-6-
Nisan
“ Hiçbir ilerleme var mı?”diye sordum destek almak için ellerimi masaya yerleştirirken.
“ Olacak.” Kuzey’in ses tonu o kadar kendinden emindi ki verecek cevap bulamadım. Bir süre anlamadan ne yaptığına baktım. Sonra pes ederek arkadaki genişçe masaya döndüm.
“ Fazla uzun sürdü.”dedi Aislin gerilerek. Parmaklarıyla masada düzensiz bir melodi tutturmuştu. Uzun sürmüş müydü? Emin değildim… Güçlerime rağmen zaman kavramını kaybetmiştim. Young Jae’nin anlattıklarının ardından İstanbul merkeze gelmiş ve varımızı yoğumuzu ortaya koyarak araştırmaya girişmiştik.
Şu an dünyanın pek çok yerindeki merkezde hummalı bir araştırma devam ediyordu. Bulunan ve konuyla ilişkili olduğu düşünülen kayıp vakalarını derleyerek bir veri havuzu oluşturuyorduk. Kuzey bölgesel olarak sınıflandırılmış tüm bu verileri inceleyerek olası saldırı alanlarını tespit etmeye çalışıyordu. En azından ayrılarak gidip kontrol edebileceğimiz bir sayıya ve alana düşürmek zorundaydık. Yine de bu günler, hatta haftalar alabilirdi. Bu yüzden Aiden Aislin’in tüm karşı çıkmalara aldırmadan bahsedilen uydu verilerinin aktığı ekranı görmek için ortadan kaybolmuştu. Walker bile ona karşı çaresizdi. Onu görebilirdi belki ama durdurmak için hiçbir şey yapamazdı. Aiden ne bir insandı ne de bir hayaletti. Bunu bildiğimden içim rahattı ancak Aislin’in bu gerekçeyi yeterli bulmamasını anlayabiliyordum.
“ Sen esas bizim için endişelen. Aiden seni, beni cebinden çıkarır.”dedi Arda bu gerçek onu hala dehşete düşürüyormuş gibi gülerek.
“ Cebinden mi?” Aislin kaşlarını çattı. Ortam genel olarak gergin olsa da elimde olmadan güldüm.
“ Bir deyim. Demek istiyor ki senden, benden çok daha iyi ve yetenekli.” Aislin anladığını göstermek için başını salladı. Arda dışında hepimiz genelde cümleleri onun rahatça anlayabileceği seviyede tutmaya çalışıyorduk. Ama o Arda’ydı işte ne yaparsın…
“ Orada olmasından çok, onun yanında olmasından rahatsızım.”dedi Aislin. Aiden Walker’ın onların babası olduğundan hala habersizdi ve Aislin bu bilgiyi olabildiğince ondan saklamaya çalışıyordu. Walker’ın Aiden’a karşı böyle bir koz oynaması ve çocuğun aklını karıştırması hiç de sürpriz olmazdı. Onu rahatlatmak için kafamda güzel bir cümle kurmaya çalışırken Kuzey benden önce davrandı.
“ Güven bana bunu yapamaz. Aiden ona hem çok benziyor hem de çok farklı. Bu yüzden onunla temasa geçmekten çekiniyor.” Kısa süreliğine gözlerini ekranlardan ayırarak Aislin’e döndü. “ Çekinmese bile Aiden sandığımızdan çok daha zeki. Kimi dinleyeceğini bilir.” Kuzey önüne dönmeden önce Aislin ona gülümsedi. İlginç bir… Gülümsemeydi. Kafamı çevirip baktığımda Hilal’in şimşekler çakan bakışları ikisi arasında gidip geliyordu. Alnındaki deriyi kırış buruş yapacak kadar kalkmış kaşları artık o ikisinin kaçınılamaz bir şekilde Hilal radarına takıldığını beyan ediyordu.
“ Hımm, sanırım bununla ilgili sonra konuşmak isteyeceksin.” dedim ona göz kırparak. Yüzündeki evet dedikodu EVEEET aydınlanmasını görmemek için kör olmak gerekirdi.
