-17-
Arda
Bundan kaçamazdım ama bununla da yaşayamazdım. Ondan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Kızgınlık, tükenmişlik, hayal kırıklığı, keder, hasret hepsi bir süre sonra gitmişti. İçimde sadece Hilal vardı. Bu duyguya verecek başka bir isim bulamıyordum. İçimde bitmek tükenmek bilmeyen bir Hilal vardı ve ben ona sarılıp tek bir adım atmadan yaşamımın sonlanmasını beklemek istiyordum. Zihnimde bile kelimeleri dizip cümle kurmam iki ayımı almıştı. Cümlelerim dudaklarıma gelinceyse Hilal’in orada bıraktığı ize çarpıp buharlaşıyordu. Söyleyecek sözüm, görmek istediğim güzel günlerim yoktu. Acaba diğerleri onun bu şekilde ölmekten ne kadar korktuğunu biliyor muydu?
İçerideki odadan sesler geliyordu. Hilal’inki bunlardan biri değildi. O gittiğinden beri ilk defa bu eve geliyordum. Onu en son Kuzey’in ardından endişeyle koşarken gördüğüm odanın önünden ayaklarımı sürüyerek geçtim. Kaybettiğiniz kişi zaten sizinle nefes alıyor, bedeninizin içinde hareket ediyorsa onu hatırlatan yerler bir süre sonra acıtmıyordu. Çünkü acı daimi olarak vücudunuza pompalanan bir zehre dönüşüyordu. Hatırlamak için tetikleyici bir şeylere ihtiyacım yoktu.
Koridordaki aynada alışılmadık yansıma benimle birlikte yürüyordu. Bir deri bir kemik, kamburlaşmış, saçı başı dağılmış, gözleri çevresine saran halkalardan korkarak yuvalarına gömülmüş uzun ve boş bir adam… Ben bir hayal kırıklığıydım. En sevdiğini bile koruyamayan bir hayal kırıklığı.
Seslerin geldiği mutfağa gitmem yıllar sürmüştü. Bir adım atıyor sonra kendime neden burada olduğumu hatırlatana kadar devam edecek gücü bulamıyordum. Açıklama yapmak istemiyordum. Neden sizi görmek istemedim, neden sizden kaçtım, neden her şeye sırtımı döndüm? Sonunda kapıya geldiğimde mutfağı parçalanan camın kulak tırmalayan sesi doldurdu. Bakışlarımı ayaklarımdan tezgâha kaydırdım.
Ölüm sessizliği içinde bana bakan dört çift göz ve ayaklarının çevresindeki parıldayan cam kırıklarıyla dikilen Nisan’ı gördüm. Bir zamanlar tuttuğu bardağın şeklini hala kaybetmemiş olan parmakları titriyordu. Derin’in, Ayas’ın ve Aislin’in gözleri üzerimdeydi ama ben doğrudan Nisan’a baktım. Bir şey sormaması için yalvararak baktım. Diğerlerine sorması için fırsat bırakmamasını isteyerek baktım. Beni anlamış mıydı yoksa sadece aklına gelen ilk şey bu muydu bilmiyorum ama cam kırıklarının üzerine pek de kalın olmayan terlikleriyle basıp çatırtılar eşliğinde bana doğru koştu. Ben tuttuğum nefesimi verirken o sıska kollarını boynuma dolayarak ona sarılmam için beni aşağı çekti.
