top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 25.Bölüm



-25-

Nisan

“ Yeterince vakit kaybettik. Devam etmelisiniz. ”dedi Edmund iç çekerek.

“ Burada kalma konusundan emin misin? ”diye sordum. Koltuktan düşmek üzere gibi iki büklüm olmuş adamı bastonuyla ittirerek kendine yer açtı.

“ Tabi ki eminiz, biz burada kalacağız, siz devam edin. ” Kendini koltuğa bırakıp gerinmeye başladı.

“ Biz kim? ”

“ Arda ve ben. Buradan sizi izleyip yardım etmem çok daha kolay olur. Benim işim, yeteneğim burası anlıyor musunuz? Duvarları delmeme gerek kalmadan sizi görünmez de yapabilirim, kapılarınızı da açabilirim. Arda da bana arkadaşlık eder fena mı? Kimse yalnız kalmamalı. Burada bir sorun çıkarsa biri size ulaşabilmeli, bedenen yani…” Arda bir Edmund’a bir de bize bakıp omuzlarını silkti. Fikir aklına yatmış gibiydi.

“ Burayı da patlatmayacaksa en azından önümü görebilirim. Destek ekibi olarak deneyimim var ne de olsa. ”dedi. Böylesinin onun için de daha güvenli olacağını düşündüğümden hiç itiraz etmedim.

“ Dikkat edin ve fark edilmeyin. ”dedim yavaşça. Neden bilmiyorum ama kapıya gitmeden önce ikisine de sarıldım. Arda sarılışıma sıkı sıkı bir kucaklamayla karşılık verirken Edmund şoktan kaskatı kesilmişti.

“ Duygusallaşma tatlı kız, kimseye bir şey olmayacak. ”dedi Edmund ilk şoku üzerinden atlattığında. Diğerleriyle birlikte kapıya gittiğimde dönüp sırıttım.

“ Sarılmak için birine bir şey olmasını beklemeyecek kadar akıllandım. ” Arkamdan yavaşça kapıyı çekerken ikisi de gülümsüyorlardı. “ Şimdi nereye Derin?”Derin karanlık koridorda abimin ruhunun ışığıyla aydınlanan gözlerini kıstı.

“ Bu kapıdan geçtikten sonra yukarı çıkmalıyız. Asansör ya da merdivenleri kullanabiliriz. Bizi şu köprülerden birine çıkaracak koridoru geçmeliyiz. Köprü bu binayı ateşin olduğu ana tapınağa bağlıyor. İşin sıkıntılı kısmı da burada başlıyor zaten. Bir şey olur da iki gruba ayrılmamız gerekirse bilmeniz gereken daima sizi yukarı çıkaracak koridor ve merdivenleri bulmanız gerektiği. Ritüel alanı tüm yapının en üst noktasında. ”dedi hızlıca. Hepimiz kulaklıklarımızı açık konuma getirmiştik. Bu sayede söylediğimiz her şeyi anı anına Edmund’la Arda da takip edebileceklerdi.

“ Ben merdivenleri tercih ederim. Asansör en ufak sorunda bizi köşeye sıkıştırır. ”dedi abim kapıya doğru yürümeye başladığı anda. Kulaklığın ucundan Edmund’un homurdanması geldi.

“ Sanırım sizi herhangi bir asansörle iki kat çıkarabilecek kadar yetenekliyim.”

“ Tartışmayı kesin. Merdivende adamlar var, asansörse boş. Daha hızlı olanı seçeceğiz.” Tara Edmund’un sistemden açtığı kapıyı iterken tartışmaya noktayı koymuştu. Abim durumdan kesinlikle memnun değildi.

