top of page

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 22.Bölüm




22

Kuzey

“ Konuşmayı gerçekten biliyormuşsun sen ya. ”dedi Ian Yavuz’un sırtına vurarak. Yavuz’sa övgüye sevinmektense gerilmiş görünüyordu. Bir oyuğun tepesinden normalde onlara yasak olan bölgede toplanan insanlara bakıyor, çene kemiğini sağa sola oynatarak düşünüyordu.

“ Dominic gerçekten gelecek değil mi? ”dedi bana dönerek. Tedirginliğini anlayabiliyordum. Bütün bu insanları bir hiç için örgütlemişse kendisi de dâhil hepsinin sonu geldi demektir.

Benim bir cevap vermeme fırsat bırakmadan Aislin öne çıkarak Yavuz’a elini uzattı. Yavuz kaşlarını çatarak bir Aislin’e bir de havadaki eline baktı. Bana dönünceyse anlarsın gibi bir ifadeyle başımı salladım. Kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünmüş olacak ki omuzlarını silkerek Ais’in elini tuttu. Zaman ilk yolculuğunu yaşayanlara karşı pek kibar sayılmazdı. Yavuz’un geriye sıçrayacağını bildiğimden ona temas etmemek için kenara çekildim. Diğerlerine de elimle geride durmalarını işaret ettim. Ne olduğunu anlayamamış olsalar da Yavuz’un yuvalarında delicesine dönüp Ais’in gösterdiği yöne odaklanmaya çalışan bakışları onlara bunun bir yetenek olduğunu söylüyordu. Ian etkilenmiş ve etkilemeye hazırlanmış bir gülümsemeyle Ais’i baştan aşağı süzüyordu. Rahatsız olduğumu hissetsem de sesimi çıkarmadan Yavuz’a muhtemelen Dominic’in geldiği geleceği göstermesinin bitmesini bekledim. İşler bu durumdayken birine asılacak hali yoktu herhalde? Duygularına karşılık verememem bu kadar yakın olduğum bir insana karşı korumacı olamayacağım anlamına gelmezdi.

Ais elini geri çektiğinde Yavuz umutla gülümsüyordu. “ Teşekkür ederim.” dediğinde Ais de ona gülümsedi ve yanıma geri döndü. Yavuz bu kadar rahatladığına göre benim de rahatlamam gerekirdi ama Aislin’in gördüğü geleceğin değişebileceğine ilk elden tanık olmuştum. Üstelik onu tek bir noktaya yönlendirip çevresine baktırmaması da kafamda bazı soru işaretleri yaratmıştı. Ais bakışlarıyla bir şeyler anlatmakta çok başarılıydı. Yavuz heyecanla gördüklerini arkadaşlarıyla paylaşırken o önce Alfred’e sonra bana bakmıştı. Alfred başıyla onaylayarak kendini paravan gibi diğerleriyle aramıza yerleştirmişti. Anlatılanları heyecanla dinliyormuş gibi görünüp yorum yapıyordu. Onlara arkamızı döndüğümüz anda onun söylemesine gerek kalmadan elini tuttum ve bedenimden geçip giden rüzgârla iç çektim.

Yavuz, Ian ve Neal sadece kayıtları yapılamayanlara değil, bu süreç içinde alt katmanda halinden memnun yaşayan pek çok kişiye bile ulaşmayı başarmıştı. Saklanmaya gerek kalmadan, öldürülme ya da sevdiklerinin ölümünü izleme korkusunu yaşamadan geri dönebilme fikri buradaki en mutlu insana bile çekici geliyordu. Walker onları buraya tıkarken başka seçenekleri olmadığına inandırmıştı. Durum değişmesine rağmen değişmeyen yetenekliler de vardı. Özellikle Tina ve yönetim tayfasının bundan hiç memnun olmayacağını tahmin etmek pek de zor değildi. Yine de alt katmanlara inen girişlerin patladığını, köprülerin üzerine konuşlanan silahlı askerleri ya da insanları yaka paça yakalayan ruhları görmeyi beklemiyordum.

Yere düşen her bedenle Aislin’in elini daha çok sıkıyordum.Walker’ı görebilmek için etrafa deli gibi bakınıyordum ama henüz ona dair bir ize rastlamamıştım. Onları kurtarmak için aklı sıra bu kadar uğraşmışken şimdi bu şekilde avlayamazdı. Burada olmak üzere olan şeylerden habersizdi.

