-19-
Nisan
Akşam görmeye alışık olmadığım okul binası korku filmlerindekileri aratmayacak kadar sessiz ve ürkütücüydü. Okulun önünden geçen yolun üst kısmında yanıp yanmama konusunda kararsız kalan sokak lambası da bu hissiyatı güçlendiriyordu. Mersin’de ılık bir sonbahar akşamıydı. Arada işi olmadığı için hantalca esen rüzgar insanı ürpertiyordu. Bu tarz anlarda Kuzey’le ikiz gibi görünmemize neden olan kapüşonlu hırkamı çekiştirerek kollarımı kavuşturuyordum. Bahçedeki yaprak dökmeyen ağaçların hışırtısı özürlüğünü ilan etmiş savrulan pet şişelerin beton tören alanındaki yuvarlanma seslerine karışıyordu. Gerçekten dikkatli dinlersek okul bahçesinin diğer ucundaki denizin sesini duyabiliyorduk. Dalgalar kumsalı dövmekten çok tatlı bir ritimde sohbet ediyordu.
Okulun en çok denize bakan sınıflarını severdik hepimiz. Ders yeterince sıkıcıysa ki çoğu zaman öyle olurdu, pencereye sığamayan manzara kurtarıcı olurdu. En sevdiğim şeylerden biri kışın Arda’ya bana en arka sıradaki yerini vermesi için yalvarıp sırtımı kalorifere yaslayarak solumda kalan fırtınalı denizi izlemekti. Hilal, bizimki gene depresyon takılıyor derdi. Kuzey benden yana çıkınca ikisi tartışmaya başlar, olay dersi dinlemediklerini kanıtlamak isteyen öğretmenin ikisinden birini tahtadaki soruyu çözmesi için kaldırmasıyla son bulurdu.
Bu okulu da, içinde geçen her anı da seviyordum. Kayıtlarda mezun olarak geçmeme rağmen aslında hiç bitiremediğim bir hikaye gibiydi. Yazar bölümü hayal kırıklığı dolu bir yerde bitirmiş, sonraki bölüme iki yıl zaman atlamasıyla başlayarak beni boşlukta sağımda solumda uçusan peki ama, ya da, eğer ki gibi sözcüklerle başbaşa bırakmıştı. Hiçbir şeye bulaşmadan burada kalsaydım ne olurdu merak ediyordum. Şu anda ben ve diğer herkes nerelerde olurduk? Zamanla ilgili öğrendiğim bir diğer şey de senin hayatında olan ufacık bir değişikliğin binlerce kişinin yaşamını farklı yönlere kaydırabileceğiydi.
Biz her yerde deli gibi Aiden’ı arayıp neler olduğunu anlamaya çalışırken Tara dönmüştü. İtirazlarımıza aldırmadan Aislin’le beni kollarımızdan sürükleyerek üst kata çıkarmış ve tokat gibi gerçekleri hala söyleyecek cesareti varken birbiri ardına yüzümüze indirmişti. Hilal hayatta kalabilirdi. Şu an burada bizimle oturuyor olabilirdi. Aislin’le bilmeden çakışan yeteneklerimizdi onu öldüren… Hissettiklerimiz içinde dahi karar verebileceğimiz kadar net olan tek şey, bunu bizden başka kimsenin bilmeyeceği gerçeğiydi. Bu öğrenen taraf olarak Tara’nın ve gelecekte dikkat etmesi gereken taraflar olarak Aislin’le benim yükümüzdü. Özellikle Kuzey ve Arda bunu asla bilmeyecekti.
“ Derin’in gelip seni okuldan aldığı günü hatırlıyorum.” dedi Kuzey. Sessizliği bozduğu için ona minnetle baktım. “ Komik değil mi? Derin’i bize abi diye yuttururken gerçekten bir abin olduğu ortaya çıktı.”
“ Ona trajikomik denir.” dedi Arda. Kıstığı gözleriyle yeni boyanmış okul binasını inceliyordu. Buraya gelmeyi kabul etmesi bile bir mucizeydi. Aislin Aiden’ı sıkıştırarak neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu ama Aiden konuşmamaya yemin etmişti sanki. Bu bile söylediklerinde ciddi olduğunu anlatan bir ipucuydu. Arda kendine geldiği andan beri daha temkinliydi. Daha Arda’ydı denebilirdi. “ Sahi, neden gelip seni öyle apar topar almıştı ki? Yıllardır orada çalışıyordun ama biz Derin’i ilk defa görüyorduk.” İkisi de cevabı merak ederek kafalarını bana çevirmişti. O an ortalarında oturmanın pek de iyi bir fikir olmadığını anlamış olsam da geç kalmıştım. İnsanların hayatlarında sadece birkaç tane devir olurdu ve o olay benim için bir tanesini kapatıp yenisini açmıştı.