“ Seninle konuşmak istediğim o kadar çok şey var ki! Aislin-Kuzey-Nisan üçgeni şu an devede kulak kalır.” Beni bir aşk üçgenin içine tıkıştırmasından rahatsız olmuş olsam da dikkatleri üzerimize çekmemek için belirtmedim. “ Resmi olarak Derin artık sevgilin olduğuna göre boşalan en iyi arkadaş koltuğu benimdir. Makamım gereği gündeme getirmek istediğim pek çok konu var.” Neşeli görünmeye çalışsa da içinde bir yerlerde buruk olduğunu görebiliyordum. Yokluğumda uzun zaman geçmişti ve döndüğümde hasret gidermeye bile kısacık bir zaman ayırabilmiştim. Eskisi gibi oturup Hilal’le saatlerce çene çalmak istiyordum ama Walker dışındaki her şeye olduğu gibi bu istek de günlük yapılacaklar listemde kendine yer bulamıyordu. Normal bir gün geçirmek, oturup arkadaşlara laflamak gözlerin önünde bir çocuğa araba çarparken kılını bile kıpırdatmadan izlemeye benziyordu… En azından öyle hissettiriyordu.
“ Düzeltiyorum; resmi olarak o koltuk tanıştığımızdan bu yana zaten hep sana aitti.” dedim gülümseyerek. “ Derin hep tanımlanamayan bölgeydi. Sense insanlar sorduğunda en yakın arkadaşım diyeceğim kişiydin hep. Ama bu bile seni tanımlamak için zayıf kalıyor. En iyi arkadaş sanki herkes olabilirmiş gibi hissettiriyor. Senin yerinse doldurulamaz ve vazgeçilemez.” Açıkçası bu kadar dürüstçe, daha da önemlisi anlaşılır bir şekilde konuşabildiğime şaşırmıştım. İkimizin de o anda beklemediğimiz, plansız bir itiraftı ancak her kelimesi doğruydu.
“ Bir insanı beklemeye nasıl ikna edeceğini iyi biliyorsun.” dedi kaburgalarımı kıracak kadar sıkı sıkı sarılarak. Bunu beni sevdiği için mi yoksa son anda göz ucuyla gördüğüm gözyaşlarını saklamak için mi yapmıştı bilmiyordum. Yine de onu sıkı sıkı kucaklarken istediğinin bu olduğunu bildiğim için üzerinde durmadım.
“ Ay çok şekersiniz.” Arda’nın sesiyle irkilerek birbirimizden ayrıldık. Masanın üzerine eğilmiş ellerini çenesinde birleştirerek kırpıştırdığı gözleriyle bizi izliyordu. “ Siz bize aldırmayın güzeller devam edin.” dedi. Hilal gözlerini devirse de ben Arda’nın aslında ne demek istediğini anlamıştım.
Arda’nın hafızasına anılar konusunda hayran olmamak imkânsızdı. Ben yeteneklerim sayesinde benzer bir sahne olduğunu anımsayabiliyordum. Arda’ysa ruh bazında hiçbir özel yeteneğe sahip değilken bizimle ilgili her şeyi zihninde biriktiriyordu. Karşımdaki duruşu, bakışı, sözleri beni Derin’in gelip okuldan aldığı günden bir ay önceye götürmüştü.
Hatırlayamadığım bir sebepten ötürü Hilal’le tartışmıştık. İki-üç gündür pek konuşmuyorduk. Okulun bahçesinde fantastik dörtlü olarak dolaşırken bu gerilime dayanamamış Hilal’den özür dilemiştim ve aynı şu an olduğu birbirimize sarılmıştık. Bu Hilal’in seni affediyorum sarılmasıydı ki uzaktan bakan biri bile farkı anlardı. Yüzünü saklar, kemiklerimden çatırtılar gelene kadar beni sıkardı. Elleri arkadan tişört, kazak her ne giyiyorsam onu çekiştirirdi. Hilal hakkında yüksek-alçak her türlü lisansı yapmış Arda’nın bunu fark etmesi doğaldı. Ay çok şekersiniz, siz bize aldırmayın güzeller devam edin demişti o gün sırıtan Kuzey’in omzuna yaslanarak.