Walker buraya gelmezse tüm plan sekteye uğrardı.

Gösterecekleri bitmiş olmasına rağmen Aislin elimi bırakmamıştı. Titrediğini hissettiğim için ben de çekmedim. Kimseye fark ettirmeden gördüklerini sindirmenin yolunu arıyordu.

“ Belki sadece bizim göremediğimiz bir yerdeydi. ”dedim parmaklarımı onunkilere dolayıp güç vermek için sıkarken. “ Nisan’ın mesajını ve Tara’nın darbesini haber alması ne kadar sürebilir ki? Sıradakinin burası olduğunu bilecek kadar zeki.”

“ Ya buranın onu oyalamak için olduğunu da anlayacak kadar da zekiyse? ”dedi. Film bittiği halde etkisinden kurtulamayarak perdeye bakan bir izleyici gibiydi.

“ Bu tamamen doğru değil. Sen sadece dikkat dağıtmak için mi buradasın? Çünkü ben buradaki insanlar için geldim.” Söylediklerim onu düşündürmüştü. Sonunda bana hak vererek iç çekti.

“ Planladığımız gibi, herkes dikkat çekmeden kendi çıkış bölgesine doğru ilerlemeli. Ancak o zaman Dominic’e haberverebiliriz.” Yavuz’un sesiyle endişelenmek için ayırdığımız vaktin dolduğunu anlayarak irkildik. Elimi telaşla geri çektim.

“ Planda ufak bir değişiklik yapmaya ne dersin? ”dedim. Alfred dahil hepsinin kaşları havaya kalmıştı. “ Alt katmanlardaki insanları yukarı çıkaralım.” Çünkü geçit çökerse sadece Agarta’dan değil ölümden de kaçamazlardı.

“ Bu çok dikkat çeker.” Yavuz bunu teklif etmiş olmama bile şaşırmıştı.

“ Belki de dikkat çekmeliyiz.” Bunu söylerken Aislin’e bakıyordum. Aislin ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. Yanlış anlamalarından korktuğumuz için planın burayı ilgilendirmeyen kısmından onlara bahsetmemiştik ama biraz çıtlatmanın da sakıncası olmazdı. “ Walker’ın buraya geleceğinden emin olmalıyız. ”

“ Bunu neden isteyelim? ”dedi Neal. Bana az önce el ele tutuşup intihar edelim demişim gibi bakıyordu. Eh, onun bakış açısından çok da haksız sayılmazdı.

“ Walker yeteneklilere gelecek zararı her zaman minimumda tutmak ister. Buradakilerin öyle bir derdi olduğunu sanmıyorum. Walker’ın varlığı fazladan bir önlem olabilir.” Yüzlerindeki ifadeden fikir pazarlama işinde iyi olduğumu fark ettim. Yine de bu yaptığımız yeterli olmayabilirdi.“ Bir fikrim var. Siz üçünüz de burada belalı tipler olarak geçiyorsunuz değil mi?” Üçü de bundan fazlasıyla memnun olduğunu ortaya koyan sırıtışlarını takındılar. Alfred’e döndüm. “ Lütfen bana çok güçlü ve uyanık bir hırsızın ruhu hala bedenindeyken onu hareketlerini kontrol edebileceğin kadar tutabileceğini söyle.”

Batı evinin hırsız olan komutanı ızbandut tipli korkunç bir adamdı. Ondan yayılan gücü hissedebiliyordum ama aynı şekilde kendi zihninde onu esir tutan Alfred’in ondan kat be kat güçlü olduğunu da hissedebiliyordum. Edmund bu çocuğu kesinlikle iyi besliyordu. Yavuz, Ian ve Neal elleri arkadan bağlanmış adamın önünde yüzleri izleyiciye bakacak şekilde diz çöktürülmüştü. Ian’la Yavuz’un oyunculuğu şapka çıkarılacak cinstendi. Yüzleri hem bilinmezliğin korkusuyla hem de aşağılanmanın öfkesiyle kasılmıştı. Neal’sa ne hissetmesi gerektiğinden emin değildi. Olanlara karşı duyduğu heyecan diğer her şeyin üstünde yüzüyordu. Kim onu suçlayabilirdi ki? Onun yerinde olsam muhtemelen çok daha heyecanlı olurdum. Gene iyi kıvırıyordu.

