top of page
  • Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 1.Bölüm


-1-

Kuzey


Nisan’ın dönüşünden 5 ay sonra,

İskoçya


Aydınlatmanın yuttuğu kale sabah olduğundan çok daha azametli ve korkunç görünüyordu. Baharın ortasında olduğunuzu size hissettiren tek şey bu soğuğun içinde büyümüş insanların hiç üşümüyormuşçasına giydikleri açık kıyafetleriydi. Bulutsuz gökyüzünde tüm şehri aydınlatan ışıkları kıskandıracak güzellikte ve güçte parlayan dolunaya bakmak nedense pek çok kişiye verdiği huzuru bana vermiyordu. Tam aksine soğuk havayla ilgisi olmayan bir ürperti tüm vücudumda geziniyordu.

Öğrenmiştim ki bizler bir çeşit gece yaratığıydık. Bunun vampirler ya da kurt adamlarla alakası yoktu. Neyse ki… Ay’ın seçtiği insanlar olduğumuz gerçeği bizi onun varlığında daha güçlü kılıyordu. Gece; beklemek için de harekete geçmek için de en doğru andı sanki. Bu hissi benimle birlikte tüm kâhin, hırsız ve seçilmişlerin taşıdığını biliyordum. Daha kontrollü, daha tetikte, en önemlisi daha tehlikeli… Belki de tek sorun bunu hepimizin yaşıyor olmasıydı. İki kişi aynı anda güçlenince öncekinden bir farkları kalmıyordu. Zayıf olan yine zayıftı, üstün olansa yine üstün…

Aislin buharını neredeyse görebildiğim derin bir iç çekince gözlerimi tüyler ürpertici aydan ayırarak ona çevirdim.

“ Burası mı?”diye cevabını adım gibi bildiğim soruyu dile getirdim. Burası olduğu barizdi. Parsel parsel beynimi ele geçiren bu uyuşukluğu hissetmemem imkânsızdı. Üzerinde bulunduğumuz meydanı da kapsayıp tüm şehrin altında örümcek ağı misali yayılan tünelleri kendi uzvummuşçasına algılayabiliyordum. Yağmış ve yağabilecek olan hiçbir yağmurun silemeyeceği ölçekte lekelenmişti burası.

Edinburgh, birkaç sene önce gelsem beni kesinlikle büyüleyecek bir şehir olurdu. Sokaklarında kendimi ortaçağda hissedip ellerim ceplerimde bin bir düşünceyle dolaşıp her an yeşiline ve yarattığı büyülü havaya hayran olacağım türden. Hatta içimdeki bütün bunlar gerçekleşemediği için asla ortaya çıkamayacak olan şair Kuzey’i yakalayabilirdi. Tabi ki bunda insanı melankolik seviyelerde huzura ulaştıran ortamların yanında İskoç viskisinin payı da büyük olurdu. Ama bunların hiçbiri olmayacaktı. Çünkü şu an Aislin’le gördüğümüz bu yoğun katman, başkalarının hikâye olarak anlatmayı sevdiği tüm o korkunç zamanları sindiği her taşın arasından üzerimize çullanarak bağırıyordu.

Aislin ürpererek kollarını göğsünde kavuşturdu. Başını sallayarak beni onaylarken göz teması kurmamaya özen gösteriyordu. Tartışmamızı bu olaya karıştırmadığı için gülümsemiştim. Aislin’in bu yönünü gerçekten çok seviyordum. Grubun içindeki diğer kızların aksine olgun davranıp olayları birbirinden ayırabiliyordu. Şey, aslında burada bir düzeltmeye ihtiyacım vardı; bunu artık sadece Hilal ve Tara yapıyordu. Nisan döndüğünden beri hepimizi dehşete düşürecek kadar olgun davranıyordu.

Onun iç çekişini taklit ederek ayaklarımın altında dolanan tünellerin bizi yönlendirdiği Edinburgh Kalesine baktım. Orada saklandığını bildiğim grupla hazırladığımız konuşmayı yapmak için kesinlikle sabırsızlanmıyordum. Özellikle aşağıdaki tünellerden zihnime akan tüm o dehşet verici duygulardan sonra… Sonuçta korkunun ecele faydası olmuyordu. Hitap ettiğimiz kesimin griler olması Aislin ve benim suçumuz değildi.

