-11-
Tara
Kapının önünde gözlerini kırpıştırarak bana bakan genç çocuğun yüzündeki dehşet kim olduğumu bildiğini gösteriyordu. Kısa bacakları bana doğrulttuğu silahın ardından titriyordu. En fazla on dört, on beş yaşlarındaydı. Amacım ne onu korkutmak ne de yüzünden akan terlerle yerde bir gölcük oluşturmaktı ancak önümden çekilmesi gerekiyordu. Canım yanıyordu, canım sandığımdan çok daha fazla yanıyordu. Öyle ki karşımdaki masum çocuğun bile canını yakmak istiyordum. Burada kimsenin birkaç kişiyi öldürsem bile bana zarar veremeyeceğini biliyordum. Acıma denk gelecek biri ya da bir sayı var mıydı ki? Yoktu… Bunlar hayatlarını daha iyi yapma şansı arayan bir grup insandı. Soterios bunu daha iyi anlamamı sağlamıştı.
Yine de dikkatli olmalıydım. Diğerlerinin yokluğumu fark etmesi uzun sürmezdi. Kaybettiklerine rağmen hala kaybedecek çok şeyi olan biriydim ve Walker’a da benden farksız olmadığını hatırlatmak üzereydim.
Harekete geçerek çocuğun önünde dikildiği kapıya doğru ilerledim. Hayır, bunu hırsız ya da kâhin olarak yapmayacaktım. Ruhumu çıkarıp bir anda onun yanına ışınlanmayacaktım. Bunu Tara olarak yapacaktım. Bana durmamı söyleyen çocuğun gözlerine bakmamla yere yığılması bir oldu. Kalıcı hasarlar yoktu. Ben işimi görene kadar hepsi biraz uyuyacaktı.
Ben derinlere indikçe insanlar karşıma çıkmaktan vazgeçip geçmem için kızıl deniz gibi iki yana ayrılmaya başlamıştı. Şaşıranlar, anlamlandıramayanlar ve dehşete düşenler vardı. Hepsi Jinan’daki tiyatroyu ve ikizlerin kaçışını biliyordu. Olaylar bu kaçaklar arasında Stheno’nun dediğine göre hızlı yayılıyordu. O halde birkaçı neden burada olduğumu da bilebilecek kadar zeki olmalıydı.
Atina’nın yer altına indikçe nefes almam zorlaşıyordu. Oysa içerisi gereksiz derecede iyi havalandırılmış ve döşenmişti. Walker’ın kaç yaşında olduğu düşünülecek olursa gücünü binaları ve yapıları kullanarak göstermeye çalışması garip kaçmazdı. Garip kaçan baş düşmanları sandıkları benim, yanına hiçbir şey ve hiç kimseyi almadan buraya gelmiş olmamdı.
Sola dönerek iyi aydınlatılmış bir koridora girdim. Henüz iki adım atmıştım ki koridorun ucundaki kapı savrularak açıldı. “ Aman Tanrım, gerçekten sensin.”dedi Walker kapının önünde ne yapacağını bilemez şekilde dikilirken. Kusmak üzereydim. Vücuduma dalga dalga yayılan öfke Walker gibi bir kahin tarafından hissedilebilecek cinstendi. İlk defa onun karşısında dikilirken korkan tarafın ben olmadığımı hissediyordum. Açık kapılardan bizi izleyenleri yok sayarak ona doğru ilerledim. Ne adımlarımı yavaşlatma ne de öfkeden hızlanan nefesimi düzenleme gereği durmadım. Neden geldiğimi biliyordu. Nelere mal olacağınıysa öğrenmek üzereydi.
Walker’ın küçülen gözbebeklerine onları delercesine gözlerimi diktim. Ağzını açmasına fırsat vermeden o hiç orada yokmuş gibi yanından geçerek Derin’le Ayas’ın iki hafta önce Stheno’yu kurtardığı odasına girdim. İçeride yüzüme bile bakmaktan çekinen bir düzine kadar insan el pençe divan durmuş Walker’a mı bana mı olduğunu bilmediğim bir çeşit saygı duruşuna geçmişti. Walker odaya geri dönerken ifadesi tokat yemiş gibiydi.
