Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 9.Bölüm
- sky-rie
- 29 Oca 2020
- 10 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Mar 2020

-9-
Derin
Oturduğu yerden gözlerini doğruca kız kardeşine dikmişti. Ona hem onu öldürmek hem de kolundan tutup birlikte kaçmak istermiş gibi bakıyordu. Anlaşılan aynı koyu kahve saçlar ve yeşil göz dışında paylaştıkları başka bir özellik yoktu. Stheno ne kadar çekingen ve korku doluysa, Soterios da o kadar atılgan ve inançlıydı. Stheno’nun söylediğine göre yıllar içinde turistlerle, müşterileriyle konuşabilmek için Türkçe öğrenmişlerdi. Ama kardeşi öfkeyle ona bakarken bizi konunun dışında tutmak için inatla Yunanca konuşuyordu.
Buna hakları olduğunu düşündüğümüzden sesimizi çıkartmadan yaklaşık yarım saat iki kardeşin almadığımız bir dildeki atışmalarını izledik. Sorunu önce aralarında çözmeleri işimize gelirdi. Soterios bazen ses tonunu kontrol edemiyor sanki kurtulabilirmiş gibi onu sandalyesine bağlayan kelepçeleri çekiştiriyordu. Onu ayakta görmediğim için emin olamıyordum ama sanırım Kuzey’le aynı boylardaydı. Düz kısa saçları terden ıslanmıştı. Yeşil gözlerini küçük gösteren kalın ve belirgin kaşları çatılmıştı. Vücudu için güçlü ya da kaslı diyemezdim. Walker kâhinlerin en azından kendilerini koruyabilecek kadar eğitilmelerini sağlamıyordu demek ki. Ya da aşırı mesai yapan ikizler istisnaydı.
Yüzüne yapışmış çıkmayan bir boya gibi uykusuzluğuyla Kuzey içeri girince herkes bir an için duraklayarak ona baktı. Bu duraklama pek umurunda olmasa gerekti. Gelip kendini Ayas’la aramızda duran boş sandalyeye bıraktı.
“ Aislin?” dedim sorarcasına. Kuzey diski incelerken birlikte olduklarını sanıyordum.
“ Mersin’de, haftalık kontrol zamanı.” Anladığımı belirtmek için başımı sallayarak önümdeki tiyatroya geri döndüm.
“ Ee, ne yapacaksınız? Beni öldürecek misiniz?” dedi Soterios gülerek. Gülüşüyle meydan okuyordu.
“ Hayır! Beni neden dinlemiyorsun? Onlar bizi kurtardılar!” Stheno kardeşine yalvarırcasına yanına dizleri üzerine çöktü. “ İnsanları öldürüyorduk Soterios! Bizim yüzümüzden yüzlerce masum insan öldü!”
“ Bizim yüzümüzden değil, bizim sayemizde!” Esas sorun da buydu işte. İkisinin yaptıkları işe bakış açıları taban tabana zıttı. “ Hayatımızı yarı tok yarı aç yeteneklerimizle başkalarını eğlendirerek geçirdik. Efendimiz bize gerçek bir hayat verdi! Özgürlük verdi! Yeniden sokaklara dönüp dilenmek mi istiyorsun? Özel olan biziz! Kontrolde olması gerekenler biziz, hükmetmesi gereken efendimiz!” Ayas harekete geçmiş Tara’yı kolundan yakalamak için geç kalmış bir hamle yaptı. Tara Stheno’nun bile korkuyla yana devrileceği kadar hızla alevini çağırarak sandalyeye bağlı çocuğun burnunun ucuna tuttu.
“ Bir kez daha ona efendim demeye kalkarsan beynini burnundan kucağına dökerim çocuk.” Tara’nın yüzü elindeki alevlerle aydınlanmıştı. Şakası yoktu. Ama Ayas’ı da beni de durduracak kadar kendine hakimdi. Tek amacı çocuğun gözünü korkutarak gerçekleri görmesini sağlamaktı. En azından bunu Stheno’ya söylemiş olsa kız korkuyla olduğu yere sinmezdi. “ Adam’ı ne kadar tanıyorsun ki? Onun hakkında ne biliyorsun? Gözlerimin önünde senin ve benim türümden kaç kişiyi öldürdüğüne dair en ufak bir fikrin var mı?” Nisan’la Ayas ayağa fırlamış duyduklarından emin olmak istercesine Tara’nın gümüş gözlerine bakıyorlardı. Soterios’sa korkusunu merakının ardına gizlemeye çalışıyordu.