Alt katmanlardan olanları izlemek için gelenleri gördükçe umutlanmaya başlıyordum. Başımı kaldırınca gelecekte askerlerin durduğunu gördüğüm yerde Tina’yı elindeki telsiz mi yoksa telefon mu olduğuna emin olamadığım bir aygıtla dehşet içinde dikilirken buldum. Dudakları hızla hareket ediyor, karşıdaki kişiye göremeyeceğini bilse de el kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyordu. Agarta’da dış dünyadaki insanlarla iletişim kurmak yasaktı ama belli ki bu yasak Tina’yı kapsamıyordu. İçeriden biri olsa kulaklığını kullanması yeterdi. Eğer düşündüğüm kişiyle konuşuyorduysa Ais’in gördüğü gelecek değişmek üzereydi.

Güvenli olması için Dominic’le sürekli iletişim halinde olmama kararı almıştık. Tek bir

atış hakkımız vardı, o da elimdeki bomba düzeneğini patlatacakmış gibi duran avuç içime oturacak büyüklükteki tuştu. Başparmağımı tuşa bastırınca sıcak bir karıncalanmanın baştan sona parmağımı iki kez taradığını hissettim. Bu, onları çağıranın kesinlikle ben olduğumu anlamalarını sağlayacaktı. Walker kapsama alanıma girmeden önce yapmamız gerekenler vardı.

“ Burası cennettir! Buraya getirilmemiz bile bir lütufken nasıl cennetten çalmaya kalkarsınız?” Komutanın gür sesi yankılandı. İngilizcesinde korkunç bir aksan vardı. Nereli olduğuna emin olamıyordum ama orta doğu bölgesi olduğunu tahmin edebilirdim. Kelimeleri birinin lafını bölmesinden korkarcasına peş peşe dizerek konuşuyordu. Cümleler arasında uzun soluklanmalar veriyordu. Dışarıdan bakınca öfkesini kontrol etmeye çalışan bir adam gibi görünüyordu ama ben onun içini görebiliyordum. Bütün benliğiyle Alfred’i bedeninden kovmaya çalışıyordu. Nisan döndüğünde bunu bir kere yaptığından bahsetmişti. Kaz dağlarında kaçaklardan birinin kontrolünü ele geçirmiş ve yanındakini vurmasını sağlamış. Çocuğun zaten savunmasız ve güçsüz biri olduğunu söylemişti. Alfred’in çabası takdir edilesiydi. “ Bu ne cüret?!” Komutan hızını alamayarak ağır botlarıyla Ian’ın yüzüne sağlam bir tekme geçirdi. Yanımda duran hırsız kadın eliyle ağzını kapatıp çığlığına hakim oldu. Ais’le başlarımızı kontrol tek bir kişiye aitmiş gibi aynı anda yanımızda duran Alfred’e çevirdik. Alfred kıstığı gözleriyle odaklanmaya çalışırcasına sahnedeki şovu izliyordu. Ruhunun sadece küçük bir bölümünü bedenini ayakta tutabilmek için geride bırakmıştı. Ne yaptığımıza bakmak için kafasını bir an bizden yana çevirip, önüne döndü. Sonra ona dehşetle baktığımızı fark etmiş olacak ki dönüp tekrar bakma ihtiyacı hissetti. Ne var diyen bir kafa hareketiyle birlikte omuzlarını silkmekle yetindi. Ian kanayan burnuyla tekrar doğrulurken olduğumuz yere ateş saçan gözlerle bakıyordu.

Tam da o anda zincirleme bir reaksiyon gibi domino taşlarının devrilmeye başladığını hissettim. Bekçilerin büyük bir çoğunluğu neler olduğunu anlamak ve bu saçma gösteriyi durdurmak için yerlerini terk etmiş, bize yaklaşarak çemberi daraltıyorlardı. Onların boş bıraktığı kapılardan Dominic ve adamları içeri sızıyordu. Gerçekten istediğim zaman her birini tek tek hissedebiliyordum.Çevredeki bekçiler üflenen mumlar gibi sönüp uykuya dalıyordu.

