayla bıçağın yönünü değiştirdim. Bıçağı işe yaramayan hayalet hayal kırıklığı ve öfke dolu bakışlarla yanındakilerle uğraşmaya başladı.

Korkuyla dönüp seçilmiş kıza baktım. Gözlerini kapatmakta olduğu arkadaşının yanından ağlayarak ama güçlü bir şekilde kalkıyordu. Hayatta ve iyi olduğunu görünce derin bir nefes aldım. Hemen önünde kendini ona bir kalkan gibi germiş ikiz bıçaklarıyla ufak çapta bir kıyım yapan Aislin duruyordu. Hepimiz Kuzey’den lazım olur mantığıyla bir iki ders almıştık ama Aislin onun gösterdiği tüm hareketleri yalayıp yutmuştu. Üstelik iki elini de aktif olarak kullanabiliyordu.

Hayaletlerle savaşmanın en korkutucu yanı kendi gücünüz yüzünden yaralanma ya da sizin tarafınızdan birini yaralama olasılığınızdı. Silahı savururken hep kontrollü olmalıydınız çünkü onu durduracak, kuvvetini karşılayacak bir beden yoktu. Bu havayı bıçaklamakla aynı şeydi ve benim gibi bıçağa göre nispeten daha uzun silahları seçiyorsanız bu ciddi bir dezavantajdı. Aislin içinse silahı filmlerde ustaların dediği gibi bedeninin bir uzantısıydı. Oradan oraya zıplarken bunu çok rahat görebiliyordum. Kuzey’se bambaşkaydı. Tedirgin eden bir başkalık. Bıçak onun uzantısı değildi, o bıçağın ta kendisi gibiydi. Bazen çıplak elleriyle birini doğrayabilirmiş gibi hareket ederdi.

“ Üstünlük bizde.”dedi Kuzey. Önündeki kaya parçasının üzerine zıplayıp orada dikilen okçu bir hayaleti alaşağı etti. İndiği sırada çevresini sarmaya hazırlanan üç hayaleti de mükemmel kontrollü hamlesiyle tek darbede havaya karıştırdı. “ Sayıları çok azaldı. Her an geri çekilebilirler.”

“ Farkındayım. Ama bu olana kadar, dikkatli ol.”dedim. Ayağı taşa takılıp arkaya düşen kahin adamın yanı başında biten ortaçağ kıyafetleri içindeki hayalet bıçağını tüm gücüyle havaya kaldırdı. Koşsam bile zamanında yetişemeyeceğimi bildiğimden elimde yarattığım küçük alev topunu hayaletin üzerine gönderdim. Bıçağın adama saplanmasına ramak kala yanarak yok oldu. Kahin adam bana başıyla teşekkür edip hızla doğrularak savaşmaya devam etti.

Kullandığım azıcık alev bile başımın dönmesine neden oluyordu. Buraya geldiğimizde zaten tamamen toparlanmamıştım. Üstüne bir de herkesin silahlarını alevlerimle kutsayıp onları hayaletlere karşı donanımlı hale getirmiştim. Kuzey ona olanları anlattıktan sonra Aiden’ın bunu yapmasına izin veremezdim. Şu an bahsettiği hayalet arkadaşlarını gezip buraya yardım göndermekle meşguldü ve işe yarıyordu. Buraya ilk geldiğimizde sayıları çok azalmış olan bizim tarafımızdaki hayaletler giderek artıyordu.

“ Aislin’e destek ver.”dedim hala arkamda olan Kuzey’e. Ben demesem bile kalan az sayıdaki düşmanın onun çevresinde yoğunlaştığını biliyordu. Başka hiçbir şey söylemeden ona doğru koşmaya başladı. Yolda önüne çıkan hiçbir hayaletin şansı yoktu.

İngiltere’nin nemli çimenleri üzerinde kayarak seçilmişlerin çarpıştığı alana doğru gittim. Arkamdan hamle yapan birini kılıcımla durdurdum. Parmaklarımın arasında ne yaptığından çok emin olan kılıç dönerek hayaleti ikiye ayırdı. Bir seçilmiş olarak savaş eğitimim az çok vardı. Ama kesinlikle bu derece değildi. Zihnimde bunu yapmasını önleyen tüm engelleri kaldırarak Arya’ya tam geçiş izni vermiştim. Benim yetersiz kaldığım anlarda iplerimi çeken ve bedenime yön veren işinin ehli ruhunu parmak uçlarımda dahi hissedebiliyordum. Bir bedende iki kişi birlikte savaşıyorduk.