Burası ortaçağda cadı avlarının yoğunlaştığı merkezlerden biriydi. Veba salgınından sorumlu tuttukları insanları cadı olarak damgalıyorlardı. Ay, affedersiniz hayır tabii ki önce bunu test ediyorlardı. Kimseyi öylece suçlayamazsınız değil mi? Cadı olduğu öne sürülen kişi suya atılıyordu. Eğer boğulursa insan olduğunu düşünüyorlardı, es kaza boğulmazsa hayatta kalırsa bulunduğumuz meydanda yakılarak infaz ediliyorlardı. Aşağıdaki tüneller de, kale ve bu meydan gibi adil cadı avı sisteminin birer oyuncusuydu. Ölen kişilerin neredeyse tamamı kahinler ve seçilmişlerdi. Tek suçları tepemizde parıldayan ay tarafından seçilmek olan masun insanlardı. Tamam, bazılarının masum olmadığını kabul edebilirdim. Walker gibiler de karşınıza çıkabiliyordu ama yine de tüm dışkılarını sokağa döktükten sonra vebanın suçlusunu cadı adı altına sıkıştırdığın kâhinlere yüklersen, şu an kulağıma dolan tüm bu yakarışlara sağır kalarak alevleri körüklersen Walker’dan daha iyi olduğunu mu varsaymam gerekiyordu?

Ne zaman oluştuğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı kâhin-milliyetçi damarım kabarırken zihnimin arşivinden bulup önüme getirdiği Ayas’ın olayları olduğu tarih içinde değerlendir lafını kaşlarımı çatarak tozlu rafına geri gönderdim. Bizi suda boğmaya çalışmalarına şu elimize tutuşturdukları kor demirle yürüme numarasına tercih ederek müteşekkir olmalıydım herhalde. Korkarım ki öyle değildim. İnsanlığın var olduğu ilk andan beri gücün ve karar verme otoritesinin yüzde doksan beşlik oranda düşünme yetisinden yoksun karakterlerde olması demek geriye kalanların durumunun onlardan daha vahim olması demekti ya da daha kötüsü, umursamayacak kadar kendi dışkılı sokaklarına batmışlardı. Daha fazla şey öğrendikçe görmeden bakmak zorlaşıyordu ve bazen kendimi Walker’ın bizim gibileri koruyup, yüceltmek için neden bu kadar uğraştığını anlayabiliyordum. Bu beni dehşete düşürmüyordu. Ona hak vermem demek onun tarafına geçip bu uğurda savaşacağım demek değildi ki şu an burada olmam bunun en güzel örneğiydi. Walker da bunu biliyordu. Bu yüzden bana her şeyi bu kadar rahat anlatmıştı. Er ya da geç onu anlayacağımı biliyordu. Umduğu gibi onun yanına geçmemle sonuçlanmasa da evet… İnsanlar aldıkları bazı cezaları hak ediyordu.

“ Bunu çabuk halletsek olmaz mı? Daha yetişmemiz gereken bir toplantı var.”dedi Aislin. Rahatsızlığı yüzünden okunuyordu. Tüm o hayaletlerin fısıltılarını dinlemek istemiyordu. Ne demek istediğini anladığımı göstermek ve destek olmak için elimi omuzuna atıp sıktım. Dalgınlıkla yaptığım bu hareketten saniyesinde pişman olmuştum. Aislin kıstığı gözlerinin arasından X ışınlarını çıkarmadan önce kolumu elektrik çarpmış gibi geri çektim.

“ Şey, özür dilerim.” Bu kızla tartışmak sürekli dip dibeyken gerçekten çok zordu. Grubun hayalet detektörleri olarak son zamanlarda sürekli bunun gibi görevlere gitmemiz gerekiyordu ve her ne kadar Aislin olgun biri olsa da kafamdaki düşüncelerle kendimi unutmamı hoş karşılamıyordu.

Bana kızgındı, kırılmıştı ve bu konuda elimden hiçbir şey gelmezdi. Siniri yatışana kadar çizginin gerisinde kalmak daha güvenliydi. Aslında sanırım her zaman gerisinde kalmak daha güvenliydi. Aislin silkinip gözlerini devirdi. Dikilmeyi bırakıp meydanın merkezine doğru yürümeye başlayan da ilk o olmuştu.

