sky-rie
Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 8.Bölüm
Güncelleme tarihi: 18 Mar 2020

-8-
Kuzey
“ Başka şansımız yok Tara, odaklan.” dedim belki de biraz fazla sert bir sesle. “ Bunu senin yerine ben yapamam.” Tara birkaç kez derin nefesler aldı ona anlattığım şekilde tekrar denedi.
İkizleri, Young Jae ve Kwang Ho’ya yaptığımız gibi gidip öylece alamazdık. Öncelikle, o ikisinin Walker’dan hoşlanmadığı ve bizimle gelmek istediği barizdi. Bu ikiz kâhinlerinse ne tarafa daha yakın olduklarını bilmiyorduk. Nisan kızın bunu istemeden yaptığında ısrar ediyordu. Umarım haklı çıkardı. Ancak içeriden yardım alırsak Walker için bu kadar önemli iki kişiyi buradan çıkarabilirdik. Bu yüzden Tara uzaklığı bahane etmeyi bırakıp kızın zihnine konuşarak onu ikna etmeliydi.
Yerlerini bulmak Edmund’un umduğundan daha uzun sürmüştü. Atina yakınlarında ormanlık bir alandaydık. Sık çam ağaçları bizi gözlerden gizliyordu. Aldığımız haplar sayesinde zihinlerden de gizleniyorduk. Görüp hissedebildiğim kadarıyla burası, Rusya’daki yerleşkesini devede kulak bırakıyordu. Antik çağdan olduklarını tahmin ettiğim kalıntıların arasında, içinde, altında yüzlerce insan hissediyordum. Yeraltı tünelleri, geniş galeriler, yerüstünde birbirine bağladığı kalıntılardan çok daha fazlası yerin altındaydı. Walker belki de burayı Agarta’nın bir prototipi olarak tasarlamıştı.
Gecenin karanlığında gözlerimi kısarak yosun kaplamış beyaz taşların önünde hareket eden karaltıyı izledim. Gerçekten şanslı günümde olmalıydım. Ne aslında bir kazı alanında olmamıza rağmen etrafta gri vardı ne de karaltının o kız olduğunu anlamak için yüzünü görmeye ihtiyacım vardı. Marsilya’da bir kere enerjisini hissetmiştim. Bu onu tekrar tanımlayabilmem için yeterliydi.
Bazen keşke bunun bir açma-kapama tuşu olsaydı diye düşünüyordum. Çevrenizdeki her şeyi, her hareketi ve enerjiyi geniş bir çapta hissedebilmek uykuya ihtiyacınız olduğu gecelerde çekilmez olabiliyordu.
“ Bu o. Şu an yeterince yakın artık onunla konuşabilirsin.” Tara odaklanmak için kapattığı gözlerini açmadan başını salladı. Neredeyse aynı anda karartının irkilerek durakladığını gördüm. “ Kızı korkutma, adını sor önce nazik ol.” Duyamadığım bir konuşmaya yardımcı olmaya çalışmak utanç vericiydi.
“ Sordum bile sivri zekâlı, adı Stheno ve evet düşünceleriyle cevap verebileceğini konuşmak zorunda olmadığını da belirttim. Bundan sonrasını bana bırak ve rahatla.” Güvence vermek ister gibi bileğimi tuttu ancak rahatlamam bu kadar çok şey hissederken olası değildi. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilemiyordum. Tara da karaltı da öylece durmuş kimsenin misafir olamayacağı bir sohbeti paylaşıyorlardı. Acaba kız Tara’ya güvenmiş miydi? Walker’dan uzaklaşmak istiyor muydu?
“ Walker şu an burada değilmiş.” dedi Tara gözlerini açarken. Karartıysa harekete geçmiş kalıntılara doğru ilerlemeye başlamıştı. “ Kızın adı Stheno ve erkek kardeşinin adı da Soterios. Anlayacağın üzere Yunanlar. Daha sadece yirmi üç yaşındalar ama güçlerinin farkına çok küçükken varmışlar. Aislin’in eskiden yaptığı gibi Walker onları bulmadan önce kâhinlik yaparak yaşıyorlarmış. Tahmin ettiğimiz gibi yetenekleri birbirleriyle ilgili. Stheno’nun deyimiyle kardeşi ve o kimsenin karışamayacağı bir frekansa sahipler. Dünyanın neresinde olursa olsun birbirlerinin zihinlerine. İkiz telepatisini ileri boyuta taşımışlar. Birinin duyguları, düşünceleri ve fikirlerini ötekini etkiliyor.”
