top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 21.Bölüm



ipucu: 1.Kitap 0.bölüm*




-21-

Nisan

“ … Gitmeden önce söylemek istediğim çok şey var. Başımızdan çok fazla şey geçti. Benim, bizim yaşadıklarımızı yaşamamanız için… Söylemek istediğim çok şey var.

Hadi baştan alalım. En baştan. Gelecekte de göreceksiniz ki çoğu zaman olanları algılamak için her şeyin başladığı o ilk noktaya defalarca dönmek zorundasınız. Bunun benim için kolay olduğunu düşünenler varsa, hakkımda dolanan efsanelere inananlar varsa önyargıları kulaklarını daha sözler dudaklarımdan dökülmeden kapamış demektir.

“ Değildi… Hiçbiri kolay değildi. O yüzden en baştan alalım.

“ Hiç ne zaman ve neden yaratıldığınızı merak ettiniz mi? Sıradan insanlar kendilerini bu sorunun cevabını bulmaya adamışken bizler nedense umursamadık asırlar boyu. Evet, bizler insanız ama aynı zamanda hırsız, kâhin ya da ikisi birden olabilen yaratıklarız. Yarınız bunu hediye, kalan yarınızsa lanet olarak görüyor. Oysa insanlar, insan olarak doğdukları için pişman değiller. Onlarla aynı anda yaratılan bizler neden olalım?

“ Hepimiz evrenin yaratılışıyla ilgili teorileri biliyoruz. Hangisinin doğru olduğunu henüz bilemesek de doğru olan tek bir şey, saf olan tek bir şey vardır. O da ruhtur… Ve nefes alan her canlı bir ruha sahiptir.

“ Tarih boyunca farklı insanlar, farklı şeylerde iyi olmuşlardır. Herkes iyi koşamazdı ya da herkes sarışın olamazdı. Bizim de bundan farkımız yoktu aslında. Dünyaya gelen herkes yaratılışta elinde bulundurduğu yetenekleri koruyamadı. Aslında her insana bahşedilmiş olan güçler zamanla köreldi. Biz aradan sıyrılan üç tür dışında kim bilir niceleri yok oldu, içimizde eridi… Zamanla ruhumuzdan, enerjilerimizden gelen bütün bu güçler unutuldu gitti.

“ Ancak hatırlayanlar vardı. O ilk andan beri aslında belki de var olmayan bir geçmişe tutunan insanlar vardı. Kurdukları bağ nesilden nesile güçlenen ve nesilden nesile farklılaşan bir grup insan vardı. Farklı olanın hayatta kalmasının zor olduğu zamanlarda sahip olduklarıyla en iyisi olmalılardı. İşte bu şu an burada bulunan herkesin var olma sebebidir. Pek çok ismimiz olabilir; şaman, falcı, cadı, büyücü, şifacı…

“ Bize ne isim verildiği umurumda değil açıkçası. Bariz bir kıskançlık sonucu hırsız diye damgalanmış olmak da umurumda değil. Size kim olduğunuzu söyleyecek yüzlerce insan bulabilirsiniz ama ben, bugün bu insanlardan biri olmayacağım. Onun yerine size kendimden ve kendi türümden bahsedeceğim çünkü aksini iddia eden kimse beni benden iyi bilemez.

“ Ben bir hırsızım. Yani ruhumu bedenimden çıkarıp evreni kucaklayabilme yetisine sahibim ve bu bana insanların zihinlerine girip orada kimsenin haberdar olmadığı bambaşka evrenler keşfetme fırsatı sunuyor. Rüyalara, anılara, düşüncelere dokunabilirim. Onları değiştirebilirim. Ben bu kadar güçlüyken sizce sıradan insanlar oturup onların hayatlarına dokunmayacağımı umarak mı yaşayacaklardı?

“ Elbette hayır.

