-28-
Nisan
Alevleri tutamayacak hale geldiğim andan dışarıda, merdivenlerin başında gözlerimi açtığım ana kadar olan kısım boşluktu. Bulanık, bölük pörçük görüntüler yoktu. Bir zamanlar Yaman’ın zihnine girip de gördüğüm insanı boğarcasına saran boşluktu. Kendime geldiğimde endişeli suratların üzerime eğilmiş olduğunu fark etmiştim. İlki başımın kucağında durduğu Derin’di ve bariz bir rahatlamayla bana gülümsüyordu. İkincisi elindeki bezi koluma sürtüp uyandığımı fark ettiği anda duraklayan Kuzey’di. Sonuncusuysa size söylemiştim ifadesiyle ikisine bakan sonra tüm şirinliğiyle bana dönen küçük Aiden’dı.
“ Kafam zonkluyor.”dedim yavaşça. Neden kısık ve yavaş konuşuyordum emin değildim. Belki kimse ses çıkartmadığından kötü bir durumda olduğumuzu düşünmüştüm. “ Neler oldu?” Kalkmaya çalıştığımda Derin istemeye istemeye olsa da bana yardım etti. Sırtımı soğuk duvara verip bacaklarımı kendime çektim. Kafamın içi çan kulesinin tepesindeymişim gibi zonkluyordu. Fiziksel acıdan öte ruhsal yorgunluk üstüme sumo güreşçisi gibi oturmuştu. Derin konuşmak için nefes alırken kendime kalp gibi atan başımla çevremi algılamak için biraz zaman tanıdım.
O ana kadar bütün ibareleri görmüş olmama rağmen bilincimin ancak o anda idrak edebildiği üzere, dışarı çıkmayı başarmıştık. Bir yanda birbirine karşı gelen alevler, diğer yanda koridoru aşıp hole kadar uzanmayı başarmış mavi soluk ışık ve bütün bunların ortasında metal kapağı ortalıklarda görünmeyen az önce içinde olduğumuz siyah boşluk… Kendimi zorlasam da boşluğa dair yeni bir bilgi bulamayacağımı bildiğimden en son neyi hatırladığıma odaklanmayı tercih ettim. Alevden küremizi kontrol edemez hale geldiğimi hatırlıyordum. Birinin iplerini kestiği kuklaymışçasına bütün vücudumun kontrolünü kaybedip öylece yığıldığımı, kan tadını ve kolumu sıkıştıran duvarı da hatırlıyordum. Ancak ötesi yoktu.
Kan tadını doğrulayan kanıtı, Kuzey ve Derin’in elindeki yırtılmış bez parçalarının üzerinde buldum. Aynı açık gri bez parçalarından abim ve Aislin’in elinde de vardı. Acıdan yüzü morarmış Young Jae’nin bacağını sabitliyorlardı. Renk çok tanıdıktı. Bugün Derin’in üzerinde olan tişörtle aynı renkti. Dönüp Derin’e bakınca zaten o parçaların bir zamanlar onun üzerinde olan tişörte ait olduğunu fark ettim.
İnsan böyle korkunç bir durumdayken bile kızarabilir miydi? Cevap veriyorum, evet kızarabilirmiş. Üzerinde Kuzey’in sabah çıkarken tişörtünün üstüne geçirdiği kalın lacivert gömleği vardı. Tişörtü parçalamanın bu kalın kumaşı parçalamaktan çok daha kolay olduğunu kabul ediyordum ama en azından önünü kapatamaz mıydı? Yanıbaşımda biskolata reklamı çevriliyormuş gibi korkunç bir izlenime kapılmıştım. Henüz durumun ciddiyetini tam olarak idrak edemeyen beynim aslında küçüklüğümden beri antrenmanlarda sıkça gördüğüm Derin’in çıplak teniyle kasları karşısında suyun kaynağını haber veren çaydanlık gibi ötüyordu. Verdiğim tepkinin farklılığı ilk kez utanıyor olmam da değildi. Aksine verdiğim tepkinin sebebi görüntünün fazlasıyla hoşuma gitmiş olmasıydı.