Diğerlerinin farkında olmadığı bir sırrı paylaşmanın heyecanıyla Arda’yla dönüp Kuzey’e baktık. Burada onun iyi, güzel ama sakın grup sarılması istemeyin demesi, Hilal’in de tabi ki inadına herkesi kendine çekmesi gerekirdi. Ama Kuzey tepkisiz ve son derece ruhsuz gözlerle ekranı incelemeye devam ediyordu.
Arda’nın omuzları bir anda çökmüştü. Yüzündeki gülümseme yok olmuştu. Telaşla bakışlarımı ikisi arasında dolaştırdım. Tartışanlar Hilal’le ben olurdum her zaman. Kuzey’le Arda’nın arasını bir kere olsun bozuk görmemiştim. Ancak son zamanlarda aralarındaki bağın gözle görülür biçimde gerildiğini hissediyordum. Kuzey herkesle olan bağlarını geriyordu. Yine de kimse bundan Arda kadar etkilenmiyordu. Başkanlar toplantısı, evdeki çay vakası, şu anki soğukluğu… Kuzey’le konuşmak da tıpkı Hilal’e olduğu gibi listeme giremiyordu. Arda’ysa listeleri değil insanları umursardı.
Bu benim suçumdu. Kuzey’le yaptığımız konuşma bunu gösteriyordu. Pişman olmak hiçbir şeyi çözmeyecekti. Önceden yaptıklarımın, söylediklerimin sorumluluğunu alıp sonuçlarını düzeltmeliydim.
Ama nasıl?
Daha ağzımı açamamışken Kuzey elini masaya vurarak herkesin dikkatini üzerine çekti.
“ Buldum!”Eliyle hemen yanına gelmemizi işaret etti. Yüzünü göremesem sesine yansıyan gülümsemeyi hissedebiliyordum.
“ Kesin mi? Tek bir bölge mi?” dedi Derin anında Kuzey’in yanında biterek.
“ Şey… Tabii ki değil. Ama tüm dünyadan üç olası bölgeye indirmem de yeterince takdire şayandı bence. Ayrılıp kontrol edebiliriz.” Kuzey konuşurken önümüzdeki dev ekrana üzerinde üç tane hedef işareti olan bir dünya haritası geldi. Abim ekranı daha net görebilmek için bir adım geri çekildi.
“ Marsilya, Valensiya ve” Bir an için gözlerini kıstı. “ Cenova mı?” Harita bilgisine gözlerimi kırpıştırarak bakarken benim yapabileceğim en detaylı ve isabetli tahminin hımm Avrupa, Akdeniz’e kıyısı olan şehirler olacağı gerçeğini sindirmeye çalıştım. Tamam belki bu da biraz kendimi ezmek olurdu. Fransa ve İspanya diyecek kadar detaya inebilirdim. Ama Ülke sınırlarını görmeden sonuncusunun Fransa mı yoksa İtalya mı olduğundan emin olamazdım. Sanırım dünya benim için ikiye ayrılıyordu; yurtiçi ve yurtdışı. Balta girmemiş bir ormanın içinde kuzeyin neresi olduğunu gösterebilirdim ama ormanın hangi ülkeye ait olduğuna dair kesin bir fikrim olmazdı. Sürekli yurtdışı görevlerine giden biri için bu büyük bir ayıptı. “ Yine de bunlar büyük alanlar nokta atışı baskın yapabileceğimiz yerler değil. Walker Marsilya’nın tamamını havaya uçuramaz ya!” Abim kıstığı zümrüt yeşili gözleriyle ekranı inceliyordu. “ Bir sokak mı, iki mi? Yoksa şehir merkezi mi? Üç hedefe de aynı anda saldırmayacağını nasıl bilebiliriz?”