Arkamdaki hayaletin ardından kılıç elimde hızla çevremde dönerek yakın alanımdaki tüm hayaletleri temizledim. Kuzey haklıydı, bu bölgedekiler çekilmeye başlamıştı.

“ Aiden!” Aislin’in sesini duyduğumda kelimenin tam anlamıyla beynimden vurulmuşa döndüm. Aiden’ın aniden haritanın ortasında beliren varlığı zihnimde balyoz etkisi yarattı. Sorun Aislin’in sandığı gibi onun kendini koruyamayacağını düşünmem değildi. Sorun, bu yaşta bir çocuğun kendini korumak için bile olsa bir varlığa son vermesi ihtimaliydi.

“ Aiden, uzaklaş!”

“ Tamam gidiyorum Ais, dikkatli ol!” Aiden’ın varlığı belirdiği kadar hızlı ve keskin şekilde yok oldu. Sanki ablasına laf anlatmaktansa kaçmayı tercih etmiş ya da biri kulağını çeke çeke onu götürmüş gibi. Neden geldiğini bilemiyordum ama Aiden varlığının ablasını riske atacağını anlamıştı. Uzun uzun ona size yardım edebilirim diye açıklamaktansa giderek dikkatini dağıtmamayı tercih edecek kadar zekiydi.Oysa şu an bunların hiçbirinin önemi kalmamıştı. Aniden belirmesi de gitmesi de zarar görmemesi de ufak detaylar olarak kalacaktı. Çünkü kardeşi için endişelenen Aislin bir kere gardını indirmişti.

“ Ais!” Kuzey Aislin’in üzerine çullanmak üzere olan iki hayaletle kızın arasına girdi. Bir eliyle onu korumak için eğilmesini sağlarken öteki elindeki bıçakla daha yakında olana saldırdı. Kalbinde dönen bıçakla havaya karışan hayalet yerini bir başkasına bırakmıştı. Daha ben farkına varmadan ayaklarım harekete geçmiş ikisine doğru koşmaya başlamıştım.

Bir eli hala Aislin’in üzerinde olan Kuzey ikinci darbeyi savuşturmada ilki kadar şanslı değildi. Önleyemeyeceğini anladığında gerileyebildiği kadar gerileyerek kolunu kendine siper etti. Hayaletin bıçağı sağ kolunun alt kısmına saplanarak derin bir kesik açtı.

“ Kuzey!” Bağırışıma alevlerim tepki verdi ve başka hamle yapamadan karşısındaki hayaletin üzerine yağmur gibi yağdı. Çok az kalmışlardı! Dönmemize çok az kalmıştı!

Aislin çöktüğü yerden Kuzey’in yaralandığını fark edince korkuyla kalkmaya çalışmıştı ama Kuzey onu güvende kalması için zorladı. Üzerine gelen hayaletleri görüp, hissedebiliyordu. Sağ kolu işlemez haldeydi. Yüzü acıyla kasılırken tutmakta olduğu bıçak parmaklarının arasından kayıp düşüvermişti. Bu işi hemen bitirmeliydim. Bizi koruyacak alevden bir kalkan yaratacak gücüm kahretsin ki yoktu! Avuç içime sığan alev topları yaratarak koşarken bunları onlara yaklaşan hayaletlerin üzerine fırlattım.

Kuzey sol elindeki bıçakla Aislin’i hedefleyen hayaletlerden birini daha indirdi. Bir terslik, gariplik vardı. Bir avuç hayalet kalmıştı ama onlar geri çekilmek yerine gökyüzünden üstlerine kamikaze dalışına geçmeye karar vermişlerdi. Yok olmaları, yanlarında o ikisinden birini götürdükleri sürece önemli değilmiş gibi hareket ediyorlardı. Yürümüyor, süzülmüyor ya da koşmuyorlardı. Gerçekten pike yapmış bir uçak, kuş gibi üzerlerine iniyorlardı. İliklerime kadar korkuyla titrerken Walker burada olmasa bile bu hayaletlerin kontrolleri onlara ait değilmiş gibi hissettim.