Ölümlerin çoğu bu meydanda gerçekleştiği için burada daha yoğunlardı. Gidip kalede yaşamayı –yaşamak… Bu kulağa biraz gerip geliyordu.- ya da yeraltı tünellerinde kalmayı tercih edenler de vardı. Deneyimlerimize göre konuşmamız gereken yetkili gri genelde olay yerini terk etmeye pek gönüllü olmayan karakterlerdi. Zaten tüm bu ruhların burada sıkışmış olmalarının sebebi de onlar oluyordu. Onların ölümlerine olan öfkeleri tıpkı Arya’nın taşı gibi çevresinde bir güç alanı oluşturuyordu. Özellikle seçilmişler bu kin gütme işinde çok iyiydi. Kilometrelerce çapa ulaşabiliyorlardı.

Tıpkı bizim onları hissedebildiğimiz gibi onlarında bizi hissedebildiğini biliyorduk. Nasıl olduğunu sırf anlamak için bile olsa deneyimlemek istemeyeceğim şekilde sıradan bir insanın hayaleti bile yanından geçenin farklı bir tür olup olmadığını anlayabiliyordu. Sanki üzerimizde asılı duran neon tabelada kimlik bilgilerimiz yazıyordu da bunu sadece onlar okuyabiliyordu.

Meydanın ortasına geldiğimizde çevremizde artık insandan çok gri vardı. İçimde, derinlerde bir yerde hala bunca insanın böylesi bir sebepten ölmüş olmasına şaşırıyordum. Bu geldiğim ilk çukur değildi. Walker’la aramızdaki açığı kapatabilmek için Aislin’le gece gündüz hayalet çukurlarını arıyorduk. Diğerleri de araştırma kısmında bize destek oluyordu ama esas ihtiyacımız olan Ayas’ın başı şu aralar organizasyonla beladaydı.

Her neyse bu, bu ay bulduğumuz üçüncü büyük çukur olacaktı ve ikna ettiğimiz takdirde sonunda sayısal olarak Walker’ı yakalayacaktık. Çünkü anlamıştık ki bu kavgayı kazanmanın anahtarı yaşayanlardan çok ölmüş olanlardı. İki taraf da henüz zaten ölü olan bir şeyi nasıl yeniden öldüreceğini bilmiyordu ve bizlerin türünden olan hayaletler duvarların içinden geçen zararsız ruhlar olmaktan çok uzaklardı. Bu yüzden özellikle onların topluca ölüp bu dünyaya sıkıştıkları yerleri, hayalet çukurlarını, arıyorduk.

“ Aiden burada olsa daha rahat hissederdim.”dedi Aislin kısık sesle. Haklıydı. Griler Aiden’a onlardan biriymiş gibi güveniyorlardı. Onun verdiği sözün yanında bizimkinin çok etkisi olmuyordu. Başta bu Aislin’in sinir etse de geçen sefer Aiden’sız ne kadar zorlandığımızı görünce varlığının gerekli olduğunu kabul etmişti.

“ Bunu ikimiz halledip hemen dönmeliyiz.” dedim. Birbirimize bakıp omuzlarımızı dikleştirdik. Elimi ona doğru uzatırken gülümsemeye çalıştım. “ Hızlı bir bakış. Tedbirli olmak her zaman iyidir.” Aislin’in elime diktiği bakışları yüzüme varıncaya kadar yumuşamıştı. Sırıtarak hak verircesine güldü.

“ Hızlı bir bakış o zaman.” Elimi tuttu ve artık alışmaya başladığım o çekilme duygusuna kapılarak ayaklarımın üzerinde sağlamca durdum. Gittiğimiz yerlerde Aislin’in yeteneğini kullanarak başımıza gelebilecek kötü bir durumdan kaçınmaya çalışıyorduk. Üzerimize biri atlayacaksa bunun ne zaman, nereden geleceğini bilmeliydik.