“ Hayır, bunu yapacak düzeyde değil… Henüz.” Young Jae araya girdi. “ Pek çok sebepten ötürü tek bir saldırı yapacaktır. Gözünden kaçan yetenekli kişiler olabilir ve bunu riske atamaz. Henüz tamamen güvenebileceği tam eğitimli kâhinlerinin sayısı fazla değil. Kontrol için onları farklı bölgelere göndermesi akıllıca olmaz.”
“ Ama hangisi? Kayıp vakalarının yardımıyla daha detaya inebilmeliyiz.” dedi Derin Kuzey’e bakarak. Kuzey tüm bu konuşmalar sırasında gözlerini kendi monitöründen bir saniye olsun ayırmamış, tuşların üzerinde kayan elleri durmamıştı. Derin’in söylediğini o da düşünmüştü belli ki.
“ Aslında hepsi hedef, bu çok açık… Eşleşen bu kadar çok vakanın olması er ya da geç Walker’ın buralara saldıracağını gösterir. Bunlar sadece diğerlerine göre ihtimali daha yüksek yerler.” Durup kaşlarını çatarak kapıya baktı. Onunla aynı anda Aislin de kapıya dönmüştü. Dudaklarını okuyabildiğim kadarıyla harika gibi bir şeyler mırıldandı.
Kapı ardına kadar açıldı ve Edmund ardında Alfred’le birlikte içeri girdi. Her zamanki gibi takım elbise giymişti. Ekranların yansıdığı gözlüklerinden gözlerini göremesem de yüzündeki alaycı gülümsemeden işimize karışmak için geldiğini anlayabiliyordum. Sanki bu imajı pekiştirmek için bastonunu her zamankinden daha büyük bir kuvvetle yere vurarak ilerliyordu. Arkasındaki Alfred, Edmund’a göre çok daha dalgındı. Yine de aynı emin adımları paylaşarak ilerliyordu. Karşımıza gelince durup zaten düzgün olan kravatını düzelterek boğazını temizledi.
“ Koca odayı geçip yanınıza gelmemi bu kadar boş bakışlarla izleyecek vaktiniz varsa yerini tespit ettiğinizi varsayıyorum.” dedi gözlüğün ardından sol kaşını kaldırarak. Sonra öylesine sohbet etmeye gelmiş gibi elini Young Jae’ye uzattı.
“ Edmund Aekerley.” Young Jae kendi ismini söyleyerek onunla tokalaşırken Edmund’un bakışları abime doğru kaydı. “ Young Jae’yle ilgili bilgileri paylaşmaman beni incitti doğrusu Jay. Mevkidaşın olarak senden daha dikkatli olmanı beklerdim.” Abimin yüzüne yayılan pis sırıtış beni neşelendirmişti.
“ Oldum zaten, şu ana kadar işe yaramıştı.” dedi başıyla Edmund’u selamlarken.
“ Ooo, bu iyiydi.” Kendisine laf sokulması hoşuna mı gitmişti? “ Şimdi şaka bir yana Jay, organizasyon başkanı olarak tüm imkânları kullanabilirsin ama bazen bundan fazlasına ihtiyacın olacak. Senin düzeyinde seni destekleyecek birine.”
“ Sana yani?”
“ Oğuz’u en az benim bulduğum kadar iki yüzlü bulduğuna şüphem yok. Yaşlanıp bu koltuğa kazık çakasım ya da yerine Alfred’i geçirmek için seni ortadan kaldırasım da yok.” Elini pantolonunun cebine sokarak bir cep saati çıkardı. Benim için fazla hızlı geçen birkaç saniye içinde saate bakmış ve geri cebine yerleştirmişti bile. “ Kısacası,” diye özellikle zaman harcamak istemediğini belirterek devam etti. “ Bunca yılın ardından sonunda başkan olmayı kabul ettim çünkü sen ve ekibin karşı koyamayacağım ölçüde ilgi çekicisiniz. Şimdi olmasa bile zamanı gelince neden senin yanında olmamın çok önemli olduğunu anlayacaksın Jay… Kimse yalnız kalmamalı.”