“ Adam da kim?”
“ Efendim demeye yeltendiğin yaratığın gerçek adını bile bilmiyor musun?” Tara çocuğa bir adım daha yaklaştı. “Adam’ın kaç yaşında olduğunu, nasıl hayatta kaldığını, kaç hayata mâl olduğunu biliyor musun?” İşte şimdi gerçekten tedirgin olmaya başlamıştım. Aynı konuşma içinde ikinci kez Adam demişti. Tara asla ama asla Walker’a Adam demezdi.
“ Sen… Kimsin?” Çocuğun korkuyla büyümüş gözlerinde alevlerin yansımasını gördüm.
“Ah, sonunda konuşmak istiyorsun ha! Harika!” Tara alevleri geri çekerek gülümsedi ve hepimizin çenesi zemini süpürürken o neşeyle geri sandalyesine oturdu. “ Ben Tara, seçilmişlerin Ay Işığı, Walker’ın ablası Arya’nın reenkarnesi. Memnun oldum katil-kahin.” Benim bile neredeyse yüreğime iniyorduysa zavallı Soterios’u düşünemiyordum. “ Stheno tatlım, bir anda böyle bir çıkış yaptığım için özür dilerim ama kardeşinin bir şoklamaya ihtiyacı vardı çünkü dinlemeyi reddediyordu. Neden gelip yanıma oturmuyorsun?” Ne kızın kalkıp yanına gelmesini ne de odadaki herhangi birinin konuşmasını beklemeden devam etti, “ Demek sokaklarda dilenerek geçen bir hayat, kolay olmasa gerek. Yeteneklerini kullanarak kardeşine ve kendine daha adil bir hayat kurmaya çalışman takdir edilesi.” Samimi olduğunu göstermek için gülümsedi. Tara’nın korkunç duygu geçişlerine ilk defa tanık olan Soterios az önce meydan okuyan o değilmiş gibi sus pus olmuş dinliyordu. “ Yetenekleri başka kim takdir eder biliyor musun?” Öne doğru eğilerek gülümsemesini onu tanıdığımız için tehlikeli olarak niteleyebileceğimiz sınırlara kadar genişletti.“ Evet, Walker eder. Hem de ne eder! Özel yeteneklere bayılır!” Gülümsemesi biri iğneyle onu patlatmış gibi yok oldu. “ Öylesine bayılır ki yeteneklere sahip küçük çocukların öz babalarını onları duvarlara zincirleyip üzerinde deneyler yapması için ayartır. Seni her gece ışık almayan küçük odana kapatıldığında senin yeteneklerin yüzünden ölenlerin çığlıklarıyla baş başa bırakır. Sana hayatında en önemli şeymişsin, onun kıymetlisiymişsin gibi davranır ve yeteneklerinle işi bittiği anda senden elde ettiği silahla seni sana öldürür.” Ayağa kalktığında artık sesini kontrol edemiyordu. “ Evet, hadi tanışalım. Ben Tara, özel yeteneği yeryüzünde var olan her hastalığı kanında taşıyıp onları başkalarına bulaştırabilmek olan kız. Walker ve babasının üzerinde yaptığı yıllar süren deneyler sonucunda senin türünden yüz binlercesini öldüren virüsü taşıyan kız.” Çocuğa doğrulttuğu parmağı bu sefer alevlerle çevrili olmamasına rağmen onun üzerinde yarattığı korku kat be kat fazlasıydı. “ Sakın benim karşımda ben seni, kardeşini, ufacık bir çocuk olan Aiden’ı, Kuzey’i, orada tanıştığın ya da dünya üzerinde tanışabileceğin bütün kâhinlerin kıçını kurtarmak için kendimi paralarken onları birer birer ölüme terk eden adama… Efendim… Deme.” Son üç kelimeyi duraklayıp üzerine basa basa öylesine büyük bir öfkeyle söyledi ki Soterios karşısında nefes dahi alamıyordu. Tara gözlerini bir an olsun Soterios’tan ayırmadan gerileyerek kontrollü yüz ifadesini takındı. “ O halde tanışmaya devam edelim mi?” Elini hemen yanında duran Nisan’ın omzuna yerleştirdi. Sanki kontrol ve öfkesi bu yolla Nisan’ın bedenini ele geçirmiş gibi yüz ifadesi