top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 26.Bölüm


-26-

Edmund

“ Ne? Nasıl? Neler oluyor? ” Ekrandan bir anda ortadan kaybolan dört kişinin bir zamanlar durduğu siyah boşluğa bakıyordum. Geriye sadece Tara kalmıştı. Korkuyla ardındaki alevleri umursamadan aşağıya bakıyordu. Tam atlayacakken durdu ve bu duraklama kapanan metal kapakla atlama şansını tamamen kaybetmesine neden oldu.

“ Onlara ulaşamıyorum! ”diye bağırdı Arda. Ona sessiz ol yakınlarda biri varsa üzerimize çekeceksin demek istiyordum ama benim yapamadığımı benim yerime yapıyordu. Bense hipnotize olmuş gibi alevlerini üzerine yağdırmasına rağmen kapağı eritemeyen Tara’yı izliyordum. Sonra aniden durakladı ve ayağa kalktı.

“ Edmund? ” Kulaklıktan cızırtılı gelen sesi fazlasıyla titrekti. “ Edmund, Walker burada.” Ne yapacağını bilemez halde bir aşağıya bir de sağındaki ritüel alanına bakıyordu.

“ Git, onu oyala. ”dedim düşünmeden. “ Diğerlerini ben çıkarırım.”

“ Bu şey elektrikli olmayabilir! Antik sistemleri çok hafife alıyorsun! ”Bağırınca ağladığını fark ettim. Arkasında olup onu alana doğru ittirmek istiyordum.

“ Elektrikli olmayabilir ama her şey benim elektriğimden etkilenir. Şimdi bütün bu çabayı çöpe atmadan önce şu ateşin yanına gidip onu oyala! ”Bir anda o kadar çok bağırmıştım ki deli gibi hareket eden Arda dahi donakalmıştı. Tara cevap vermedi. Gözlerini silip alana doğru koştuğunu görecek kadar ekranlara baktıktan sonra yerimden fırladım.

“ Tut şunu. ”dedim elimdeki bastonu Arda’ya doğru atıp bir kez daha tüm kontrol panellerini neredeyse koşarak kontrol ettim. Şu an oyun oynamaya vaktim yoktu.

“ Sen… Nasıl koşuyorsun? ”dedi Arda sakat olduğuna inandığı bacağıma dehşetle bakarken.

“ Neden? Hiç bacağın sakat mı diye sordun mu? Sana yalan bir hikâye anlattım mı? Ne bu dehşetin sebebi? ” Daha önce baktığımda görmediğimi biliyordum ama şimdi duvardaki kablo hatlarına kadar en ufak detayı bile tekrar kontrol ediyordum. O mekanizmayı kontrol eden şey buradaysa bunu atlamayacaktım.

“ Ama sen baston kullanıyorsun ve topallıyorsun!”

“ Hayır, geri zekâlı, baston kullanıyorum çünkü şahane bir aksesuar. Üstelik beni topraklıyor. Ben sadece topalmış gibi yapıyordum. Bunun gibi ciddileşmem gerektiği anlarda daha dramatik bir etki yaratıyor!” Hala bağırmakta olduğumu fark edince kendi kendime sakin ol, nefes al diye konuşmaya başladım. En yakınımdaki baygın adama giderek onu koltuğunda düzelttim. Elimle boynundan nabzını kontrol edip vücuduna çok hafif bir şok verdim.

Adam kızartma tavasındaki balık gibi koltukta sıçrayıp kendine geldi. Sağına soluna bakınıp gözleri sonunda bize odaklamayı başardığında korkup telaşlanmasıyla vakit kaybetmedim.

“ Burası dışında ana tapınağı kontrol eden bir komuta odası var mı? ”dedim adama. Beni dinlediğinden emin olmak için çenesini tutarak onu bana bakmaya zorladım.

“ Siz… Siz burada ne arıyorsunuz? Ben hemen-” Tuttuğum çenesini bırakmadan bir kez daha onu ikna edecek miktarda elektrik akımını zihnine gönderdim. Adam koltukta titredi. Boğazından bir inilti yükseldi. Yüzünü daha sıkı tutup gözlerime bakmasını bekledim.