Hemen önümde duran soluk siluetim el kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyordu. Aislin’in her zamanki tetikte bakışlarıyla etrafı izlediğini görebiliyordum. Şişeyi onlara verip tek parça halinde kolayca ayrıldığımızı görünce ikimizin de içi rahatlamıştı. Her şeyden öte bir özgüven kaynağıydı. Katları olması gerektiği gibi oynarsak onların ikna olacağını biliyorduk. Tabi ki Aislin’in görüşleri yüzde yüz kesinlik taşımıyordu. Özellikle geleceği bildiğiniz zaman farkında olarak ya da olmadan vereceğiniz kararlardaki küçücük bir değişiklik bile her şeyin baştan yazılmasına sebep olabiliyordu.

Aislin’in elini bırakarak diğerlerinden daha güçlü olduğu için görüntüsü daha yoğun olan havaya oturmuş grinin yanına gittim. Onun bir kâhin olduğunu hissedebiliyordum. Bu günlerde bulunması güç cinsten bir kâhin... Genç kız delici bakışlarını gözlerime kenetlemiş, attığım her adımı pürdikkat izliyordu. Küçüktü, en fazla on beş-on altı yaşlarındaydı. Ortadan ikiye ayrılmış uzun düz saçları önüne düşüyordu. Üzerindeki elbisesi hırpalanmıştı. Onu zorla bir yerlere sürüklediklerine şüphem yoktu. Yırtıklar, sarkan iplikler ve boşluklarını görebildiğim eksik düğmeler… Öfkeli ama bir o kadar da kontrollü duruşu insanın üzerinde iz bırakacak cinstendi. Sanki hem az önce sudan çıkmış gibi ıslık hem de alevlerin içinden geçmiş gibi yanıktı üzerindeki. Muhtemelen bu ikisinin de başına geldiği gerçeğiyle mücadele ederek ona yaklaştım.

“ Demek şu bahsettikleri Kuzey, sensin.”dedi içimi ürpertecek kadar yüksek ama yumuşak tınılı bir sesle. Tüm grilerin o ağzını açtığı anda donakalarak bana döndüğünü fark ettim. Beni tanıyor olduğu gerçeği bir yana sanırım fazla konuşmuyordu.

“ Tanışıyor muyuz?”dedim gülümseyerek. Bir saniye içinde de bundan pişman oldum. Tekrar düşününcebir griye bunu söylemenin ne kadar mantıklı olduğunu sorgularken bulmuştum kendimi. Özellikle de suyuna gitmem gereken bir griyse.-ki bu suyuna gitme değimini de bu durumda kötü bir espri gibiydi.- Neyse ki gri kız durumu benim gibi algılamadı.

“ Hayaletler arasında oldukça ünlüsün. Özellikle bizim gibi kâhin olanlar arasında.” Ayağa kalkarak bana doğru süzüldü. Bir genç kız için oldukça iri yarıydı. Bu kıyafetindeki hırpalanmaları açıklıyordu. Kesinlikle onu saçma sapan bir nedenden öldürmeye çalıştıkların zapt etmeleri kolay olmamıştı.

“ Bir iletişim ağına sahip olduğunuzu bilmiyordum.”dedim dürüstçe. Kesinlikle buna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Nasıl olabileceğini de bilmiyordum.

“ Hayaletler de çeşit çeşittir. Bu dünyaya sıkışanların aksine burada kalmayı seçenler ya da geçici süreliğine burada konuk edilenler olabilir ve bu türlerden bazıları seyahat edebilir. Tıpkı Aiden gibi.” Kız son cümleyi Aislin’e hitaben ona bakarak söylemişti. Aislin’in hemen gerilmek yerine gülümsemesi içimi rahatlatmıştı.

“ Sanırım teşekkür etmeliyim.”dedim yeniden ilgiyi üzerime çekerek. “ Bu bilgi ve bahsedilmeye değer bulunduğum için.”

“ Yerinde olsam hemen sevinmezdim.” Kızın gülümsemesi yüzüne iyiden iyiye yayıldı. “ Bahseden hayaletlerin hepsi sizin tarafınızdakiler değildi.” Grilerin oluşturduğu bir çembere kısıldığımızı da o an fark ettim ancak rahattım. Bunun olacağını Aislin’le az önce görmüştük. Çevremizi sarmaları demek bize zarar verecekler demek değildi.

“ O halde ne teklif edeceğimizi de, tarafları da biliyorsunuz.”dedim rahatça. Sanırım özgüvenimle üzerinde az da olsa olumlu bir etki bırakmayı başarmıştım. “ İsmini öğrenebilir miyim?”

