top of page
Yazarın fotoğrafısky-rie

Seçilmiş (Ay Işığı#3) - 20.Bölüm


-20-

Jay

Hissettiğim rahatsızlık mimiklerime ulaşabilmek için debeleniyordu ama ben kaskatı olmuş öylece yüzlerine bakıyordum.

“ Bu ziyareti neye borçluyum?” dedim beni ofisimde bulmaktan hoşlanmadıkları her hallerinden belli olan Salma ve Oğuz’a.

“ Çalıştığını tahmin ettim. Konuşmalıyız, acil bir toplantı yapmalıyız.” dedi Oğuz. Yalandı. Tahmin edemezdi. Ofisimle evde kullandığımız kapılar merkezlerde genel olarak kullanılanlardan farklıydı. Koordinatları girmeniz yeterli değildi. Hem açabilmek için hem de aktivitesini dökülmeyebilmek için şifre girmeniz gerekirdi. Direk birbirlerine açılması içinse benim ya da ev halkından birinin parmak iziyle, retina taraması yapılması gerekliydi. Kısaca, geldiğim yolla burada olduğumu asla tahmin edemezdi.

Eğer ki kendine kapının önünde durup beni izleyecek bir kahin bulmadıysa.

“ Senin bana öğrettiğin ve çok bağlı olduğun üzere organizasyonun kuralları vardır. Acil toplantı istiyorsan çağrı yapar, kendi ofisinde ya da kendi merkezinin toplantı salonunda toplanılmasını talep edersin. Ben böyle bir çağrı almadım.” Oğuz bu oyunu oynamayı çok iyi bilirdi. Elleri takımının ceplerinde dikilmiş bana gülümserken beyninde beni defalarca farklı yollardan öldürmeyi tasarladığını biliyordum. “ Çok acil olmasa gelmezdiniz herhalde. Ayakta kaldınız, oturmaz mısınız?” Elimle hangi zevksizin koyduğunu hiç umursamadığım kırmızı deri koltukları gösterdim. İkisi de gülerek oturdular.

Kısa bir an için buradan çıkıp çıkamayacağımı merak ettim. Edmund’a en ufak bir haber gitmiş olsaydı mutlaka haberim olurdu. Paul ortalıkta yoktu. Karşımda acil toplantı istediğinden bahsedip sorun çıkaran iki başkan vardı. Neler döndüğünü anlayabilecek kadar kafam çalışıyordu. Oğuz da bunu biliyordu. Kendince atabileceğim her adımı tahmin edecek kadar iyi tanıyordu beni. Sorunu fark ettiğim halde sesimi çıkarmamam bunu kanıtlamış gibi sırıtıyordu. Tanıdığını sandığı kişi Jay’di. Ayas’sa onun aklına bile gelmeyecek şeyler yapabilirdi. O ise sadece Oğuz’du. Kibrini saklayamadığı için dikkatli gözlere tüm kartlarını belli eden Oğuz. Buradaki esas mücadele Salma olurdu.

“ Şu ortadan kaybolmaları araştırdığını sanıyoruz.” dedi Salma parmaklarını kucağında kavuştururken. Bense o sırada birilerine haber vermeye çalışmalı mıydım yoksa kendi başıma da halledebileceğim kadar formda mıydım diye tartıyordum. Öte yandan Edmund’u birazcık tanıdıysam ikisinin burada olduklarını öğrenmesi fazla zamanını almazdı. Ne olur ne olmaz diyerek çekmecemin altına kendi deyimiyle bir panik düğmesi koymuştu. Onlara göstereceğim belgeleri alma bahanesiyle uzanabilirdim ama bunu fark etmeyeceklerini var saymak da karşımdakini fazlasıyla hafife almak olurdu. Bilgi için değil benim için geldikleri barizdi. Nasılsa bunu öğrenmeleri onlara hiçbir yarar sağlamayacaktı. Benimse zamana ihtiyacım vardı.

“ Sizi haklı çıkaracak bazı bulgulara ulaştım. Kayıplarla Walker’ın bağlantısı var.”dedim. Sonra aklıma gelen fikirle onları denemeye karar verdim. “ Bir şey içmek ister misiniz?” Elimle odanın diğer köşesindeki içeçek barını gösterdim. Bu odaya kendi zevkime göre eklettiğim tek şey buydu. Nasılsa uzun süre kullanmaya niyetim yoktu. Sandalyemi birazcık arkaya itmemle Oğuz’un ayaklanması bir oldu.