Biz ne yapıyorduk burada?
“ Kendinden geçtin. O kadar dayanman bile mucizeydi. Bir anda yere yılıp kaldın. Gözlerinden bile kan sızıyordu.”dedi Derin. Konuşurken kanlı tişört parçasını tutan elleri ne kadar korktuğunu belli edercesine titriyordu. “ Sonra duvarlar ezilmemize ramak kala durdu. Kapak açıldı. Ayas ruhunu birkaç parçaya ayırıp hepimizi teker teker yukarı çekti. Zaten o sırada diğerleri de gelmişti.” Çevreme bakınıp kaşlarımı çattım.
“ Arda, Alfred, Edmund ve Tara nerede?”dedim. Karşımda duran Aiden cevap vermek için ağzını açmıştı ama gözleri Kuzey’e kayınca vazgeçti. “ Ne?”diye üsteledim.
“ Sistemi kapatan Edmund’muş. Haklıydın yani elektrik konusunda. Alfred ve Arda onun yanına gittiler. Tara’ysa şu an ritüel alanında Walker’ı oyalıyor.”dedi Derin aceleyle. Söylediklerinden emin olmak için yüzüne baktım.
“ Tara… Ne?” O kadar hızla ayağa kalktım ki baş dönmesiyle sendeledim. “ Neden burada oturuyoruz?! Gitmeliyiz!” Derin beni düşmeden yakalayıp dengemi bulmam için kendine yasladı. Çıplak teniyle burun buruna gelmem ona göre baş dönmemi yavaşlatmalıydı herhalde. Eliyle ağzımı kapatarak susmamı işaret etti.
“ Bağırarak Tara’nın çabasını boşa mı çıkartmak istiyorsun? Eğer Arya sana öğretmediyse hiç birimiz ok atmasını bilmiyoruz. Koşup sırtına saplarken bizi fark etmeyeceğini mi umacaktık?” Elini geri çekerken artık bağıramayacağımdan emindi. “ Üstelik baygındın. Bir anda çok kan kaybetmiştin.” Elindeki kırmızıya bulanan parçayı gösterdi. “ Bu sadece yüzünü silmek için kullandığım. Ne kadar korktuğumuza dair en ufak bir fikrin var mı? Kısacık bir an için hiç uyanamayacağını sandım. Bunu bir daha yapmayacağın konusunda anlaşmıştık.” Gözlerinde gördüğüm korku bana bir ömür yeterdi. Onu bu şekilde görmeye dayanamıyordum. Kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne yasladım. İç çekerek o da bana sarıldı. Bir an için kolları arasında kalmayı, hiç çıkmamayı diledim. Ama bu gerçekleşemeyecek bir dilekti. Yapmam gereken çok önemli bir şey vardı.
Ben Derin’in kolları arasından sıyrılırken abimle Kuzey, Young Jae’yi Aislin’in işaret ettiği yere taşıyorlardı. İşleri bitince abim yanıma geldi.
“ İyi misin?”dedi yüzümde görmediğim ama kurumuş kan olduğunu tahmin ettiğim bir lekeyi eliyle nazikçe silerken. Yorgun ve endişeli görünüyordu. Sadece kendisi ve benim için değil. Aklının yarısının da içerideki Tara’da olduğunu biliyordum. Gülümsemeye çalışarak başımla onu onayladım. Abim kanla kaskatı kesilmiş bir tutam saçı kulağımın arkasına attı.
“ Sana neden kendini bu kadar zorluyorsun, abin her şeyi hallederdi bile diyemiyorum. Bu noktada hiçbir işe yaramıyorum. Hepimiz önce sana, sonra Edmund’a borçluyuz hayatlarımızı.” Bunu o kadar buruk bir ifadeyle söyledi ki içime bir korku düştü.