Hepimiz yavaşça kapıdan içeri süzüldük. Hemen sağımızda dönerek yukarı uzanan betonarme merdivenler vardı. Walker’ın hoşuna gittiğinden miydi yoksa zamanı olmadığı için miydi bilinmez sığınaklarının onun sık sık kullanmadığı her yeri sadece kaba inşaatı tamamlanmış bir şantiye alanı gibi görünüyordu. Beton, floresan lambalar, kimi zaman kaplanmış zemin ve üst düzey güvenlikli kapılar… İçeride ilerledikçeyse durum değişiyordu. Bir kere en önemlisi, camları görmeye başlıyordunuz! Duvarlar kaplanmaya, güvenlik sistemleri gizlenmeye başlıyordu. Aydınlatma insanı daha az tedirgin hissedecek bir hal alıyordu. İçerideki biri için sığınağın kendisi bir çeşit haritaya dönüşüyordu. Çevrelerine bakıp olmaları gereken halkada olup olmadıklarını anlayabiliyorlardı. Hiyerarşi, tabi ki Walker’lık bir şeydi. Yine de bu bizim de işimizi kolaylaştırıyordu.

Asansörün kapıları bizim için sessizce açılırken merdivenlerde gülüşen iki adamın sesini duymak kalbimi korkuyla hoplattı. Hepimiz farkında olmadan Tara’ya dönmüştük. Tara elini sorun yok dercesine salladı. İçeri girdiğimizde abim başta olmak üzere hepimiz gerilmiştik. Üç katmanlı otomatik kapı üzerimize kapandı.

“ Sakın hiçbir şeye dokunmayın. ”diye Edmund tarafından uyarıldıktan sonra geniş kabin içinde resmen birbirimize yapıştık. Panelde numaraların yanı sıra türlü türlü kimlik sorgulama mekanizmaları vardı. Hiçbiri harekete geçmediğine göre Edmund onları devre dışı bırakmayı başarmıştı. Buradaki kimsenin bu asansörü kullanacak kadar sabırlı olduğuna inanmıyordum.

Asansör böyle tasarlandığı için ya da Edmund olaya el attığı için hiçbir ses çıkarmadan bizi üç kat yukarıya sessizce çıkardı. Kapısı ardımızdan kapanırken görünmemek için duvara yaslandık.

“ Görüldüğü üzere asansör sorun çıkartmadı. ”dedi Edmund kendinden memnun ses tonuyla. Abimse onu umursamadan kaskatı bir ifadeyle üzerinin sarmaşık ve camla örtülü olduğu çelik köprüye bakıyordu. Bulunduğum yerden bile köprünün ucunda dikilen iki adamı görebiliyordum.

“ Aşağıda bir tane daha var. ”dedi Young Jae. Bakışlarımla onunkileri takip ederek köprünün biraz altında seyir terası gibi çıkıntı yapmış küçük çelik platforma baktım. Dikkatli bakınca aslında köprünün alt katı gibi görünen bu platformdan dört tane olduğunu ve hepsinin birbirine bağlı olduğunu fark ettim. Hem dışarıdan gelenleri gözleyebilir hem de yukarıdan bir ses duydukları anda müdahale edebilirlerdi. Sistemin bir zamanlar iyi çalıştığı kesindi ama şimdi bu koca platformda gezinen sadece bir kişi vardı. Esas tapınak binasına ulaşmamızı engellemeleri düşünülemezdi bile.

“ Aşağıdaki bende. ”dedi Derin. Bedeninden dışarı süzülen mavi ruhu onu kimsenin görmemesi için saklanarak köprünün altına yöneldi.

“ Bu ikisini de ben alırım. ”dedim. Tara’ya dönerek ekledim, “ Sen de cilasını atarsın.” Tara saymasam da otuz iki olduğunu tahmin ettiğim dişlerinin tamamını sergileyerek sırıttı. Yaslandığım duvarın arkasından çıkarak köprünün başında, beni görebilecekleri kadar açıklıkta bekledim. İki adam daha ilk anın şokunu üzerlerinden atamadan ben harekete geçmiştim bile.