“ İkimiz artık aynı seviyedeyiz Jay. Senden hizmet bekleyecek kadar kaba değilim. Anlatmaya devam et.” Gülümseyerek bara doğru gidip üçümüze de birer bardak çıkardı.

“ Anlatacak pek bir şey yok aslında.”dedim isteksizce. Salma’nın kaşları aradıkları bahaneyi bularak çatılmıştı.

“ Ne demek bu? Walker bunu nasıl yapıyor?”dedi öfkeyle. Salma fazladan bir anlam çıkarmanın lüzumsuz olacağı her daim sinirli bir kadındı. Tara’nın o mükemmel ifadesiyle, sürekli burnunun altında tezek yumağı varmış gibi bir ifadesi vardı.

“ Bunu bilmek ne işimize yarayacak ki? Walton Hartman eskisi gibi medyatik bir kişilik değil. Üstelik saldırılar da durdu. Kimse bu yüzden ölmüyor.”dedim. Oğuz üçümüze de Derin’in hediyesi olup henüz açmadığım İskoç viskisinden doldurmuştu. Önce önüme koyduğu bardağa sonra ona baktım. Oğuz ayık kalmaktan yana biriydi. Merkez sınırları içindeyken ağzına bir kere bile içki koyduğunu görmemiştim. Başkan olmasına rağmen buranın bir kurtlar sofrası olduğunun farkındaydı ve tüm duyularına ihtiyacı vardı. Limonlu sodası yerine viski alıyorsa kasıtlı olarak bazı duyularını köreltmeye çalışıyordu. Ya da belki duygularını?

“ Her şekilde ortadan kaybolan kişilerin büyük bir kısmı da hırsız. Merkezin kontrolünde olması gereken hırsızlar. Biri bahçemize girip bizim bile erişemediğimiz üst dallardan elmalarımızı topluyor. Hasat miktarı önemlidir Jay, bunu kimseyle paylaşmaya niyetimiz yok.”dedi yüzüme bakarak. Kahinler ortaya çıkmadan önce de organizasyon kaçakları avlardı. Ama Walker’ın yöntemleri bu işte bir çığır açmıştı ve yavaş yavaş erirken yeni hırsızlara ihtiyaçları vardı. Küçükken Oğuz’un yüzüne her baktığımda midemin bulandığını hissederdim. Bir süre sonra buna alışmış, umursamamaya başlamıştım. Hayatıma yeniden girip Jay’i köreltirken Ayas’ı bileyen insanlar sayesinde bulantılarım geri dönmüştü. Tek gördükleri karartılmak üzere bekleyen hırsız hayatlarıydı. Agarta’dan hiçbir şekilde haberlerinin olmamasını sağlamak verdiğim en doğru karardı.

“ Zaten yeni hırsız alımları yapıyoruz. İşi genişletmeden önce sistemi düzeltmemiz gerekmez mi? Kabul etmek zorundayız, çatlaklardan kayıplar veriyoruz.”dedim. Oğuz ölü balık gözlerini bana çevirdi.

“ Yeterince kayıp verdik. Bunu telafi etmeliyiz.”

“ Anlayacağın şekilde anlatayım mı?”dedim sözlerimin aksine sükunetimi koruyarak. “ Sepet delik, elmalar yuvarlanarak gidiyor. Yeni elmalar koyman sadece daha fazlasının gitmesine sebep olacak.”

“ Önemli olan kaç elmayı kaybettiğimiz değil, bu süre boyunca sepetin dolu kalması.”dedi Salma. Çatlamış dudakları genişleyerek gülümseme olduğunu tahmin ettiğim garip bir ifadeyi yüzüne yaydı. “ Önemli olan ne olursa olsun bizim ayakta kalmamız.”

Bunun bir kırılma noktası olduğunu biliyordum. Eğer onlara Walker’ın hayaletleri kullanarak yeteneklileri kaçırdığından bahsedersem ilgilenecek, bana zaman kazandıracaklardı. Sessizliğimi koruyup onlara bakmaya devam edersem bilgiyi zaten bulabileceklerine inanıp beni sepetten dışarı atacaklardı.