Aslında ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ama ne bir ses ne de bir gözyaşı kurumuş tenimden dışarı çıkmayı başaramıyordu. Nisan’a daha önce hiç yapmadığım kadar sıkı sıkı sarıldım. Ne o ne de ben birbirimizin canını acıtmaktan korkmadan bu bizi kurtarabilirmiş gibi sarıldık. Benim gibi kelimelerle arası bozulduğu için mi yoksa konuşamayacağımı bildiği için mi bilemesem de tek kelime etmiyordu. Buna ihtiyacım olduğunu inkar edemezdim. Yürüyen bir enkazken, onlardan kaçıyorken bile beni gerçekten anlayan birine ihtiyaç duymuştum. Ama biliyordum ki o kişi Hilal’di. Nisan elinden gelen her şeyi yapsa, onu kovduğumda bile gitmeden yanımda kalsa da ikimizde beni Hilal gibi anlayamayacağını biliyorduk. Yine de ne yapmak istediğimden bahsetmeden önce konuşmak için bu sarılışa, bu dostluğa ihtiyacım vardı. Nisan geriye çekildiğinde gözlerinden yüzlerce soru geçiyordu. Cevaplamak korktuğum her şey oradaydı işte. Ellerini onu dinlediğimden emin olmak istercesine yüzümün iki yanına koyarak bana baktı ve yüzlercesi içinden beni gülümsetebilecek kadar kolay olanı seçti.
“ Aç mısın?” diye sordu. Gülümsedim. Hilal’in ardından geçen iki buçuk ay içinde ilk defa dudaklarımın ucu bana bunu hala yapabileceğimi göstermek istercesine kıvrıldı. Biliyordum ki sadece beni düşünen; kendi meraklarını, endişelerini benim için bir kenara bırakan birinin sorusuydu bu. Daha ben farkına varmadan başım harekete geçip onu onaylamıştı. Aslında aç değildim. Yememeyi bir öğün olarak benimsemiştim.
“ O zaman ben hemen-“ Heyecanı titreyen ellerinden bedenine akıyordu. Bu şekilde bana bir şeyler hazırlamasını istemediğim için ellerini tuttum. Onunla konuşmam gerekiyordu, yalnız. Nisan’ı yanıma alırsam başka kimse karşı çıkamazdı. Derin tedirginliğimi anlamış gibi cam kırıklarının üzerinden atlayarak yanımıza geldi.
“ Neden terliklerini burada bırakıp yemek yapacağım diye mutfağı havaya uçurmadan içeri geçmiyorsunuz?” Derin ellerini Nisan’ın omzuna yerleştirmiş anlayışlı gözlerle bana bakıyordu. Teklifini ikiletmeden Nisan’ı da ardımda sürükleyerek en sık kullanılan oturma odasına girdim.
“ Senden bir şey istemeliyim.” dedim o bir konu açmadan ve ben cesaretimi kaybetmeden önce. Beni ikna etmek için pek çok şey söyleyecekti. Sayacağı şeyler sadece daha çok canımı yakacağı için cesur olmalıydım.
“ Ne istersen.” Rahatlamak yerine daha çok endişelenecek kadar zekiydi. Ellerimi tutarak beni koltuklardan birine oturttu.
“ Bununla başa çıkamıyorum. Lütfen, bununla başa çıkmamı bekleme benden. Ne hissettiğini biliyorum, seni kaybettiğimi sandığımda aynısını hissetmiştim. Ama Nisan kimse benim ne hissettiğimi tam olarak anlayamaz. Sen bile anlayamazsın, Derin’in gittiğini hayal edebiliyor musun? Birlikte büyüdüğün dostunun, aşık olduğunun kişinin birden, hiç hak etmezken, hiç hak etmediği şekilde ellerinden kayıp gittiğini hayal edebiliyor musun?” Kendi sesimi bu kadar uzun bir konuşma içinde duymayalı uzun zaman olmuştu. Çatallı ve kısık geliyordu kulağa. “Nisan, bunu kabullenemiyorum. Bunun gerçek bir kaza olmadığını, kimin ne amaçla yaptığını biliyorum ama elim kolum bağlı. Çünkü benim onun karşısına dikilecek yeteneklerim yok. Hayatıma devam edecek kadar bile yeteneğim yok. Bunu bilerek yaşayamam. Onun nasıl gittiğini aklımdan çıkaramıyorum.” Durup titreyen çenemin konuşmama devam edebileceğim kadar gevşemesini bekledim. “ Ama sen benim için çıkarabilirsin.”
“ Hayır.” Cevap vermek için düşünmemişti bile. Ellerini sinirlenip çekmesini bekledim ama aksine bana daha da sıkıca tutundu. “ Hayır Arda. Bu kendinde olsan isteyeceğin bir şey değil.”