Yanındayım demişti. Her zaman olduğu gibi aynı mevkide olmalarına rağmen kendisinin daha üst abiminse daha aşağı olduğunu ima etmemişti. Benim yanımda dur dememişti. Yanındayım demişti…
Sessiz kalıp bön bön bakmamız onu delirtiyormuş gibi iç çekerek şakaklarını ovmaya başladı. “ Şuna ne dersiniz? Ey, dünyalılar; BEN DOSTUNUZUM!” Her kelimeyi üzerine basa basa bağırarak tekrar etti.
“ Doğru söylüyor.” Kuzey’in onaylamasıyla Alfred’in sonunda dercesine iç çektiğini duydum. “ Yalan söylese hissederdim.”
“ Nihayet… Şimdi, saldırı bölgesini buldunuz mu?”dedi Edmund neşelenerek. Tam karşı çıkmak için ağzımı açıyordum ki Kuzey bugün ikinci defa lafı ağzıma geri tıktı.
“ Evet, Marsilya.” Şaşırmamış gibi görünmek için ekstra çaba harcamam gerekiyordu. “ Siz konuşurken kesin olarak belirleyebildim. Ancak korkarım ki Marsilya’nın birden fazla bölgesinde saldırı olabilecek kadar kayıp yaşanmış. O yüzden birkaç dakika beklemenizi öneririm.”
“ Peki tam olarak neyi beklemeliyiz?” diye sordu Alfred.
“ Aiden gelmek üzere. Şu an yolda ve neredeyse heyecanını bile bu uzaklıktan hissedebiliyorum. Demek ki aradığı şeyi bulmuş.”
Adam elindeki evrak çantası ve kulağındaki telefonla son derece sıradan görünüyordu. Gri takımıyla uyumlu siyah-gri çizgili bir kravat takmıştı. Parlatılmış siyah ayakkabılarının kaldırımı kendinden emin dövüşlerini bulunduğum yerden hissedebiliyordum. Şu an yaptığı telefon konuşmasını dinleyen hırsız bana şüpheli bir şey olmadığını belirten bir el işareti yapsa da onun Walker’ın adamı olduğunu biliyorduk. Telefonda onunla konuşmasa da çantasında patlatılmaya hazır bir düzenek vardı.
Adamın hemen yanında rastlantısal bir şekilde yan yana yürüyorlarmış gibi duran ondan daha genç ve iri adam sırtındaki ağır seyahat çantasını hoplatarak düzeltti. Kot pantolonu, üzerindeki baskılı tişörtü ve şapkasıyla neredeyse beni bile sevgilisiyle gezen sıradan bir turist olduğuna ikna edecekti. Elini tuttuğu esmer kızın yüzü kireç gibiydi. Adama uyarak etrafa gülmeye ve ona yakın davranmaya çalışıyordu ama gözleri korkuyla etrafı tarıyordu. Bazen görünmez bir duvara çarpmış gibi duraksıyor adam kolunu çekiştirince yeniden harekete geçiyordu. Grupça şimdiye dek bir kere durmuşlardı. Kız elini tutan adamın kulağına bir şeyler söylemiş ve takım elbiseli olanı bir ara sokağa yönlendirmişlerdi. Köşesinde bekledikleri sokağa şüpheli olarak nitelendirebileceğim bir grup daha girmişti ancak Kuzey ve Aislin’den kötü bir yorum çıkmadığı için ben de çenemi kapalı tutmayı seçmiştim. Kısa süre sonra takım elbiseli adam geri dönmüş ve üçlü karşıya geçerek ilerlemeye devam etmişti.
“ Adamın sırt çantası ağzına kadar dolu. Bunu patlatabilirse etkisini iki paralelindeki sokakta yürüyen yayalar bile hissedecektir.” dedi Aislin gerilerek.