“ Bir sistem içerisinde türümüzü kontrol altında tutabilmek için yüzyıllar önce geniş çaplı bir organizasyon kuruldu. Bir isim vermek bile içeriğindeki gizliliği tehlikeye atabileceği için insanlar ona sadece organizasyon dedi. Zamanla dünyadaki her ülkeye, her önemli şehre yayılan benim gibi hırsızları denetim altında tutup çenemizi kapatmamız için verilen yüklü miktarlar karşılığında ayak işlerini yaptıran organizasyona bağlı merkezler açıldı. Tek yön biletiniz doğduğunuz an kesilirdi. Hırsızsanız merkezden başka bir yerde barınmanıza asla izin verilmezdi. Şimdi düşününce gücümün sınırlarının farkına varmam belki de bu baskılanmış hayatım yüzünden bu kadar uzun sürmüştü. Size bunları anlatacak, yaptığım her şeyi yapabilmek için gereken cesareti bulmak bu denli zor olmuştu…

“ Dediğim gibi en başa dönüyoruz. Adaptasyon yeteneğiyle sahip olduklarını kaybetmeden hayatta kalan bir avuç insanın torunları olarak biz; en başından beri var olduk, olmaya da devam edeceğiz.

“ Bu bizim hikâyemiz.

“ Unutmayın, hikâyeyi başlatmak da bitirmek de bizim elimizde. Kimsenin sizi kullanmasına izin vermeyin. Düzen dünyamızda kaçınılamaz bir gerçeklik olabilir ancak değişim de öyledir.”

Abimin anıları içinde az önce yaptığım konuşmayı tekrar tekrar izledim. Arka plana Edmund’un isteği üzerine abimin darmadağın olmuş ofisini yine anılarından bularak ekledim. Oluşturduğum kırmızı ışık sütununa iyice bakıp, aynısı kendi zihnimde oluşuncaya dek tekrar tekrar izledikten sonra bedenime geri döndüm.

“ Sizce işe yarayacak mı? ”dedim. Ay Işığı olduğum organizasyona bağlı herkes tarafından biliniyordu. Ama yeteneklerim konusunda efsaneler dolandığını bilmiyordum. Gülüşünden anladığım kadarıyla bunların pek çoğunun altında Edmund’un imzası vardı. İşin bu raddeye geleceğini tahmin etmişti. Hırsızları toparlayıp deyim yerindeyse galeyana getirmemiz gerekecekti elbet ama bunu benim yapacağımı hiç düşünmemiştim.

“ Sen… Bunları daha önce bir yere yazmış mıydın? Yoksa aklına öylece geldiler mi? ”dedi Edmund. Yüzünde saf bir şok ve anlamlandıramadığım karmakarışık bir duygunun izleri vardı. Utandığımı hissederek bakışlarımı kaçırmıştım ki arkamı döndüğüm anda oturduğu yerden kalkan abim bana sarıldı.

“ Sen olduğunu sandığımdan çok daha fazlasısın. ”dedi kulağıma. Saçlarımın arasındaki eli beni göğsüne bastırıyordu. Ellerimi sırtında birleştirip hissettiğini bildiğim yersiz vicdan azabını ondan almaya çalıştım. Ne söylediğim şeylerin ne de ardına eklediğim merkezin beni almasıyla ilgili anılarımın sebebi o değildi. Ama her bir sözcük, hatta her bir harf sanki yıllardır çıkmak için içimde debeleniyordu. Hepsi yüreğimden geliyordu. Bunları söylemek bir şeyleri sonlandırıp, yepyeni olayları başlatacaktı. Eğer ki bir hırsıza bile bu sayede gerçekten ulaşabilirsek anlamı benim için çok büyük olurdu. Bizim varlığımız yanlış ya da hatalı değildi, doğaldı. Kimsenin kimseye aksini hissettirmesine izin vermeyecektim. O yüzden onlara önce kim olduklarını anlatmam gerekiyordu. Hepsinin, oraya bağlı olmayı sevenlerin bile benimkiyle benzer geçmişleri vardı zaten. Sadece anlatılmalı, hatırlatılmalıydı. Kaçı Oğuz’un arkasında durmaya devam edebilirdi ki?