“ Edmund iyi, değil mi? Arda ve Alfred onu getirmeye gitti.” Abim dikkat etmesem gözden kaçırabileceğim kadar kısa bir an için Derin’e şaşkınca baktı. Sonra toparlanıp yüzümü iki eli arasına aldı. “ Evet, onu getirmeye gittiler.” Alnıma hızlı bir öpücük kondurup diğerlerine döndü. “ Nisan’a kendine gelmesi için birkaç dakika verirken neden siz neler yaptığınızı anlatmıyorsunuz?”dedi. Kuzey gözlerini irice açıp iç çekti.
“ Güven bana, bu birkaç dakikadan fazla sürer. Özetle Agarta da hayalet orduları da tamam. Sadece senin merkezin cephaneliğini boşaltmamız gerekti.”dedi gülerek. Onun gülüşü de yarım gibiydi. Benimle göz göze gelmemeye gayret ettiğine dair rahatsız edici bir izlenime kapılmıştım.
“ Bir işe yaramış olması ne hoş. Baban iyi miydi?” Kuzey evet anlamında başını salladı. “ Peki, bu kadar şeyle nasıl ilgilenmeyi başardınız?” Aislin de Kuzey de yarı kapalı gözleri ve havaya kaldırdıkları kaşlarıyla ortalarında oturan Aiden’a döndü.
“ Şey, birkaç fikrim vardı.”dedi Aiden özellikle Kuzey’e ekstra şirin sırıtarak. Kuzey daha fazla ona sinirli kalamıyormuş gibi gülerek saçını karıştırdı.
“ İçeri nasıl girdiniz?”diye sordu Derin. Bu konu onları rahatsız ediyormuş gibi gerilmişlerdi.
“ Bu çok kolay oldu. Neredeyse hiç uğraşmadık.”dedi Aislin. İçeriye girmek için harcadığımız enerjiyi düşününce aval aval kızın suratına bakakaldım. “ Arka tarafta, dağın üst kesimlerinde bir yerde yırtık vardı. Aiden hissetti. Daha önce orada olmadığını söyledi. Sanırım kalkan Walker’dan güç alıyor ve Aiden onu buraya gelmeden önce epeyce yordu. Duvar hala ayakta olmasına rağmen sürünerek o küçük yarıktan girebildik.”
“ Zaten bu sayede bu kadar hızlı gelebildik. Kimseye fark edilmeden girmemiz çok uzun sürerdi.”diye Aislin’in lafını bitirdi Kuzey. Arkamızdaki Tara’nın alevlerinde ufak bir titreme olunca yeterince beklediğimize karar verdim.
“ Aiden?”dedim gülümseyerek. Aiden ne olduğunu anlamış gibi hemen ayağa sıçradı ve Young Jae’nin yanına koştu. Bana sadece hava gibi görünen bir noktaya ellerini uzatıp Yay ve oku bulanık denizden çıkarıyormuşçasına dalgalandırarak görünür halde ellerine aldı.
“ İşte!”dedi yanıma koşup ikisini de ellerime bırakırken. Yüzünde gururlu, bir yandan da hüzünlü bir gülümseme vardı.Ona teşekkür edip yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Bu çok hoşuna gitmiş gibi kıkırdadı. Kuzey’e göz kırpması da radarımdan kaçmamıştı.
“ Baskı hissetme ama ıskalamayacağına emin misin?”dedi Derin.
“ Hiç baskı hissetmedim, teşekkür ederim.” Oku yaya yerleştirip sinirle ona döndüğümde bunu sadece gülümsemem için yaptığını fark ettim.
“ Ais, sen Young Jae’yle kal.”dedi Kuzey de ayaklanırken. “ Aiden benimle geliyor.”diye ekledi. Hepimiz Aislin kadar şaşırmıştık. Bu küçük bir çocuğa izletmek isteyeceğim türden bir şey değildi bu. Öte yandan Kuzey ne yaptığını bilirdi.
Hepimiz parmak uçlarımıza basarak koridorda aleve doğru ilerlemeye başladık. Görünmezliğimizi ses çıkararak tehlikeye atamazdık ama sanırım ses çıkarsak bile Walker bunu fark edemeyecekti. Bize sırtı dönüktü. Tara onu o kadar güzel bir pozisyona getirmişti içeriye girip kendimi bir kayanın arkasına saklamak zorunda kalmayacaktım. Girişte durup rahat rahat nişan alabilirdim.