“ Ama bunu yapmayacak. Burada bir hata var.” Derin’in kaşları o kadar çatılmıştı ki gözlerini göremiyordum. “ Bu insanlar yetenekli. En azından kızın kâhin olduğuna eminim.” Kendisini onaylatmak için Kuzey’e bakınca Kuzey başını salladı. “ Young Jae’nin de sürekli belirttiği gibi Walker’ın bir yetenekli, hele ki eğitimli bir kâhin harcama lüksü yok. Çantalarını bırakıp patlatmak zorundalar ve biz onlar uzaklaşana kadar müdahale edebiliriz. Young Jae de artık yanımızdayken Walker sıradaki hedefini bulamayacağımızdan bu kadar emin, bu kadar rahat hareket edemez. Burada bir hata var.”
“ Ya da bir tuzak.” dedi Edmund. Söylediğiyle kendi kendini ikna etmeye çalışıyormuş gibi kaşlarını çatmış ama gülümsüyordu. Sanki bu tahmini gerçek olursa hem bizim hem de dışarıdaki onlarca insanın hayatı tehlikede değilmiş gibi gülümsüyordu. “ Çantalarında bomba var evet harika görebiliyoruz. Bu yüzden onları izliyoruz. Ama ya o bomba sadece göstermelikse? Kâhin kızın tek yaptığı bugün buraya turist olarak gelen yeteneklileri belirleyip ortamdan uzaklaştırmaksa?” Yüzünden aslında söylemek istediği çok şey olduğunu anlasamda susarak bize düşünmemiz için vakit tanıdı. Gözlerimi ekrandaki kızın yüzüne sabitlemiştim. Derin de Edmund da haklılardı. Bu yanlıştı, bu bir tuzak olmalıydı.
“ Neden sokakta patlatsın ki?” dedim. Yani Walker’ın işi olduğuna emin olduğumuz olaylara bakınca onun için yer ve mekân fark etmiyordu. Kafamda oluşan yeni senaryoysa bana farklı şeyler fısıldıyordu. “ Bitişik nizam binalar, nispeten dar sokaklar. Amacı korku salıp daha çok insan öldürmekse neden kendi adamlarını riske atıp sokakta patlatsın? Binayı havaya uçurursa hem içindekileri hem de yoldan geçenleri aynı anda ortadan kaldırır.” Başımı kaldırınca abimle göz göze geldik. “ Bunlar şu an sadece son kontrolleri yapıp olay yerini terk ediyorlar.”
“ O halde geçtikleri yol üzerindeki herhangi bir bina olabilir.” dedi abim ve hemen yanında duran hırsıza döndü. “ Cep telefonları da dâhil bütün dalgaları engelleyin. Uzaktan patlatılamayacağına emin olun.” dedi. Emredersiniz gibi bir şeyler mırıldanan hırsız arka taraftaki ekranların başına koştu. Abimle Edmund olası yerler üzerinde tahminlerde bulunurken ben artık telefonun bir işe yaramadığını fark eden takım elbiseliyi izliyorum.
“ Nasıl bir patlayıcıyla karşı karşıya olduğumuzu biliyor muyuz? İnsan yapımı mı Walker modifiyeli mi? Çünkü sıradan bir bombayı hissedemem ama eğer ki-” Kuzey Hilal onun kolunu yakalayıp sertçe kavrayınca duraksadı.
“ Hayır Kuzey. Eğer ki yok.” Kuzey’in ne demek istediğini daha o an anlamış ve Hilal’e olduğu dehşetle ona bakakalmıştım.
“ İsterse enerji saçan bir patlayıcı olsun, fark etmez. Sen hiçbir yere gitmiyorsun.”
“ Hilal insanlar ölebilir ve hatta ölecek.”
“ Sen de bir insansın ve sen de gidersen öleceksin! Neyle karşı karşıya olduğunu bile bilmiyorsun! Zamanlayıcısı mı var? Şu an geri sayım mı yapıyor? Uzaktan patlatılabilir mi? Belki de ruhani şeylerle Walker’a bağlı ve o istediği an bum! Herkes havaya uçacak.Kâhin olduğun için seni gözden çıkaramayacağını düşünüyor olabilirsin ama şu kızın menzilinden çıktığın anda sen orada olduğu bilinmeyen bir yeteneklisin.” Hilal haklıydı. Kuzey bile onun haklı olduğunu bildiği için sözlerini dikkatle seçmeye çalışıyordu.