“ Bunu sevdim; sanki her şey bitmiş, çoktan kazanmışsın gibi rahattın. Köklerini tarihe dayandırmak… Bu çok akıllıca.”dedi Edmund ben abimden uzaklaşırken. “ Kendi anılarından da güzel bir şeyler derlediğine eminim. Bizim tarafımızda olan hırsızlar bile onları terk etmediğimizi bilmeliler. Ancak böyle diğer iki başkana direnebilirler. Sizi bilmem ama ben organizasyondan nefret etsem de hırsızlardan edemiyorum. Bu yüzden söylediğin şeyler önemliydi Nisan. Çoğunun zihni nazik bir dokunuşa muhtaç.” Gelip elini omzuma koydu.

“ Hala bunu dağıtma yöntemimiz konusunda şüphelerim var. Bu çok fazla. Sadece merkeze bağlı olan milyonlarca hırsız var.”dedim ikisine de bakmak için başımı çevirirken.

“ Ve bizim her birinin yerini nokta atışı gösteren bir uydu sistemimiz var.”dedi abim gülerek. Tatmin olmamıştım. “ Nisan bunu daha önce yaptım, hem de senin için.”

“ Evet ama bu kadar büyük ölçekte değildi. İkimizi de tanıyan ya da gören insanların sayısı taş çatlasa kaç olabilirdi ki?”

“ Siz ikiniz inanılmaz tatlısınız.”diye araya girdi Edmund. Pis gözlüklerinden gözlerini görebilmemiz için eğilerek gözlerini kırpıştırdı. Abim ona ikimizle ilgili tüm gerçekleri o burnuyla ilgilenirken anlatmıştı. Neden anlattığını bilmiyordum ama zaten son zamanlarda saklamak için çok büyük bir çaba da göstermiyorduk. Edmund abimin hayatını kurtarmış sayılırdı, sormasa bile gerçekleri bilmeye hakkı vardı. “ Bir de şu açıdan bak, on yaşında bin yapan yirmi yedi yaşında milyonu kıvırabilir.”

“ Yüz onda belki. Yirmi yediyse ı-ıh, hayır.”dedim. Zamanla yarıştığımızın farkındaydım. Soğuk savaş dönemi sona ermişti. İşler kızışmıyordu, resmen alev alev yanıyordu. Aynı anda hem Walker’a hem de organizasyondan geriye kalanlarla savaşmalıydık. Bu yüzden gruplara ayrılmıştık; Aislin, Alfred ve Kuzey gelen haber üzerine Agarta’ya gitmişlerdi. Dominic onlardan alacağı işareti bekliyordu. Tara, Young Jae ve Derin seçilmişlerin tapınağına gitmişlerdi. Abim, Edmund ve bense hırsızlara ulaşmaya çalışıyorduk. Uydu konusunda deneyimli ikizler Kuzey burada olmadığı için olan mavi noktacıklar halinde görünen hırsızları filtreleyerek bize yardım ediyorlardı. Aiden’sa çok özel bir görev için bana lazımdı.

Önce tohumları ekmeliydik, biri ya da birileri düştüğünde taraf seçmeleri kolaylaşacaktı. Zaten düşen ilk kişi Walker olacaktı. O Agarta’daki ayaklanmayla ilgilenirken Jinan nispeten savunmasız kalacaktı. “ Sana yardım edeceğim.”dedim abime. Aldığı darbe yüzünden morarmış suratı şimdi resmen kararmıştı.

“ Hayır.”dedi net bir şekilde. “ O kadar kopya yaratamazsın. Benim için aynı şey değil biliyorsun. Bu benim yeteneğim, benim içgüdülerim.”

“ Yine de bu seni tüketir. Kopya yaratmama gerek yok bırak sana enerjimi vereyim. İkimiz birleşirsek bunu anca başarabiliriz.” Bu seferki teklifim aklına yatmışa benziyordu. Tüm grupların işi biter bitmez Jinan’a gidecektik ve bunun için hala hareket edebilecek durumda olmalıydı.