“ Herkes dışarı. Onunla yalnız konuşacağım.”dedim ve direk başları eğik gruba hitaben ekledim, “ Sakın aptalca bir şeyler çevirmeye kalkışmayın. Ben Ay Işığıyım. Walker’dan daha güçlü olduğumu kanıtlamak için başka bir şeye ihtiyacım yok. Bana karşı yapmaya çalışacağınız en ufak girişimde burayı ve içindeki herkesi kendimle beraber yakıp kül ederim.” Kendimle beraber kısmını vurgulayarak Walker’a döndüm. Yüzüne düşen saçların şimdiden terden ıslandığını gördüm. Eliyle herkese çıkmasını gösterip arkalarından kapıyı kapattı.
“ Özür dilerim.” dedi arkasını dönmeden. Sanki özrü beş para edermiş gibi. Yutkundum. Sanki özrü Hilal’i geri getirirmiş gibi… Arkasını dönmesini fırsat bilerek belimdeki Kuzey’den arakladığım bıçaklardan birini çektim. “ Neden geldiğini biliyorum ve özür dilerim Tara, amacım bu-“ Arkasını dönüp ne yaptığımı fark ettiğinde yüzünde oluşan o dehşet ve korku dolu ifade… O ifade her şeye değerdi.
Sol kolumun üstünde dikkatlice açmakta olduğum kesiği bitirip ona gülümsedim.
“ Canı çok acıyor olmalı Adam.” dedim deli denebilecek bir ifadeyle gülerek. Walker beni durdurmak bıçağı elimden almak için bir hamle yapınca alevlerimle onu karşıdaki kitaplığa yapıştırdım. Aynı alevleri kendimi onun bana ulaşamayacağı bir çember yapmak için kullandım.
“ TARA!” Sesindeki korku içimdeki bir şeyleri tetikliyordu. “ Tara, saçmalama! Kendine böyle zarar veremezsin bırak o bıçağı ve konuşalım!” Ellerini yalvarırcasına bana uzatırken ben çektiğim tüm acıya rağmen gülümsedim. Elimi kaldırıp süzülen kanın yavaşça parmaklarıma ulaştığı sol kolumun bu sefer alt kısmına sapladım. Walker’ın çığlığı neredeyse fiziksel bir acı çektiğini kanıtlar nitelikteydi.
“ Biliyor musun, bunu düşündüm. Hem de çok uzun zaman düşündüm. Senin yaptığını biliyordum. Hilal’i Kuzey’in yanında gördüğümde de, cenaze töreninde de, günler ve geceler boyunca da bunu düşündüm. Sana aynısını nasıl yaşatabileceğimi, senden nasıl intikam alabileceğimi düşündüm. Beni diğerleri gibi dağılmadan tek parça halinde tutan tek şey bu oldu.” Bıçağı çekip kanın süzülmesine izin verdim. “ Gerçekten değer verdiğin şeyin ne olabileceğini düşündüm. Aslında cevap çok basitmiş değil mi?” Walker alevlerin önünde dizleri üstüne çökmüştü.
“ Tara, yapma… Yalvarırım sana yapma, ne istersen yaparım!”
“ Hilal’i geri getirebilir misin?!” Öfkeyle bağırdım. İkimizin de farklı sebeplerden olsa da gözleri dolmuştu. “ Komik, kanım akıyor ama canım acımıyor. Çünkü kendimi ne kadar deşersem deşeyim acı asla içimde hissettiğime yaklaşamıyor.” Güldüm. “ Ama aynı şeyi Arya için söyleyemem Adam, onun için bir seviye söz konusu değil. Çektiğim her acıyı benimle birlikte çekiyor.”
“ Tara, yalvarırım alevleri geri çek. Bırak kanamanı durdurayım. Çok kan kaybediyorsun!”
“ Haha, neden? Ben ölürsem bir sonraki reenkarneyi bulman kim bilir kaç yüzyıl sürecek? O arada tarihe karışıp yok olacaksın. Yaptığın her şeyin başarısı Adam, benim hayatta kalmama bağlı.” Bunu gerçekten o kadar uzun süre düşünmüştüm ki… Mantıklı olup olmaması umurumda değildi. O benden arkadaşımı çalmıştı. Yaptığım şey ona benim çektiğimin yarısını bile çektiriyorsa kolumu paramparça edip önüne atabilirdim. Yaptıklarımın gerçekten Arya’yı etkileyip etkilemediğini bile bilmiyordum. Ancak öyleyse buna dayanıp benimle aynı safta olduğu için ona borçluydum.