“ Hiç intikam istemedin mi? Yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden sonra… Lütfen elini geri çek. Ölmeni, gerçekten gitmeni istemiyorum Arya. Hakkın olduğu halde senden alınan hayatı sana geri vermek istiyorum. Bunun nesi yanlış?” Walker’ın sesiyle hepimiz olduğumuz yerde kalakaldık. Az önce o Arya mı demişti?
Refleks olarak öne doğru adım atan abimi kolumu kaldırarak engelledim. Aklından neler geçtiğini biliyordum ama yanılıyordu. Arya Tara’yı ele geçirecek türden biri değildi. Eğer konuştuğu kişi gerçekten Arya’ysa bunu ancak Tara izin verdiği için yapıyor olabilirdi. Walker’ın gözüne ilişme riskini alıp hafifçe kenara kaydım. Eğer karşısındaki Arya’ysa zaten bizi fark etmesi imkansızdı. Gözü başka hiçbir şey görmezdi.
Tara’nın yüzünden bana kısacık bir bakış atan Arya’nın gözleriyle karşılaştım. Bu gerçekten oydu! Gördüğüm rengi bir daha asla unutmazdım ve bunun alevi kullanan Tara değil de Arya olduğuna emindim. Demek Tara ruhunu geri çekmiş, yerini Walker’ı oyalama işini herkesten daha rahat yapabilecek olan Arya’ya bırakmıştı. Gözler ruhun aynasıydı, bu Arya’ydı.
Ben yavaşça yerime dönerken Arya alevlerin içine muhtemelen Walker’ı tehdit etmek için soktuğu elini geri çekti. Söylediği şeyleri duyamayacak kadar kulaklarım uğulduyordu. Diğerlerine bakıp onun Arya olduğunu başımla onayladım. Abimin gözlerinden sessiz korku dolu bir çığlık yükseliyordu. Kendi uğuldayan kulaklarımı, zonklayan başımı bir saniye için kenara koyarak onun koluna nazikçe dokundum. Dudaklarımı okuyabilmesini umuyordum.
Tara iyi, merak etme.Gözlerini kapatarak elini elimin üzerine koydu.
“ Denedim Adam… Ben gerçekten denedim.” Ses Tara’ya değil, Arya’ya aitti. Yüzümü tam olarak Walker’ın sırtına doğru çevirirken ellerim titriyordu. Bu anı istemiştim. Hayal etmemiş, geleceğini ummamıştım. Bu ana sahip olmayı, Walker’ın hayatının parmak uçlarımda asılı kalacağı gerçeğiyle onu karşımda görmeyi istemiştim. Titremem, hızlanan nefesim korkudan ya da gerginlikten değildi. İçimde büyük bir heyecan vardı. En sevdiği müziği dinlerken sabit duramayan içi kıpır kıpır olan bir çocuk gibiydim. Vücudumda kalp atışlarımla birlikte pompalanan adrenalinin bile kendi heyecanı vardı. Ağzımdaki kan tadı, uyuşukluk, yorgunluk hepsi bir anda yok olmuştu. Bunu yapabilirdim. Her şeyi durdurabilirdim. Onu bir daha geri gelmemek üzere yok edebilirdim. Binlerce insanın, Hilal’in ölümüne bir nebze olsun huzur katabilirdim.
Ben nefesimi ayarlayıp kasılmalarımı kontrol altına almaya çalışırken Derin hemen arkamdaydı. Önce bir şey söyleyeceğini sandım ama bu şartlar altında riskli olduğu için konuşmazdı. Sırtıma değen parmağını hissettim. Yavaş ve nazik bir hareketle sırtıma bir daire çizip aynı parmağıyla ortasına küçük bir nokta koydu.
Güçlü ol, ben yanındayım.
Gülümsedim. Yayı tıpkı Arya’nın bana gösterdiği gibi kaldırıp parıldayan oku yerleştirdim. Gözlerimi çok hafif kısarak Tara’ya sarılmış olan Walker’ın sırtı dışında bütün dünyamın kararmasını sağladım. Sadece o ve ben.