“ Bu işe bulaştığımız zaman o başkan, Oğuz, bir söz verdi. İstediğimiz zaman anılarımızı temizleyip sıradan hayatımıza dönebileceğimizin sözünü verdi. Beni bunun için gidip ona yalvartma. Bunu senin yapmanı istiyorum.” Ne kadar kararlı olduğumu, başka bir çıkış bulamadığımı görmesini istiyordum. “ Devam etmem gerektiğini söylüyorsunuz ama bunu yapmazsanız yapamam.”
“ Kaç yılın hayatından silineceğinin farkında mısın?! O yılların içinde Hilal’e dair milyonlarca bir daha asla yaşayamayacağın anılar var. Gidişiyle hiçbirimiz başa çıkamıyoruz ama çözümü varlığını da yok etmek değil.” Sesi titremesine rağmen güçlüydü.
“ Onu silmeni istemiyorum. Bunu beni öldürsen bile kabul etmem Nisan. O anılar ondan bana kalan tek şey… Ben sadece Ayas’ın sana yaptığı gibi anılarımdaki ayrıntıları değiştirmeni istiyorum. Ben sadece… Ben sadece bu yalan bile olsa onun huzurlu olduğuna inanmak istiyorum. Karşısında hiçbir şey yapamayacağım kaçık biri yüzünden bir patlamada öldüğünü değil, bir kaza sonucu normal insanlar gibi ama huzur içinde gittiğine inanmak istiyorum.” Nisan ellerini çekerek başını sardı. Sarsılan sırtından sessizce ağladığını anlayabiliyordum. “ Daha önce ona da söylemiştim. Ben sizin gibi değilim, olmak için her şeyden vazgeçebilirdim ama değilim. Siz güçlüsünüz, Hilal güçlüydü. Kullanabileceği tek silah bir şırınga bile olsa onunla Walker’ı öldürebilirdi. Ama ben yapamam, o yanımda yokken hiçbir şey yapamam. Gücü, öfkeyi, kini, intikamı hissetmiyorum. Hatta istemiyorum. Ben hayattan sadece Hilal’i istedim ve o gitti… Walker’ı öldürmek onu geri getirmeyecek. Zaten bunu bana bırakacağını hiç sanmıyorum.
Ona korkmamasını söyledim. Ona bu şekilde yaşayamayacağını, bir sonrakinin ben ya da o olacağını düşünerek devam edemeyeceğini söyledim. Ne olursa olsun yanında olacağıma söz verdim. Peki o korku içinde koşarken, alevlerin üzerine geldiğini görürken ben neredeydim? Çığlık atarken neredeydim?! Ona beylik laflar edip kalbini açmasını sağladıktan sonra o ölürken BEN NEREDEYDİM?” Nisan ellerini çekerek ıslanmış yüzünü yavaşça bana çevirdi. “ Kendime artık insan bile diyemiyorum. Ne olduğumu bilmiyorum. Birine en çok ihtiyaç duyduğu anda Hilal’in yanında değildim. Son nefesini verirken yanında değildim. Ne dost, ne sevgili, ne Arda ne de insan olabilirim artık.” Nisan’la birbirimizin gözlerinin içine bakıp orada çözüm aradığımız uzun bir sessizlik oldu. Ne demek istediğimi o da anlamazsa kimsesiz bir çocuk gibi ortada kalacağımı biliyordum. Dudağını ısırarak gözlerini sildi. Yeniden ağlamaktan korkuyormuş gibi çabuk bir hareketle yeniden bana sarılıp ayağa kalktı. Kapıya doğru neredeyse koşmuşken eli kulpta öylece kalakaldı.
“ Sadece tek bir anı… Kabul ediyor musun?” Başımı salladım. “ Bunu ben yapamam. Benim için… Fazla. Anlıyor musun? Abimden yapmasını isteyebilirim. Burada bekle, ikna etmem biraz zaman alabilir.” Hiçbir cevap beklemeden dışarı çıkarak kapıyı ardından çarptı. Çıkan ses kafamın içinde yankılanıyordu. Eğer fırsatım olsaydı Hilal’den bunu kaldıramayacak kadar zayıf olduğum için özür dilemek isterdim. Acısı beni öldürse de zihnimden tamamen koparılmasına izin veremezdim. Ama sırf arkasından gidip onu durdurmadığım için… Yapamıyorum Hilal, sen yanımda olmadığında hiçbir şey yapamıyorum.