“ Gerçek sebebi mi, yoksa gerçek sebebi kullanarak sakladığı sebebi mi?” dedim. Arda gözlerini daha da kısarken gülümsedi ve bunu başardığım için kendimle gurur duydum.
“ Bu kız nasıl merak uyandıracağını biliyor.” dedi Kuzey’e sanki ben orada değilmişim gibi beni işaret ederek. Kuzey’se çarpık bir sırıtışla dirseğini karnıma geçirdi.
“ Hadi, bilmediğimiz ne kaldı ki? Tavşanlı pijamandan tut ruhuna kadar her şeyini gördük senin.”
“ Kendi adına konuş, ben sadece tavşanlı pijamayı gördüm ki ötekinin bu kadar etkileyici olduğunu sanmıyorum.” İkisi pis pis sırıtırken ben bankta kaykılarak bozulduğumu belli eden bir yüz ifadesi takındım.
“ O gün ikimiz Yaman’la tanışmak üzere merkeze çağırılmıştık.” Şaşırsam da bu gerçek üçümüzün de saçmaca yerine gelen neşesini bozmamıştı. Belki alışıyorduk, belki de gece bile olsa eski okulumuzun çekimine kapılmıştık. “ Ama Derin şey… Bana kızgındı.” Arda homurdanarak güldü.
“ Derin’i okula getirecek kadar nasıl kızdırmış olabilirsin ki? Şeker gibi herifi ?” Daha çok kendi kendine şaşırıyormuş gibiydi ses tonu. Bana bakmasını bekleyip göz ucuyla Kuzey’i işaret edince jetonu yeni düşmüş gibi sırıttı. “ Ah-ha”
“ Hala buradayım. Beynimi de yanımda getirmişim inanır mısınız?” dedi Kuzey ikimizin de yüzünü görebilmek için eğilerek. “ Sana o Nisan’dı demiştim değil mi?” Kuzey zafer kazanmış bir edayla Arda’yı süzüyordu. Bense resmen dumura uğramıştım. Bana daha önce senin sesini tanıyamam mı sanıyorsun tarzında şeyler söylemişti ama bunu Arda’ya söyleyip beyin fırtınası yapabileceklerini hiç düşünmemiştim. Yine de Kuzey’in bu konuda artık rahat konuşuyor olması sevindiriciydi.
“ Bir de olaya şu açıdan bakın, normal şartlar atında yaptığım şey tamamen yasaktı. Derin arkamı toplamış olmasaydı Kuzey’e ve bana kim bilir ne yaparlardı.” Bu nahoş düşünceyi uzaklaştırmak için titreyerek oturuşumu düzelttim.
“ Ben de beden eğitimi dersinde çakıldığını hatırlıyorum. Yanılmıyorsam okula son gelişin de bu olmuştu.” dedi Arda konuyu değiştirerek. Düşününce evet, liseye dair anılarım bir beden eğitimi dersinde kamikaze dalışı yapmamla son buluyordu. Pek de mezuniyet töreni yerine koyabileceğiniz cinsten bir anı değildi.
“ Onu hatırlatma lütfen.” dedi Kuzey irkilerek. “Nisan’da dahil hiçbiriniz nasıl düştüğünü görmediğiniz. Öldüğünü sandım.”
“ E çünkü öleyazdım.” Arda gelişen mükemmel Türkçemle dalga geçmeden önce sırıtarak ekledim. “ Düşündüm de bunu sık yapıyorum.” Arda beyinsiz tadında bir şeyler söyleyip tüm gücüyle ayağıma basarken Kuzey onu onaylayarak kapüşonumu karnıma kadar hışımla çekti.
“ Bir de utanmadan gülüyorsun sence bu komik mi?”dedi Kuzey. Kısa bir boğuşmanın ardından kapüşonumu ondan kurtararak yüzüme düşen saçları geriye attım. Hala gülümsesemde burukluğum tenime ulaşmayı başarmıştı.