Zamanın iplerini elime alarak onları sıkı sıkı tuttum. Ben köprüde hızla koşarken tenime çarpan rüzgâr dışında her şey durmuştu. Göz ucuyla aşağıdaki kadının arkında belirmiş hareketsiz Derin’i görebiliyordum.Vakit kaybetmeden iki adamın arasından geçip tekrar onlara dönerek durakladım. Ellerime doladığım ipleri tuttuğum nefes eşliğinde bıraktım.

Karşılarında birini görmeyi bekleyen adamlar afallamıştı. Enselerine organizasyona hoş geldiniz kitapçığının ilk on sayfasında kendine yer bulabilecek kadar sabitleşmiş basit bir teknikle hızla vurdum. Derin ben küçükken mümkünse bir teknikte asla sadece tek elinle ustalaşma derdi. Her zamanki gibi haklıydı. Aralarına dönen Derin de dâhil diğerleri bana doğru hızlı ama olabildiğince sessiz adımlarla koşmaya başladılar.

“ Sen git zaman kontrolü gibi şahane bir yeteneğe sahip ol, sonra bunu sadece adam pataklamak için kullan… Olacak iş değil! ” Edmund’un hafif kıskançlık ibareleri taşıyan sesine arkadan Arda’nın kahkahası eşlik ediyordu. Tara adamların gözlerine ne olduğunu bilmediğim bir hastalık ekerken ben de gülümsedim.

“ Sanki başka bir şeye vaktim oldu da. ”dedim. Edmund hak vermiş olacak ki cevap vermek yerine arkamızdaki kapıyı açmayı tercih etti. Açtığına göre hemen kapının ardında birileri olamazdı. Kendi yeteneğiyle sabitlediği görüntüleri yine kendi yeteneğiyle düzeltip bizi izleyebilirdi. Ama ben yine de kapıyı itip açmadan önce Tara’yla Young Jae’ye baktım. İkisi de ağızlarına konan yabancı tadı algılamak için debeleniyormuşçasına bir yüz ifadesiyle kalakalmışlardı.

“ Edmund? ”dedi Tara yavaşça. Kulaklığımdan kelimeleri seçemediğim mırıltılar geliyordu.

“ Kontrol ediyorum ama yok… Yani gerçekten yok. ”dedi Edmund. Arkadan Arda’nın nasıl gibi bir şeyler dediğini duyabiliyordum.

“ Ne yok? Sorun ne? ” Daha fazla dayanamayan abim transa geçmiş gibi duran Tara’yı omuzlarından sarsarak kendine getirdi. Tara konuşmadan önce yutkundu.

“ Başta uzak olduğumuz için sandım ama değilmiş. Burada kimse yok Ayas. Binanın bu bölümü tamamen terk edilmiş.” Normal şartlarda bu beni rahatlatırdı. Havaya zıplar, yumruklarımı sallar ve hatta çiftetelli bile oynardım. Ama konu Walker olunca başınıza iyi bir tesadüf gelemeyeceğini acı yoldan öğrenmiştim.

“ Burayı bu kadar boş bırakmasına imkân yok. ”dedi Derin. Sesi o kadar kısıktı ki sanırım sadece ben duymuştum. Kendi kendine konuşuyor gibiydi.

“ Ya zorunda kaldıysa? Buradakilerin büyük bir çoğunluğu seçilmişti ve Tara onlara karşı oldukça ikna ediciydi. Kendisinin burada olmasını yeterli bulmuş olamaz mı? ” Young Jae cevap ararken resmen debeleniyordu. Tara net bir tavırla başını iki yana salladı.

“ Olamaz. Söz konusu burasıyken yapamaz. Hap almış olsalar Edmund onları görürdü. Ama kimse olmamasını aklım almıyor.”