“ Bana cadı de.” Lafı karşısında şaşırarak kaşlarımı kaldırınca ekledi, “ İsmim sahip olduğum tek varlığım, yanımda taşıdığım tek elbisemdir. Onu beni görebiliyorsun diye sana sunmak zorunda değilim.” Cevabı karşısında etkilenmemek elde değildi. Gülümseyerek başımı salladım.

“ Elbette. Sadece olmadığın bir kelimeyle sana hitap etmem kaba olmaz mı? Kâhin dememe ne dersin?”

“ İnsanlar zamanında bana bu şekilde seslenirdi. Onlar için bir şeyler bulmamı, öngörüler yapmamı ama en önemlisi onlardan uzak durmamı isterlerdi. Hepimiz özümüzde işe yaradığı sürece istenilen daha sonra varlığından rahatsızlık duyulan terk edilmiş çocuklar gibiydik. Bana kâhin diyenler, asla yapamayacağım şeyler için beni cadı ilan edip tam burada gözlerini kırpmadan mutlulukla öldürdüler.” Duraklayarak bana doğru eğildi. “ Kâhin olarak yaşadım ve bir cadı olarak yakıldım. Şimdi bana tüm bunları yeniden yaşamak için, yeniden kâhin olmak için elle tutulur tek bir neden göster.”

Neyi ima ettiğini çok iyi anlıyordum. Walker onlara intikam sunuyordu. Bir daha bütün bunların yaşanmamasını garanti edecek bir düzen vadediyordu. Benim sunduğum şeyse onlara bunu vermek isteyen adama karşı durmaları ve bir ihtimal hayaletlerle nasıl başa çıkılacağı bulunursa sahip oldukları bu tarz yaşam hakkını da kaybetmeye hazırlıklı olmalarıydı. Gerçekten ama gerçekten, beynimin içindeki Walker’ın haklı olduğunu söyleyen o sesi en çok bu anlarda susturmakta zorlanıyordum.

“ Tanık olduğun tüm bu tarih boyunca intikam adına yapılan hareketlerden hangisinin iyi sonuçlandığını gördün?”

“ Bunun sadece intikamla ilgili olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun delikanlı. Elbet intikam isteyenlerimiz de var aramızda. Onları diğer adamın yanında ya da perili köşk efsanelerinde bulabilirsin. Yüzlerce yıldır çoğumuz burada ve bu; düşünmek, anlamak, sakinleşmek için sandığından çok daha uzun bir süre.”

“ O halde Walker’ın bütün işleri yoluna koyacağına inanıyorsunuz.” Saydam kaşları havaya kalkarken yüzünde içimi görebilen bir gülümseme vardı.

“ Sen inanmıyor musun?” Kısa ama sinir bozucu bir sessizlik oldu.

“ Bunu sizin için ya da türünün geleceği için yapmıyor.”diye araya girdi Aislin.

“ Aynı şekilde sadece kendisi için de yapmıyor. Onu bu yola iten sebeplerin tamamı kendisiyle ilgili olabilir ancak amacı bize de hizmet ediyor. Neden onun bizi kullanmak istediği gibi biz de onu kullanmak istemeyelim ki? İki tarafın da sonuçta istediğini alacağı karlı bir anlaşma gibi göründü bana.” Bir adım geri gidip yavaşça havaya oturdu. İlk bakışta altının tamamen boş olduğunu düşünmüştüm ama saydan bedeninden yansıyan parıltıların damarlı ahşap bir yüzeyi bir an içinde olsa aydınlattığına yemin edebilirdim.

“ Walker’la anlaştığımız takdirde ne alacağımız çok açık. Peki ya siz kulağımıza çalınanlar haricinde bize ne sunuyorsunuz?” İşte bizim Walker’dan kat be kat daha fazla çalışmamızı gerektiren o kırılma noktasına gelmiştik.

“ Bir şeylerin değişmesi konusunda hemfikiriz sanıyorum, yöntemlerimiz farklı olsa da.”

“ Yanlış düşünüyorsam beni düzelt ama bu durumda yönteminin farklı olması sonucunda farklı olması demek değil mi?” Gülümsememi yüzümde koruyabilmek için insanüstü bir çaba gösteriyordum. Evet, geleceğe baktığımız sırada bir sorun görünmüyordu ama bu kadar sabit görüşlü olacağını da görememiştim.