Tara’nınkine benzer bir hal aldı. “ Nisan, hırsızların Ay Işığı. Daha da önemlisi, senin de benim de kız kardeşinin de şu an burada ve hayatta olma sebebimiz. Walker’ın beni kullanarak yaymaya başladığı ve durdurulmazsa önünde sonunda sizi de öldürecek olan virüsü durdurmak için hayatından vazgeçti. Bu kız seni kurtarmak için öldü! Öldü, geri geldi ve hala seni kurtarmak için hayatını ortaya koyuyor.” Stheno oturduğu sandalyede öylece kalakalmıştı. Gözlerinin dolduğunu göz ucuyla görebiliyordum. “ Walker’ın hayatınızı kurtardığını, size bir gelecek vadettiğini mi düşünüyorsun? Senin hayatını ben kurtardım! Senin hayatını Nisan kurtardı! Bu odada gördüğün herkes senin hayatını kurtardı ama sen bizim kurtardığımız hayatını bize karşı kullanmayı tercih ediyorsun! Walker olsun ya da olmasın sence kurtarmak için bu kadar uğraştığımız hayatını sokaklarda harcamanı mı istiyoruz, yoksa bizim de insanları canice katletmeyi içermeyen bir türleri kurtarma planımız olabilir mi?” Tara yerine oturduğunda sakinleşmiş yüz ifadesi yumuşamıştı. Ancak hala söyleyecekleri vardı. “ Bana kim olduğumu sordun. Ben zihnimi Walker’ın yani gerçek adıyla Adam’ın öz ablası, gelmiş geçmiş en güçlü Ay Işığı ve seçilmiş olan Arya’yla paylaşan bir reenkarneyim. Dolayısıyla bunu bilebilir, söyleyebilirim… Kendi kardeşini öldürmüş bir adama çalışarak, kız kardeşini koruyabileceğine… Hala inanıyor musun?”
Hayatımda duyduğum en etkili konuşmayı yapacak kişinin Tara olacağı ölsem aklıma gelmezdi.
“ Bütün bunları bir düşünmeni, gerçekten hangi adımın yetenekliler hangi adımın bir adam için daha iyi olacağını tartmanı istiyorum. İkiniz için alt kattaki odalardan birini hazırlattık. Kelepçeler yok, bayıltma yok. Kız kardeşin yanında olacak. Sizi korumak için kapıda ve pencere önlerinde birileri bekleyecek.” Gidip Soterios’u sandalyeye bağlayan kelepçeleri yakarak yok etti. “ Bunu yapacağını düşünmüyorum ama belirteyim. Burası Walker’ın yanındayken hakkında çok şey duyduğuna emin olduğum organizasyon başkanlarından birinin evi. Kaçmayı bırak, bunu düşünecek bile olursan haberimiz olur.” Kız kardeşi koluna girip onu sandalyesinden kaldırırken çocuk başını salladı. Stheno Tara’ya tarif edilemez bir minnet ve hayranlıkla bakıyordu. Söylemek istediği pek çok şey kardeşinin kafasını karıştıran pek çok şey tarafından bastırılıyordu. Gülümsüyordu, tedirgin ya da korku dolu değildi. Soterios’un neler düşündüğünü gerçekten bilebileceğine göre… Tara ona ulaşmayı başarmıştı. Ayas hala nereden çıktıklarını bilemediğim ve bir türlü alışamadığım güvenlik ekibinden birilerini çağırarak ikizlere odalarına kadar eşlik etmesini istedi.
Odadan çıkıp arkalarından kapıyı kapatana kadar hepimiz çıt çıkarmadan onları izledik. Sonra çöken sessizliğin içinde bize sırtını dönmüş kapıyı izleyen Tara iç çekti. Aşağı yukarı herkesin aynı şeyleri düşündüğüne emindim. Tara ilk defa ipleri eline almış ve seçilmişlerin yıllarca onu olmamakla, olamamakla suçladığı Ay Işığı, gerçek bir lider olmuştu. Kendisiyle, Walker’la, Arya’yla ilgili bu ana kadar kaçtığı pek çok gerçekle hepimizin gözleri önünde cesurca yüzleşmişti. Tara bir anda büyümüştü sanki. Buna hakkım olup olmadığını bilmesem de onunla gurur duyduğumu hissettim.
