top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 16.Bölüm


-16-

Walker


Boğuk bir ses tamamı gri bir çukurun içine düşmüş duyularımı dürtüyordu. Bir süredir nefes almıyordum. Ciğerlerim onlar gibi pes etmemi bekliyordu. Aslında etmeliydim de… Nasıl ve neden çıkacaktım ki bu çukurdan? Uyuşukluk karnımdan başlayarak yavaş yavaş bedenime yayılıyordu. Neredeyse kontrolünü kaybettiğim her noktacığımı hissediyordum. Hissediyor ve kaybediyordum. Henüz kaybetmediğim sol elimi biri tutuyordu. Benimkilerin yanında sıcacık kalan parmakları vardı. Sıcaklığı içimi titretiyordu. Oysa kendi karnımdan yayılan ısı daha büyüktü. Bir süre önce kırmızı olup şimdi griye dönüşen kan aktığı yerdeki karları eritiyordu. Boğuk ses bir daha haykırıyordu. Haykırmasa onu duymama imkân yoktu. Neden bu kadar ısrarcıydı ki?

Annem aklıma gelince grilik daha da bulanıyor, gözlerim doluyordu. Tenim uyuşmayı bırakıp onun yaşadıklarını anlamak istercesine yanmaya başlıyordu. Gri alevler gelip beni yutuyordu. Ağzıma, burnuma dolan kirli duman içimin pisliğinden kaynaklanıyordu. Biz pistik çünkü… Yapabildiklerimizi herkesten saklar, kenarda köşede pislik içinde yaşardık. İnsanlar bize cadı diyorlardı. Anneme de cadı demişlerdi; onu yakmadan önce, yakarken, yaktıktan sonra bitmek tükenmek bilmeyen bir öfkeyle bağırmışlardı ona cadı diye. Bu durumda ben de mi cadıydım? Öyle hissetmiyordum. Farklı olabilirdim ama cadı değildim. Keşke anneme de cadı olmadığını söyleyebilseydim. Eğer bu grilik onu tekrar görebilmem demektiyse, her şey o kadar da kötü olamazdı.

Kendi düşüncelerim çok önemli bir şeyi unutuyormuşum gibi bana kaşlarını çatmıştı. Boğuk ses bu sefer söylediklerini zihnime ulaştırabilmişti. Tek bir kelimeydi; Adam.

Arya…

Gözlerimi aralarken griye dair her şey iki noktada toplanarak Arya’nın buğulu gözlerine dönüştü. Ah, evet… Arya’yı bırakamazdım ki! O asla beni bırakmamıştı. Verdiği her sözü tutmuş, gittiği her yerden dönmüştü. O benim her şeyimdi. Gidersem annemi görebilecektim belki, peki ya Arya? O olmadan ne anlamı vardı ki?

Arya’nın gözyaşları yüzüme düşerken ben ona bakıyordum. Darmadağınık bakır saçlarındaki kar tanelerine, yüzündeki kömür izlerini yararak kendilerine yol açan gözyaşlarına ama en çok suda boğulmuş gri gözlerine. Sanırım kalmaya karar verdiğim an onun gözlerinde kendi yansımamı gördüğüm andı. Yüzüne kadar sıçramış kanla kıpırtısız yatan zavallı sarışın çocuk… Bir sonraki Arya olacaktı.

On iki yaşındaki sıska bedenim kasıldı. Arya’nın karla ve toprakla konuşup beni iyileştirmeye çalıştığını duyabiliyordum. Bunu yapamazlardı ama soğuk kar acımı alıp götürmeyi başarıyordu. Yine de bunu ancak ben yapabilirdim. Zihnimin dönüştüğü gri sular bakırın alacalı tonlarıyla dalgalanmaya başlıyordu. Ben gidersem sıradaki Arya olurdu, ben gidersem Arya yalnız kalırdı, Arya çok üzülürdü, Arya üşürdü, Arya pes ederdi, Arya, Arya, Arya…

Tıpkı karnımı kesen kılıç gibi zamanın içimde parçalandığını hissettim. Diğer her şey akıp giderken ben kalakalmıştım. Artık kan akmıyordu, ciğerlerim yanmıyor, ağzımdaki korkunç tat hasarlı midemi kasmıyordu. Gözlerimi kapamasam bile kurumuyordu. Duraklamış olmam ölmek üzere olduğum gerçeği yanında soluk kalıyordu. Arya için bundan fazlasını yapmam gerekiyordu. Geri… Geri gidebilmeliydim.