“ Kendini sonuna kadar tüketirsen Nisan, seninle külahları değişiriz.”dedi ama itiraz etmeden ekranın önündeki sanldalyeye yerleşti. Arkasına geçip parmaklarımı şakaklarına yerleştirdim. Enerji benim için sorun değildi. Birkaç saat içinde Walker’a neler yapacağımı düşünmem yeterliydi.

Bu bir yıldız yağmurunu izlemek gibiydi. Abimin bedeninden sonsuzluğa akan yüz binlerce mavi yıldız… Zihinleri uyanık olmasına rağmen bir anda ele geçirilen onlarca hırsız… Ve hepsi de abimin oraya bırakıp duyularına bağladığı benim görüntümü izliyorlardı. Belki bir görevin ya da sokağın ortasında gözleriyle kulaklarına dolan bu yabancıyla kalakalmışlardı.

Yorulmak bunu yapabilmek için harcanan enerjiyi küçümsemek olurdu. Şaka yapmıyordu, gerçekten ben anılarımı geri aldığımdan beri her zamankinden çok daha güçlüydü. Yine de enerjisinin tehlikeli olabilecek kadar düşmesine izin vermeden ona takviye yapıyordum. Bir süre sonra Edmund’un ellerinin benimkilerin üzerine kapandığını hissettim. Henüz azalmamış taze enerjisi önce bana oradan da abime aktı. Gücünü parmak üçlarında hissedebiliyordum. İşimiz bittiğinde üçümüz de enerjilerimizin yarısını kullanmıştık. Başarmıştık ve hayattaydık.

Milyonlarca hırsızın gözlerinde önünde olduğumu bilmek çıplak hissettiriyordu. Ama aynı zamanda da güçlü… Söylediğim her söz zihnimde onlarla birlikte yankılanıyordu.

Bu bizim hikayemiz

“ Bunu yapabilir misin? ”dedim Aiden’a. Bana ona nefes almayı becerebilir misin diye sormuşum gibi baktı. “ Unutma hep yanımızda olman ama asla insan formuna geçmemen lazım. Güvenliğini ancak böyle sağlayabiliriz.” Ona uzattıklarımı alırken durumun ciddiyetini anlayan birinin ifadesiyle başını salladı.

“ Sizi takip edeceğim ve sen istediğinde bunları sana vereceğim. ”dedi. Walker’ın minyatürü gibi durduğu halde onunla uzaktan yakından alakası olmayan güzel çocuğa baktım. Saçlarını karıştırdığımda bana gülümsedi. Gözleri ona verilen görevin heyecanıyla parlıyordu.

“ Senden bir şey daha isteyebilir miyim? ”dedim yutkunarak. Aiden gülerek başını salladı. “ Geldiği zaman ona, onu çok sevdiğimi söyler misin? ” İntikamını alacağım, seni çok özledim, özür dilerim gibi sözleri kendime sakladım. Aiden gülümsemeye devam ederken omuzlarını silkti.

“ Buna gerek yok. O zaten biliyor ve hiç gitmedi.”

Tara

Babam bana yaşın geldi dediğinde buna hazır olduğumu hiç sanmıyordum. Tapınağa giderken kısa adımlarım hiç de kendinden emin değildi. Arada durakladığımda ablam dizini sırtıma vurarak beni yürümeye zorluyordu. Kan bağım olan insanlar içinde beni rahatlatmaya çalışan tek kişi benden bir yaş büyük olduğu için ritüeli geçen sene gerçekleştirilen Young Jae olmuştu. Abarttıkları kadar acımıyor, bedenine yapılsa çok daha kötü olurdu demişti. Bu içimin rahatlamasına yetmemişti. O kadar küçüktüm ki ağlamaktan öleceğime emindim. Bir nebze olsun cesaret toplamamı sağlayan şey bulutsuz gece göğü olmuştu. Dolunay o kadar parlaktı ki ona bakıp yürümeyi unuttuğum için ablamdan bir tekme daha yemiştim.