“ Çünkü sonucu olan kötü şeyleri bile gülerek, en azından gülümseyerek hatırlayabilmeyi istiyorum. Öyle sonlanması maceranın tamamını kötü yapar mı gerçekten?”dedim. İkisi de benimle uğraşmaktan vazgeçip önlerine döndüler. Sessizlik bir kez daha gelip kucağımıza oturmuştu işte.
“ Ben…”dedi Kuzey bana ömür gibi gelen bir sürenin sonunda. “ Hilal’in on birinci sınıftayken öğretmenler odasını basip sözlüsüne düşük verdiği için ortalamasını aşağı çeken ingilizce öğretmenini köşeye sıkıştırdığını hatırlıyorum.” Başlangıçta tedirgin olan kelimeleri o anı gerçekten hatırlamasıyla neşeyle ıslanmış gibi gülümserken dökülmüştü dudaklarının arasından. Ondan hiç beklemediğim bir anda Arda kahkahayı patlattı.
“ Kadının aklı çıkmıştı! O olaydan sonra yanında göz korkutmak için cetvel taşımaya başladı.”dedi gülerken. Elinde salladığı cetveli ve haddinden fazla topuklu ayakkabılarıyla o seneki ingilizce öğretmenimiz gözümün önüne gelince ben de onlara katıldım.
“ Ya bahar şenliğinde şarkı söyleyeceğim diye tutturup kendini oraya gelen herkese rezil etmesine ve bunu gurur duyduğu bir anısı olarak orada burada anlatmasına ne demeli?”dedim. daha anlatırken tahtaya sürten yeni tebeşirleri anlatan sesi kulaklarıma çalınmış, tüylerim diken diken olmuştu.
“ O şarkıyı hala dinleyemiyorum biliyor musunuz? Unutmak için aylarca meditasyon yapmış olmama rağmen.”dedi Kuzey. Anısı onu üşütüyormuş gibi kollarıyla kendini kucaklamıştı.
“ Basketbol maçında kavga çıkarttığı zaman?” Söylememle birlikte ikisi de favorilerinin bu olduğunu belirten sesler çıkarttılar.
“ Karşı takımın koçunun kafasına su şişesini atmıştı.” Arda’nın gözlerihala buna inanamıyormuş gibi kocaman olmuştu. Hilal’i yaka paça dışarı çıkarma işi bana ve aynı sınıfta olduğumuz Okan adındaki bir çocuğa kaldığı için maçın kalanını izleyememiştim. Kuzey yarılarak gülmekle meşgul olduğu için bize yardım etmeyi denememişti bile.
“ Çünkü adam sürekli senin üzerine oynamalarını söylüyordu.”dedim. Arda daha da sırıttı. Gözlerinde gülmekten mi yoksa hüzünden mi olduğunu bilemediğim yaşlar parlıyordu.
“ Doğru, Hilal sevgisini bana ya da bana karşı ters davranan insanlara bir şeyler fırlatarak gösterirdi.”
“ Sonuç olarak o üçlüğü attın mı? Attın. Maçı kazandık mı? Kazandık. Üstelik müdüre elinden kaydığını söyleyince kendisine inandırabilecek kadar temiz bir geçmişe sahipti.”dedi Kuzey.
“ Ha evet, siz ikiniz inektiniz.”dedim. Yumruğumu uzattığımda Arda’nınki tokuşturmak için hazırda bekliyordu.
“ Merkez performansını notlandırsa sana yüz üstünden kaç verirdi ukala dümbeleği?”dedi Kuzey bana. Kıstığı gözleriyle konuşurken pis pis sırıtıyordu.
“ İkisi farklı şeyler.”diye beni savundu Arda.
“ Hı hı, NBA’de de dedem oynadı zaten.” Arda bu çok canını yakmış gibi kalbini tuttu.
“ Sen guru gibi çocuktun, bu ne atarlar böyle? Bunu sana biz mi yaptık?”dedi.
“ Ağır metal zehirlenmesi, dedektör çocuk olmanın yan etkileri.” Kuzey’in yaptığı korkunç espriyle dalga geçmesi beklentisiyle ikimizde ona döndük ama duyduğumuz tek şey takla atan bir pet şişe oldu. “ Ne yani, ucubeler diye dalga geçme fırsatını geri mi tepeceksin?”