“ Bu bir tuzak o halde. ”dedim hepimizin düşündüğünü dillendirerek. “ Tuzak olmasına rağmen dışarıdaki tüm korumaları üzerimize çekmeden gidebileceğimiz başka bir yol yok. Dikkatli olup Edmund’un yönlendirmesine güvenmeliyiz. Buradan geri dönemeyiz. ” Tek tek hepsinin yüzüne baktım. Tara ve Young Jae bana katılırken abimle Derin bakışlarıyla başka bir çözüm aradıklarını belli ediyorlardı. “ Bu kadar kolay olamayacağını hepimiz biliyorduk. Varını yoğunu ortaya koymak bu değil mi? Sizi zorlayamam ama ben ne yaşayacak olursam olayım oraya giriyorum. Bunun bir tuzak olması sonucunu değiştirmeyecek. ” Kapıyı açmak için hamle yaptığımda Derin koluyla beni engelleyip geri çekti.

“ Önden gitmeyi aklından bile geçirme. ”dedi ve kapıyı ardına kadar açarak içeriye doğru ilk adımı attı. İçerisi aralarında hafif boşluklar açılmış taş bir zemine sahipti. Zeminin aksine duvarlardaki taşlar belirli bir düzeni takip ederek yerleştirilmişti. Ahşap dikmelerle parçalara ayrılan duvarlar kıvrılarak sonunu göremediğimiz bir koridor oluşturuyordu. Sağ tarafta dağ manzarasını gösteren ahşap çerçeveli pencereler vardı. Her şey yenilenmiş ve biraz önce temizlenmiş gibi ışıl ışıldı. Ellerindeki kılıcı kafamıza indirecek hareketli orta çağ zırhları olmadığı için bir nebze rahatlamıştım. Walker bunların çok moda olduğu dönemlerde yaşamıştı ne de olsa.

“ Elinizden geldiğince hiçbir şeyle temas etmeyin. Zeminde bastığınız noktalara dikkat edin. Eğer ki taş yerinden oynamış gibi görünüyorsa uzak olun. Unutmayın ki burada başımıza gelebileceklerin sınırı Walker’ın hayal gücüyle aynı. ”dedi abim en arkadan seslenerek. Derin’le hiç konuşmadan bir anlaşma yapmışlar gibi biri en önden, öteki en arkadan gidiyordu.

“ Bu bölümdeki bilmediğimiz herhangi bir sistemi kontrol eden elektrik bağlantısı yok. Ya gerçekten çok şanslısınız ya da elektriksiz ilkel bir sistemle karşı karşıya kalacaksınız ki bu durumda yine şanslısınız. ”dedi Edmund neşesi yerine gelmiş sesiyle. Derin’se tedbiri elden bırakmamak da kararlıydı. Dönen koridorun sonundaki geniş hole ulaşınca durduk.

“ Umalım ki öyle olsun. ”dedim. Bastığımız anda gıcırdayacağından hiç şüphe duymadığım koyu renk ahşap merdivenlere baktım. Derin her zaman yukarı demişti. Eski binayı tanıdığı ve yolu bildiği her halinden belli olan Tara etrafı dikkatle inceleyerek hata arıyordu.

“ Eğer bu merdivenleri kullanırsak iki kat yukarıda buna çok benzeyen bir hole çıkacağız. Holün bir tarafı tapınak sakinlerinin kaldığı odalara ve ritüel malzemelerini koydukları dar bir koridora açılıyor. Diğer tarafı ise daha geniş bir koridor ve ucundaki ritüel alanına. ”dedi Tara. Derin anlattıklarını dikkatle dinleyerek hatırladıklarına göre başıyla onu onayladı.

“ Plana göre değişmemiş. Ama Walker’ın yaptığı değişiklikleri işleyecek kadar aptal olduğunu sanmıyorum. Yine de seni rahatsız eden, farklı olduğunu düşündüğün en ufak şeyde hepimizi durdur.” Hepimiz derin bir nefes alıp merdivenlere yöneldik. Neyle karşı karşıya olduğunu ya da daha kötüsü gerçekten bir şeyle karşı karşıya olup olmadığını bilmemek insanı paranoyak yapan korkunç bir durumdu. Bakışlarımız bastığımız zemin, yanından geçtiğimiz duvar ve bizi saran garip hava kütlesi arasında mekik dokuyordu.