İçeri girdiğimizde yaşlı adam gülümsemişti. Ay Işığı olduğunu biliyordum. Bu kadar yaşlı ve güçsüz görünmesine rağmen hala Ay Işığı olarak kalabiliyordu. Bu yüzden ablamla babamın arkasından atıp tuttukları kadar kocamış olduğuna inanmıyordum. Ablamın ondan nefret ettiğini ve kıskandığını biliyordum. Tıpkı benden henüz güçlerimi uyandırmadığım için nefret ettiği gibi. Ablamın önündeki tek engel tabi ki de bendim. Bununla birlikte tek şansı da ben olmasam beni çoktan dağın başında terk ederlerdi.

Yaşlı adam elini uzatarak bana yanına gelmemi işaret etti. Çember oluşturmuş seçilmişler duyamadığım bir şarkıyı mırıldanıyordu. Küçük elimi yaşlı kırış buruş elinin içine aldı.

“ Tara değil mi tatlım? ”dedi. Başımı sallayıp gülümsedim. Neden olduğunu anlamasam da onu sevmiştim. Gülümsemesi sarkık ama sevimliydi. Ölmesini, ablamın yerine geçmesini istemiyordum. Ama yaşlı adamın bakışları bir anda değişmişti. Daha önce karşılaşmış olmamıza rağmen beni ilk defa görüyormuş gibi süzdü. Parmaklarıma orada bir iz arar gibi baktı. Sonra gözleri çemberde yerini almış ablamla babama takıldı. Yüzünde yaşlılara özgü o bilmiş bakış vardı.

Gecenin ürkek ayazında

Ay Işığı yatar yıldızların aklında

Barışın kızıllığı karardığında

Yaratıldı acıdan üç başlı yaba

Derin yaralı karanlık bekçilik eder ona

Seyre dalar yeşil-mavi denizi daima

Güçlü olan her zaman yegânedir bu yolda

Ay’ın sevgili taşı yakarışı duyar kucağında

Ve tandan guruba

Seni koruyacaktır ihtiyacın olduğunda

Serim, düğüm, çözüm

Hepsi sırasıyla

Yaşlı adamın sesi o kadar gür ve netti ki diğerlerinin şarkısını bastırmıştı. Şaşırarak çevreme bakındım. Kimse istifini bozmamış, duraklamamıştı. Şaşkınlıkla ona döndüm. Onu duyan tek kişi benmişim gibi görünüyordu. Çemberdekiler mavi ellerini ortaya çıkarıp dönmeye başladıklarında adam şarkısını zihnimde defalarca tekrarlıyordu. Çoktan ezberlediğimi biliyordum çünkü ondan başka hiçbir şeyi duyamıyordum. İkimizin de elleri öylece yanlarımıza düşerken mavi ışık saçan parmaklarımız hala birbirlerine değiyordu.

Ablamla babamın bunu sık sık yaptığını görüyordum ama daha önce kendi ruhumu görme şansım hiç olmamıştı. Büyülenmiş gibi ardından taş zemini görebildiğim mavi elime bakıyordum. Bu leydimizin gidişinden yüz yıl kadar sonra geleneklerimiz arasında yer bulmuş bir törendi. Ablam onun giydiği zırhtan ve heykellerinden ilham alınarak oluşturulduğunu söylemişti. Bu şekilde ondan bir parça taşıyormuş gibi hissetmeliydik.

Korkmana gerek yok tatlım, ne şimdi ne de bundan sonra…

Bir kez daha onu duyan tek kişi bendim. Diğer kolunu kaldırıp parmağındaki mavi alevle ruhuma hızla bir hilal çizdi. Ağlamamak için nefesimi tutmuştum ama her şey o kadar hızlı olup bitti ki canım acımak için vakit bile bulamadı. Yaşlı adam bana gülümsedi. Artık gerçek bir seçilmiştim, onlardan biriydim. Yalnız kalmama gerek yoktu, korkmama gerek yoktu. Asla…

“ Hayatta kalmayı başarmış olman seni bizim liderimiz yapmaz. Sen hastalık saçıyorsun. Bir Ay Işığı olmaya layık değilsin, asla olamayacaksın. ”dedi Ana. Arkasındaki herkes gerilmişti. Ben bir cevap verme fırsatı bulamadan Young Jae bir adım önüme çıkıp beni korumak istercesine durdu. Parmağını Ana’ya doğru kaldırırken yandan görebildiğim gözleri alev saçıyordu.