“ Ana tapınaktaki tuzağı neyle kontrol ediyorsunuz? ”dedim sıktığım dişlerimin arasından. Artık parmaklarımla yüzüne o kadar kuvvet uyguluyordum ki boğumlarım beyazlamıştı.

“ Bir… Üst katta… Soldaki koridorun… En sonunda. ” Her kelime ağzından alnından dökülen ecel terleriyle birlikte çıkıyordu. Ona gülümseyip suratını ittim.

“ Teşekkürler.” Bu sefer onu bayıltacak kadar yüksek bir akım verdim. Kendine geldiğinde, yani gelebilirse, haşlanmış bir beyinle bir süre sorun yaşayacaktı.

“ Merhaba, beni duyan var mı? Agarta’dakileri getirdim.” Aiden’ın sevimli sesi kulaklığımızda yankılanırken ilk defa bir şeye Arda’yla aynı tepkiyi verdik, bir bu eksikti.

“ Burada kal ve onları içeri almanın bir yolunu bul. Ben bu sistemi kapatmalıyım. ”dedim kapıya koşarken. Arda bu tekliften pek memnun olmamıştı anlaşılan.

“ Kimse yalnız kalmamalı diyen sen değil misin? Orada yardıma ihtiyacın olmadığını nereden biliyorsun? Üstelik nasıl içeri girebilecekleri ben nereden bilebilirim?”

“ Beyin fırtınası yapman için sana Alfred, Aislin, Kuzey ve Aiden’ı bırakıyorum. Eminim onların bir fikirleri vardır. Şimdi gitmezsem orada ne halde olduklarını asla bilemeyeceğiz. Beni genel frekanstan çıkar, dikkatimin dağılmasını istemiyorum.” Cevap vermesini bile beklemeden dışarı çıktım. Yanımda bana nereden ne çıkacağını söyleyecek bir kâhin yoktu. Bu işi eski usul halledecektim.

Bayılttığımız adamların üzerinden atlayıp el yordamıyla merdivenlere açılan kapıyı buldum. Işık için ruhum yerine çevremi saran elektriği kullanmayı tercih ediyordum. Bu benim kalkanımdı. Her saldırıdan daha hızlı, koruyucu bir zırhtı. Merdivenleri ikişer üçer zıplayarak kısa sürede çıktım.

Kapıyı açmak için elimi kaldırmıştım ki bir klik sesi eşliğinde açılıverdi. Tüm hücrelerim çevremi saran akımla başka kutuplara çekilecek kadar gergin olmama rağmen gülümsedim. Demek Arda beni izlemiş, işi kapmıştı. Kapıyı açıp ardında dikilen iki adamı elektrik akımımla haşladım. Üzerlerinden duman tüten bedenleri oldukları yere yığıldı. Ne demişti? Ah, soldaki koridor…

Tabi ki soldaki koridor olacaktı. Aksi takdirde kızarmış arkadaşlarına korkuyla bakıp silahlarına davranmış beş kişiyi geçmem ve ölüm vadisi uzunluğundaki koridoru aşmam gerekmezdi. Sağ taraf neredeyse betonun üzerinde çiçeklerin yetişip günün ışıyabileceği kadar tatlı, kısa bir koridordu.

Şimdi değil, diye düşündüm. Şimdi oyun vakti değil.

Bana en yakındakine doğru uzanarak tetiği çekmek üzere olduğu silahı yakaladım. Silahtan bedenine akan elektrik onu dönüşümünü tamamlamaya çalışan doğaüstü bir yaratıkmış gibi titretirken silahını erittim. Hangisinin öleceğini hangisinin hayatta kalacağını umursamıyordum. Bunlar bütün uyarılara rağmen seçimlerini yapmış insanlardı. O halde ben de kendi seçimi yapıp o çocukları kurtarmak için herkesi gözden çıkarırdım.