“ Sen ne yaptığı-” Tina hışımla çıktığı sahnede öylece kalakalmıştı. Çevresindekilere emir yağdırmaktan ve telefonda konuşmaktan adam gibi ilk defa komutana baktığı anlaşılıyordu. Alfred, adamın zihninden Tina’ya el salladı. Böylesi bir şeyi sadece çok güçlü kâhinler görebilirdi. İzleyicilerden kimsenin sesinin çıkmaması da bu yüzdendi. Ama Tina’nın sıradan olmadığını en başından beri biliyordum. Alfred’in varlığıyla öyle büyük bir şoka uğramıştı ki benden onay alan Yavuz’un onu devirmek için hızla yerde yarım bir daire çizen bacaklarını zamanında fark edememişti. Bir anda dengesini kaybedip duyurular yapmak için kullandıkları ahşap sahnenin zeminine yapıştı. Bu onu bayıltmaya ya da iş görmez hale getirmeye yetmezdi. Bekçiler telaşla sahneye koşarken Dominic’e birkaç saniye daha kazandırmak zorunda olduğumuzu biliyordum.

Alfred benden daha hızlı düşünen, atak biriydi. Elleri arkalarında bağlı olmasına rağmen her biri avuçlarında uyuşturucu bir iğne saklıyordu. Bu Alfred’in fikriydi. Komutanı kontrol ederek yaptığı hareketi cezalandırmak için Yavuz’a elinin tersiyle vurdu. Mükemmel hesaplanmış bir dövüş sahnesi gibi Yavuz henüz ayağa kalkabilecek kadar kendine gelememiş olan Tina’nın üzerine sırtüstü düştü. Sadece benim hayal gücümdü ama iğnenin kızın tenine saplanmasını duyabiliyordum. Gözleri kayan Tina’nın hafifçe kalkmış başı gerisin geriye düştü. Komutan yakasından yakaladığı Yavuz’u Tina’nın üzerinden kaldırıp diğerlerine doğru savurdu. İkisinin konuşmadan hareketlerini birbirlerine bu kadar uydurabilmesi organizasyon kokuyordu.

“ Kendine gel!” Yüzü tilkiye benzeyen sarışın kadın tek harekette rahatça sahneye çıktı. Onu arkasındaki siyahi adam izledi. Kadın kâhin, adamsa seçilmişti. Birbirlerine benzer üniformalarına bakmaksızın duruşlarından bile kendi türlerinin komutanları olduklarını anlayabilirdim. İkisinin de Alfred’i gördüğüne şüphe yoktu.

Bekçiler sahneye ulaşmış insanları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Dış halkadaysa Yavuz’un anlaştığı kişiler insanları yavaş yavaş kapıların önüne çekmeye başlamıştı. Olaya en yakından tanık olanlar kendilerini kurtaracaklarını sandıkları üç adamın şimdi ne halt edeceğini düşünüyordu. Aislin’le başımızı kaldırıp tepemizden sarkan adamlara bakmak için bir saniyemiz oldu.

“ AGARTA!!” Yavuz, Ian ve Neal aynı anda ciğerlerindeki tüm havayı boşaltırcasına bağırdılar. Bu kaçışın başladığını ve herkese kapılara gitmesi gerektiğini belirten işaretti. Onların işaretiyle tepemizden sahnenin üzerine sis bombaları yağmaya başladı. Çevremizdeki insanlar bir anlık şaşkınlığın ardından hayatımda gördüğüm en kararlı kalabalığa dönüşerek kendilerine en yakındaki kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Az önce içeri cılız bir su olarak sızan Dominic şimdi tsunamiye dönüşmüş bütün Agarta’yı kuşatmıştı. Silah seslerinin, oradan oraya uçan ruhların ve akın akın kimi yerde düzenle kimi yerde kargaşa eşliğinde kapılara doğru koşan insanların ortasında kaybolmamak için kollarımızı birbirimizinkine geçirdik. Alfred de ruhunu geri çekip aramıza katılınca zarar görmemesi için Aislin’i ortamıza aldık. İlk insan dalgası geçtikten sonra diğer üçünün iyi olduğuna emin olmak zorundaydık. Bütün bu insanlar dışarıya çıktıklarında ancak onları izlerdi. O yüzden onları da alıp Dominic burayı hallederken dışarı çıkmalıydık.

Sahneden bir kadın çığlıyla silah sesi geldi. Tüm bu karmaşayı hissetmek zihnimi hız trenine koyup Himalaya’lardan aşağı bırakmak gibiydi. Her saniye hislerim daha çok birbirine karışıp bulanıyordu. Tek tek hissettiğim ruhlar gerçek bir deniz gibi bütünleşiyordu. Tüm bunların arasında bıçak kadar keskin bir duyguyla sarsıldım. Neredeyse tüm bu denizi ikiye yaracak kadar güçlüydü. Başını hızla bana doğru çevirince Aislin’in alnı burnuma sürttü. Çok yakın olmamıza rağmen gözlerindeki korkunun içinde boğulmamak için debelenen zafer hissini gördüm.