“ Laflarına dikkat et kocakarı. Sen kendini Ay Işığı olmaya layık mı görüyorsun? Seni kim seçti? Ne kaderin ne arkandaki seçilmişler bunun için kılını bile kıpırdatmadı. Esas hasta olan, hastalık saçan sensin. Kendi kendini lider ilan ettiğin bir oyun oynuyorsun ama şimdi oyuncaklarını toplayıp odayı boşaltma vaktin geldi. ”dedi. En az Ana kadar şoka uğramıştım ama bunu gizlemede ondan açık ara daha iyi durumdaydım. Young Jae’yle aramız kardeşini iyileştirmemden sonra düzelmişti ama beni böylesine kollayacak kadar düzeldiğimizi bilmiyordum. Damga ritüelimden sonra koşarak yanıma gelip düşmüş iki ön dişini göstererek sırıttığı günü hatırlamıştım. Bak sana söylemiştim o kadar da kötü değildi değil mi, demişti. O zamandan bu yana ilk defa kendi türümden biri bana gerçekten destek oluyordu.

“ Bunu söyleyen sen misin Young Jae? Bunca yıldır bir kez bile bana karşı çıkmadın.” Ana’nın ifadesi küçümseyiciydi.

“ Bir kez bile arkanda da olmadım. Ben de diğer herkes gibi hata yaptım. Tara’yı suçlamak o kadar kolayken neden kendimi onun yerine koyup düşünmeyi deneyecektim ki değil mi?” Diğerlerine doğru bir adım daha attı. “ Ama doğru olan bu değildi. Hiç biri onun suçu değildi. Biz onun herkesi hasta ettiğine inanmak istedik, iyileştirebileceği gerçeğine gözlerimizi kapadık. Kardeşimi hasta eden o değilken, iyileştiren o oldu. Hayatı boyunca hem bize hem de babasına karşı savaştı.” Daha fazla devam etmeden öne çıkıp omzuna dokundum. Burnundan soluyor olmasına rağmen susup bir adım geri çekildi. Minnettardım, o kadar ki ona sarılmak istiyordum. Birilerinin sesim olmasını istediğim dönemlerde Walker tarafından herkesten soyutlanmıştım. Young Jae bunun için çok hevesli olsa da artık kendi sesimle konuşmalıydım.

“ Kimin Ay Işığı olduğunu konuşmanın anlamı yok. O seçim bize ait değildir. ”dedim sesimi yükselterek. “ Kimin lider olacağını konuşmamız gerekiyor ve bunun seçimi de bize ait değil Ana, ne sana ne de bana.” Yakışımı gözleriyle gördükleri alevlerin yanlarından geçerek onlara doğru yürüdüm. Derin ve Young Jae’nin temkinli bir şekilde beni takip ettiğini duyabiliyordum. “ Onlar için ne yaptın ki? Yüzyıllardır süre gelen geleneklerimizi bile bozdun. Sırtını Walker’a dayadığını tahmin etmek pek de zor değil.” Durup arkama aldığım alevlerin ve iki dostumun verdiği güçle Ana’yı boş vererek ardında duran seçilmişlere seslendim. “ Sizin hiç mi sevdiğiniz insanlar olmadı? Hepinizin annesi, babası, kardeşi, sevdiği, dostu yeteneklere sahip biri miydi? Neden dışarıda binlerce insan ölürken kılınızı bile kıpırdatmıyorsunuz? Madem yeteneksizler umurunuzda değil, sizden biri aynı şekilde kâhinlik yeteneğine sahip herkese ölüm saçtığında aklınız neredeydi? Onun günahlarını benim üstüme yükleyip bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmadınız. Kısa bir ara vermiş olsa da insanlar öldü ve biliyorum ki burada durmayıp öldürmeye de devam edecek. Harekete geçmek için ne bekliyorsunuz, birinin bıçağı sizin boğazınıza dayamasını mı? O zaman mı anlayacaksınız çok geç kaldığınızı? Bütün bunların sebebi olan adam Walker’dı. Sizi uyutmak için bunu kullandığını biliyorum ama leydimizin kardeşi olması onu mükemmel ya da doğru biri yapmaz. İkisini de hepinizden iyi tanıyorum. Şundan emin olabilirsiniz ki leydimiz kardeşi kadar şanslı olup hayatta olsaydı, ona asla geçit vermezdi.