“ O halde Young Jae’den aldığımız bilgiler, bunca kişinin çabası, veri havuzları, Aiden’ın kendini riske atması bunların hepsi boşa gidecek! Engelleyemediğimiz bir felaketin geldiği bilmenin bir anlamı yok!” İşte şimdi gerçekten ne yapmam, ne demem gerektiğini bilmeden öylece dikiliyordum. Ben bir Ay Işığıydım, lider olmalı yol göstermeliydim. Oysa kendimi Kuzey ve Hilal’in dillendirdiği iki gerçeklik arasında sıkışmış gibi hissediyordum.
“ Bölmek istemem ama,” diye araya girdi Edmund elindeki usb belleği sallayarak. “ Bir süredir patlamalardan geriye kalan izleri inceliyorum. Şu an detaya girmeye vaktimiz yok ancak Kuzey bunu incelemek isteyeceksin.” Belleği Kuzey’in eline bırakırken kulaklarımdan duman çıktığına emin olabileceğim kadar sinirliydim. Bu saate kadar aklı neredeydi? “ Özetlersek evet modifiye bir patlayıcı. Sizlerden başka ruh alevini çağırabilen bilinen tek kişi Walker. İzler ona ait olmalı. Bizim teorimiz alevle mühürlenen bir patlayıcı. Walker zamanı geldiğinde alevi geri çekiyor ve Hilal’in değişiyle bum!”
“Dediğin gibi zamanımız olmadığı için bizimle bunu neden şimdi paylaştığınla ilgili tartışmamızı sonra yapabiliriz. Ancak bu durumda bunu uzaktan kumanda edilen patlayıcı sınıfına sokabiliriz ve Walker alevi geri çekebilmek için gönderdiği gruptan sorun olmadığına dair geri bildirim almak zorunda.” dedi abim sakin ve kontrollü bir sesle. “ Kuzey, Aislin, Tara, Young Jae ve Aiden.” Hepsi dönüp ona baktılar. “ Gruba biraz uzak olduğumuzu biliyorum ama etrafta bir seçilmiş olup olmadığını bilmem lazım. Adamlardan ya da çevreden biri seçilmiş mi bu uzaklıktan hissedebilir misiniz?” Deyim yerindeyse kamp kurduğumuz Marsilya merkezi şu an kameralarla izlediğimiz gruptan yedi sekiz sokak aşağıda ve dört sokak kadar da sağındaydı. Kaz dağı gibi neredeyse gözle görünür enerji yayan bir şeyden bahsediyor olsaydık bu eminim ki onlar için çocuk oyuncağı olurdu ancak bir seçilmişin yaydığı enerji miktarı ne olabilirdi ki? Bu uzaklıktan nasıl hissedebilirlerdi?
“ Hayır, kız kâhin ve diğer iki adam hırsız. Başka kimse yok. Öyle değil mi Kuzey?” dedi Aiden. Kuzey bile gözlerini kırpıştırarak Aiden’a bakıyordu. Herkes onun bu kadar rahat ve emin bir şekilde uzaktaki insanları hissedebilmesini ufak çapta bir dehşetle karşılamıştı.
Eh, çocuğun bu yaşta Ay Işığı olarak seçilmesinin bir sebebi gerçekten de vardı.
“ Ben…” Kuzey gözlerini kapatarak kendini zorladı. Diğerleri denemeye bile kalkışmamıştı.“ Evet, evet Aiden haklı.” Tara sonuna kadar açık bir ağızla Kuzey’e bakıyordu.
“ Hadi çocuk Ay Işığı, senin bu kadar uzağı hissedebilme bahanen ne?!” Aiden çakması için Kuzey’e elini uzatırken Kuzey sırıtarak omuzlarını silkti.
“Ee, Jay. Seçilmiş olmadığı teyit edilmiş oldu.” diye devam etti Tara.
“ Walker seçilmiş ve seçilmişler hırsız oldukları için zihninize konuşup, kahin oldukları için verdiğiniz cevapları duyabilir. Ama…” Abim tamamlamasını ister gibi Tara’ya baktı. Tara’nın gözleri şaşkınlıkla açılmış gülümsemesi yüzüne yayılmıştı.