“ Walker burada. ”dedik ikimiz aynı anda. Alfred sırıttı. Plan değiştirme işe yaramıştı. Onu buraya çekmeyi başarmıştık. Zaten yakın olduğumuz için ilk dalgayı atlatıp bizi içine çekmeye hazırlanan sise baktık. Üçünün de hayatta ve iyi olduğunu hissedebiliyordum. Ama birbirlerinin üzerlerinden atlayıp gülerek yanımıza koşacaklarını da düşünmemiştim.

“ İşe yarıyor! ”diye bağırdı Yavuz resmen üstüme çıkarken. Ian bile ona bunu yapanın kim olduğunu unutup burnundaki kanı silip Alfred’e sarılmıştı.

“ Yaramaya devam etmesi lazım. Walker burada, en kısa zamanda kapılara ulaşıp insanları toparlamalısınız. Plana sadık kal, hemen dağılmalarına izin verme. ”dedim. Yavuz ciddileşerek beni onayladı. Kapılara daha önce aralarında bölüştükleri üzere dağıldılar. Boşta kalan kapının önünde mavi alevler parlıyordu. Kaynar kelimesinin hafif kaldığı fokurdayan sular başımdan aşağı inip beni kavuruyordu sanki. Alevler Walker’a aitti ve çıkışı önlemeye çalışıyordu. Bunun olacağını tahmin etmiştik ve acil bir durumda ona haber vermemizi isteyen Nisan bana içinde alev olan o küçük tıpalı şişelerden vermişti. Tıpasını açıp onu çağırmak, en azından bir kapıyı sağlama almak üzereydim ki başka alevler onunkileri yararak sanki kristalden oluşuyormuş gibi paramparça etmişti. Parçalanmasından yankılanan sesi duyabiliyordum ve hislerimin beni yanıltması için yalvarıyordum

“ Aiden? ”Aislin’in sesi hissettiği şeyin doğru olmamasını uman sessiz bir dua gibiydi. “ O Aiden mıydı? Burada olmamalıydı, Nisan’ın ona bütün bunlardan uzak duracağı bir görev vermesi gerekmiyor muydu? ” Yaşadığı şok sadece bunu sormasına yetecek kadar uzun sürmüştü. Sonra daha ben onu yakalayamadan kapıya doğru koşmaya başladı.

“ Aislin! ” Arkasından koşmakla arkamda dönmekte olan savaşa katılmak arasında bocalamıştım. Düşündüklerimle hissettiklerim bambaşkaydı. O sırada kime ait olduğunu anlayamayacağım kadar büyük bir alev topu patladı.

“ Git.” Alfred beni omuzlarımdan yakalayarak kapıya doğru ittirdi. “ Biz burayı hallederiz, git!” Tereddüdümü fark etmiş gibi beni bir kez daha itti. “ Burada bir ordu var başa çıkabiliriz, o daha bir çocuk ve orada binlerce insan var Kuzey, GİT!” Başka bir şey demeden, ona karşı çıkmama fırsat vermeden ikimiz de ayrı yönlere koşmaya başladık. O sislerin arasında kaybolurken ben de insanları yararak Aislin’in kilometrelerce öteden dikkat çeken turuncu saçlarını takip etmeye başladım.

Alana ulaştığımızda insanların korkuyla Aiden’ın alevlerle koridor yarattığı kapıdan dışarıya birbirlerini neredeyse ezerek koştuğunu gördük. Görmeyi en son beklediğim şeydi. Aiden Walker’ı kapıdan uzak bir alana püskürtmüştü. Walker dizleri üstüne çökmüş ağzından akan kanları elinin tersiyle siliyordu. Sol kolundaki ciddi yanık her saniye iyileşerek yerini taze deriye bırakıyordu. Aiden’sa ondan biraz uzakta, kapıya yakın bir tepenin üzerinde durmuş Walker’ın hareketlerini izliyordu. Tek bir çizik bile almamıştı. Sarı saçları biraz dağılmıştı. İfadesiz gözleri babası olduğunu bilmeden yerdeki adamı inceliyordu.