“ Ulaşılabilecek daha iyi bir sonuç varsa neden şimdilik iyilerle idare edelim?” Sonunda birazda olsa ilgisini çekmiştim. Aislin de yanımda benim gibi gerildiğini hissedebiliyordum.

“ Walker’ın istediği yönetimin tersine dönmesi anlayışı uzun süreçte geçerli olsaydı şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık. Kimin yukarıda olduğunun bir önemi yok. Öyle ya da böyle şu an olduğu gibi işleri tersine çevirmenin bir yolunu bulacaklar.Bir süre mutlu yaşadıktan sonra gene yakılmak istiyorsak tabi, neden olmasın?”dedim kendi güvenli olduğuna inandığım bir sesle. Hesap yapıyormuş gibi gözlerini kıstı.

“ Düzenin bizim lehimize dönmesi neredeyse iki bin yıl aldı. Sence bildiğimiz her şeyin sonu gelmeden önce insanların yeniden düzeni değiştirebilecekleri bir fırsatları olacak mı?” Güzel, şimdi bir de kıyametle boy ölçüşmemiz gerekiyordu.

“ Artık olaylar çok daha hızlı gelişiyor. Kimse doğru anı beklerken olası doğru olabilecek anları kaçırmıyor, sadece yapıyorlar. Savaşların yüzyıllara yayıldığı dönemleri geride bıraktık. Dışarıda her gün onlarca savaş kazanılıyor ya da kaybediliyor. Bunun tek ölçüsü silahla yaranıp hayatını kaybeden insanlar değil. Dünyayla birlikte savaşlar da değişti. Walker bunun en iyi örneği değil mi?” Çevremizi saran griler huzursuzca kıpırdandı. Bu doğru noktaya parmak bastığımın kanıtıydı. Onlar da çok iyi biliyorlardı, burası artık onların bildiği dünya olmaktan çok uzaktı.

“ Tüm savaşları kazanıp bunu bitirebileceğinizi düşünüyorsanız hala küçük birer çocuksunuz demektir.” Gri kız tükürür gibi konuşmuştu.

“ En son baktığımda bizim dünyamız bu hale yetki; aşırı gerçekçi ve deneyimli yetişkinlerin elinde olduğu için gelmişti. Fikirleri olan çocuklar yüzünden değil.”diye araya girdi Aislin. Kollarını kavuşturmuş kaşlarını kaldırmıştı. Bedeni meydan okumasını haykırıyordu. Bunun ne kadar mantıklı bir hareket olduğu tartışmaya açık bir konuydu. “ Yedi yaşındaki kardeşim bile tüm dünyanın kontrolünü eline verseydik daha iyi iş çıkarırdı, sadece kâhinleri kontrol etmek bir kenara dursun!” Bir yanım kötü adam kahkahası atıp Aislin’e destek çıkmak isterken daha bilge olduğuna inandığım yanım sözlerini yumuşatmam gerektiğini söylüyordu.

Tam ağzımı açmışken gri benden önce davranıp söze başladı.

“ Haklısın.” Koca meydanda şaşkın görünen tek kişi bendim. Aislin ve griler benim parçası olmadığım bir gülümsemeyi paylaşıyordu. “ Peki, istediğiniz yeni düzen bunu çözecek mi?”

“ Eğer Walker’ı önümüzden çekebilirsek, evet.” Gri kız hayali tahtından kalkıp bize yaklaşırken son derece sakin ve zarif görünüyordu. Yüzünde hala o gülümseme vardı ve saydam değil de ete kemiğe bürünmüş bir insan olsa ne kadar güzel olacağını da o an fak etmiştim.

“ Kararımızı çoktan vermiştik, şimdi bunun doğru olan olduğunu bilmek içimizi rahatlatıyor.” Bakışları Aislin’den bana kaydı.

“ En başından beri bizim tarafımızda mıydınız yani?”dedim şaşkınlığımı gizlemeye yeltenmeden. Tüm grilerin yüzü suçlu bir gülümsemeyle aydınlandı. Mecazen değil gerçekten de daha parlaktılar. Bakışlarım yüzlerinde dolaşırken mutlulukla karışık bir burukluk hissettim.