Ben hayatta olduğum sürece planladığı her neyse bunu başaramayacak.”

Kalabalığın içinden en fazla on-on bir yaşlarında gösteren bir çocuk tedirgin adımlarla öne geldi. Onun tutmaya çalışan kimse olmadı. Ana’nın hizasına gelince daha fazla yürümeden bir an durakladı. Kendi kendine konuşuyormuş da, bu onu cesaretlendiriyormuş gibi nefes alarak yürümeye devam etti. Arkamda Derin’in gerilerek yanıma geldiğini hissettim. Bir çocukla kendim başa çıkabilirdim. Zaten hiç de beni öldürmeye geliyormuş gibi durmuyordu.

“ Benim… Annem ve bir kız kardeşim var. İkisi de insanlar.” Çocuk konuşurken yüzüme bakamıyordu. Sesinden ağlamak üzere olduğunu hissediyordum. Sarı dağınık saçları, beyaz bir teni vardı. Damga yapılan mavi elini çıkarıp görebileceğim şekilde tuttu. Hilal şekli çok düzgün olmasına karşın çevresi ruhu kabuklanmış gibi çatlamış görünüyordu. Sanki bir hata vardı ve ruhu bunu hissedip kabullenemiyordu. Alevlerin yarattığı izi yok etmek istiyordu.

“ Bu yapan adam, ailemi öldürecek mi? ”dedi. Bakışlarını kaldırıp sonunda benimkilerle buluşturmuştu. Mavi gözleri korkuyla ona cevap vermemi bekliyordu. Ana dahil herkes ölüm gibi bir sessizliği paylaşıyordu.

Ona doğru uzanırken bakışlarımla çocuktan izin istedim. Ruh elini kibarca avucumun içine alıp kendi alevlerim ve yeteneğimle onu iyileştirmeye çalıştım.

“ Adın ne tatlım? ”dedim. Hatırlayabildiğim kadar yaşlı adamı kendime örnek almaya çalışıyordum. Çocuk önce eline sonra bana ufak bir şok ifadesiyle baktı. Eli çok acıyormuş da şimdi rahatlamış gibiydi.

“ Jay. ”dedi çocuk. Yanımdaki Derin kendini tutamayarak güldü. Tabi ya, kendini kız kardeşinin geleceği için bilinmezliğe ilk atan sarışın çocuğun adı başka ne olabilirdi ki? Derin’in gülmesi hoşuna gitmemiş olacak ki Jay mavi bakışlarını ona çevirdi. Derin bana bakıp araya girmek için izin istedi. Gülümseyerek onu onayladım. Nasılsa Jay’i benden iyi tanıyordu değil mi?

“ Güldüğüm için özür dilerim Jay. Yanlış anlamanı istemem, sorduğun soru komik değildi.” Derin onunla yüz yüze bakabilmek için bir dizini yere koyarak çömelmişti. “ Bana tanıdığım birini hatırlattın. Onun da adı Jay ve bir kız kardeşi var.” Çocuk Jay’in ilgisini çekmeyi başarmıştı. Yüzündeki düşmanca ifade erimiş meraka dönüşmüştü.

“ O Jay de yetenekli mi? ”diye sordu. Derin gülerek başıyla onu onayladı.