“ Şu an Kuzey, senin gibi olmak için her şeyimi verebilirdim. Hem de her şeyimi.”dedi Arda yavaşça. Neden bahsettiğini anladımda gözlerimi kapattım. Kuzey Arda’nın yapmak üzere olduğu konuşmayı kaldırabilmek için destek ararcasına bana tutunuyordu. Bir elimle onun omzumdaki elini, ötekiyle Arda’nın kucağında duran elini tuttum. “ Eğer gerçekten bunu geri almanın bir yolu yoksa onun ne olduğu umurumda bile olmaz. Hayalet olması, ağaç olması, kuş olması umurumda bile değil. Onu bir kerecik olsun görmek, konuşabilmek için her şeyimi verirdim.” Onunkilere doladığım parmaklarımı güç almak ister gibi sıktı. “ Bunun senin için korkunç olduğunu biliyorum. Herkesin göremediği, hissedemediği tüm o şeylerle yaşamanın zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Sizinle hep dalga geçtiğimi de biliyorum. Ama eğer bu doğruysa…” Kuzey’in yutkunduğunu hissettim.
“ Bunun iyi mi kötü mü olduğunu inan bana bilmiyorum. Sevdiğin birinin hayaletini görmen sandığın gibi iyi bir şey değil.” Aklından ne geçtiğini titreyen parmaklarını hissetmesem bile çok iyi bilebilirdim.
“ Onu görebilmek için tek yolum buysa bunu kabullenebilirdim. Ama ne Nisan ne de ben o buradaysa bile onu asla göremeyeceğiz. Bunu isteyeceğimi hiç düşünmemiştim. Şimdiyse keşke diyorum… Keşke bir kahin olarak doğmuş olsaydım. Senin yaşadığın tüm o korkunç şeylere Hilal’i bir kerecik olsun görmek uğruna katlanırdım.” Daha fazla konuşamayacağını anladığımda ona sarıldım. Başını kendime doğru çekip omzuma yasladım. Kuzey bir kolunu bana ötekini Arda’ya dolayarak üzerimize bizi bu gerçekten korumak istercesine kapandı.
Dünyanın çevremizde giderek büyüdüğünü hissediyordum. Okul binası biri onu tepesinden çekiyormuşçasına gözyüzüne doğru uzuyordu. En son Hilal’in bana Kuzey’le ilgili çektiği nutuğu dinlediğim şu an oturduğumuz bank bizi yutarcasına genişliyordu. Altımızdaki zemin bizi havada bırakarak uzaklaşıyordu ve biz küçülüyorduk. Ta ki ufacık, tek bir nokta oluncaya dek. Kuzey eğilip kulağıma fısıldayana kadar bu duyguyla tüm ruhum bükülmüştü.
“ O burada.”dedi Arda’nın duyamayacağı şekilde. Arda fark etmesin diye kıpırdayamıyordum ama nefesimin kesilip kalbimin bir anlık şaşkınlıktan sonra çalışmaya devam ettiğini hissedebiliyordum. Kuzey kıpırdayamadığımı fark etmiş gibi kafama birbirini itirek doluşan yüzlerce soruya loş da olsa bir ışık tuttu. “ Gördüğümden değil ama bir hayalet hissediyorum. Biz buraya geldiğimizden beri ağaçların arkasında duruyor. Herhangi biri olabilir biliyorum o yüzden başta üstünde durmadım ama o… O şimdi ağlıyor. Bunu hissedebiliyorum.” Onun gerçekten Hilal olduğunu anlamak için daha fazla açıklamaya ihtiyacım yoktu. Zaten Kuzey’in de daha fazla konuşmaya takati yoktu. Muhtemelen yapmak istediği tek şey arkasını dönüp ağaçların arasına dalmaktı. Gitmesinden korktuğu için bunu bile yapamıyordu. Bense kendimi paralasam da onu göremezdim. Arda haklıydı…
Aklıma gelen düşünceyle yüzüm aydınlanmıştı. Onu görememem, ona sarılamam gözyaşlarını dindiremeyeceğim anlamına gelmezdi. Hala yapabileceğim şeyler vardı.
“ Benimle gelin.” Sevgi yumağımızı ikisinin de itiraz edemeyeceği kadar hızla bozup onları kollarından yakaladım. Arda serbest eliyle görmemizi istemiyormuş gibi gözyaşlarını sildi.
“ Ne? Nereye?” dedi Kuzey. Yüzünde o buradaysa biz nereye gidiyoruz bakışı vardı.