Üzerime gelen kurşundan son anda eğilerek kurtuldum.İki ruh süzülerek hızla bana doğru geliyordu. Arkada nişan almış iki kişi daha vardı. Parmaklarımı şaklatarak tepemizdeki lambaları patlattım. Bu nişan alanları birkaç saniye olsun duraklatırdı. Akımın ruhları etkilemesini sağlamak büyük bir hissetme ve odaklanabilme becerisi gerektiriyordu. Şimdi bununla uğraşacak zamanım gerçekten yoktu.

Ruhumun böldüğüm iki parçasını dışarı çıkarttım. Bana doğru gelen ruhların birinin elinde kara bıçak vardı. Ötekiyse bileğinin kuvvetine güveniyordu anlaşılan. Önce onunla yüzleşmek iyi bir ısınma olacağından ruhumun ilk parçasını üzerine gönderdim. Elektriğin koruduğu bedenimle harekete geçtim. Yürürken tetiği çekilen her silahı ayrı ayrı duyabiliyordum. Akımı doğru yere odaklayarak kurşunları vücuduma temas etmeden önce yok ediyordum. Ruhumun iki parçası bana fazladan görüş açısı sağlıyordu.

Silahı olmayandan bir anlık dalgınlığım yüzünden sağlam bir yumruk yedim. Yakın dövüşe alışık olduğunu belli edecek bir hareketle ruhumu yere serdi. Üzerime oturup mavi ellerini boğazıma sardı. Ne büyük hata! Yetenek bedene değil, esasen ruha aitken benimle böyle temas halinde olması beyin kaslarını kollarındakiler için harcadığını ortaya koyuyordu. Ruhumla temas eden her noktasından elektrik ona aktı. Telaşla geri çekilip bedenine dönmesi verdiği ikinci büyük hatalı karardı. Akımı bedenine taşıyarak bir daha asla kullanamayacağı gelişmemiş beyin kıvrımlarını haşladı. Görevini tamamlayan parçamı geri aldım.

Arkadaşının haşlanması hoşuna gitmeyen kara bıçaklı kızın ruhu öfkeyle bıçağı ruhuma saplamak üzere hamle yaptı ve ben kurşunlara odaklanmaya çalışırken kabul etmesi zor olsa da neredeyse başarılı da oluyordu! Ah, çocuklarla uğraşıyordum ve bunların hepsi alevlerimi benden aldığı için Nisan’ın suçuydu! Biraz ruh alevi onları kurtarmam konusunda kesinlikle çok faydalı olurdu!

“ Edmund, Aiden az önce Nisan’ın ruh alevini hissettiğini söyledi. Çok, çok fazla alev yaratıyormuş. Bu biraz daha devam ederse… ”Arda’nın sesini duyunca donakaldım. Ben hiç donakalmazdım. “ Edmund, bunu hemen durdurmak zorundasın zaman yok lütfen! Lütfen Aiden enerjisinin çok zayıf olduğunu söylüyor!” Ruhumu bıçaklı kızla ilgilenemeyecek durumda olduğum için bedenime geri çektim. “ Alevi kullanırsa kendisi, kullanmazsa hepsi… Edmund acele et!” Harika, diye geçirdim aklımdan. Hatta şahane! Gözlerimin önünden gencecik, parlak ama boş bedenleri geçerken devam etmek zorundaydım artık.

Yanıldın Edmund, yanıldın!

Esas şimdi oyun vakti…

Bıçağıyla üzerime saldıran kızın bıçağını havadayken kabzasından yakaladım. Elimi saran elektriğin kızı kızartmasını beklemeden onu havaya kaldırarak ruhu kabzanın ucunda sallanan bir oyuncakmışçasına duvara doğru fırlattım. Arkadakilerin çağırdıkları destek kuvvet önümü ve arkamı kuşatmıştı. Saymak için ardıma bakmama gerek yoktu. Sert mi oynamak istiyorlardı? Sert oynayacaktık.