Arya nefesini tutarken henüz karlara bulaşıp bedenimi terk etmemiş olan bütün kan yavaşça karnımdaki yarıktan içeri doluyordu. Ben cadı değilim diye düşündüm. Arya yaramın üstündeki kendi ellerini ve benim soğuk elimi çekti. Yaşların akmaya ara verdiği iri gözleri daha da irileşmişti. Soğukta nefesi şaşkınlığını ifade eden bir buhara dönüşüyordu. Arya cadı değil, diye düşündüm. Yırtılan paçavra kıyafetlerimin altında iç organlarım kendilerini onarıyordu. Derim canımı acıtmasa da içimi bir hoş yaparak iki yakasını bir araya getiriyor, muhafızın açtığı derin yarıktan geriye kalan son izleri de siliyordu. Biz ölmeyi hak edecek hiçbir şey yapmadık, diye düşündüm. Yine de defalarca ölümle burun buruna gelmiştik. Her seferinde Arya beni kurtarmıştı. Arya beni hep kurtarırdı. Bu yüzden kaçamayacağını anladığımda onunla muhafız arasına girmeyi bir an olsun düşünmemiş, yapmıştım. Ona bir şey olması fikri muhafızın bana yapacağı her şeyden daha kötüydü. Renkler bedenimde olduğu kadar zihnimde de yerli yerine oturuyordu. Duyularım apar topar çukurdan çıkarak olmaları gerektikleri yerlerine dönüyorlardı. Ama iki farklı çocuğu koca dünyaya sığdıramayan insanlar ölmeyi hak etti, diye düşündüm.

Arya bu sefer mutluluktan süzülen yaşlarını parçalanmış elbiseme akıtarak bana sarılırken sahip olduğum tüm güçle onu kucakladım. Ona iyi olduğumu söyleyip karların erimeye başladığı saçlarını okşarken Arya’yı bizim gibi olmayan herkesten koruyacağımı düşündüm. Eğer Arya’nınki gibi bu da benim yeteneğimse ölümden korkmama gerek kalmadan bize yaklaşan herkesi indirebilirim, diye düşündüm.



Arya…

Yeteneklerim bazen beklediğim gibi işlemiyordu. Bazen yaralarımdan kurtulmak için zamanla oynadığımda nerede olduğumu, kim olduğumu unutur hale geliyordum. Sanki zaman akıp giderken karşılığında yanına benden de bir parça alıyordu her seferinde. Ölümsüzdüm, beni öldürmek için gelen her şeyi tersine çevirebilirdim ama anlamıştım ki karşılığı büyüktü. Bedenimi hayatta tutmak için anılarımdan, karakterimden besleniyordu. Bazen hayatta kalabilecek kadar zamanla oynamamın tek yolu Arya’ya ve onun anılarına odaklanmak oluyordu. İçimde onunla ilgili her şey o kadar güçlüydü ki zaman bile söküp alamıyordu. Bana kim olduğumu her sabah ve her akşam yeniden hatırlatıyordu. Onunla ilgili her ufak ayrıntıyı ezberliyor, zihnimin en güvenli yerine kaydediyordum. Arya’ya sahip olduğum sürece hiçbir şey beni bozguna uğratamazdı. Biraz değişiyordum ama ucunda Arya’yı ve kendi türümü korumak gibi hayati bir ödül vardı.

Acı olmazsa kazanç da olmazdı.

“ Adam?” Arya odamın gıcırdayan kapısını yavaşça açtı. Mum ışığında alev alev parlayan bakır saçlarını görünce heyecanla uzanmakta olduğum yatakta doğruldum. “ İyi olduğundan emin olmak istedim.” Sesi o kadar tatlıydı ki tüm gün konuşsa onu dinleyebilirdim.

“ Yedi yıl oldu ve sen hala yeteneğimin bir gün beni yüzüstü bırakacağından endişeleniyorsun.” dedim gülerek.Kendimi onunla yiyecek çaldığımız için peşimize düşen muhafız arasına atalı ve bu sayede yeteneklerimi keşfedeli yedi yıl olmuştu. Arya’yla en dipten gelip bir birlik kurmuştuk. Seçilmiş insanları, bizim gibi yeteneklileri topluyorduk. Sahip olduğumuz her şey için savaşmıştık. Arya’nın liderliğinde savaşmaya da devam ediyorduk.