Sadece o ve ben.
Bu kadar kolaydı işte. Can vermek de can almak da kim olursan ol bu kadar kolaydı. Ölümü kandırabileceğini düşünmek aptallıktı. Walker’ın kendine olan güveni onun sonunu böylesine kolay bir hamleyle getirecekti. Gerdiğim yaydan bedenime akan güç hissini seviyordum, tıpkı onun gibi. Güç istemediğini, gücü elinde bulundurmayı sevmediğini söyleyen her kimse yalan söylerdi. İkimizin tek ortak noktası bunu itiraf edebilecek kadar dürüst olmamızdı. Düşündüğüm zaman farkımız çok basit, çok barizdi.
Hiçbir şey, uğruna her şeyi feda etmeye değmezdi. Hele ki feda ettiklerin sana ait değilse.
Tara’nın kollarıyla Arya, Walker’a kaçmasını önlemek istercesine sıkı sıkı sarıldı. Gri gözleriyle gözlerimin içine baktı. Walker’ın kolları refleks olarak kendini kurtarmak için onun omuzlarına giderken ben nefes aldım. Arya son kelimelerini söylerken nefesimle birlikte rüzgarını dudaklarımda hissedebildiğim oku serbest bıraktım.
Ok, hepimizin hissettiği gece kokan bir rüzgarla havayı yarıp Walker’ın sırtının tam ortasına saplandı. Ve işte aynı başladığı gibi Walker’ın hikayesi son buldu; bir vardı, bir yoktu.
Anında hareketsizleşen bedeni Tara’nın onun yanında çok cılız kalan bedeninin üzerine yığıldığı. Dizleri üzerine çöktüğünde ve Walker’ı kucağında hareket edemeyen kocaman bir bebek gibi tuttuğunda onunla ilgili her şeyin bittiğini anladım. Son anlarında Arya’nın ona duymak istemeyeceği korkunç şeyler söylemiş olmasını umuyordum. Çünkü Walker, sevdiğinin kollarında huzurlu bir ölümü hak etmemişti.
“ Gitti, her şey bitti öyle değil mi?” İlk konuşan Kuzey olmuştu. Bunu yapabilecek olmamıza rağmen hiçbirimiz kıpırdamıyorduk. Hala Arya’nın kontrol ettiği Tara bir zamanlar kardeşi olan ve bana anlattığı kadarıyla gerçekten ama gerçekten iyi bir çocuk olan adamın dehşetle açık kalmış gözlerini kapatarak son vedasını ediyordu. Hepimiz bu ana saygı duyuyorduk.
“ Gitmedi.”dedi Aiden. Sözleri bizi korkutmaya başlamadan hemen ekledi, “ Ölenler gider. O yok oldu. Gidebilecek bir şey kalmadı.” Ses tonu beni dönüp ona bakmaya zorladı. Bir anda az önce gözleri önünde onun babasını öldürdüğümü fark ettim. Aiden bu gerçeği bilmiyordu. Bilmiyor olmalıydı ama ne Kuzey’in ona bakışı ne de onun yerde yatan babasına bakışı bunu bilmeyen bir çocuğa ait olamayacak kadar yürek burkuyordu.
Aiden yavaşça Kuzey’in elini bırakıp yanıma geldi. Önce yavaşça indirdiğim parlak yaya, sonra bana baktı. Kızmasını ve hatta bana yumruk atmasını bekledim ama insanın kucağına kıvrılan sessiz bir kedi gibi usulca kollarını bana dolayarak yüzünü karnıma yasladı.
“ Teşekkür ederim.”dedi neredeyse duyamayacağım bir seste. Başımı kaldırıp Kuzey’e baktım. Konuşmasına bile gerek yoktu. Bana bakışlarıyla Aiden’ın az önce kimi öldürdüğümü bildiğini çok güzel anlatmıştı. Yayı ona doğru uzatınca benden aldı. Dizlerimin üzerine çöküp Aiden’a sıkı sıkı sarıldım. İkimiz de hiçbir şey demedik. Ağlamadı, gülmedi ya da konuşmadı. Sadece benden ayrılırken rahatlamış gibi iç çekti.