Düşündükçe bu yaptığım daha çok kafama yatmıştı. Beni öldüremezdi. Arya’ya zarar gelecek en ufak bir şey yapamazdı. Aynı sebepten beni burada kilitli de tutamazdı. Alevlerimle her yeri yakıp çıkabilirdim. Şu an onun kıymet verdiği, önemsediği ve yokluğunda acı çekeceği tek şey bendim. Bu yüzden girdiğim gibi çıkmama da izin verecekti. Beni, Arya’yı bu şekilde istemiyordu. Onu seviyordu. Hala hayal kurup onun için her şeyi düzenlediğinde Arya’nın ona kendi ayaklarıyla gelmesini umuyordu. Ben olmazsam bunu yapamazdı.
“ Tara, o yaraları sarmama izin vermezsen Ayas’a ve diğerlerine ulaşmak zorunda kalırım. İsterlerse gelip burayı yıkabilirler bile umurumda olmaz! Seni ikna edebilecek kişi oysa bunu yaparım Tara!” Tıpkı düşündüğüm gibi onun üzerinde böylesine büyük bir etkim olması beni tatmin ediyordu. Sırf bu yüzden mazoşist olabilirdim.
“ Neden?” dedim hıçkırarak. “ NEDEN HİLAL?” Bıçağı tekrar havaya kaldırıp indirmek için hazırlanırken söylediği bir şey beni durdurdu.
“ Bilmiyordum!” dedi çaresizce. “ Sana yemin ederim Tara bilmiyordum! Bana Aislin’in gördüklerini raporladılar ve… Ve aslında ölmesi gerekenin Kuzey olduğunu söylediler. Sence ben Kuzey’i öldürmek ister miyim? Onun gibi yetenekli birini?” Bıçağı indirmemem onu rahatlatmış gibi günah çıkartmaya devam etti. “ Bana güvenemezsin biliyorum, beni kötü adam gibi görmek istiyorsun biliyorum ama değilim! İkizleri alan sizdiniz ve bu yüzden programda aksamalar oldu. Patlamanın orada olmaması gerekiyordu.”
“ Vereceğin cevap bu mu yani? Onu değil başka insanları öldürmeyi planlıyordum, programda aksama oldu affedersin mi?” Konuştukça üstünlüğümü kaybediyormuşum gibi rahatsız edici bir hisse kapılmıştım.
“ Hilal bir insandı ve evet insanlara savaş açtım. Ama amacım yeryüzünden hepsini silmek değil, bize itaat etmelerini sağlamak. Hilal’e neden zarar vermek isteyeyim? Sana yardımı dokunmuş biriydi, yaralanırsan seni kurtarabilecek biriydi. Bana bile yardım etmişti! Hilal ve Arda’nın ölmelerine hiçbir zaman için gerek yoktu. Arya seninle birlikte yaşıyor. Sana yakın insanların ölümünün onu nasıl etkileyeceğini hesap etmediğimi mi düşünüyorsun? Yaptığım her şeyi Arya için, senin için yapıyorum Tara. Bilseydim buna asla izin vermezdim. Ben kötü biri değilim. Sadece amacı olan biriyim. Şimdi lütfen o yarayla ilgilenmeme izin ver.” Alevleri geri çekmesem de bıçağı indirdim.
“ Sen katilsin Walker… Sen her şeyi kendi için yapan Hilal’in ve diğer yüzlerce masum insanın katilisin.” Bıçağın iki yüzünü de kolumdan akan kana sürerek onu kırmızıya buladım. “ Buna baktıkça beni hatırla Walker. Buna baktıkça Arya’nın hayatının benim elimde olduğunu ve artık canımı yakarsan senin canını nasıl yakabileceğimi bildiğimi hatırla.” Bıçağı arkamdaki koyu renk ahşap kitaplığa tüm gücümle sapladım. Yarattığım sarsıntıdan birkaç kitap alevlerime düşerek yok oldu. Çok önemli kitaplar olmasını umarak yeniden ona döndüm. “ Baktıkça yeteneklerine güvenmemen gerektiğini hatırla. Yenileyeceğin her bedeni tekrar tekrar yok etmek zorunda kalsam bile Adam, bu bıçağa baktıkça seni bir gün öldüreceğimi hatırla.” Daha fazla kan kaybetmenin riskli olacağını bildiğim için alevlerimle bulunduğum yerden beni yukarı çıkaracak bir boşluk açtım.