“ Senin için endişelenmezsem kim için endişeleneceğim Adam?” Gelip yanıma oturdu. Zırhını çıkarttığı için vücudu çok narin görünüyordu. Oysa onu tanıyan biri narin olmaktan ne kadar uzak olduğunu bilirdi. Kimse ama kimse de onu benden daha iyi tanıyamazdı. “ Yeteneklerinin seni her daim hayatta tutacağını biliyorum. Hatta bir gün ben gittiğimde bile.” İtiraz etmek için ağzımı açmıştım ama Arya beni hayata bağlayan sıcacık elini beklememi istercesine dizime koyunca durdum. Yeteneklerimden böyle bahsetmesinden nefret ediyordum. Arya yoksa ben de yoktum. O dünyamın merkezi değildi, o dünyamın ta kendisiydi. Onun içinde olmadığı bir yaşam, anılarıyla donatmadığım bir zihin düşüncesiyle bile beni ölüme yaklaştırıyordu. “ Senden sadece buna bel bağlayıp temkinsiz hareketler yapmamanı istiyorum. Kendine dikkat et. Geçen seferki gibi biri seni benden almaya çalışırsa ne yaparım bilemiyorum.” Bir köle gibi hücreye tıkılarak geçirdiğim aylar aklıma gelince çenem kasıldı. Her zamanki gibi beni oradan Arya çekip çıkarmıştı. Bu yeniden olursa yapacağı şeylerin sınırı olmazdı. Bana son çare olarak kendini yakalatmayı bile düşündüğünü söylemişti. Buna izin veremezdim. Arya, beni ve herkesi korumaya çalışırken ben de onu korumalıydım.

Onu rahatlatmak için dizimde duran elini tuttum. Sıcak, narin ve bir o kadar da güçlüydü eli. Avcunun içinde birkaç derin yara izi vardı. Oklarını kullanmaya kıyamadığı için taşıdığı ağır kılıcın şekillendirdiği hafif nasırlaşmış izlerin üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Elleri benim için kusursuzdu. Başka kimseye ait olamayacak kadar güzel, kimseye ait olamayacakkadar Arya’ydı. Başka kimsenin… Kimsenin sahip olmasını istemediğim kadar benim anılarımla doluydu bu eller.

“ Leydim?” Arya’nın arkasından kapatmadığı kapıda şehre gittiği son seferde bir cadı olarak yakılmaktan son anda kurtardığı cılız kız belirdi. Beni görünce sanki buranın benim odam olduğunu bilmiyormuş gibi şaşırarak bakışlarını ayaklarına eğdi. “ Lord Adam, özür dilerim.” Sesi de bedeni gibi titrekti ama Arya’ya olan bağlılığı su götürmez bir gerçekti. Onunla ilgili başka bir şey bilmeye ihtiyacım yoktu.

“ Walker.” diye düzelttim onu. Bana sadece Arya’nın Adam diye seslenmesine izin verirdim. Walker zamanla yıpranmış, değişmiş biriydi. Adam’sa Arya’ya özeldi. Onun sayesinde varlığını sürdürebilen parçam Arya’ya ihtiyaç duyuyordu.

“ Evet, efendim… Lord Walker özür dilerim. Ben şey için gelmiştim… Leydimizi görmek isteyen biri var ve kendisi bana onunla ilgili talimat vermişti.” Arya elini parmaklarımın arasından o kadar hızlı çekti ki yokluğunun yarattığı soğuk boşluk beni hazırlıksız yakaladı.

“ Alex.” Mırıldanmasını zar zor duysam da yüzünde oluşan gülümsemeden ne dediğini tahmin edebilirdim. Öfkemin midemde fokurdadığını hissettim. O insan soylu gene gelmişti. Arya’nın, benim güzel Arya’mın aklını karıştıran zehirli kelimelerini saçacaktı yine dört bir yana. “ Sonra yine gelirim Adam. Biraz uyuyup dinlenmeye çalış.” Saçları gibi yanan dudaklarını yılların alışkanlığıyla hızlıca alnıma bastırdı ve mutluluktan ışık saçan gülümsemesiyle kapanan kapının ardında yok oldu.