Alevlere temas etmenin onları yaralamadığını fark eden insanlar kapıya doğru koşarken Aislin’e arkadan çarpınca zaten dizlerinin bağı çözülmüş Aislin yere yığıldı.

“ Sorun yok Ais, gidebilirsiniz.” Aiden olduğumuz tarafa dönerek bize gülümsedi. Ben bile yere düşmek üzereymişim gibi hissediyordum. Çığlıklar, silahlar, gürüldeyen alevler ve Walker’ın karşısında Aiden gibi küçücük çocuk durmuş bize gülümsüyordu. Kafamın içinde cümle kurmaktan bile acizdim. Ne? Nasıl? Aiden… Walker’ı… Nasıl böyle… Ne zaman? Gibi kelimeler hortuma kapılmış gibi dönüp duruyordu.

“ Aiden!” Ayağa kalkan Walker elindeki alevleri bir an bile tereddüt etmeden oğluna doğru gönderdiğinde Aislin çığlık çığlığa kardeşine doğru koşuyordu. Aiden ne olduğunu görmek için Walker’a doğru dönmedi bile. Ablasına bakarak gülümsemeye devam etti. Kısa kolunu yavaşça havaya kaldırdı ve Aislin’i bile bir anda dehşetle durduracak kadar canlı alevler ok gibi fırlayarak Walker’ın alevlerini havada karşılayıp yok etti.

Ne kadar güçlü olduğu önemli değildi. Aiden bir Ay Işığıyken Walker değildi. Alevleri asla boy ölçüşemezdi. Yine de bu bile onu öldürmek için yeterli değildi. Üstelik Aiden sadece onu durdurmaya ve çıkan insanları korumaya çalışıyordu. Walker resmen alev püskürüyordu. Ağzından ve burnundan alevler çıkıyordu. Eminim şu an Aiden’ın yaptığı en büyük hata olduğunu düşünüyordu.

“ Aiden, burada olmamalısın. İyi misin? Bir yerin acıyor mu?” Aislin kimseyi hiçbir şeyi umursamadan kardeşine sımsıkı sarıldı.

“ Sizinle konuşmalıyım. ”dedi Aiden ciddi bir şekilde. Ellerini tekrar kaldırmasıyla Walker’ı alevden bir küreye hapsetti. Bununla da yetinmedi. Ben yanlarına gidinceye kadar matruşka bebeği gibi her küreyi daha büyük bir tanesinin içine hapsetti. En azından yirmi katman saymıştım. Walker devasa mavi bir alev topuna hapsolmuştu.

“ Aiden!” Aislin’in çığlığıyla gözlerimi alev topundan ayırdığımda Aiden’ı ablasının kolları arasında yere çökmüş kan kusarken buldum. Kendimi resmen yanlarına yere atıp gözyaşlarından başka hiçbir şey görmeyen Aislin’in kollarından onu çekip aldım. Kendi kanında boğulmaması için onu çevirdim. Onu tutarken bile yaptıklarını kaldıramayacak kadar delicesine atan kalbini kendi bedenimde atıyormuşçasına hissediyordum. Eğer kan kusması kısa sürede durmasaydı Aislin akıl sağlığını yitirecekti.

“ Bu biraz çok oldu galiba. ”dedi kırmızı dişleriyle sırıtarak. Oraya yığılıp kalmak istiyordum ama Aislin bu haldeyken biri onunla ilgilenmeliydi. Beni tek parça tutan tek şey buydu. Aiden göz kapakları çok ağır geliyormuş, çok uykusu varmış gibi duruyordu. “ Bu diğerlerine vakit kazandırır değil mi? Hepsini teker teker yok etmesi gerek.” Kuşkuyla yarattığı alevlere baktı. Solgun teni maviye boyanmıştı.

“ Aiden bana bak. ”dedim yüzünü ellerimin arasına alıp çevirerek. Hiçbir tıbbi eğitimim yoktu ve eğer daha önce Japonya’da kendini çok zorladığı için aynısının Tara’ya olduğunu görmesem muhtemelen delirirdim. “ Acıyan bir yerin var mı? Kusacak gibi hissediyor musun? İyi misin?” Aiden bir kez daha gülümserken Aislin ağlamasına nefes almak için ara vermiş kardeşinin saçlarını okşuyordu.