“ Birini gönderip ötekini yanında tutarak işini hallediyordu o halde.” dedim. İyice saklanabilmek için oturduğu yerde kaykılırken evet anlamına başını salladı. “ Buradaki işimiz bitmedi sanırım?” Kalkmak için hiçbir çabası yoktu.
“ Bir şey öğrenip bana söyleyecek sonra gidebiliriz.” Duraklayarak endişeli bir şekilde dudaklarını dişledi. “ Ama bir iyi bir de kötü haberim var.” Kötü haber olmaması gibi bir olasılık var mıydı hayatımızda? “ Stheno gelmek istiyor. Hem de fazlasıyla, yüz yüze konuşuyor olsaydık muhtemelen kolumuza yapışır onu da götürmemiz için yalvarırdı. Nisan haklı, kız çok korkuyor.” Bir kez daha duraksayarak iç çekti. “Ama kardeşinin gitmek istemeyeceğini söyledi. Walker’a ve onun ideolojisine körü körüne bağlıymış.”
“ Bu bir sorun mu? Kız hazır dışarıdayken ve kimse dikkat etmiyorken onu alıp gidelim işte. İkisi birden elinde olmadığı sürece saldırıları engelleyebiliriz.” Tara az önce ona tokat atmışım gibi dehşetle bakıyordu.
“ Ondan ikizini bırakıp kaçmasını mı istiyorsun? Walker artık işine yaramayınca o çocuğa ne yapacak sence?”
“ Hiçbir şey. Çünkü o bir kâhin ve Walker ona zarar vermez.” Tara ayağa fırladı.
“ Uyan artık Kuzey! Walker sandığın gibi biri değil!”
“ Evet, binlerce insanı öldürüyor. Bu iyi bir şey değil ama en azından bir amaç uğruna-“ Eliyle susmamı işaret etti. Gözlerini kapatarak yeniden kızla iletişim haline geçmişti. Birkaç saniyenin ardından gözleri yeniden açıldı.
“ Buradaki işimiz bitti. Yakalanmadan eve dönelim.” Konuşmayı devam ettirmeyeceğimden emin olmak istercesine hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı.
Tara herkese kızla konuştuklarını anlatırken ben sessizce oturuyordum. Yoldakinin aksine her zamanki şen şakrak Tara geri gelmişti. Bana karşı bile hiçbir şey olmamış gibi normal davranıyordu. Arada durup öyle değil mi Kuzey tarzında sorular sorarak onu onaylamamı ya da konuşmaya dâhil olmamı bekliyordu.
“Walker kızın gitmek çocuğunsa kalmak istediğini biliyor. Bu yüzden esasında sahaya gönderdiği kişi Soterios oluyormuş. Geçen sefer kızın aklını başına getirmek için bir istisnaymış. Bir daha ne sahaya ne de Atina dışına çıkmayacağından emin olmak istiyormuş ki eğer Stheno hava almak için yalvararak kardeşinin kontrolünde dışarı çıkmasaydı muhtemelen Walker istediğini almış olacaktı. Kızın korkusunu zihninde hissedebiliyordum.
Sonuç olarak onları istiyorsak birini kurtarmak, ötekiniyse kaçırmak zorunda kalacağız. İşte bizim kullanabileceğimiz şey; bizim için içeri gidip bir sonraki patlama alanında bombaların yerleştirileceği yerlerin kesin koordinatlarını aldı. Aramakla vakit kaybetmeyeceğiz.” Cebinden oradan uzaklaşır uzaklaşmaz bir şeyler karaladığı kâğıdı çıkardı. “ Bu sefer giden kişi kendisi değil kardeşi olacak.” Ayas Tara’nın ona uzattığı kâğıt parçasına çatık kaşlarla bakıyordu.
“ Yani patlamadan önce ya da sonra çocuğu kaçırmamız gerekiyor. Kız Walker’ın yanındaysa bir şekilde dikkatlerini dağıtmalı ve ona kaçabileceği kadar vakit yaratmalıyız.” dedi söylediğine kendisi de inanamıyormuş gibi. “ Daha önce yapmadığımdan değil tabi de çocuğu nasıl kaçırabiliriz ki? Öldürüp bir köşeye atacak halimiz yok. Walker’a çalışmak istiyorsa onu kaçırdıktan sonra bunu nasıl engelleyeceğiz? Kafese mi kapatacağız?”
