-30-
Jay
“ Bunu aklım almıyor.”dedim sinirle kapıya koordinatları girerken. “ Organizasyonun sahip olduğu bütün imkânları kullandım. Her bir uyduyla onları onlarca kez aradım. Düş kapanları ve iz sürücülerden bahsetmiyorum bile! Nasıl olurda biz onların yerlerini saptayamıyorken küçücük bir çocuk çıkıp onların yerini haritada tereddüt dahi etmeden gösterebilir?” Kapıdan odaklamayı bitirdiğini belirten klik sesi geldiğinde Derin iç çekip yaslandığı duvardan ayrıldı. Tara’nın yetenekleri ve Hilal’in uğraşları sayesinde şu an çok daha iyiydi.
“ Sen de Kuzey’in haklı olduğunu düşünmüyor musun?”dedi yavaşça başıyla Hilal’e heyecanla bir şeyler anlatmakta olan Aiden’ı göstererek. İç çekme sırası bendeydi.
“ Başka tülü Nisan’ın yerini bilmesine imkân yoktu ki Derin… Tara’yı da duydun, aralarında bir bağ var ve Aiden muhtemelen kâhin olduğu için bu hayali bağı Tara’yla Nisan’dan daha güçlü hissediyor. O Ay Işığı değilse kimin olabileceğini bilmiyorum…” Bu yine de neden Walker ve Nisan’dan bizim hiçbir iz bulamadığımızı açıklamıyordu.
“ Artık bir şeyleri sorgulamak için çok yorgun hissediyorum Ayas… Sumire’nin yanına gittiğimizden beri kaç gün oldu? Dört mü? Bu süreç boyunca neredeyse hiç uyumadık, dinlenmedik, düşündük. Şimdi ona son iki yıldır hiç olmadığımız kadar yakınız. Tek istediğim onu geri getirmek, neyin neden olduğunu artık ancak o karşımda otururken düşünebilirim.”dedi Derin. Haklı olduğunu bilerek kapıyı açtım.
“ Hadi millet, gidiyoruz.”dedim ışığa karşı elimi gözlerime siper ederken.
“ Siz gidin. Benim Kuzey’in yanına gitmem gerekiyor.”diye araya girdi Aiden. Ablasının kaşları çatılmış ona kuşkuyla bakmıştı.
“ İyi de daha yeni geldin.”
“ Ona hala anlatmadığım şeyler var…”Aiden, Aislin’e suçluluk dolu bir bakış attı. “ Üzgünüm Ais… Bunu sadece ona söyleyebilirim. Geçen sefer gördüklerini size anlatmak için hemen buraya gelmem gerekti ama şimdi hani şu önemli konuyu… Artık onunla konuşmam lazım. Çok geç olmadan yani.” Aislin ona kızmak için kendine sadece bir saniye tanıdı. Kıvırcık turuncu saçının gözünün önüne düşen bir tutamını oflayarak geriye attı.
“ Pekala, aceleci davranma ve-“
“ Ve dikkatli ol. Olurum Ais merak etme.” Aiden çabucak ablasına sarılıp Hilal’e el salladıktan sonra rüzgâra karışmış gibi yok oluverdi.
Gördüğüm onca şeyden sonra hala beni şaşırtabilecek olayların var olduğunu bilmek ilginç bir duyguydu.
Herkesin geçmesi için kenara çekilirken Aislin’in kolunu tutarak onu durdurdum. Bir an irkilerek yerinden sıçrayınca benden hala çekindiğini anladım.
“ Onu tek başına göndermek güvenli mi?”dedim özür diler gibi elimi havaya kaldırıp geri çekilirken. Aislin’in yüzündeki gergin ifade hemen yumuşamıştı.
“ Sorun değil. Aiden bu her ne kadar üzücü bir durum olsa da her şart altında başının çaresine bakmayı bilir. Son iki yılımızdan bahsettim. Kolay değildi.” Anladığımı belirtmek için başımı salladım. Sadece yardım etmeye çalıştıklarını biliyordum ama temkinli olmak zorundaydım. İçimizden birinin her zaman en kötü senaryoyu düşünmesi gerekiyordu. Yine de en kötü senaryom bile Aislin’e olmaya çalıştığı abla figürü için saygı duyduğum gerçeğini değiştirmiyordu.
Tünelde konuşmadan hızlı adımlarla ilerliyorduk. İçimde tam adlandıramadığım garip bir his vardı. Başımıza gelen her şeyin rastlantı olduğuna inanmak her geçen saniye daha da güçleşiyordu. Sanki her birimiz kendimize biçilen karakteri oynuyor ve senaryoya göre bire bir ilerliyorduk. Aislin ve Aiden’ın ortaya çıkışı bu şüphelerimi kuvvetlendirmişti. İhtiyacımız olan şey ya kucağımıza düşüyor ya da çok da başarılı olmayan bir kılık değiştirmeyle duvarların arkasından bizi gözetliyordu. Walker’ın Sardes’te bahsettiği şey işte tam olarak buydu. Rastlantı değil güzelce kurgulanmış hem çok basit hem de algılaması zor bir plandı.