İki adım ileri giderek elektrikle kaplanmış yumruğumu duvara indirdim. Tek bir darbede o kadar güç biriktirmiştim ki duvar üzerine düşen yıldırımla paramparça olmuştu. Üzerime hala üşenmeden kurşun yağdırıyorlardı. Ama artık ben bile görünmezdim. Akım tüm bedenimi sarmıştı. Kalkanımın bir boşluğu yoktu. Bana direk bakamayacakları kadar kör edici mavi-beyaz bir kordum ben. Yıldırımın, elektriğin, akımın ta kendisi!

Oyun oynayacaksak kitabına göre oynayacaktık. Bazı şeyler hiç eskimez, insanlar hiç akıllanmazlardı. Duvarın ardında açığa çıkan su borusunu patlattım. Ne planladığımı anlamış olan zeki birkaç kişi silahlarını bırakarak kaçmaya başlamıştı ancak boşuna bir çabaydı. Su yolunu bulur, asla affetmezdi. Hemen yanındaki elektrik kablolarından ihtiyacım olan yere gideni kolaylıkla buldum. Motorun gücünü bile parmak uçlarımda hissedebiliyordum. Kaldırabileceği en üst yüklemeyi yaparak suyu bu seviyeye üç kat daha büyük bir hızla pompalamasını sağladım. Walker her şeyi fazlasıyla sağlam yaparak aptallık etmişti. Borular daha fazla tazyike bile dayanabilirdi.

Titanik’in son anlarını hatırlatırcasına karşıdaki duvarı dövüp koridorda ufak bir deniz yaratan suyun ortasında dikiliyordum. Akım suyun üzerinde avına koşan bir yırtıcı gibi ilerliyordu. Su o kadar büyük bir hızda akıyordu ki kimsenin kaçma şansı yoktu. Mühürlü kapılar suyu içeri almıyor, koridor kolayca yüzen onlarca cesetle doluyordu.

Kulak tırmalayan çığlıklarını da cızırdayan etlerini de korkunç kokularını da görmezden geldim. Hatta yorgunluktan tekleyen kalbimi bile umursamadan suyun içinde bata çıka koşmaya başladım. Birkaç dakika içinde yüzülebilir kıvama gelecekti. Yolumu tıkayan tanınmaz haldeki cesetleri kenara itiyordum. Hayır, kesinlikle içim acımıyordu. Burada olmak onların seçimiydi, karşıma çıkmak onların seçimiydi. Hiçbir savaş herkesin canını bağışlayarak kazanılmazdı.

Peşimde kimsenin kalmadığına emin olduğumda zırhımı yok ettim. Suyun içindeki elektriği geri geçerek ulaşmam gereken kapıya kadar adeta süründüm. Artık hırsızların en güçlüsü olmadığım için yeteneğimi bu denli kullanmak bile beni tüketiyordu. Buna alışamamıştım. Kapının önünde uzanan adamı artık bileklerime kadar gelen suyun içinde itekleyerek eşikten çektim. Bu seferki kapı benim için açılmayınca yaptığımın diğer sistemlerin de bir kısmına zarar verdiğini fark ettim ancak umursamadım. Hala kendim açabilecek güçteydim.

Sistemini erittikten sonra kapıyı tüm gücümle ittirerek açtım. İçeriye oluk oluk su girmeye başladı. Güzel dedim sadece içimden. Elektrikli bütün aletleri bir güzel bozabilirdi.

“ Edmund? Ed…mund? Görüntü git… İyi misin? ”Arda’nın bölük pörçük sesini duydum.

“ İyiyim, sen kendi işinle ilgilen. Beni düşünme. ” Nefes almak için bile duraksamadan suyla birlikte içeri daldım. Evet! Evet! Kontrol paneli! Elektrik! Görüntüleri görünceyse düşüncelerim virajı alamayarak şarampolden aşağı uçtu. Nisan? Aman tanrım! Hayır! Hayır! Arda haklıydı o alevden küreyi daha ne kadar tutabilirdi ki?