“ Organizasyon başkanı olan ve imkânlarını bilen sensin. Eminim onu durdurmanın bir yolu vardır.” dedi Tara umursamaz bir tavırla omuz silkerek.
“ Sayısız yol var ve bu yollara sayısız defa hayır diyorum Tara. Bütün bunları yeterince yaptım. Yaman’ın sana yaptıklarından beterini yapsınlar diye onu denek olarak araştırma bölümüne mi vereyim?” Bu Tara’nın susmasına yetmişti. Ayas onu iyi tanıyordu.
“ Önceliğimiz bu değil. Şimdilik sadece birini kurtarmaya ötekini kaçırmaya bakalım. Gerekirse gerçek bir çözüm bulana kadar güvenli bir yerde tutarız.” Nisan’ın sözleri tartışmayı tamamen bitirmişti.
Ona baktım. Uzamış yüzünün iki yanından dökülen kahverengi üzerine karamel izler bırakmış saçlarına, düşünceli bir şekilde zemini izleyen iri gözlerine, o iri gözleri çevreleyen karamel kirpiklere… Her nasılsa eskisinden de güçlü görünen bedeninden yayılan enerji zihnimi uyuşturuyordu sanki. Bu birinin parfümüne aşık olmak gibiydi. Tek ve en güzel farkı zihnim yorulmadan, alışmadan onu koklayabiliyordu. O tanıdık uyuşma Nisan yakınlarımdaysa onu görmeme bile gerek kalmadan beni buluyordu.
Bu şekilde ruhu benimkini delip geçerken Hilal’in dediği gibi başka birisi hayatıma nasıl girecekti ki? Her seferinde parçalarımı tekrar bir araya getirip yapıştırmam gerekse de ona bakmaya devam etmek istiyordum.
Nisan’ın kucağında kenetlediği ellerine başka bir el uzandı. Nisan onları can simidiymiş, yokluğu işkenceymiş gibi büyük bir coşkuyla karşıladı. İkisinin eli birbirine karışıp yok oldu. O kadar bütünlerdi ki canım acıyordu. Derin’in bana baktığını bildiğim için başımı çevirdim. Bu kırılan kalbimin parçalarından birini elimde tutmak gibiydi. Asla bir bütün olamayacaktım ve başkasının elini tutmaya çalışırsam her seferinde o parça elime batacak, kanayacaktım.
Bana yapmam gerekeni hatırlatan bir tılsımmışçasına avucumun içindeki hayali parçayı sıktım. “ Bize detaylı bir plan gerek. Çok vaktimiz yok.” dedim. Sonra kalkıp büyük ekranların başına geçtim.
“ Bunu gerçekten nasıl yapıyorsun? Yani gerçek gerçek gerçekten?!” Hilal beş dakika içinde yaklaşık yedinci kez aynı soruyu aynı dehşet dolu ifadesiyle soruyordu. Yapmak zorunda olduğum çok fazla şey olmasa ve kendi işini yapıyor olsa muhtemelen bu etkilenmiş hali beni eğlendirirdi.
“ Neden o kadar şaşırıyorsun ki? Bilgisayarlara ilgim olduğunu hep biliyordun.”
“ Biliyordum da seni iş üstünde sadece çöken bilgisayarımdan verileri kurtarırken gördüm. Bunu yaparken değil.” dedi başıyla ekranları işaret ederek. Walker’ın güvenlik sistemine girmiş ve ihtiyacımız olabilecek her şeyin; kapıların, kameraların, alarmların kontrolünü ele geçirmiştim. Açıkçası bu benim için bir zafer değildi. Çünkü tahmin ettiğimden iki saat kadar uzun sürmüştü. Belki de Aşina’yla ilgili bilgileri ararken Walker’a fazla şey göstermiş ya da neler yapabileceğime dair fazla açık vermiştim. Yine de kusursuz cinayet, girilemez sistem diye bir şey yoktu.
“ Çok konuşma da kendi ekranlarınla ilgilen. Gözden kaçırırsak olan bize değil, onlara olacak.”dedim. Hilal hızla asker selamı durduktan sonra önüne döndü. Yine de durumun ciddiyetini anladığına emin değildim. Lunaparktaki bir çocuk gibi ekranlara bakıp sırıtıyordu. Ona işlerin tahminimce çabucak hallolacağı Edmund cephesini vermekle akıllılık yapmıştım.