“ Şimdi, diğer iki arkadaşınızı bulup sonra Kaz dağlarına gidiyoruz öyle değil mi? Arkadaşınızın ruhunun nerede olduğunu öğrenebileceksiniz.”dedi Aislin. Sessizlik onu geriyormuş gibi konuşmaya çalışıyordu. Herkes başlarını sallayıp onu onaylarken ben karşı çıktım.
“ Hayır.” Derin bir an için duraklayıp bana baktı. Sonra durmak için fazla sabırsız oluşundan olsa gerek yürümeye devam etti.
“ Neden? Daha önemli bir işin mi var Ayas?”dedi kinayeli bir şekilde. Onu yargılayamazdım. Sabırsızlanıyordu. Ben de en az onun kadar artık beklemek istemiyordum ama aramızdaki fark Tara’yı neredeyse öldürecek konuma düştüğümde aklım başıma gelmiş ve olaylara bir adım geriye çıkıp bakmaya başlamıştım. Derin’in bunu şu durumda yapabilmesi için aldığı bıçak yarasının yeterli olmadığı su götürmez bir gerçekti.
Eğer plan buysa, bizden beklenen Nisan’la Walker’ı bulup yolumuza devam etmekti. Oysa hızlı olabilmek için atladığımız büyük boşluklar vardı. Devam ettiğimiz sürece dolmayacak boşluklar… Ve belki de özellikle birilerinin atlamamızı, irdelememizi istediği boşluklardı.
Paranoyak olup her şeyin bir plan olduğunu düşünürsek, bu bizi sadece ileriye savuran bir oyundu. Geri hamle yapma lüksümüz yoktu çünkü zaman işliyordu. Ama bu bizim için geçerli olduğu gibi karşı taraf içinde geçerliydi. Zaman hızla akıp giderken mutlaka bir yerlerde ilerlemek için birkaç piyon feda etmiş, açık vermiş olmalıydı.
“ Kısa bir ziyaret diyelim… Ethan’ın geçmişine.”dedim geçidin sonuna geldiğimizde. Derin bana delirmişim gibi bakıyordu.
“ Ona bu kadar yaklaşmışken Japonya’ya gidip DNA’ya bakmak istiyorsun yani? Aklını mı kaçırdın? Tara’yla kendinize gelmeniz ne kadar vaktinizi alır farkında mısın?”
“ Tabii ki farkındayım. Bu yüzden Japonya’ya gitmeyeceğiz. Sadece onun evine gideceğiz.”dedim kapının kolunu aşağı indirirken. İtmeden önce dönüp bir adım gerimdeki Aislin’e baktım.
“ Yeteneğim bir hafta süreyle işe yarıyor demiştin değil mi?” Başını sallayarak beni onayladı. Ne olduğunu anlamış gibi dudaklarının kenarları yukarı kıvrıldı. Bize son iki senesini yeteneklerini gizli tutma karşılığında dedektifler için cinayet mahallerini tarayarak geçirdiğini anlattığından beri aklımdan geçen tek bir şey vardı.
“ Kısa süreceğinden emin olabilirsin.”dedi. Onu ilk gördüğümüz andan beri sesi ilk defa bu denli kendinden emin çıkıyordu. Kafasından geçenleri az çok tahmin edebiliyordum. Yeteneklerini kullanarak işe yarar bir şeyler yaptığını bilmenin verdiği bir özgüven vardı.
Tahmin edemediğimse bu satranç tahtasında iki tarafında aynı şahı korumaya çalışan hamlelerinin sonucunun ne olacağıydı. Nisan’a zarar verebilecekleri pek çok fırsatları olmuştu. Ay Işığı olsa bile neden onun geri gelmesiyle bu kadar ilgileniyorlardı?
Ne kadar düşünürsem şah mat fikri o kadar saçma geliyordu. Belki de bunun bizim korumaya çalıştığımız şahla bir alakası yoktu. Farklı çıkarlar aynı piyonlar üzerinden dönüyordu. Birinin özenle kazanmak için hazırladığı tahtaya başka oyun tahtasından alınıp yerleştirilmiştik. Sadece yanlış zamanda, yanlış yerde oluğumuz için oyuna dâhil olmuş olabilir miydik? Bizim için belki, ama karşı taraf için hiç sanmıyordum… Birilerinin tam istediği zamanda istediği yerde oluyorduk. Her hamlemiz biliniyordu.