Sessizlik odayı dolduran yoğun bir hiçlikmiş gibi Tara’nın bedeni o yoğunluğa karşı gelerek bize döndü. Pişmiş kelle gibi sırıtması beklediğim son şeydi.
“ BEN AZ ÖNCE NE YAPTIM?!!”dedi akli dengesini kaybetmiş gibi gülmeye başlayarak. Hepimiz bir an için onun bu tepkisi tokat gibi yüzümüze çarparken ve ben az önce kafamın içinde söylediğim Tara büyümüş şeklindeki saçmalıları gözlerimi devirerek geri alırken bekledik. “ Yani ne yaptığımın farkındaydım ama sizce işe yaradı mı? İşe yarayacağından emin değildim! Kendime tam güvenmiyordum. Oldu mu? Yaptım mı?” Kollarını sağa sola sallayıp delicesine hareketler yapıyordu. Diyaframımı kasan kahkahaları sanırım ona ayıp olmasın diye engelliyordum.
“ Tara,” Arda aramızdan sıyrılarak ilk liderlik performansını sergilemiş Tara’nın kollarını savurarak tanımladığı boşluğa girdi. Ellerini onun omzuna koyarak durdurdu. Tara’nın neşesi endişeye dönüşerek Arda’nın yüzüne ulaşıyordu. “ Tara,” diye tekrarladı Arda. “ IMDB puanın 9.0! Az önce yaptığın sizin sapık dünyanıza girdiğimden beri gördüğün en endişe verici ve en mükemmel şeydi!” Hayali gözyaşını gururlu bir anne gibi gözlerinden silerken sıradaki hamlenin ne olduğunu tahmin ettiği için sıvışmaya çalışan Nisan’ı ve Tara’yı yakalayıp kendine bunu yapmak hiç zor değilmişçesine çekti. “ Siz küçük Ay zımbırtıları ne kadar çabuk büyüyorsunuz! Gurur duyuyorum lan sizinle!” Sonunda herkes pes ederek gülmeye başlamıştı. “ Sakın sırada Aiden’ın düğünü var demeyin onun da çabucak büyümesine hazır değilim.”
Neden dönüp de o tarafa baktım bilmiyordum. Belki de bir şey beni dürtmüştü, belki onlarla bir arada kalmaktan kâhinlik yetenekleri kazanmaya başlamıştım. Yine de içimde, mideme yakın bir yerlerde bir burukluk hissettim. Sanki kötü bir şey olacakmış gibi… Gözlerimle etrafı ararken başımı ondan yana çevirince Kuzey’in gülüp zıplayan kalabalığa katılmadan kenarda dikildiğini gördüm. Ne yapmam gerektiğini kestiremeden bir süre ona baktım. Doğru şey gidip onunla konuşmak mıydı, yoksa ona zaman tanımak mı?
Ben ikisi arasında bocalarken Hilal koluma dokundu. Bakışlarıyla bana bulaşmamamı söyler gibiydi. Beni geride bırakarak Kuzey’in yanına gitti.
Hilal
“ Sorun ne? Arda gibi zıplaman gerekmiyor tabi ama yine de bu kadar durgun olman beni endişelendiriyor.” dedim Kuzey’in yanına gidip duvara yaslanarak. Gözlerini ayırmadan Tara’ya bakıyordu.
“ Yalan söyledi.” dedi ruhsuz diyebileceğim bir ses tonuyla. “ O çocuğa yalan söyledi.”
“ Söylediklerinin içinde tek bir yalan dahi yoktu!” dedim biraz sinirlendiğimi hissederek. Sesim beklediğimden yüksek çıkmış olacak ki herkes susarak bize döndü. Kuzey diğerlerini umursamadan konuşmasını bana hitaben yapmayı sürdürdü.
“ Ona türleri kurtarmak için daha iyi bir planımız olduğunu söyledi. Bizim şu an tek planımız kendimizi ve patlamalarda ölen insanları kurtarmak. Sanki kâhinler, hırsızlar, seçilmişler önemli değilmiş gibi… Gerisi için bir planımız yok.”
“ Kuzey bunu konuşmuştuk. Daha ilerleyen zamanlarda-“ Kuzey bağırarak Nisan’ın sözünü kesti.