Alex bir insan. İnsanlar güvenilmez. İnsanlar Arya’yı yaralayabilir. Arya’yı sadece ben koruyabilirim, diye düşündüm. Arkasından mum eriyip kendi alevini söndürünceye dek saatlerce baktım. Bu saatlerin neresinde aylar sonra ilk adımını atacağım ancak sonucu Arya’nın hayatına mal olacak olan o planı kurdum, hatırlamıyordum.



Zemin beklediğimden daha soğuktu. Kalkıp halının üzerine de uzanabilirdim ama soğuk eski bir dosttu benim için. Arya’nın olmadığı yüzyıllar boyunca aklımı toparlamamı sağlayan bir dost… Ofis olarak kullandığım oda savaş alanı gibiydi. Tara’nın beni fırlattığı kitaplıkta birkaç raf kırılmıştı. Kitaplar, dosyalar yere saçılmıştı. Alevlerin etkisiyle pencereler patlamış, Tara’nın yüzeye kadar açtığı büyük delik içeriye dolunayı taşımıştı.

Tam bu deliğin altında, Tara’nın bıçağı sapladığı kütüphanenin önünde boylu boyunca uzanıyordum. Bir elim başımın altında öteki ay ışığıyla parıldamasını istediğim bıçağın kabzasındaydı. Burayı boşaltmamız gerekmişti. Tara’nın verdiği hasarı onarmaya vaktim yoktu. Zaten Jinan’daki güvenliği arttırmak ve mümkün olabildiğinde orada bulunmak istiyordum. Burası öylece terk edilmiş haliyle düşünmem için bana bir sığınak sağlıyordu. Bıçağın üzerindeki kan kurumuştu. Elimde çevirdikçe bir parıltı elde edeceğimi umuyordum ancak kan sanki metaline işlemişti.

Uzandığım yerde durmuş, düşünmeden kendine zarar vermişti. Alevleri kullandığı için gözleri gümüşi parıltılar saçıyordu. Tara daha onu ilk gördüğüm anda kimsenin hatta reenkarnelerinin bile Arya’ya benzeyemeyeceğine dair inancımı yerle bir edip ördüğüm duvarların ardından içime işlemişti. Tara bana sadece Arya’yı yeniden görebilme şansı vadetmemiş, onunla yeniden büyüyebilme şansı vermişti. Benzerlikleri zihnimi uyuşturuyordu. Bıçağı kullanırken bana öyle bir bakmıştı ki Arya’nın kontrolü ele geçirdiğine yemin edebilirdim. Bunun yanında Tara, sadece Tara diyebileceğim onlarca özelliğe de sahipti. Neşesi, espri anlayışı Arya’nın aksine onu mahkûm ettiğim çocukluğuna rağmen değişmemişti. Düşününce Arya’dan ayrı olarak da Tara’yı sevdiğimi fark ediyordum. Ona değer veriyordum. Arya’nın bedeni olarak içindeki Tara’yı kaybettiğinde onu özleyecektim ama bu Arya’ya olan özlemime yaklaşamazdı bile.

Ölümsüzlük istemiyordum, Arya’yla yaşayacağım tek bir hayatı istiyordum. Görünen oydu ki Arya farklı düşünüyordu. Hemen ölmek istiyordu. Nasıl dalgakıranlar gittikten sonra onu buraya bağlayan tek şeyi Nisan’la ya da Tara’yla paylaşabilirdi? Bana hala kızgın mıydı? Oysa biliyor olmalıydı, sonucunun böyle olacağını kestirebilseydim asla yapmazdım. Ben onu saçına inen kar tanelerinden bile sakınırdım ve sonra onun ölümüne yol açmıştım. Alex’in peşinden gitmesi, onun ölümünü görünce kendini kaybetmesi planda olmayan detaylardı. O an bile tüm suçun Alex’te olduğunu biliyordum. Ama şimdi Tara’nın yaptıklarını görünce sonsuz gibi gelen hayatımda ilk defa kendime soruyordum; yaptığım doğru muydu?