Peki ya kendi oyun tahtamızdaki şah, artık bambaşka bir taşsa? İki farklı oyunun karıştığı yerde bakan herkesin farklı gördüğü taşlar varsa… Aslında iki farklı hamle hakkımız varken sadece karşı tarafın zorunda olduğumuzu sanmamızı istediği hamleleri yapıyorsak? Bu yüzden her seferinde ne yapacağımızı biliyorsa… Hiçbirimiz altımızdaki oyun tahtasının değiştiğinin farkında değilsek?
Tüm bunları kuran, cevaplara sahip olan tek kişi gerçek oyunun gerçek şahı olabilirdi ve veziri öne sürmek varken neden tüm tahtaya hâkim olduğu yerini terk edeydi ki? Nasılsa kimse onu mat etmeye uğraşmayacaktı. Kimse kendi kendini mat etmeye çalışmazdı… Ya saldırır ya da taşlarını savunurdu… Kimse kendi taşını kendisi yemeye kalkamazdı…
Şah hep yanımızdaydı…
“ Ayas, kendine gel!” Arda beni omuzlarımdan tutup sarsınca irkilerek gerçek dünyaya son hızda çakıldım. “ Yarım saattir kapıyı açmanı bekliyoruz ama sen kendi kendine küfrediyorsun.” Arda onlara bakmam için başımı zorla çevirdi. “ Ne oldu? Aklından neler geçiyor?” Sanırım tahmin ettiğimden daha uzun süredir durmuş düşünüyordum. Arda’nın suratındaki önemli bir durum varsa söyle de bilelim ifadesini görmezden gelmek zorundaydım. En azından şimdilik. Komplo teorilerini tartışacak psikolojide değildi kimse. O yüzden beklemeliydim. Emin olana, Ethan’ın evine gidene kadar…
“ Özür dilerim dalmışım. Sanırım hala yorgunum.”diye geçiştirdim. Derin bile bunu kolayca yutmuştu.
Kapı derme çatma küçük bir odaya açılmıştı. Ahşap zemin ve duvarlar tahta kurularının insafına bırakılmış gibi duruyordu. Yerden çatıya kadar uzanan raflarda akla gelebilecek her türlü alet edevat vardı ve bu raflar odayı farklı bölümlere ayırıyordu. İleride odanın en uzak köşesinde var olduğunu tahmin ettiğim pencereden içeriye giren ışık huzmeleri havada toz zerreleriyle oynuyordu sanki.
Tara’nın bizi kapıdan geçirdiği sırada büyük bir kaçak grubu gelmişti. Walker’ın bize ulaşması imkânsızdı ve yanında çakısı da yoktu. Arda’nın söylediğine göre, çünkü Derin de ben de kendimizden geçtiğimiz için hiçbir şey hatırlamıyorduk, Walker gitmemizi, kendisine ve Nisan’a hiçbir şey olmayacağını bağırarak üstümüze atlayan kaçakların aksi yönüne kucağında Nisan’la birlikte koşmaya başlamıştı. Esas önemli ayrıntı, gerçekten kimsenin onu takip etmemesiydi herhalde.
İstedikleri şey bizim şah olduğunu sandığımız Nisan değildi. Bu ve Tara’nın anlattıklarından sonra Walker’ın yetenekleri ikisinin de iyi olduğuna inanmamı sağlıyordu. Tek sorun Hilal Walker’ın yaralı olduğunu söylüyordu… Ağır yaralı…
“ Pencerenin altındalar. İkisi de.”dedi Aislin kendi Derin’le birlikte öne atıp koşar adımlarla giderken. Hepimiz onları takip ettik. Köşeye geldiğimizde ve ikisini gerçekten orada gördüğümüzde o ana kadar aslında ne kadar korktuğumu fark etmemiştim.
“ Beklediğimden çabuk oldu.”diye güldü Walker yüzüme bakarak. Daha doğrusu gülmeye çalıştı. Hilal önünde duran Tara ve Arda’yı oldukça sertçe iterek kendine yol açtı.
Walker’ın vücudunun sol tarafında ciddi yanıklar vardı. Sol kolu o kadar kötü görünüyordu ki gözlerimi kaçırma ihtiyacı hissettim. Derisi parçalanmış ve kavrulmuştu. Her yerinde garip deformasyonlar, izler ve yanıklar vardı. Yüzünde çenesinin sol kısmı kolu kadar olmasa da hasar görmüştü. Ceketi en azından göğsünü korumayı başarmış gibi görünüyordu. Kir pas içinde kalmış yüzünde gri gözleri her zamanki gibi tehditkâr bir şekilde parlıyordu. Walker gibi görünmesini sağlayan tek şey de buydu.
Tüm bunların yanında Nisan tek bir çizik bile almamıştı. Walker’ın kolları arasında sakince uyuyormuş gibi huzurlu ve mutlu görünüyordu.