“ Soru sormayın, sadece bana güvenin ve gelin. Buraya kimseyi ağlatmaya gelmedim.” dedim. İkisini de peşimden sürükleyerek oturduğumuz bankın karşısındaki kantine doğru giden yola saptım. Kimseye görünmeyi ya da yakalanmayı umursamıyordum. Halledemeyeceğim sorunlar doğuramazdı.
Sarmaşıkların esir aldığı kamelyanın ve öğle yemeklerini yemeyi çok sevdiğimiz piknik masalarının yanından geçtim. Arkamdan ikisini sürüklüyor olmama rağmen neredeyse koşuyordum. Bu yüzden kantine girmeden futbol ve basketbol sahalarının olduğu açıklığa hızla dönünce arkamda ikisinin kantinin önündeki çeşmelere doğru savrulduğunu hissettim. Yüzümde beni deli gibi gösteren bir gülümseme vardı ve iyi ki ehliyetin yok tarzı yorumlarla kahkahalar dudaklarımdan resmen fırlıyorlardı. Neşe gerçekten de bulaşıcıydı. Hayal etmem gerekse parmak uçlarımdan süzülüp rüzgârla onları çevreleyen turuncu parıltılı bir büyü derdim. Yeni asfaltlanmış dar yolda onları çekmeye devam ettim. Ta ki spor salonunun önüne gelene kadar. Kolumu Arda’nın omzuna atıp sırıttım.
“ Yakala.” dedim ruhumu bedenimden çekip çıkarırken. Arda anlamsız kelimelerin eşlik ettiği ufak bir çığlıkla bedenimi yere düşmeden yakaladı.
“ Önce haber ver be kadın!” dedi beni kucağına alırken. Kuzey’se onu hiç takmadan spor salonuna dalan ruhumu görebildiği için karnını tutarak gülmeye başlamıştı. İnsanda tenekeymiş gibi bir his yaratan camlı kapının içinden geçerek sağ taraftaki sepetlerinde hapis hayatı yaşayan basketbol toplarına yöneldim. Parlak mavi elimle Arda’nın oynamayı en çok sevdiği koyu turuncu renkteki toplardan birini aldım. Her ne kadar gecenin içeri süzülerek davetkâr hale getirdiği kapalı spor salonu da bir seçenek olsa da bu gece dışarıda olmak istiyordum. Topu hayaletlerden öğrendiğim bir numarayla kendi ruhumla sarmalayıp saydam hale getirdim. Bu açık bir pencere aramaktan çok daha hızlı olacaktı. Dışarı çıktığımda neler çevirdiğimi çoktan anlamış olan Kuzey bana sırıtıyordu. Topu ona atarak Arda’nın kucağındaki bedene döndüm. Saydam top parmaklarımdan ayrılır ayrılmaz eski haline dönmüştü.
“ Kuzey’le ben mi yoksa Kuzey’le sen mi olmak istersin?” dedim Arda’ya kucağından yere atlarken. Topu görünce yüzü allak bullak olmuştu. Eline almayalı uzun zaman olmuştu. Kendini bizim yüzümüzden sık sık sakatlanmış gibi göstermek zorunda kalıyordu. Hilal gittikten sonraysa tamamen bırakmıştı. Bir daha asla oynamamak üzere bırakmak istediğini biliyordum ama bunu yapmasına izin vermeyecektim. Maçlara tüm sezon çıkamayacak durumda olduğuna takımını ikna etmek benim için zor olmamıştı. İstediği zamanı ona kazandırmıştım, fazlası olmayacaktı. Bunu bırakmasına izin vermeyecektim. Hilal’in bunu görmesini istiyordum.
“ Oynamak istemiyorum.” dedi. Yine de gözlerini toptan ayırmıyordu.
“ Evet, istiyorsun. Hem de her zamankinden daha çok. Çünkü ancak o zaman içindekileri atabilirsin.”
“ İçindeki dediğin şey Hilal, onu atamam.” Kuzey’e başımla işaret edince beni anlayıp Arda’nın koluna girdi. Öteki koluna da ben girdim ve birlikte onu bütün itirazlarına rağmen tellerle çevrili beton sahaya sürükledik.