Zaten benim de bu sepete daha çok tahammülüm kalmamıştı.

“ Bana göreyse önemli olan, size önemsiz gibi gelen her şeyin savunulması.” Elimi masanın üzerine koyup ayaklarımı kaldırarak bedenimi masanın onların olduğu tarafına doğru ittim. İlk önce ona saldırmamı bekleyen Oğuz ellerini kaldırarak tekmemi savuşturmak için hazırlandı. Oysa ben tek bir kişi değildim, hiç olmamıştım. Ruhumu bölüp bir parçasını gardının hiçbir işe yaramayacağı Oğuz’un üzerine gönderirken ellerimi çevirip bedenimi Salma’ya döndürdüm.

Kadın bunu beklemese de bir başkanın olması gerektiği kadar çevikti. Savurduğum tekmeden kurtulabilmek için koltuktan aşağı kayıp Oğuz’u yere düşüren ruhumun ayak bileğini kendi dışarı çıkarttığı mavi eliyle yakaladı. Oğuz’un cansızmışçasına iki yanına düşen kolları yerini ruhumun boğazına yapışan mavi ve güçlü versiyonlarına bıraktı.

Acele etmem gerektiğini ve sadece atak olduğum takdirde ikisine karşı kazanabileceğimi biliyordum. Kayarak beni atlattığını sandığı anda Salma’nın başını tutup ikisi arasında duran cam sahpaya yapıştırdım. Cam büyük bir gürültüyle tuzla buz olurken sesi duyan kimsenin bana yardıma gelmeyeceğini ya da daha kötüsü gelemeyeceğini biliyordum. Bana karşı bedenlerini bile tamamen terk etmeyecek kadar temkinliydiler. Boğulan ruhumu geri çeker gibi Oğuz’un ellerinin arasından kurtarıp buhara çevirdim. İçgüdülerim çevremdeki enerjiyi bükerek bana bağlıyordu. Buhar etraflarını sarıp onları nefessiz bırakıncaya kadar enerjiyi çekmeye devam ettim. Ruhlarıyla sis gibi odanın içine çöken parlak mavi bulutu dağıtmaya çalışmaları bana masanın altına uzanıp oradaki silahı alacak kadar vakit tanımıştı. Bu şekilde daha savunmasız olan parçalarımı toparlayarak altı kopya haline getirdim. Silahımı Oğuz’a doğrultup iki el ateş ettim.

İlki kaçmaya çalıştığı için hayati bir etki yaratmayacak şekilde omzuna saplansa da ikincisi Salma’nın ruhu tarafından havada yakalanmış tuzla buz olmuştu. Kızıl şeytan kullandığımı anlamış olmalıydı. Durmadım. Mermiyi yakalayan kolunu ruhumla tutup onu bedeninden tamamen çekip çıkarttım. Gözleri sanki yuvalarında ters dönmüş gibi bir ifadeyle vücudu kırık cam parçalarının üzerine yığıldı. Güçlüydü. O yaşta bir kadından beklemeyeceğim kadar güçlüydü. Ruhumun üç parçasını onu sabit tutmaya harcıyordum. Oğuz’un ruhunuysa diğer parçalarımla henüz bedeninin içindeyken esir almıştım.

“ Senin için büyük umutlarım vardı. Bu şekilde olması ne acı.”dedi Oğuz tükürür gibi.

“ Acı dediğin budur.”dedim ve silahımı yerde hareketsiz yatan Salma’nın bedenine doğrultup tetiği çektim. Kafasına isabet eden kurşunla bir daha asla hareket edemeyecek olan bedeni sarsıldı. Tiz, kulak tırmalayan çığlığıyla birlikte Salma’nın ruhu onu zapdetmeye çalışan üç kopyamın elleri arasında yok oldu. Oğuz’sa gri takımını çoktan lekelemeye başlamış yarasına, tek başına kalmış olmasına rağmen gülümsüyordu. Yedek bir planı vardı…

Hemen arkamı dönsem de parlak mavi ruhu zamanında durdurabilmek için geç kalmıştım. Bunu yüzlerce kez yaptığı duruşundan belli olan eli enseme büyük bir hız ve güçte indi. Başımın pek de normal olmayan açılar yaparak sallandığını hissettim. Biri ışıkları kapatıp açıyormuş gibi etraf kararıyor sonra yeniden düzene giriyordu. Tüm oda bir çocuğun elindeki çıngırakmış gibi sallanıyor, beynimde anlamlandıramadığım korkunç bir uğultu yankılanıyordu. Oğuz’la yaptığımız antrenmanlarda bu tarz darbeleri almaya alışmamış olsam anında yere düşüp kendimden geçerdim. Yine de dengemi bozup elimdeki silahı düşürmemi ve hatta tasmasını tutan parçalarım üzerindeki kontrolü kaybetmemi sağlamıştı.