İki katı olaysız çıktığımızda rahatlamıştım. Bulunduğumuz kat çok daha ferahtı. İçeriye dolmuş temiz ve soğuk havayı hissedebiliyordum. Yakınlarda büyük bir açıklık olduğunu müjdeliyordu sanki. Buraya geldiğimizde güneş batmak üzereyken şimdi koridordakinin aksine rahatça bakabildiğimden karanlığın çökmüş olduğunu görebiliyordum. Tara’nın bahsettiği gibi holün bir tarafından içeriye doğru cılız da olsa mavi ışıklar süzülüyordu.

Başarmıştık! Buna inanamıyordum ama başarmıştık! Şimdi tek yapmamız gereken Tara alevin yanına giderken bizim saklanacak güzel bir nokta bulmamızdı. Walker geldiğinde ki bu kesinlikle uzun sürmeyecekti, onun için hazır olacaktık.

“ İşte orada. ”dedi Tara ama yüzündeki ifade rahatlamış olmaktan çok uzaktı. Bunu fark eden Derin elini kaldırarak herkesi durdurdu.

“ Tara sorun ne? Ne gördün? ”diye sordu. Tara bir anda telaşlandı.

“ Hayır, hayır bir şey gördüğümden değil. Ben sadece garip hissediyorum. Yeniden burada olmak garip… Az sonra olacakları düşünmek midemi kasıyor. Kusacak gibi hissediyorum.” Söyledikleri hepimizin anlayışla gülümsemesine neden olmuştu. Buradaki herkesin kusmak üzere olduğuna kalıbımı basardım.

“ Pekâlâ, gidelim o zaman.” Hepimiz geniş holde dikkatle ilerleyerek alana açılan koridorun önüne geldik.

Küçük, minicik, fısıltı gibi alçak bir sesti aslında. Ama ben onu o kadar yüksek duymuştum ki… Klik gibi küçük bir sesti.Ardından yanık kokusunu, çatırdamaları ve gürüldeyen devasa mavi alevleri üzerimize gönderen basit bir klik

“ Dikkat edin!” Ciğerlerimde var olan tüm havayı kullanarak bağırdım. Bağırmak tüm tepki verme mekanizmamı tüketmiş gibi çivilenmiş ayaklarımla bulunduğum yerde kalakalmıştım. Koridoru yutup yok eden mavi alevler çığ gibi üzerimize geliyordu. Tara benden ya da hepimizden önce davranıp kendini grupla alevlerin arasına attı. Ona itaat eden alevler diğerinden bizi korumak için bir duvar gibi önümüze dikildi.

“ Gidin! ” Tara’nın bağırışıyla aynı anda Derin koluma yapışarak beni arkamızdaki ritüel alnına doğru çekmeye başlamıştı. Aslında kendim hareket edebilecek kadar kendimdeydim ama bir şeyler bana o kadar yanlış geliyordu ki bunu düşünmekten başka bir eylemi sistemlerim yerine getiremiyordu.

Düşündükçe zaman uzuyordu. Bana dakikalarca sürmüş gibi gelen an aslında sadece bir saniyeydi. Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş, tepki verebileceğim an geride kalmıştı. Klik sesi, üzerimize gelen alevler, Tara’nın onları engelleyen duvarı ve bize bağırışı, kolumu yakalayan Derin, altımızdan birden hiç var olmamışçasına kayan zemin, düşmenin insanın iç organlarında yarattığı o havalanma hissi… Hepsi bir andı.