“ Daha ileride ne olacağını nereden bilebilirsiniz?! Merkezi yıkabileceğinizin, değiştirebileceğinizin garantisi var mı?! Tara’nın seçilmişlere önderlik edebileceğinin garantisi var mı?! Kahinler cadı gibi yakılarak ya da sokaklarda dilenerek, yeteneklerinden habersiz insanlar gibi yaşayarak daha kaç yüzyıl devam edecekler?!Sizin hiçbir planınız yok! Yalan söylemekten vazgeçin!” Bitirdiğinde öfkeden nefes nefese kalmıştı. İşte korktuğum başıma geliyordu. Kuzey’in kafasının içindeki teller geriliyor, uçurum açılıyordu. Uzaklaşıyordu…
“ Sizin değil Kuzey, bizim.” Nisan kontrollü durmaya çalışsa da benim gördüğümü onun da gördüğünü biliyordum. Hayır, Kuzey lütfen… Lütfen kendine gel!
“ Burada artık yerim yok gibi hissediyorum. İstenmeyen kişi gibi hissediyorum. Sizin için etrafı taramaktan başka bir anlamım yokmuş gibi… Evet, Tara haklıydı. Bu bahsettiğim şey dışında söylediklerinin hepsinde haklıydı. O zaman neden ben hala içimde Walker’ın yaptığının doğru olduğunu hissediyorum? Neden en azından bir planı olduğu için hazır insanları öldürmesini de engelleyebiliyorken ona izin vermemiz gerektiğini düşünüyorum?”
“ Kuzey, o hayalet çukurlarında gördüklerin seni çok etkiledi biliyorum ve senden bütün bunları istediğim için özür dilerim… Ama haklı taraf Walker değil. Bunu sen de biliyorsun.” Nisan’ın sesi yalvarır gibi çıkıyordu. Kuzey’se başını iki yana salladı.
“ Tek bildiğim şu an bizim de en az onun kadar haksız olduğumuz.” dedi ve daha fazla bu odada bulunmaya katlanamıyormuş gibi hızla dışarı çıktı.
“ Kuzey!” Arkasından gitmeye çalıştığımda Derin beni durdurdu. Endişeden ellerimin titremeye başladığını hissediyordum. “ Peşinden gitmem lazım!” Herkes bir koltuğa çökmüş ben ve beni tutan Derin dışında kimse hareket dahi etmiyordu. Biri odanın ortasına bomba atsa böyle bir etki yaratamazdı.
“ Biraz yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı var. Şu an sadece yetersiz hissediyor. Bu aslında bize karşı bir şey değil.” dedi Derin. Hayır, bu bize karşı demek istiyordum. Peşinden gitmeliyim yoksa onu kaybedeceğiz demek istiyordum çünkü gerçekten öyle hissediyordum.
“ O halde benim de yalnız kalmaya ihtiyacım var!” diyerek onun kollarından kurtuldum. Tıpkı Kuzey’in yaptığı gibi hızla odadan çıktım. Nereye gideceğimi bilmeden bahçeye doğru yöneldim. Kuzey’den iz yoktu. Muhtemelen kendine bir kapı açıp uzak bir yere gitmişti. Onu nasıl bulacaktım? Nasıl hiçbir şey yapmadan beklemeyi tercih edebilirlerdi? Zamanmış! Onu bu hale getiren zamandı zaten! Onu tanıyordum ve bana, birilerine şu an hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğunu biliyordum.
Endişe ve adrenalin yüzünden o ana kadar fark etmediğim cebimde inatla çalmakta olan telefonu çıkardım.
“ Ne va-“
“ HEPİNİZ NEREDESİNİZ? NEDEN TELEFONLARA BAKMIYORSUNUZ?” Aislin telefonun ucundan resmen gürledi.
“ Evdeyiz, işte ne var? Hiç uygun bir zaman değil!” dedim bağırmasına sinirlenerek.
“ Kuzey’i durdurun! Sakın evden çıkmasına izin vermeyin.” Bahçe yolunun yarısına gelmiştim ki görünmez kocaman bir duvara çarpmışım gibi kalakaldım.
“ Aislin… Sen ağlıyor musun?” Ve daha o cevap vermeden ne olduğunu anladım.
“ Kuzey’i durdurun! Evden çıkarsa ölecek! Hilal onu Mersin’e kapı açmadan önce durdurun!” Başımdan aşağıya kaynar sular iniyordu. Kendime dehşete düşmek için, korkmak için, ağlamak için her gereksiz ayrıntı için bir saniye tanıdım ve sonra arkamı dönüp daha önce hiç koşmadığım kadar hızlı bir şekilde eve doğru koşmaya başladım.