Kuzey yukarıdan gelen saldıran korumak için Aislin’i tutmaya çalışsa da tek kolla mücadele edemeyeceğini anladığında kalkmasına izin verdi. Neden onlardan bu kadar uzağa gitmiştim ki!? İkisi sırt sırta vermiş üzerine yağan hayaletlerin silahları onlara temas etmeden savuşturmaya çalışırken benim tek yapabildiğim küçük alev topları yollamaktı. Alev yarattıkça güçsüz düşüyordum. Adımlarım yavaşlıyor, bariz bir nefes darlığı çekmeye başlıyordum. Yanlarına ulaşamadığım için daha çok alev gönderiyor ve bu kısır döngü içinde ağzımdan çıkmak için dudaklarımı zorlayan kan tadıyla çaresiz bir çocuk gibi ilerliyordum.

Artık arkamda devam eden bir savaş yoktu. Aislin ve Kuzey’i saranlar haricinde hayaletlerin hepsi geri çekilmişti. Benimle birlikte koşan pek çok kişi vardı ama hepimiz tükenmiştik. Aramızdan da kendi bedenimizden de çok kayıp vermiştik ve ben her anlamda bir kayıp daha vermeyi kaldıramazdım.

Sanki… Sanki diğerleri çekildiğinde önceden planlanmış saldırılarının geri sayımı bitmiş ve zamanlayıcısı kurulmuş hayaletler kamikazelere dönüşmüştü. O bölgede sadece Kuzey ve Aislin ayakta duruyordu. Bu yüzden hepsi tüm güçleriyle onlara yükleniyorlardı. Belki de gerçekten ölmek istiyorlardı. Aralarında bu dünyaya çok uzun zamandır istemediği halde bağlı kalanlar vardı. Tıpkı Arya gibi gerçek bir ölümü kurtuluş olarak gören, buna rağmen son anlarında bile Walker’a verdikleri söze sadık olan bir grup hayalet…

Yanlarına vardığımda haykırarak Kuzey’e elindeki hançeri saplamak üzere olan bir hayaleti daha havadayken ikiye böldüm. Boğuştuğu hayalet Aislin’in koluna arkasında sakladığı bıçağı saplayınca kız acıyla inleyerek elindeki bıçaklardan birini düşürdü. Ötekini sıkı sıkı tutup hayaletten hızlı hareket ederek onu omuz hizasından iki parçaya ayırıp buharlaştıran bir hamle yaptı.

Ben son kamikazeyi de havada yakalayıp yok ederken Aislin’in tiz bir çığlıkla geriye düştüğünü hissettim. Az önce onu yaralayan ve yok ettiği hayaletin daha buharının tüttüğü noktada başka, çok daha iri yarı bir tanesi duruyordu. Diğer bıçağını da Aislin’den almayı başarmıştı ve kız darbenin etkisiyle geriye savrulmuştu. Sol kaşının hemen üzerinde çok derin olmayan bir kesik vardı. Aislin’in silahını ona karşı savuran hayaletin karşısına bir kez daha Kuzey dikildi. Sol kolunu kullanıyor olmasına rağmen onu rahatça püskürtmüştü. Ailsin ikiz bıçakları çimenlikte uzak iki noktaya fırlamış yatıyordu. Ancak Kuzey onun bir elindeki silahı uçururken öteki elindekine karşı açık bir hedef haline gelmişti.

Hayatlar saniyelerle kurtarıldığı gibi saniyelerle de yok edilirdi. Savaşta ve dövüşte her şey kafanızda ya çok hızlı ya da çok yavaş gerçekleşirdi. Hissedilenle yaşanan farklı olaylarmış gibi gelebilirdi. İşte bu da aynen öyleydi. Aislin yere düştüğünde ben üzerime gelen son hayaletten kurtuluyordum. Kuzey’in saldırısını hissettiğimde kılıcım hayaleti kesmiş, hız kaybetmeden savrulmaya devam ediyordu. Kuzey’in açığından faydalanan hayalet bıçağını ona doğru savuruyordu. Benim Arya tarafından kontrolü eline alınan kılıcım hızla dönüp o iri yarı hayaletin kafasını bedeninden koparırken saniye farkla benden hızlı davranan bıçağı Kuzey’in karın boşluğundan başlayıp yavaşça göğsüne doğru ilerliyordu.

Sonuçta o son hayalet de yüzünde korkunç bir gülümsemeyle buhar olmuştu. Yırtılmış tişörtününe kırmızı, kıpkırmızı bir leke yayılmaya başlamış Kuzey geriye doğru düşmüştü. Titreyen ellerim kılıcı reddedercesine bırakıp onun bedenini yakalamak için uzandığında o çoktan Aislin’in kolları arasında çimenlerin üzerindeydi.

43 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page