Kendimi esas tehditin tanımadığım Salma olduğuna inandırmıştım ki bu tam da onun istediği şeydi. Aynı tarafta görünüyor olmaları onun açısından sadece bir oyundu. Oğuz gücü kimseyle paylaşmazdı. Salma’yı destekleyenlerin kendisini de desteklemesine ihtiyacı vardı. Bu yüzden onu bana öldürtmüştü. Edmund’la dalaşamazdı, peki ya Paul? Onu da kendi tarafına mı almıştı yoksa buraya gelmeden önce icabına bakmış mıydı?

“ Jay, benim güzel oğlum.” Sesi dönen odayla birleşip midemin altını üstüne getiriyordu. Belki de Salma’nın vasisi olduğu çocukla anlaşma yapmıştı. Yerine onu geçirecek ve kendisine sadık bir başkan kazanmış olacaktı. Çünkü benim ne olduğumu anlamıştı. Sadece düşündüklerimi değil belki de kim olduğumla ilgili her şeyi. “ Seni başkan yaptığımda bana sadık olmalıydın. Senin olmanı çok istedim. Seni ben yetiştirdim. Onca zaman yaptıkların, diğer çocukları yolundan çekişin... Sende her zaman büyük bir potansiyel vardı.” Işıklar hala yanıp sönse de odanın dönüşü ve uğultusu yavaşlamıştı. Yaka cebinden çıkarttığı mendilini omzuna bastırıyordu. Kontrolünü kaybettiğim parçalarım bedenime geri dönmüş, enerjiyse serbest kalmıştı. Masadan destek alarak ayakta kalmayı başardım. Adeta ensemde atan ayrı bir kalp vardı ve bu durumda ben kalp krizi geçiriyordum. “ Yönetmek benim gibilerin kanında var. Uğruna bunca şeyi göze aldığım organizasyonu senin gibi bir çocuğun yok etmesine izin verir miyim sanıyorsun?”

Alacağım darbeler arasında bir seçim yaparak öne atılıp yere düşen silahı ayağımla iterek odanın diğer ucuna gönderdim. Bu beni Oğuz’un yüzüme indirmek üzere havaya kaldırdığı koluna karşı tamamen savunmasız bırakmıştı. Kanın tadını almadan, acıyı duyumsamadan önce çıkan korkunç sesten burnumun kırıldığını anlamıştım. Şimdi bir kez daha oda dönüyordu ama beni bu kadar kolay yenemezdi.

Atmaya çalıştığı sonraki yumruktan eğilerek kaçtım. Dengemi sağlamak için soğuk duvara tutundum ve buradan aldığım güçle kendimi ileri attım. Omzu yaralı kolunu yakalayarak arkasına büktüm. Çığlık atmayı kendine yediremediği için dudaklarını aralamadan inledi. Onu sabit tutmak şöyle dursun, kendim bile ayakta duramıyordum. Denge kavramım alt üst olmuştu. “ Peki sen? Senden izin ister miyim sanıyorsun?”dedim. Diğer eliyle belinde uzanmaya çalıştığı bıçağı fark ederek ondan önce davrandım. Bıçağı çektiğimde kolunu benden kurtarıp uzaklaştı. Aynı anda bedenimizdeki ruhu bölerek dışarı çıkarttık ama içgüdülerim sayesinde benim bunu yapma yöntemim de sürem de farklıydı. Bedenimin aksine ruhumun görüşü berraktı. Bana saldıran ruhunu hemen geri çekmek zorunda kalmıştı ve şimdi tekrar bölünmek onu tüketiyordu. Oğuz’un ruhu sandığı kadar güçlü değildi. Nisan’la kardeş olmamızın bana verdiği yetenek ve güç karşısında uzun süre dayanamazdı. Bu yüzden hilekardı.