“ Hayalet olmamız artık nefesimizin olmadığını gösterir, söyleyeceklerimizin olmadığını değil. Biz hala ölmeden önce olduğumuz kişileriz; iyiysek iyiyiz, kötüysek kötüyüz.” Karşımdaki kızın benden yüzyıllarca farkla daha bilge olduğunu hatırlayarak başımı saygıyla eğdim.

Elimi cebime atıp tıpası sıkıya kapatılıp mühürlenmiş ufak şişeyi çıkardım. Serçe parmağımdan biraz daha küçüktü. Ufaltılmış şarap şişesine benziyordu tek farkı saydam olmasıydı. Bu sayede içinde yanan küçük mavi alevi rahatlıkla görebiliyordunuz. Şişeyi çoktan bana elini uzatmış olan gri kızın parmakları arasına bıraktım. Eline temas eder etmez onlar gibi saydamlaşan şişenin içindeki alev griye döndü.

Bu onlarla haberleşme şeklimizdi. Eğer Walker gelir ve başları derde girerse şişenin tıpasını açmaları ya da yere atıp kırmaları yeterleydi. Onlarla temas etmediği sürece maddi dünyaya ait bir nesneydi. İçindeki alev serbest kaldığı anda hem onları koruyacak hem de alevin sahibi kimse, bu kişi şu an Nisan oluyordu, ona geri dönerek bize haber verecekti. Bizim hakkımızdaki bilgilerine ve tavırlarına bakacak olursak onlara bunu nasıl kullanacaklarını anlatmama gerek dahi yoktu.

“ O halde buradaki göreviniz bitti.”dedi kız şişeyi elbisesinin kıvrımlarından ayırt edemediğim bir cebe kaldırırken. Hepsi geri çekilip dağılmadan önce kız Aislin’e göz kırptı.

“ Aiden’a sevgilerimizi ilet. Cadı dersen kim olduğumu anlayacaktır.” Kısa bir şaşkınlığın ardından Aislin’le başımızı sallayıp gülmeye başladık.

Bu ilk kez başımıza gelmiyordu.

Griler, suya atılmış taş misali dalga dalga bizden uzaklaşıp yerlerini yeniden dolunay altında ışıldayan Edinburgh manzarasına bıraktılar. Tıpkı Aislin’le baktığımız gibi her şey yolunda gitmişti. Bu çukuru da kazanmayı başarmıştık.

Peki bu daha ne kadar sürecekti?

Kendimi arkadaşını kıskanıp koleksiyon yapmaya başlayan küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Tüm bu griler bize ben bile inanmazken nasıl inanabiliyorlardı? Biz onlara zarar veremezdik ama onlar bize ve birbirlerine zarar verebilirdi. Bu sorunu çözmeden ne kadar ilerleyebilirdik ki? Er ya da geç işi grilere bırakamayacağımız bizim müdahale edeceğimiz nokta gelecekti. Tüm bu olanlar zaman kazanmaktan başka bir şey değildi. Bunu bile bile iki taraftan birini seçmek onlar için çok anlamsız olmalıydı! Hepimiz Walker’ın bu zamanı nasıl değerlendirdiğini biliyorduk, aslında dünya üzerinde yaşayıp da bilmeyen Afrika kabilesi bile kalmamıştır diye düşünüyordum. Oysa biz Walker kadar planlı ya da bütün olmaktan çok uzaktık.

Sanırım o gülümsemenin nedenini şimdi anlıyordum. Anlamsız olduğunun farkındaydılar ama yine de bu, yapabilecekleri tek şeydi. Şu an yaptığımız da bizim yapabileceğimiz tek şeydi.

“ Hadi, yetişmemiz gereken bir toplantı, yememiz gereken yüklü miktarda azar var.”dedi Aislin iç çekerek. Bütün ilgisinin yaşadığımız tartışmadan organizasyonla yaşamak üzere olduğumuz tartışmaya kayması şu anki tek sevinç kaynağımdı.

“ Oo, başkanlar toplantısı… En sevdiğimden. Hayatta kaçırmam.” Yanımdan geçen grinin o sırada bana güldüğünü yemin edebilirdim.




120 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page