Sırtım bacaklarım gibi soğuk taş zeminle temas etmeyince düştüğümüz esnada Derin’in beni yakaladığını anladım. Neler oluyor? Kafamda bu soru yüzlerce farklı tonda yankılanıyordu, neler oluyor? Tara alevleri durdururken biz harekete geçmiştik ve o anda ayağımızın altındaki taşlar altlarında onları tutan hiçbir şey yokmuşçasına hem kendilerini hem de üzerlerindeki bizi boşluğa bırakmışlardı. Geride yalnızca bizden daha önde duran Tara kalmıştı.

Sağıma soluma bile bakmadan önce zamanı geri almaya çalıştım. İpleri ellerimde hisseder hissetmez o tanıdık hata hissiyle doldum. Onları geri çekmeyi deneyip başaramadığım andan çok daha önce bunu yapamayacağımı anlamıştım. Tıpkı Hilal’i kurtarmak için bana itaat etmemeleri gibi şimdi de hareket etmemekte direniyorlardı. Aislin burada olmadığına göre bunun tek bir anlamı vardı, Walker.

“ Walker! ”diye bağırdım alevden duvarını orada bırakıp yanımıza atlamak üzere olan Tara’ya bakıp. En az beş metre yukarıda görünüyordu. Üzerimize kapanmak üzere olan metal kapağa dehşetle bakıyordu. “ Ateşe git, onu oyala! Biz çıkarız Tara, sakın buraya gelme! ”dedim. Zaten ne benim başka bir şey deme ne de onun atlama şansı olmamıştı. Metal kapak büyük bir gürültüyle üzerimize kapandı.

Young Jae’nin acı dolu inlemesiyle kendime gelip zifiri karanlığı parmak uçlarımdaki alevlerle yardım. O an sırtüstü Derin’in üzerinde yatmakta olduğumu fark ettim. Belime sımsıkı dolanmış kollarını alevlerin ışığını görünce gevşetti.

“İyisin değil mi? ”dedi pek de neşeli olmayan acı dolu bir sesle. Arkada abimin ayağa kalkıp Young Jae’nin yanına koşacak kadar iyi olduğunu görebiliyordum.

“ Esas sen iyi misin!? Bir şey oldu mu? Acıyan bir yerin var mı? ” Toparlanarak onun da doğulmasına yardım ettim. Ayağa kalkarken yüzünü buruştursa da herhangi bir kırığı yokmuş gibi görünüyordu.

“ Bu kemikler o kadar çok kırıldı ki Nisan beş-altı metre onlar için hiçbir şey. Güzel morluklarım olacağı kesin yine de.” Gülmeye çalışsa da beceremedi. “ Walker olduğunu nereden biliyorsun? Zamanı geri alamıyor musun? ”dedi gergin bir ifadeyle. Başımı iki yana salladım.

“ Uzun hikaye, yeteneklerimin çalışmayacağı nadir durumlar var bu da bana bu durumu yaratanın Walker olduğunu gösteriyor. ”dedim. Bunu nasıl yaptığına dair hiçbir fikrimin olmadığınıysa kendime sakladım. Walker’ın yeteneği kendi bedeniyle alakalıydı, nasıl oluyordu da beni etkileyebiliyordu? Aislin’in yaptığı bir şeyin bizim buraya düşmemize sebep olmuş olma olasılığı neydi?

“ Kırılmış. ”dedi abim yavaşça. “ Young Jae’nin bacağı kırılmış. Buradan hemen çıkmamız lazım.”

“ Edmund’a ulaşamıyorum. ” Derin sinirle kulaklığını çıkararak yere attı. Ruhu bedeninden ayrılınca içerisi iyice aydınlandı. Tek tek zemini, duvarları ve metal tavanı ruh olarak geçmeyi denedi ama hiçbiri işe yaramadı. Minareyi çalan kılıfını hazırlamıştı belli ki. O bedenine geri dönerken ben de alevlerin dans ettiği elimi bir silahmışçasına yukarı kaldırıp metal tavanı hedefledim.