“ Bunu yapma.” Karşı koltukta birden beliren Aiden’ı görünce sıçradım. Ne zamandır oradaydı? Hayalet formunda konuşmanın tamamını dinlemiş miydi? “ Bunu yapma.” dedi tekrar.Yüzü o yaşta bir çocuktan beklemeyeceğim kadar ağır bir hüzünle kaplıydı. “ Hiç yararı yok. Nasıl öldüğü önemli mi? O öldü. Bu değişmeyecek.”
“ Aiden…” Onun gibi küçücük bir çocukla yarı ölü bile sayılsa bunu konuşmak istemiyordum. “ Lütfen kafanı bunlarla doldurma.”
“ Neden herkes onun mutsuz olduğunu düşünüyor?” Birden hüznünün yerini öfke almıştı. “ Oraya gitmesi sayesinde Kuzey’in hayatı kurtuldu. O, çok sevdiği biri için öldü. Onu kurtardığını bilerek senin istediğin gibi huzurla öldü. Hilal bir kahraman ve sen onu ölen öylesine biri yapmaya çalışıyorsun. Sırf korkak olduğun için. Sıradan biri olarak araba çarpmasıyla ölmesi seni mutlu mu edecek? Sen onun ölümünü değil, onu değiştirmeye çalışıyorsun.” Koltuktan kalkıp karşıma dikildi. “ Bu yaptıklarının onu ne kadar üzdüğüne dair bir fikrin var mı?” Tek kelime etmeme izin vermeden buharlaşarak yok oldu.
Nisan
“ Sence gerçekten doğru olan bu mu?” dedi abim sonunda pes ederek. Mutfak tezgâhına yaslanmış vazgeçmemi beklercesine yüzüme bakıyordu.
“ Önemli olan bence ne olduğu değil. Eğer bununla gerçekten baş edebilecek olsaydı buraya gelmezdi. Tek bir anı. Değiştirip gerçeğini mühürleyebilirsin. Bir gün, her şeyi kaldırabilecek duruma geldiğinde mührü kaldırabiliriz. Bunu yüzlerce kez yaptın. Bunu benim için yaptın, onun için de yapamaz mısın?” Cevap vermek için ağzını açtığında Derin uzanarak omzunu tuttu.
“ İtiraz etmeden önce anlamaya çalış. Bunun nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyorsun.” dedi Derin. Aslin’nin rahatsız kıpırdanmaları ve iç çekişleri dışında koca ev sessizliğe gömülmüştü sanki. Abim doğrulurken ifadesinden pes ettiğini anlamıştım.
“ Önce onunla konuşayım. Eğer hala ısrarcı olursa bunu yapacağım anlaştık mı?” Ona kabul ettirebildiğim için mutlu olmam gerekirdi ama değildim. Üçümüz Arda’nın yanına gitmek üzere kapıya gelmiştik ki Aislin homurdanarak aramıza katıldı.
“ Aiden Arda’nın yanında. Umarım canını sıkacak bir şey yapmamıştır.” Aiden Hilal’i çok severdi ama ne yazık ki onun ölümüne üzülen birilerini gördüğünde tepesi atar ya ortadan kaybolur ya da o yaşta bir çocuktan nasıl çıktığını anlamadığınız sözler söyleyerek sizi yerinize çivilerdi.
Normalden hızlı adımlarla koridoru geçip odanın kapısını açtığımızda Arda’dan başka kimse yoktu. Odanın ortasında tek başına dikiliyor, karşısındaki boşluk ona bir şeyler ifade ediyormuş gibi yoğun bakıyordu. Omuzları gerilmiş, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Düzensiz ve hızlı nefesler alıyordu.