“ İyiyim. Sadece yoruldum. Tara ve Nisan’dan bana öğretmelerini istemiştim ama onlar beni hiç bu kadar yormuyordu. ”dedi sırıtarak.

“ Tara ve Nisan… Ne?” Aislin öyle bir ifadeyle baktı ki ikisi de karşısında olsa onları öldürebilirdi.

“ Konu bu değil!” Durup bir kez daha öksürdü. “ Buraya geldiğimi bilmiyorlar. Jinan’dalar ve korkunç bir şeyi fark ettiler. Ben düşündüm ve şey dedim…” Yeniden duraklayıp nefes aldı. “ Buraya gelip onlara zaman kazandırabilirim ve sizinle diğerlerini durdurabilirim.” Sis dağılmaya başlarken Walker’ın ilk katmanı parçaladığını haber veren sesi duyduk.

“ Ne fark ettiler? Onlar iyi mi? Senin Nisan’ın yanında olman gerekmiyor muydu? ”dedim telaşla. Başını üzgünce iki yana salladı.

“ Gerekiyordu ama gelmeme izin vermezlerdi. Oradan geri dönemezlerdi ki! Üstelik hayaletleri göremezler. Bir an için insan olup onlara bunu benim halledeceğimi ve hemen döneceğimi söyledim. Onlar beni yakalamadan da her şeyi Hilal’e bırakıp kaçtım. Geç kalırsam benim yerime o da verebilir.” Hilal… Hayır, hayır şimdi olmaz. Şimdi odaklan! Teoride Aiden haklıydı. Hayaletlere verdiğimiz şişelerden farkı yoktu. Onların elinde onların dünyasına ait olurken bıraktıklarında bizimkine geri dönüyorlardı. Biz bu haldeysek onu yakalayamadıkları için diğerlerinin yaşadığı korkuyu düşünemiyordum. Küçük bir çocuğun ateşe koşmasını izlemekti bu.

Walker bir katmanı daha parçalayarak öfkeyle uludu.

“ Peki, ne oldu?” İnsanların çoğunun dışarı çıkmayı başarmasıyla sesler daha bir yankılanır olmuştu.

“ Walker hayaletleri kullanıyor. Sadece yeteneklileri kaçırmıyor, onlara insanları öldürtüyor. Hayalet çukurlarına haber vermeliyiz. Onlarla anlaşmıştık. Onlara silahlarını verip, göndermeliyiz. Onları sadece biz görüyoruz bunu sadece biz yapabiliriz. Sonra hemen döneriz. Beklersek çok fazla kişi ölecek Derin öyle söyledi. Buna ölü orduların savaşı dedi.”

Ölü orduların savaşı…

“ Gidelim. ”dedim ikisine de. Aiden’ı daha rahat taşıyabilmek için sırtıma alıp ayağa kalktım. Kapıya doğru sona kalmış insanların arasında koşarken yorgunda olsa Alfred’in ruhunu hissederek rahat bir nefes aldım. Walker öncekinden de beter bir gürültüyle üçüncü katmanı yok etti. Aiden’ın dediği gibi bunun diğerlerine biraz zaman kazandıracağını ummaktan başka şansımız yoktu.

İyi olacaklar, biz de iyi olacağız… Sadece çabuk olmalı ve diğerlerine yetişmeliyiz… En yakında hangi çukur vardı? Çakıyı nerede kullanabilirdik? Hayaletleri silahlandırma planı gerçekten işe yarayacak mıydı? Aiden Walker’ın bunu nasıl yaptığını biliyor muydu?

“ Benim bir planım var. ”dedi Aiden kulağıma doğru. Ona hayır, bu işe bulaşmayacaksın! Dinlenmelisin seni eve bırakıyoruz, demek isterdim ama bu Aiden’ın uzman olduğu bir konuydu. Üstelik en son onu bir çocuk olarak görüp dinlemediğimde bunu çok ağır ödemiştim.

“ Patron sensin unuttun mu? Ben sıradan bir kâhinim. ”dedim. Aiden neşelenerek kıkırdadı. Gülmesi Aislin’i de kendine getiriyordu. Aiden planını anlatmaya başladığında kapasitesiyle on dakika içinde beni ikinci kez dehşete düşürmüştü. Derin’in tanımlamasını hatırlayarak ürperiyordum.

Ölü orduların savaşı… Gerçek miydi bu? Ölü orduların savaşı!

34 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page