Birinci, ikinci, üçüncü atış… Neden işe yaramıyordu? Hangi metal ya da madde ruh alevinin karşısında durabilirdi ki? Yukarıdayken hissettiğim yanlışlık giderek içimde kabarıyordu. Ne olduğunu yakından görebilmek için alevleri keserek ruhumun bir parçasını yukarıya gönderdim.

Metalin üzerindeki is de yaratmayı başarabildiğim birkaç çizik ve erimiş minik noktalar da sanki madde onları yutuyormuş gibi hızla yok oluyordu. Ruhumu bir saniye geç gönderseydim bunların hiçbirini göremeyecektim. Beyaz kâğıda yaptığın karalamayı silmek gibi değildi bu, üzerinde kaleme dair hiçbir iz kalmıyordu. Bu kimse fark etmeden kâğıdı değiştirip yerine bembeyaz bir kâğıt koymak gibiydi. Bu aynı Walker gibiydi.

Ben daha ruhumu çekmeye yeni hamle yapmışken korkunç gıcırtılı metalik bir ses bulunduğumuz deliği adeta yuttu. Duvarların üzerindeki toprak silkelenerek tıpkı tavanda olduğu gibi metal yüzeyi ortaya çıkardı.

“ Bunları yok edemiyorum. ”dedim telaşla. Abimle Derin saklayamadıkları dehşet ifadeleriyle bana baktılar. Gıcırtılı ses olacakların henüz bitmediğini anlatmak ister gibi giderek artıyordu. “ Bu şeye benziyor, Walker’ın Walton olarak insanların zihnine yerleştirdiği mühürlere. Ne kadar kırmaya çalışırsak çalışalım kendini yeniliyorlardı, hatırlıyor musun? ” Abim hatırladığını anlatmak için başını salladı. Bu yüzündeki dehşeti silmiş fırtınalara alışık zihnine cevaplanması gereken bir soru düşürmüştü.

“ Bunu nasıl yapabilir? Onun yeteneği kendisiyle ilgili bunu öylece başka bir eşyaya geçiremez…ki… ” Çok emin başladığı cümlesini gıcırtılar keskin bir şekilde son bulurken Derin’in yüzüne bakarak kısılmış sesiyle bitirmişti. Her ne düşünüyorsa sanki Derin’le aynı anda düşünüyordu. Tek bir zihni paylaşıyorlarmış gibi görünüyorlardı.

“ Dalgakıran mı yoksa taş gibi yaratılıp sonra zihin dışına çıkarılmış bir nesne mi? ”dedi Derin şokla. Yerden kalkamayacak durumda olan Young Jae bile dehşete düşmüştü.

“ İkisi de mümkün. Biri gerçek bir nesneyi zihinde saklayıp sonra maddi dünyaya gönderir. Ki bu yer burada birden beliriverdi. Ötekiyse var olmayan bir şey tasarlar ve bu dünyada işlemesini sağlar. Bilmiyorum… Hangisi bilmiyorum ama önemi de yok. Önemli olan tek şey bu metalin Walker’dan bir parça taşıyormuşçasına onun gibi çalıştığı.”

Abim cümlesini tamamladığında gıcırtı sesi yeniden kulaklarımızı ele geçirmişti. Ama bu sefer farklıydı. Yer sarsılıyor, taşlar bile titriyordu. Sanki duvarlar üzerimize geliyor, içerisi sarsıldıkça daha da daralıyordu.

Bir dakika… Duvarlar gerçekten hareket ediyordu!

“ Hayır, hayır, HAYIR! ”diye haykırdım. Sesim metal yüzeylere çarparak gıcırtının arasında kayboldu. Ayağa kaldırabilmek için abimle Derin Young Jae’nin koluna girmişlerdi. Birbiri ardına üzerimize gelmekte olan duvarlara alev topları gönderiyordum ama nafile bir çabaydı. Benim onları yok etmemden daha büyük bir hızda kendilerini onarıyorlardı. Bir etki yaratmasını umarak alev toplarından vazgeçip aralıksız alev akımları yaratmaya başladım.