Panel tabi ki de bir hayal kırıklığıydı. Durdurmak ve dahi yavaşlatmak için kullanabileceğim en ufak bir kol ya da tuş bulamamıştım. Enerjiyi nereden aldığını kabloyu takip ederek bulamıyordum ama çok kuvvetli olduğunu algılayabiliyordum. Akımımı kullanarak bloke etme çabam sistem tarafından kolayca bertaraf edildi. Tsunaminin yarattığı akıntıya karşı durmak gibiydi, neredeyse imkânsızdı. Tüm gücüm yerinde olsaydı yapabilirdim ama buraya gelmeden önce yaptıklarımız, burada yaptıklarım… Kendimi parçalasam bile akımını durduramazdım.

Görüntünün karıncalandığı ekranda alevlerin zayıflayışını tarif edilemez bir çaresizlik içinde izledim. İki yandaki duvarlar kamerayı bile tehdit edecek kadar güçlü bir şekilde kapanmaya uğraşıyordu. Bir yolu her zaman olurdu, mutlaka bir yolu vardı!

“ Edmund!” Arda’nın ardından birden fazla kişinin çığlık çığlığa konuşması geliyordu. İçlerinden Alfred’i kolayca ayırt edebilmiştim.

Akıntıya karşı gelemeyebilirdim, ama bu akıntıyla birlikte yüzüp barajları yıkamayacağım anlamına gelmezdi. Eğer Walker bu sistemi de fazlasıyla yüklenilebilir yaptıysa… Eh en azından kahramanca olacaktı…

Bileğimi geçmiş suyun içinde panelin önüne doğru koştum. Elektrik sisteminin üzerini kapatan metal kapağı yerinden sökecek kadar büyük bir güçte açtım. Nefes bile almadan ellerimi içine daldırıp kabloları yakaladım.

“ Bakalım ne kadarını kaldırabileceksin güzel şey. ”dedim kendi kendime. İçimde kalan tüm gücü parmak uçlarımdan kablolara aktardım. Bu odanın ve tuzağın kaynağı diğerlerinden ayrıydı. Çok az şeye harcanan çok büyük bir kaynaktı. Ancak bir o kadar da dayanıklıydı. Akımı sabitleyen, aşırı yüklenmeyi önleyen tüm engelleri birer duvarmışçasına teker teker yıktım. Tepemdeki ekranlardan birkaçı patlayarak kıvılcımlar saçmaya başlamıştı bile. Onları göremesem de akımı kesemediğim sürece kurtulamayacaklarını biliyordum.

“ Hadi, hadi, HADİ!” Bağırmaya başladım. Akım da ben de sınırımıza ulaşmak üzereydik ama korkarım ki ben ondan önce tükenecektim.

“ Edmund? ”Alfred’in korkmuş ve telaşlı sesini duydum. “ Yanına geliyorum, beni duydun mu? Bunu birlikte yapabiliriz!” Ayak seslerini bile duyulabilirdi.

“ Sudan uzak dur Alf! ”dedim artık ellerimin arasında erimeye başlayan kablolara bakarak. Nefes almakta zorlanıyordum. Bir tık kalmıştı. Biraz daha yüklenebilirsem barajı yıkar, herkesi serbest bırakırdım. Duvarları durdur, kapağı aç. Duvarları durdur, kapağı aç!

“ Dikkatli ol Alf, her zaman dikkatli ol… Daha da önemlisi, mutlu ol.”

Duvarları durdur, kapağı aç. Duvarları durdur, kapağı aç!

Son gücümle haykırdım. Sesim bütün karmaşayı bastırabilecek kadar güçlü çıkmıştı. Ben Walker’ın hayal edebileceğinden, sistemin kaldırabileceğinden daha güçlü çıkmıştım. Duvarlar durdurulmuş, kapak açılmış, baraj onarılamaz şekilde yıkılmıştı.

Dizlerime kadar ulaşan suyun içine sırtüstü düşerken sırıttığıma emindim. Gerçekten kahramanca bir ölüm olmuştu ha? Çak bir beşlik Edmund!

Ölürken son sözlerim bunlar mı olacaktı?

Eh, ölüyor olduğuma göre fiyakalı bir şeyler düşünmeye vaktim kalmamıştı.

Çak bir beşlik…

37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page