Her şey geri döndürülemez biçimde değişmişti. Walker bizden sadece Hilal’i çalmamıştı. Arda’nın hayatını, Nisan’ın gülümsemesini, Kuzey’in akıl sağlığını… Hepimizin içinde korkunç bir kasırga vardı ancak kimse o üçü kadar kötü olduğunu söylemeye cesaret edemezdi. Arda iki haftadır ailesinin onu zorlamasıyla ancak hayatta kalabilecek kadar yemek yiyordu. Mersin’e, eve dönmüştü. Her gün yanına gitsek de bir etkimiz olmuyordu. Sesini en son Hilal’in cenazesinde ailesine sarılırken duymuştum. Sonrasında susmuştu. Gözleri her daim kırmızıydı, ama artık ağlayamıyordu bile. Gözyaşları dâhil içinde ne varsa bir deniz gibi çekilmişti. Arda’nın kumsalları kimsenin girmeye cesaret edemediği çöllere dönüşmüştü. Ölümün en hayat dolu, en neşeli insan üzerindeki etkisi bile yakıcıydı. Geriye hiçbir şey bırakmıyordu. Kuzey nispeten düzelmeye başlasa da titreyen elleriyle ilk hafta kalem bile tutamıyordu. Sürekli boşalan kollarına bakıyor, elleri ona en ihtiyacı olduğunda ihanet etmiş varlıklarmış gibi kullanmayı reddediyordu. Ayas kendini tamamen organizasyona adamıştı. Herkes için güçlü görünmeye ve devam etmeye çalıştığını biliyordum, tıpkı Derin’in neler hissettiğini bildiğim halde Nisan’ın yanında dimdik durması gibi. Herkesten daha çok etkilenmesinden korktuğumuz Aiden, Hilal’i çok sevmesine rağmen olanları en sakince karşılayanımızdı. Sanki bu kadar üzülmemizi anlayamıyordu. Ölüm onun için bir son değildi. Hayatının yarısını buraya sıkışmış hayaletlerle geçirdiğini düşünecek olursak bu dinginliği açıklanabilirdi. Ama Hilal gitmişti… Bir daha onun bile göremeyeceği şekilde gitmişti.
İstanbul merkezin hastane kanadına gidip kendimi diktirmiştim. Görevli doktor dikişleri atarken oturduğum sedyede bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamıştım. Adam beni uyuşturduğunu, canımın bu kadar acımasının imkânsız olduğunu söylemişti. Bilemezdi… Bu tarz şeyleri hep Hilal yapardı. Yaparken bizi azarlar, ona pratik için bu kadar iş çıkarmak yerine kendimize dikkat etmemizi söylerdi. Adam büyük bir dikkat ve özenle derimi birbirine bağlarken canım hiç bu kadar acımamıştı. Hiçbir dikiş hala çok taze olan bu yaranın üzerini kapatamayacaktı.
Diğerlerinin görecekleri tek şey bandajlarım olacaktı. Altında herhangi bir şey olabilirdi. Kimse kâhin olduğum için zihnime girip de ne olduğunu öğrenmeye kalkamazdı. Bu benim sırrım olacaktı, hepimizin sırları vardı. Tıpkı Nisan’ın Arya’dan öğrendiği halde bizimle paylaşmadığı sırlar gibi. Sorun değildi, kendine saklayabilirdi. Walker’ın nasıl öldürüleceğini bildiği takdirde tüm hayatını bizden saklayabilirdi… Ve Hilal’in mezarı başındayken beni bunu bildiğine, onu bizzat kendi elleriyle öldüreceğine dair temin etmişti.
Bu yeterliydi.
Kommentare