Duvarı yok etmenin yakınına bile yaklaşamadığımın farkındaydım ama bu aralıksız darbelerle yarattığım etkinin değiştiğini fark ettim. Duvar, alevler onun önüne konan katı bir engelmiş gibi duraklamıştı. Yarattığı etkiye karşılık gelebilen tek tepki buydu demek ki. Şu an tek bir duvarı durdurmaya çalışmak bile zordu. İkisini durdurmak için kullanmam gereken alev miktarı o kadar fazlaydı ki çok dayanamazdım. Bu geçici bir çözümdü. Buradan nasıl çıkacağımızı bilmiyordum.

“ Olabildiğince yakın kalın! ”dedim. Alevi bir süre için bırakarak diğerlerinin yanına sokuldum. Bizi saracak minimum büyüklükte alevden bir küre yarattım. Zaten fazlasıyla ilerlemiş olan duvarların gelip bu alevlere dayanması uzun sürmedi. Gıcırtıları, sürtünmeyle çıkan korkunç gürültüyü ve kıvılcımları umursamayarak dişlerimi sıktım.

“ Bu şekilde dayanamazsın! ”dedi Derin telaş ve daha da ötesinde korku dolu bir sesle.

“ Başka… Şansımız yok! ” Konuşmak ve hatta nefes almak bile beni tüketiyordu. Karşı koymaya çalıştığım basıncı tüm damarlarımda ayrı ayrı hissediyordum. Zihnim zonkluyor, kendimi sıkmaktan kaslarım titriyordu.

“ Buradan nasıl çıkabiliriz ki? ”diye feryat etti Young Jae. Nereden bildiğimi bilmiyordum. Belki içgüdüydü belki arada sırada beni ziyaret eden mantığımın sesi… Ama itiş gücü olarak bir şey kullanmak zorundaydı bunu çok iyi biliyordum. Ruh alevi mantıklı ancak yeterli değildi. Bu denli büyük bir kuvvet için yaratılması gereken alev az önce yakalandığımız tuzakta olduğu gibi bir mekanizmaya bağlanamayacak kadar çok ve sürekli olmalıydı. Üstelik Walker buradaysa Tara’nın yanında olduğundan adım gibi emindim. Aynı anda iki duvarın da arkasında durup onları itemezdi.

Bir an gözlerim kararınca tek dizimin üstüne düştüm. Kesik kesik aldığım nefesler başımı döndürüyordu. Buna inanıp güvenmekten başka şansım mı vardı sanki? Derin Young Jae’yi tamamen abime bırakarak yanıma çöktü. Yüzündeki ifadeden beni hemen şu anda durdurmak istediğini ama bunu yapamadığını görebiliyordum. O elini yüzümün yanına yerleştirirken ben bundan güç bularak alevlerim üzerindeki kontrolümü arttırdım.

“ Elektrik. ”dedim konuşabilecek kadar güçlü hissettiğimde. “ Bunu kontrol eden bir şey olmalı… Elektrik.”

“ Edmund… ”dedi Derin yavaşça. Edmund, Arda ve hatta belki Kuzey, Aiden, Aislin; biri mutlaka farkına varacaktı. Zamanında bunu durduracaktı! Edmund’la iletişim kuramamamız bizim buraya düştüğümüzü bilmediği anlamına gelmezdi. Üstelik Tara yukarıda hala onunla iletişim halindeydi.

Ben, dayanmak zorundaydım. Kimse gelmeyecek diye pes edemezdim. Burada tek başıma değildim. Onlara bir şey olmasına izin veremezdim. Benden geriye sadece alev kalacak olsa da devam edecektim.

Devam edecektim!

Devam edecektim.

Devam edecek…

Devam et…

Devam…

D…

64 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page