“ Kimse senden Hilal’i atmanı istemiyor.” dedim sonunda onu rahat bırakarak. “ Senden onu içinde bastırmaya çalışan şeyleri atmanı istiyorum. Onu serbest bırak, ona sarıl, onunla ölme; onunla yaşa.” Kuzey’in elinden aldığım topu hızla karnına doğru attım. Vücudu hiç gerilmeden, ben onu yavaşça kucağına bırakmışım gibi rahatlıkla karşıladı topu. Elleri arasına tok bir ses eşliğinde, onun için yaratılmışçasına oturdu. Arda nefesi tuttu.
“ NBA oyuncusuna karşılık Ay Işığı ve Ninja çocuk. Bence makul.” dedi Kuzey yanıma gelip kolunu omzuma atarken. İkimiz de meydan okuyan gözlerimizi Arda’ya çevirmiştik. Tüm o eğitimlerimize, formda olan bedenlerimize rağmen aylardır eline top almamış olmasına rağmen Arda’ya karşı en ufak bir şansımız olmayacağını ikimiz de çok iyi biliyorduk. Çünkü Arda bunun için özenle yaratılmıştı.
“ Şu halime bak, sence kaç kilo verdim? Oynayabilecek durumda olduğumu sanmıyorum. Üstelik bir de düz duvar tırmanıcısına katılıp beni yalnız bırakıyorsun.” Arda topu tekrar Kuzey’e attı. Kuzey konuşup konuşmamak arasında bir-iki saniye gidip geldikten sonra iç çekti.
“ Hayır, sen yalnız olmadığını anla diye Nisan’la takım oluyorum.” Top bir kez daha ait olduğu Arda’nın ellerine döndü. Kuzey başka hiçbir şey dememişti. Tek yaptığı kısacık bir an için Arda’nın ardında sahanın öbür ucundaki boşluğa odaklanmak ve sonra bakışlarını Arda’nın yüzüne çevirmek olmuştu.
Her nasıl olduysa Arda anlamıştı. Düşen omuzları dikleşmiş, boyu resmen bir anda uzamıştı. Yeşil gözleri üzerlerine düşen koyu saçlarının bile tamamen kapatamayacağı şekilde açılmıştı. Topu öylesine sıkıyordu ki damarları fırlamış elleri arasında patlamasından korkuyordum. Lütfen tekrar Arda olmayı seç, lütfen ağlamasına izin verme, lütfen…
Tereddütü bir an sonra kayboldu. Yüzüne duraklaması bile anlamsızmış gibi çarpık bir gülümseme yerleşmişti. “ Yirmide biter.” dedi ve biz daha ne olduğunu anlayamadan topu sektirerek potaya gidip sesi tüm okulda yankılanan bir smaç bastı.Ağlayabilecek kadar mutluydum. Arda potanın altında durmuş ikimize sırıtıyordu. Sırıtışı o kadar kuvvetliydi ki çevremdeki elektrik gibi hissedebiliyordum onu. Topu tek eline alıp bize doğru uzattı. “ Kazanırsam biriniz mantı, ötekiniz yaprak sarma yapar ve tüm süreci kayıt altına alırım. Hala oynamak istiyor musunuz?” Derin’in mutfağı havaya uçuracağımızla ilgili ne söyleyeceği umurumda bile değildi. Şu an kaburga dolmasından portakallı pekin ördeğine kadar ne isterse kabul etmeye hazırdım. Bu Arda’ydı işte. Tepeden tırnağa bizim tanıdığımız, bulduğu her fırsatı espriye ya da yemeğe dönüştüren Arda…
“ Ya biz kazanırsak?”dedim karşısına dikilirken. Arda kaşlarını kaldırırken sırıtışı yüzüne daha da yayıldı.
“ Hayal gücünü mutfağa sakla ufaklık.” Elindeki topu çalmak için acınası bir girişimde bulunurken Kuzey’le göz göze geldik. Bal rengi gözlerinde görebiliyordum.
Başarmıştım...
“ Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum.” dedim kendimi yatağa bırakırken.
“ Aa, neden öyle diyorsun 20-9 fena bir skor değil bence. Umarım sarmayı seçecek kadar akıllı davranmışsındır. Seni bunun bile kurtaracağını sanmıyorum gerçi…”dedi Derin. Saçlarımı kurulamam için yüzüme bir havlu atarak karşıma dikildi. Somurtarak doğrulup havluyu kafama yerleştirdim.