Merkez hırsızlarından oluşan bir ekip Aiden ve Aislin’in öncülüğünde Stheno’nun verdiği koordinatlara göre patlayıcıları etkisiz hale getirmeye başlamışlardı. Geriye sadece iki tane kalmıştı, kendi programlarının ilerisindelerdi. Edmund yanına Alfred ve Young Jae’yi alarak Soterios’la yanındaki üç adamını takip ediyordu. Onun için sıkıcı olabilecek kadar kolay olmalıydı. Ben de ekranların arkasından olayı izlemekten mutlu değildim ama hepimizin daha yararlı olacağı bir konum vardı.
Esas önemli kısımsa Walker’ın dikkatini çekip onun Stheno’nun yanından uzaklaştırmaktı.
“ Patlayıcılar tamamdır.”dedi Aislin. Sesi kulaklığımın ardından kendisi ya da kardeşi patlamadan bundan kurtuldukları için fazlasıyla mutlu geliyordu. Onu Aiden’la gitmeye ikna etmek patlamayacağını bilse bile kolay olmamıştı.
“ Güzel, merkeze dönün.” dedim. Sonra diğer frekansa geçerek sıkıntıdan ölüyormuş gibi topallayarak yürüyen Edmund’a döndüm. “ Bu kadar sıkılma, istediğin zaman adamı paketleyebilirsin.” dedim onunla eğlenerek.
“ Benim sıram ha? Şahane!” Neşesi önümde açık duran Cenova’nın mobese kameralarına yansıyordu. Eğilip Alfred’in kulağına bir şeyler söyledi. Çocuk başını sallayarak Young Jae’yle birlikte ara sokaklarda kayboldu.
Elimde olmadan Edmund’u izliyordum. Onunla ilgili çok az şey biliyordum ve bu işi nasıl halledeceğini merak ediyordum. Takip ettiği grup köşeyi dönüp patlama alandan çıkmaya hazırlandığı sırada Edmund topal adımlarını hızlandırdı. El çabukluğuyla onu takip edip, döndüğü sokağı gösteren kameraya geçtim. Edmund nefes almak için bile duraksamadan bastonunu koltuğunun altına sıkıştırarak ikişer ikişer dört gencin enselerine dokundu. Teni sanki elektrik yayıyormuşçasına dokunduğu kişi titreyerek yere yığılıyordu. Aslında elektriği neredeyse gördüğüme yemin edebilirdim. Soterios henüz yere düşme fırsatı bile bulamadan sokağın diğer ucundan gelen Alfred onu yakalamıştı.
Gözlerimi kırpıştırarak gördüğüm sahnenin doğru olup olmadığından emin olmaya çalıştım. Alfred çocuğu omzuna atmış un çuvalıymışçasına umursamaz bir şekilde Young Jae’nin arabayı getirdiği sokağın köşesine doğru taşıyordu. Edmund bastonun eline almış az önce bayılttığı insanların üzerine basmamak için sekerek onları izliyordu. Kimse onları görmüyor muydu? Sokaktan yürüyüp geçen insanlar başlarını sağdaki dar sokağa çevirmekten bu kadar mı acizdi?
“ Biz kendimize güzel ve boş bir duvar ararken neden kameraları halletmiyorsun Kuzey?” Edmund’un neşeli sesi beni kendime getirdi. Bir yandan otomatik pilota alınmış gibi onlara ait görüntüleri boş sokakla değiştirirken bir yandan da taş çatlasa iki dakika içinde olup bitmiş olayı kafamda sorguluyordum.
“ Orada ne yaptın? Yani nasıl yaptın?” Hilal ve Arda da merakla başlarını bana çevirmişlerdi. Kulaklıklarından Edmund’un frekansına geçtiklerini göz ucuyla seçebiliyordum.
“ Belki bir yerlerde bana özel yetenekler veren hırsız bir kardeşim vardır, kim bilir değil mi?” Güldü ve tam olarak onu izlemekte olduğum kameraya döndü. “ Ya da belki şehir hattında bir elektrik kaçağı vardır.”
“ Yo, hayır bekle!” Arda telaşla bana dönünce Edmund’un cephesini geride bırakma vakti geldiğini anladım. “ Stheno kardeşine olanları hissetti. Dolayısıyla harekete geçmiş olmalı. Tara’yla Nisan’a haber vermeden önce emin olmalıyız.” Onu başımla onaylayıp ekranlarımı Walker’ın iniyle doldurdum.
Yerde el dokuması kırmızı bir halı vardı. Açık renk parke üzerinde göze çarpıyordu. Geniş odanın içind