Ruhlarımız arkada silahı ele geçirmek için kapışıyordu. Oğuz kendinden emin bir gülümsemeyle üzerime gelirken onu taklit ettim. Son anda adımımı sola doğru çevirerek masanın üzerine çıktım. Hedefi önünden kaybolunca yaşadığı şaşkınlığı fırsat bilip ayakkabımın izinin çıkacağından emin olduğum bir tekmeyi dönerek yüzüne savurdum. O sırt üstü duşerken ben de planladığımın aksine geriye doğru sendelemiş, masadan düşmeme ramak kala kendim düzgün bir şekilde inebilmiştim. Dengem hala kapasitemi kullanabileceğim kadar düzelmemişti. Ensem biri bıçakla saniyelerin çetelesini tutuyormuşçasına zonkluyordu. Eğer masadan üzerine atlayıp ondan çaldığım bıçağı kalbine saplayabilseydim şimdiye her şey bitmiş olurdu.

Ruhumun insan formu değil de Oğuz’un ruh parçasını kaplayan yapışkan bir sıvı olduğunu hayal ettim. Onu duvara yapıştırıp form değiştirmesine ya da hareket edebilmesine engel oldum. Yapabileceği tek şey onu geri çekmek olurdu. Omuzunu tutarak yerden kalktı.

“ Seni iyi eğittiğimi biliyordum Jay.”dedi. Gülümsemesi kırmızı hiçbir leke olmamasına rağmen kanlıydı.

“ Sahi yeri gelmişken,”dedim. Sendelediğimi görmesini istemiyordum. “ Benim adım Ayas, Ayas Gürsoy. Jay değil.”

Öfkesini ateşleyen neydi bilmiyorum ama ruhunu geri çekip kendini üzerime attı. Beni ensemden yakalayınca bıçağı düşürdüm. Acı dayanılmazdı, sanki gözlerim yerinden fırlayacaktı. Ruhuma bıçağı kapmasını söyleyerek Oğuz’un sonraki darbesini savuşturdum. Odanın bir ucundan öteki ucuna kadar yaptığı kolay tahmin edilebilir atakları durdurmuştum ama yoruluyordum. Gerilemem düz bir çizgiden çok zikzakları andırıyordu. Konuştuğum zaman ağzıma giren kanın tadı diğer tüm duyularımı bastırıyordu. Bir anlık denge kaybımı değerlendirip bir güreşçi gibi beni omzuna aldı ve odanın diğer ucuna fırlattı. Ruhumu bedenimi korumak için bir yastık gibi kullanmaya çalışsam da başarılı olamadım. Yerde doğrulmaya çalışırken en başta o darbeyi almamış olmayı diledim. Kendime olan öfkemin burnumdan akan kan gibi bir tadı vardı. Oğuz’u çok kolay yenbilecekken yaptığım basit bir hatanın bedelini ağır ödüyordum.

Geri çektiğim ruhumun elinden düşürdüğü bıçağı alıp öfkeyle üzerime gelirken ışıklar sonunda tamamen karardı. Tepemizdeki florasan lamba ve hatta aslında açık olmayan küçük masa lambam bile bir anda patladı. Karanlığa gömülürken ikimiz de yüzümüzü cam kırıklarından korumaya çalıştık. Oğuz’un hemen ardındaki Salma’nın cesedini aydınlatan beyaza çalacak kadar açık mavi bir ışık belirdi. Hem rengi hem de yansıması ruhtan farklıydı. Işık eğilip bükülüyor, bir ağacın dalları gibi dağılıp sonra gerisin geriye toplanıyordu. Katı, köşeli hareketler yapıyordu. Tanımlamak için aklıma tek bir kelime geliyordu; elektrik.

“ Tek bir cümle, beni-davet-etmediğinize-inanamıyorum.” Oğuz şokla arkasını dönünce tüm vücudu çatırdayan elektrik akımıyla çevrelenmiş Edmund’la burun buruna geldi. “ Bunu Yavuz için yapacağıma söz vermiştim ama şahsi nefretim ağır basıyor.” Omuz silkerek bastonunu kaldırıp Oğuz’u bir beyzbol topuymuşçasına açık kapıdan dışarı fırlattı. Baston tenine değdiği anda elektrik vücuduna akıp onu sarsmaya dumanlar çıkarmaya başlamıştı. Koridordan tatmin edici bir düşme sesi ve ardından odayı dolduran korkunç bir yanık kokusuyla neşelenen Edmund, kır evinin önünde poz veren yaşlı bir amca gibi iç çekti. Bana bakıp sırıtsa da yerdeki Salma’yı görünce yüzü asıldı.