Arda ağlıyordu… Hepimiz, kendisi bile bir daha bunu yapamayacak kadar gözyaşı döktüğünü sanıyorduk ama ben çıktıktan sonra ne olduysa, Aiden ne dediyse Arda’nın yüreğine hapsolan yaşlara dek ulaşabilmişti.
“ Arda, Aiden ne dediyse çok ama çok özür dilerim.” Aislin hepimizden önce davranıp öne çıktı. Arda’yı böyle görmek sanki onu yıkmıştı. Belki de ablası olarak Aiden’ın her ne yaptığını düşünüyorsa sorumluluğu almak istiyordu. O Aiden’la ilgili savunma yapıp af dilerken Arda bir rüyadan uyanır gibi dakikalar sonra onun orada olduğunu fark etmişti.
“ Ais… Burada birini görüyor musun?” dedi. Sesi fısıltı gibiydi ama saklanamaz bir heyecan, dehşet ve umut vardı. Bunların hepsini birden hissediyor olması imkânsızdı.
“ Ne?” Aislin anlamamış gibi gözlerini kırpıştırdı. “ Ben… Hayır, kimse yok. Aiden’ı soruyorsan şu an hayalet çocuk olarak burada dolaşmıyor.”
“ Ama onun burada olduğunu hissettin öyle değil mi? Yanında biri var mıydı?” Arda suyun altında gibiydi. Dikkatli baksam konuşurken ağzından çıkan kabarcıkları görebilecektim. Hareketleri su onu engelliyormuş gibi yavaştı.
“ Hayaletlerden mi söz ediyoruz?” diye araya girdi Derin. Aislin bu konu onu çok utandırıyormuş gibi gözlerini kapamıştı.
“ Ona bunu yapmamasını söylüyorum, çok özür dilerim. Aiden’ın hayalet arkadaşları var. Burada görüşmemesi konusunda onu uyarıyorum. Ama bazen onun bile tanımadığı ruhlar evin arazisinde dolanabiliyor. Yani, bunlar hayalet onlar için bir sınırlama yok ki. Aiden’la birlikte bir tanesinin yine buralarda dolandığını hissettim ama biz odaya gelmeden önce yok oldular. Gerçekten çok özür dilerim.” Korkunç olsa da kimse şaşırmış görünmüyordu. Güvenlik sistemimiz hayalet geçirmez değildi, en azından şimdilik. Kuzey üzerinde çalışıyordu ve Aislin’in dediği gibi onlar hayaletti. Bir yerlere girmek için izne ihtiyaçları yoktu.
“ Hayaletler nasıl oluşur? Ölen herkes hayalet mi olur?” Arda Aislin’in son cevabıyla başını sudan çıkarmış, tüm dikkatini ona vermişti. Aislin’se konunun nereye gittiğini anlamaya çalışarak bir bize bir Arda’ya bakıyordu.
“ Yani… Emin değilim. Edinburgh’de karşılaştığımız hayalet bize pek çok sebebi olabileceğini söylemişti ama ölen herkesin de bu şekilde dünyaya bağlı kalmadığına eminim. Bütün bunları neden merak ediyorsun?” dedi Aislin. Arda dönüp ıslak gözleriyle bana baktı. Gülümsemeli mi yoksa tüm odayı birbirine katarak ağlamalı emin değilmiş gibi dudakları titriyordu.
“ Senden istediğim şeyi boşver. Lafımı geri alıyorum.” dedi. Vücudu tehlikeli bir şekilde titremeye başlayınca abimle Derin öne atılıp yere düşmeden onu yakaladılar.
“ İyi misin, sorun ne?” dedi Derin onu koltuğa oturturken. Arda başını iki yana salladı.
“ Değilim. Kesinlikle değilim.” Bu tüm gücünü tüketiyormuş gibi başını kaldırarak Aislin’e baktı. “ Kardeşin bana Hilal’i ne kadar üzdüğüme dair bir fikrimin olup olmadığını sordu. Şimdi bana bir cevap verin, Aiden’ın hayalet arkadaşlarından biri Hilal olabilir mi?”
Yorumlar