Neden Arya için, Tara için olayları benim gördüğüm şekilde görmek bu kadar zordu? İnsanlar bize bunları yaparken gözlerini bile kırpmamıştı. Her şeyi sineye çekip farkındalıktan yoksun kalabalıkların içine karışıp onlardan biri olmak istemiyordum. Farklı ve güzel olan ne varsa insanlara değdikçe eriyip içlerinde kayboluyordu. Bense onların kaybolmasını bile istemiyordum. Bize değdiklerinde özel olduğumuz gerçeği canlarını yaksın, kendi kibirlerinden örmeye çalıştıkları duvarlarından ardındaki buz mavisi gerçekliği görsünler istiyordum. Benim yaşadıklarımı, Arya’nın yaşadıklarını, annemin kaderini bir daha kimse paylaşmasın istiyordum. Bunlar beni nasıl oluyordu da Arya’nın gözünde kötü adam yapıyordu?

İstediği kadar saklamaya çalışabilirdi ama Arya’nın beni sevdiğini biliyordum. Beni kurtarmaya geldiğinde yakalanacağını biliyordu. Daha gelmeden önce madalyonunu ve yayını dalgakırana dönüştürmüştü. Benim için hayatını riske atarak, en kötü ihtimalleri bile hesaplayarak gelmişti. Henüz kaçmadan önce onun için oyup gönderdiğim gül oymasını da son dalgakıranı haline getirmişti. Dalgakıranlar taştan daha eskiydi. Dalgakıranlar esasında ruhu alınanları bulmak için değildi. Kaçtığımızda ayrı düşersek benim Arya’yı bulmam içindi. Arya, beni çileden çıkaran son hareket olarak Alex’in ruhuyla kendininkini bağlı kılmıştı. Birbirlerini her koşul altında bulabiliyorlardı. O bir insandı ve Arya ona güçler bahşetmişti! Yine de Alex’i kullanarak onu bulabileceğimi ummuş olmalıydı. İşler ters gidip ikisi de ölünce Alex’in Arya’yla ve dalgakıranla olan bağları kopmak yerine onu yutmuştu. Alex’in ruhu dalgakıranın ta kendisi olmuştu. Arya’nın ölmeden önce arzuladığı üzere bulanı ona getirecek bir kanal yaratmıştı. Herkese ama herkese yardım etmeye can atarken beni Arya’nın son nefesini verdiği dağın yakınına dahi yaklaştırmamıştı.

Kendimi kandıracak kadar aptal değildim. Beni Alex’i sevdiği gibi sevmediğini biliyordum. O benim için her şey olurken ben onun sadece ailesi olarak kalmaya devam etmiştim. Ancak hepimizin nefes aldığı o dönemde bile seçmek zorunda kalsa beni seçecek, beni kurtaracak kadar seviyordu beni. Şimdi, bu zamandaysa Alex yoktu. Artık sadece ben vardım. Onu geri getirmek için yüzyıllardır çalışan Adam… Bunun yolu, yöntemi doğru ya da yanlış önemli değildi. Kötü biri miydim? Arya’yı geri döndürememektense, insanların yaptıklarını yanına bırakmaktansa kötü biri olmayı tercih ederdim.

“ Efendim.” Açık bıraktığım kapıda ilgilenmediğim üzere ortalığı ona bıraktığım Ana belirdi. Gayri resmi liderliğine sesimi çıkartmayı lüzumsuz bulmuştum. Kendisi bundan fazlasıyla çekiniyor olmalıydı ki daha ben söylemeden ona dokunmamam karşılığında ritüellerde olanları bana raporlayan bir muhbir olmayı teklif etmişti. Benim için uygundu, her bir yetenekli kıymetli birer hazineydi. Üstelik Tara’yı ondan çok daha iyi tanıyordum. Sandığının aksine benim yardımım olmadan da çok rahat alaşağı edilebilirdi.

“ Biliyorum, Tara.” dedim. Sesimin sertliği ve odanın hali onu yanımda istemediğimi iletmiş olacak ki geri çekilip karanlık koridorda kayboldu. Bunu zaten bekliyordum, Ana’yı görünce de emin olmuştum. Tara tüm tapınakların alevlerini yakacaktı. Ondan da bu beklenirdi. Üzerime sahip olduğu her şeyle gelmesi beni mutlu ediyordu.

Hele ki benim sahip olduğum her şey onun içindeyken…


22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page