“ Neresi? Mersin’de NERESİ?” diye bağırdım kapıya yaklaşınca. Aislin’in kısık sesle aman tanrım geç mi kaldık dediğini hayal meyal işittim. Kalp atışlarım onu duymamı zorlaştırıyordu. “ NERESİ!” O kadar bağırdım ki içeride apar topar açılan kapıyı ve yaklaşan ayak seslerini kalp ritmime rağmen duyabiliyordum.
“ Sahilde, buraya Marina yazmışsın.” Yakınlara sürekli kapı açtığımız için ezbere bildiğim koordinatları titreyen ellerimle girdim. Aman tanrım ben yazmıştım! Kuzey… Kuzey ölmüştü ve bunu eve dönüp o duvarlara ellerimle yazmıştım!
“ Yakınsın, sen de yola çık. Hemen geliyorum.” Kendimi göz alıcı ışığın içine resmen fırlatırken duvara ellerimle yazdığım kaderi değiştireceğimden bir an olsun şüphe duymamıştım.
***
“ Nerede?” Kendi kendime sürekli aynı sözcüğü tekrarlıyordum. Nefesimin kesilmesine, insanların bana deliymişim gibi bakmasına aldırmadan sahilde Marina’ya doğru koşuyordum. Nerede, Hilal NEREDE?
Hava kararmıştı. Yürüyüş yolunu aydınlatan sokak lambalarının dört bir yanıma düşürdüğü gölgemin neredeyse üzerine basacak kadar hızla koşuyordum. Buraya okul çıkışlarında gelirdik. Tribünlerde ya da demirlemiş teknelere bakan yükseltinin üzerine oturur eğlenirdik. Biz eğlenirdik, biz daha çocuktuk! Kuzey daha çocuk sayılırdı! Burada bu şekilde onu kaybedemezdim! Herhangi bir şekilde kimsenin onu benden almasına izin veremezdim.
Önce tribünlere sonra deniz kenarına koşmuştum ama ikisinde de yoktu.
“ KUZEY!” Ciğerlerimdeki tüm havayı boşaltırcasına bağırdım. Sesimdeki korku hemen arkamdaki tekneleri alabora edebilecek kadar yoğundu. Durmadım. “ KUZEY!” Tekrar bağırmak için nefes alıyordum ki onu güvenliğin yanında içeri girmek üzereyken gördüm. Beni görmüştü. Gözleri şokla açılmıştı. Yanıma gelmek için bir adım attı.
“ KAÇ! HEMEN KAÇ!” Ona doğru koşmak istemiştim ama geç kalmaktan, onu tekrar görememekten o kadar korkmuştum ki, kanlı canlı karşımda olması titreyerek yere yığılmama ramak kalacak kadar rahatlamama neden olmuştu. “ GİT BURADAN!” dedim bana bakan insanları umursamadan. Kuzey dediğimi yapmakla yanıma gelmek arasında bocaladı.
O an Aislin’e nasıl öldüğünü sormayı unuttuğumu fark ettim.
O an rahatlamaya vaktim olmadığını fark ettim. Kuzey’e doğru koşmalı, onu kolundan yakalayarak beraberimde eve götürmeliydim. Hıçkırarak ağlamalı elime geçen her şeyi kafasına atmalı, bana, bize bunu nasıl yaptığını sormalıydım. Ona bir şey olsa, kılına bile zarar gelse bunu yapana dünyayı dar edeceğimi; hissettiklerinin korkunç olduğunu ama geçeceğini söylemeliydim. Ona ve herkese sımsıkı sarılmalı ve teşekkür etmeliydim.
Ama o an, bunların hiçbirini yapamayacağımı fark ettim.
“ KAÇ!” Kulakları sağır eden o patlamadan önce sesimin Kuzey’e ulaşmış ve onu harekete geçirmiş olması hayatımda istediğim son ama en yoğun şeydi.
Sonra çığlık atma fırsatım dahi olmamıştı. Ayaklarım yerden kesilmiş, geriye doğru bambaşka bir dünyaya savrulmuştum. Aklıma gelen son şey Arda’yla sahilde geçirdiğimiz son güzel gündü.
Yirmi bir yıllık şimdilik kısacık sayılabilecek hayatımdaki her şeye değeceğini düşünmüştüm o günün… Ve bugün yirmi bir yıllık kısacık hayatım bunu doğrularcasına son bulmuştu.
Comments