Yanına gittiğimde Arya oku Walker’ın bedeninden çıkarmış. Onu sırt üstü yatırarak ellerini kalbinin üzerinde birleştirmişti. Onunla işi bitmiş gibi kendi yarattığı alevleri izliyordu.
“ Seni yeniden görmek güzel.”dedi bana gülümseyerek. Dayanamayıp ona sarıldım. En yakın arkadaşlarımdan birinin sadece zihninde yaşayan başka bir en yakın arkadaşa sahip olmak tarif edilemez bir duyguydu.
“ Başardık.”dedim gülerek. Adrenalinin çekilmeye başladığı damarlarıma şimdi duygusallık pompalanıyordu sanki. Gözlerim dolmuştu. Arya yani aslında Tara, başını iki yana salladı.
“ Bunu sen başardın. Tara başardı. Ben yapmaya çalıştığı her şeyde başarısız olmuş bir kadınım. Ama bana bunları düzeltmem için bir şans verdin Nisan. Bu çok kıymetli.” Eliyle teşekkür etmek ister gibi yanağımı okşayıp yeniden ateşe döndü. “ Bunu ortadan kaldırıp Tara’ya bedenini geri vermeliyim. Bana bu konuşmayı yapmam için fırsat tanıması hem akıllıca bir hamle hem de çok kibar bir davranıştı. Ama benim ziyaretlerimin en çok kısası makbuldür.” Gülerek bana göz kırptı. O daha ellerini uzatmadan bir noktada hantalca toplanmaya başlamış alevler sonrasında leydilerini hissetmişçesine coşkulanarak onun parmaklarına aktı.
Böylece Arya’yı bu dünyaya bağlayan son ip de koparak Ay Işığına karıştı. Arya öylesine derin bir iç çekti ki yıldızların kokusunu aldığına emindim. Gözlerini kapadı. Açtığında yeniden Tara’ydı.
“ Ne gündü be!”dedi Tara büyük bir coşkuyla yerinde zıplayarak. Derin gözlerini devirmemek için kendini zor tutarak Walker’ın başında dikilmekte olan abimi dürttü.
“ Seninki geri gelmiş belli ki.” Tara onun ne dediğini umarsamayıp kendini abimin boynuna attı. Birbirlerine o kadar büyük bir mutlulukla sarıldılar ki utanarak gözlerimi kaçırdım. Bu an onlara özel olmalıymış gibi hissetmiştim.
İçeri, Young Jae ve Aislin’in yanına döndüğümüzde ardımızda ölü bir adamın en küçük küllerini bile yok edecek ve sonrasında sönecek olan bambaşka bir alevin ışığı geceyi aydınlatıyordu. Hepimiz sırtımızı taştan duvara verip yere çökerken koca tapınağı derin bir sessizlik kaplamıştı. Öyle ki alevin çıtırtılarını duyabiliyorduk. Hala gelmemiş olan Arda, Alfred ve Edmund için endişelensem de onları beklememiz doğalmış gibi kimse sesini çıkarmıyordu. Walker gitmişti. En azından bu tapınak içinde ondan başka bizi endişelendirecek düzeyde kimse olmadığını biliyordum.
“ Ya şimdi ne olacak?”dedi Young Jae. Gece kadar uzamış ve yoğunlaşmış sessizliğimizi bölerek. Sıra sıra dizildiğimiz duvarda gölgelerimiz dans ediyordu. Macera dolu bir filmin son sahnesini andırıyordu her şey.
“ Organizasyonun kökünü kazımak ve başka bir düzen getirmek.”dedi abim kendinden emin bir sesle. Öyle ki bunu hemen yapabilirmiş gibi hissettim.
“ Peki nasıl?” Bu seferki soru Aislin’dendi ama abim omuz silkti.
“ Senarist olan Tara.”