“ O da kız kardeşi de hırsız. Çok güçlüler yani.” Sonra gülümsemesi aniden soldu. “ Ama bu güç bile kız kardeşini Walker’dan korumasına yetmedi.” Derin’in sözleri suya atılan mürekkep gibi çocuğun mavi gözlerini korkuyla bulandırdı. Onu yalanlamamı istercesine bana baktı ama Derin çocuk ona bakmasa bile devam etti. “ Eğer sizin Ay Işığınız Tara olmasaydı, Jay kız kardeşini Walker’dan asla kurtaramazdı. Bir daha hiç birimiz onu asla göremezdik. Tara Jay için, kardeşi için, Young Jae için, benim için o kadar çok şey yaptı ki… Onun söylediği her şeye güven.” Derin çocuğun saçlarını karıştırarak ayağa kalktı. Son söyledikleri biraz olsun Jay’i rahatlatmıştı.

“ Soruna gelecek olursak Jay. ”dedim. “ Eğer ailen Walker’ın hedeflediği yerdeyse evet, bir seçilmişle bağları olmasını umursamadan onları öldürecek.” Çocuk önce korkuyla bir iki adım geriledi. Sonra fikir değiştirip koşarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve ince kollarını belime doladı. Uzaktan birkaç kişinin iç çektiğini duyabiliyordum.

“ Buna izin verme! Lütfen, onların ölmesine izin verme! Onlar kötü değiller! Jess daha çok küçük, lütfen! ” Hem bağırıyor hem de ağlıyordu. Ana konuşmaya çalışırken yanındaki birkaç kişi onu çekiştirerek susturmuştu.

“ Vermeyeceğim. ”dedim. Bunu söyleyebilecek kadar beni kendinden emin yapan neydi bilmiyordum ama bu doğruydu. “ Onun daha fazla bunu yapmasına izin vermeyeceğim ama siz onun yanındayken, bana karşıyken bunu yapamam.” Jay’e sarılıp sarı saçlarını öptüm. Sonra diğerlerine döndüm. “ Sizden savaşmanızı istemiyorum, aksine savaşmamanızı bekliyorum. Gidin, ailelerinizin yanına gidin. Eğer siz orada olursanız Walker’ın o bölgeye saldırma olasılığı azalır. Ona yardım etmeyin, onun yanında olan arkadaşlarınızı geri çekin.” Jay gözlerini silerek geri çekildi. Derin yanına gelip ellerini omzuna koyduğunda artık sabrımın taştığını hissediyordum. “ Size gelip bizim için savaşın demiyorum. Artık şu herifi yalnız başına bırakın ki gebertebilelim diyorum!Walker düşünce her şey değişecek, işte sizden o zaman savaşmanızı istiyorum. Yeniden birlik olmak için! Siz hala ne yapsak diye durup düşünebiliyorsunuz!” Sözlerim istediğim etkiyi yaratmıştı. Ana hariç, elinde çok büyük bir koz bulunduruyormuş gibi sırıtıyordu. Onu yakmama ramak vardı. “Hadi git Ana! Git de seçilmişlerin ve yalnız ailelerinin yerlerini yetiştirdiğin Walker’a bunları da söyle! Sırf lideri oynamak hoşuna gittiği için daha fazlasının ölümüne sebep ol, hadi ne bekliyorsun?”

Sonunda… Sonunda demek istiyordum. Jay’e ailesinin yanına gidip güvende olduklarından emin olmasını, hatta gerekirse onları da alıp bir tapınağa getirmesini söyledikten sonra Nisan’ların yakında olduğunu gösteren çağrıyı aldım. Diğerlerine dışarı çıkmalarını söyleyip ben bir süre daha bekledim. Tenimde buz gibi bir soğuk, kalbimdeyse herkesi yakabilecek bir ateş vardı. Kendime sadece birkaç saniye daha dedim.

Yeteri kadar görüp, duyduğuma emin olunca arkamı dönüp seçilmişlerin yaka paça alevlerin içine attığı Ana’yı orada öylece bıraktım. Hayatta herkes kendi davranışlarından sorumluydu. Gerçekten tamamen iyi ve tamamen kötü kimse yoktu. Ben ne olursa olsun tekrar başkalarının hayatlarına mal olacağını bile bile Ana’yı kurtaracak kadar iyi değildim. Üstelik bunu seçen de ben değildim. Onun bir zamanlar bana söylediği gibi, seni kendi halkın istemedi.

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page