“ Birileri bensiz çok eğlenmiş.” Çevresinde hala kıvrılıp kasılan elektiriği gördüğüm için yutkunarak ayağa kalktım. “ Oo, burnunu da kırmışlar. Ne yalan söyleyeyim çok da üzülmedim. Derin ve sen adamın sinirlerini hoplatıyorsunuz. Neyse, en iyisi az pişmiş başkanın baharatları buraya ulaşmadan sen şu kapıyı aç da eve gidelim.”

Söyleyecek, soracak çok şeyim olmasına rağmen onu dinleyip kapıya yöneldim.

“ Geçtikten sonra buradaki kapıyı yok etmemiz gerekecek. Tüm önlemlere rağmen eve direk ulaşım çok tehlikeli. Orası şu an güvenli olabilecek tek yer. Alfred güvenlik sistemini güncelledi. Bir orduyla bile gelse buraya giremezler.” Edmund bana temas etmemeye özen gösterek açtığım kapıdan içeri adımını attı. Beyaz ışık altında onu adam gibi görme fırsatını yeni bulmuştum. Üstü başı toz içinde kalmış, yüzüne hiç de ona aitmiş gibi durmayan kan damlaları sıçramıştı.

Edmund arkamızdan kapattığı kapıyı elektrikle resmen eriterek yok etmişti. Bu süreç içinde konuşmaya devam ediyordu ama ben onu anlamakta zorlanıyordum. Güvende olduğumu bilmenin verdiği rahatlıkla kaslarım gevşemiş, işlemez hale gelmişti. Edmund çevresindeki akımı yok etse de çoktan tüm tünele yayıldığını hissedebiliyordum. Diğer taraftan patlayan lambaların sesini duydum. Bu ses memnuniyetsizlikle yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Sanırım bunu sık yapıyordu.

“ İyi işti Ayas, iyi işti…” Bana kendi ismimle hitap ettiğini nedense çok sonra idrak ettim. Biz konuşurken mi duymuştu? Yoksa artık pek de saklama gereği duymadığım sırrımı kendisi mi öğrenmişti? Kolumun altına girip bana yürümem için destek oldu. Topal bir adama yük olmak istemiyordum, bu yüzden kendim yürümekte direttim. Kapıyı benim için açıp kenara çekildiğinde tam da nereme darbe aldığıma dair sorduğu soruyu yanıtlamak üzere nefes almıştım.

“ AYAS!!” Tara’nın dehşet dolu çığlığı parmaklarındaki alevlerle dikildiği koridorun ucundan olduğumuz yere kadar yankılandı. Yaklaşık üç Tara görmeye başlamama rağmen gülümsedim.

“ İyiyim, bir şeyim yok sakin ol.”dedim. Edmund Tara’ya bana dikkatle bakabileceği bir odaya taşımasına dair bir şeyler söylerken sözleri bu sefer merdivenlerin tepesinden çığlık atan Nisan’la bölündü.

Edmund iç çekti.

“ Bağırmayı kesin de şu kanlı salağı yatırabileceğimiz bir odaya götürün! Sizin burada küçük bir hastane kanadınız mıdır odanız mıdır neyse işte, yok muydu? Burnunu kırmış, ayrıca ya başına ya da ensesine iyi bir darbe almış haline bak kafasını delip alttan hava üflemişsin gibi yürüyor.”

“ Peki ne oldu?! Bize bir şey söylemeyecek misin?”dedi Derin bir kolumun altına girerken. Diğer tarafımdan bana destek olan kişinin de Arda olduğu bakmadan anlamıştım.

“ Size bir iyi bir de kötü haberim var.”dedi Edmund.

“ Önce iyisi.”dedi Nisan.

“ İyi haber, artık organizasyon diye bir kuruluştan söz etmemiz mümkün değil.”

Sessizlik…

“ Ya kötü haber?”

Edmund’un yüzüne çarpık bir gülümseme yayıldı.

Artık organizasyon diye bir kuruluştan söz etmemiz mümkün değil.

85 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commenti


bottom of page