“ Bana hiç bakmayın. Bütün kitaplar ve filmler ya burada sona erer ya da kurulmuş yeni düzenin nasıl işlediğini göstermek için zaman atlaması yaparlar. Arada ne yaşadıklarına dair hiçbir fikrim yok. Esas kötü öldü burası hikayenin sonu.”dedi Tara ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak. Onunkine kenetlenmiş olan abimin elini de kaldırdığını görünce sırıttım.
“ O ne saçma şey öyle? Yorgan gitti kavga bitti gibi. Esas zor olan şimdi başlayan savaş. Bir insanı öldürmek kolaydır, onu takip eden zihniyeti öldürmense zaman alır. Çarşaf değiştirir gibi al sana yeni düzen mi diyeceğiz?”dedi Derin. Yorumu herkesin kıkırdamasına sebep olmuştu.
“ Hımmm, Tara zaman atlaması dedi değil mi? Sanırım bunu ayarlayabilirim.”dedim. Derin’inkinin üstüne benim lafım herkesi kahkahalara boğdu. Böylesine gülmeyeli hepimiz için uzun zaman olmuştu. Karnıma ağrılar girene, gözümden yaş gelene kadar gülmek isterdim; eğer ki merdivenlerin başında beliren Alfred ve Arda’yı görmemiş olsaydım. Neşemizi görünce Walker’ın tamamen yok olduğunu anlayıp gülümsemişlerdi. Buruk, yaralı bir gülümsemeydi ve onların gelişiyle herkes gülmek büyük bir suçmuş gibi susmuştu.
İkisinin de gözleri kıpkırmızıydı. Alfred küçülmüş gibi görünüyordu. Biri bedenini boydan boya yararak içindeki yaşam enerjisini boşaltmış, onu küçültmüş gibiydi. İkisi de ıslaktı. Arda’nın sadece dizden aşağısı ıslak olmasına rağmen Alfred sırılsıklamdı.
Ne zaman ayağa kalktığımı hatırlayamıyordum. Merdivenlerden inip onların yanına ne hızda gittiğimi de hatırlamıyorum. Ama kafamdaki lanet sesi susturmak, alt katta saklanan Edmund’u onun gözüne sokarak bak saçmalıyorsun işte burada ve sapasağlam demek için hızla inmiş olmalıyım. Ama Edmund alt katta yoktu. Arda’nın arkasına da saklanmamıştı.
“ Edmund nerede?”dedim. Sesim çok farklı, çok boğuk çıkmıştı. Biliyordum değil mi? En başında Kuzey Aiden’ı susturduğunda anlamıştım. Kimsenin kelimelere dökmesine ihtiyacım var mıydı? Her şey gün gibi ortadaydı. Anlamamazlıktan mı gelmiştim? Bunu Edmund’a konduramamış mıydım? Yoksa sadece Walker ölene kadar kendimi mi korumaya çalışmıştım? Benim alevlerle zorla durdurabildiğim güçte bir şeyi, Edmund başka nasıl durdurmuş olabilirdi ki?
Hepimiz önce sana, sonra Edmund’a borçluyuz hayatlarımızı.
Evet Walker sonunda geberip gitmişti. Ama ölürken bile bizden birini daha almayı başarmıştı. Gidip muhtemelen sönmek üzere olan alevlere, küllerine, ondan geriye ne kaldıysa tükürmek, onları parçalamak geliyordu içimden. Onun yerine bulunduğum yere çöküp bacaklarımı kollarımla sardım ve başımı dizlerime yasladım. Hıçkırıklarım kısa sürede arkamdaki pek çok kişide yankısını buldu. Edmund da gitmişti. Ağlasam, zırlasam bile o da gitmişti işte! Bir zamanlar nefret ettiğim organizasyon başkanı da ölmüştü; hayatlarımızı kurtaran çılgın ama iyi kalpli, pis gözlüklü o orta yaşlı adam da…
Duygusallaşma tatlı kız, kimseye bir şey olmayacak.
Sözünü bir istisna dışında tutmayı başarmıştı.
Opmerkingen