“ Öncelikle, evet sarmayı seçtim. Elimden gelenin en iyisinin dokuz sayı olmadığını biliyorsundur herhalde.” Kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzerek eğlenen yüz ifadesine baktım. Beni daha net görebilmek için eğilip ellerini dizlerine koydu. Yüzü yüzümle aynı hizadaydı.
“ Sen yapabileceğin en mükemmel şeyi yaptın. Buna ihtiyacı vardı.” Gülümseyerek dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurdu. Yeniden doğrulduğunda daha fazlasını yapmadığı için bir yanım hayal kırıklığına uğramıştı. O bilgisayarını kapatmak üzere masasına doğru giderken bende miskince saçlarımı kuruladım.
“ Abim nerede?” diye sordum havluyla işimi bitirip kalkmaya çok üşendiğimden koltuğa doğru fırlatırken. “ Hatta herkes nerede?” Derin kafasından bir sayım yaparken sandalyesin kalkıp yanıma geldi. Elinden tutup onu yatağa çektim.
“ Bir bakalım…”dedi uzanırken. Büyük bir mutlulukla beni sarmak için açılan kollarının arasına yerleştim. Ona bu kadar yakın olmak zihnime tüm yorgunluklarını unutturan tatlı bir masaj yapıyordu sanki. “ Ayas merkezde. Hala kaybolan yetenekliler ve hayaletlerle ilgili pek de iyi olmayan bir sonuca ulaştı sanırım. Bir şeyi kontrol edip geri geleceğini söyledi. Tara aşağıda ikizlerle birlikte. Yine onlara zorla kendi istediği filmi izletiyor. Soterios artık soğuk nevale olmadığından iyi anlaşıyorlar. En son bıraktığımda Arda ve Aislin yeni bir şeyler öğrenme umuduyla hala Aiden’ı konuşturmaya çalışıyorlardı. Sen bu haldeysen de Kuzey’in merdivenlerin sonuna ulaşamadan yere serilip orada uyuyakaldığını tahmin ediyorum.”
“ Hımmm.” dedim. İkimizin de açıklama yarım kalmış gibi hissettiğini bir yanımızın acaba şu an Hilal nerede diye sorguladığını biliyordum. İstesek de cevabı bulamayacağımızı bildiğimizden şimdilik dile getirmiyorduk.
Belimde duran eli farkında değilmişçesine yavaş daireler çiziyordu. Diğer eli üzerine düşen ıslak saçlarımı çekme bahanesiyle yüzüme gelmiş ve orada kalmıştı. Yaptığım sıcak banyo etkisini bir anda yitirerek yerini Derin’in yarattığı fiziksel ve ruhsal her türlü dalgalanmaya bırakmıştı. Üstündeki tişört çok ince olduğundan teni genelde olduğu gibi yanmıyordu. Derin standartlarında serin kalsa da bana göre hala sıcaktı. Bu sabah tıraş olmadığı için alnıma yasladığı çenesindeki yeni çıkan sakallarını hissedebiliyordum.
Hayatımın büyük bir kısmı Derin’le evde yalnız kaldığımız zamanlardan oluşuyordu. Son zamanlardaysa yalnız kalmamız uyuduğumuz saatler dışında neredeyse imkânsızdı. Bir yanım bu kalabalığa bayılıyordu. Tek başıma olmaktan hiç hoşlanmazdım ve bu evde çevrem en sevdiğim insanlarla sarılıydı. İlk defa büyük bir ailenin parçası gibiydim. Diğer yanımsa sonunda benim ona karşı örmeye çalıştığım duvarlarım yıkılmışken Derin’le yalnız kalmanın tadını çıkarmak istiyordu.
“ Neden uyumuyorsun?” dedi. Başını eğmiş, sıcacık dudaklarını alnımda gezdiriyordu. Tüm düşüncelerim tek bir noktada toplanıp onun sıcaklığıyla karşılaşınca buharlaşıveriyordu sanki. Ağzımı açarken ne söylemek üzere olduğumdan ben de emin değildim. İtiraz mı edecektim? Onu özlediğimi mi söyleyecektim hatırlamıyorum. Tepemizdeki avizenin tüm lambaları senkronize bir şekilde patlayıp koca ev fişi çekilmiş bir televizyon gibi karanlığa gömülürken Derin’le nasıl bir anda ayağa fırladığımızı da hatırlamıyordum. Ama savrulan kapının sesiyle, Tara’nın tiz çığlığını uzun bir süre unutamayacaktım.
Comentários