“ Ama yakınlarda bir yerde değilse bu işe yaramaz. Kâhin olarak cevapları hissedebileceği bir mesafede olmalı. O kadar yakın olsa Aiden ya da Kuzey bunu bilirdi. Uzaklık sadece bir seçilmiş başka bir seçilmişle konuşuyorsa önemsizdir. Ne diyorsunuz siz işte tür içi adaptasyon mu?” Olayın kendi bildiği bir yöne kaymasından fazlasıyla memnun görünüyordu. “ Yakınlarda değil, etrafta seçilmiş yok ve az önce iletişim kurmalarını sağlayabilecek bütün sinyalleri engelledik.”
“ O halde patlatamazlar!” dedi Hilal heyecanla. “ Etrafın temiz olduğunu bilmeden Walker patlatmayı göze alamaz!”
“ Yani gidip bombayı yok edebiliriz?” diye sordu Kuzey. Herkesi bir heyecan bir rahatlama sarmıştı. Bunların hepsi mantıklıydı ama içimde beni kemiren rahatlamama izin vermeyen bir şey vardı. Arya’nın sözleri hala kafamdaydı. Adam’ı hafife almayın. En beklemediğiniz anlarda devreye sokacağı yedek bir planı mutlaka vardır. Bu yüzden onu gafil avlamak öldürmek kadar zordur.
Diğerleri nasıl ayrılıp nerelere bakacaklarını kararlaştırırken ben ekrandan esmer kızı izlemeye devam ediyordum. Uzun, dümdüz siyah saçları beline kadar uzanıyordu. Göz rengini seçemiyordum ama açık bir renk olduğunu tahmin ediyordum. Zayıftı… Hastalıklı görünecek kadar zayıf… İçe çökmüş yanakları titrek gözlerini daha da ortaya çıkarıyordu.
Ona bakarken kızın orada olmak istemediğini fark ettim. Yanındaki adamla sevgiliymişçesine el ele tutuşmaları bir rol değil, zorunluluktu. Adam kaçmayacağından emin olmak istiyordu. Young Jae gibi belki onun da kardeşi Walker’ın elindeydi ve ona çalışmak için zorlanıyordu. Belki sadece patlama olmasından korkuyordu. Walker’a ulaşamadıklarını şimdiye kadar fark etmiş olmalılardı. Yani en azından elinde telefon olan adam fark etmişti.
O halde diğer ikisi neden bu kadar rahattı? Kız gibi neden bir patlama olup kaza kurşununa kurban gitmekten korkmuyorlardı?
Sonunda üçü de durdular. Etraflarını kolaçan edip yanlarındaki eski ama sağlam gibi görünen binanın sokağa çıkıntı yapmış duvarına yaslandılar.
“ Nisan, bizi dinliyor musun?” Derin’in elini omuzumda hissettim. Bir şeyler daha dedi ama ben duymadım. Kızın gözleri sımsıkı kapanıp elleriyle kulaklarını örterken kapıya doğru ilerlemekte olan arkadaşlarıma durmalarını söyledim ama kendi sesimi de duymadım.
Kız korkuyla yere çöktü ve az önce geçtikleri sokaklardan birinde içinde bulunduğumuz binadan bile hissedebileceğim korkunç bir patlama oldu.
Refleks olarak Derin’in bana sarılıp yere çöktüğünü hissettim.
Gene geç kaldığımızı, gene başaramadığımızı, hata yaptığımızı hissettim.
O kızın özel olduğunu hissettim.
Daha önce hiç sadece Tara’yı ve kendimi kurtarmak için yapabilmiş olmama rağmen deneyip zamanı geri almayı başarsam bile neyi değiştireceğimi bilmediğimden içine düştüğüm karanlığın beni bir sünger gibi çektiğini hissettim.
Patlamayı duydum ve ölen onlarca insanın çığlıklarını karıncalanmaya başlayan tenimde birer birer hissettim.
Comments