“ Derin, Nisan’ı al ve kapıdan geçin. Bir sorunu varmış gibi görünmüyor.”dedi Walker’ın sol kolunu nazikçe Nisan’ın üstünden alıp bir eliyle de Nisan’ın nabzını kontrol ederken. Derin Walker’a temas etmemeye çalışarak söyleneni yaptı.
“ Emin misin? Belki de görmediğin bir yara-“
“ Şu an önceliğimiz o değil.” Hilal Derin’in lafını sertçe kesti. Tara da Walker’ın yanına çökmüş Hilal’e yardım ediyordu ve her ne kadar anlattıklarından sonra anlayışla karşılamaya çalışsam da yüzündeki korkmuş ifadeyi görmek kötü hissetmeme neden oluyordu.
“ Walker’a merkezdeki herhangi biri bakabilir ama Nisan’ın durumunda sadece sen bakabilirsin.” Derin söylediklerine inanamıyormuş gibi bir Hilal’e bir de yaralanmadığından emin olmaya çalıştığı kucağındaki Nisan’a bakıyordu. Tam o sırada Hilal’in koluna döktüğü sıvıyla inleyen Walker, Derin’in son kelimelerine baskın gelmişti. Hilal şişeyi geri çekerek yere o kadar sert bir şekilde vurdu ki Walker bile nefesini tutmuştu.
“ YETER!”dedi eline raflardan geçirdiği bir İngiliz anahtarını Derin’in ayaklarını nişanlayarak fırlatırken. “ Nisan’ın iyi olmasının tek bir sebebi var o da sen herkesi dinlemeden kendini bıçaklatıp görevi mahvederken bu adamın hayatı pahasına onu koruması! Onun bu halde olmasının da Kuzey’in yanımızda olmamasının da suçlusu sensin! Çeneni kapat ve bir seferlik olsun işe yara!” Hilal avazı çıktığı kadar bağırırken Aislin tedirgin bir şekilde etrafa bakıyordu. Bunu duyan var mıydı bilmiyordum ve açıkçası umurumda da değildi. Çünkü Hilal haklıydı ve bunu yüzüne yumruk yemiş gibi duran Derin de ben de biliyorduk.
Walker geçmişinde nasıl biri olursa olsun şu an kardeşimin hayatını ona borçluydum. Biz güya onu kurtarmak için kendi açtığımız çukura düşerken o, gerçekten onu kurtarmıştı… Hem de hayatı pahasına…
Hilal derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştı ve Walker’a döndü.
“ Özür dilerim biraz sert davrandım galiba. Ama inlemen hala hissettiğini gösterir, üçüncü derece yanıklar iyileşebilir.”dedi şişesini yeniden eline alıp bu sefer koluna son derece yavaş ve kibarca içindeki suya benzeyen sıvıyı dökerek. “ Kendine ilk müdahaleyi yapabilecek kadar ayık kaldığına inanamıyorum Walker.”dedi yaralarını incelerken. Walker bir kez daha başarısız bir gülümseme girişiminde bulundu. Gözlerini Tara’dan ayırmıyordu. Sanırım bu yaptığıyla en azından aralarındaki buzları eritip eritemediğini anlamaya çalışıyordu.
Bir dönem Yaman için çalışmış olsa da Tara’ya verdiği değeri onunla tanıştığımızdan beri yüzünden okuyabiliyordum. Nisan’ı yapmak zorunda olmadığı halde korumuştu. Bulmacaları çözebilmek için bizimle günlerdir ayaktaydı ve iyi fikirlerin bir kısmı ondan çıkmıştı. Artık Jay gibi davranıp bunca şeyden sonra ona hala güvenmemek istemiyordum. Bunu hak etmişti.
“ Ay-” Hilal durup öksürmüş gibi yaptı. Hala çok sinirli olduğunu çok net görebiliyordum. “ Jay, lütfen Derin’i içeri götürür müsün?” Zaten burada işe yaramadığımı bildiğim için başımı salladım ve hala tek kelime edemeyecek halde olan Derin’in kucağından Nisan’ı alarak beni takip etmesini işaret ettim.
“ Sorun yok… Ayas diyebilirsin.” Walker’ın sözleriyle donakaldım. Soğukkanlı görünmeye çalışarak ona döndüm. Hilal işine devam ederken sıktığı dişleri arasından konuşmaya çalıştı. “ Senin kim olduğunu uzun zamandır biliyorum Ayas. Sumire seni araştırmamı istediği zamandan beri.” Hilal’e yardım eden Tara’nın elleri titriyordu. Derin bile az önce Hilal’in sözleri yüzünden girdiği şoktan çıkmış vereceğim cevabı bekliyordu. Şu dakikadan sonra inkar etmemin bir anlamı var mıydı ki?
“ Sumire ne zamandır biliyor?”dedim elimden geldiğince umursamaz olmaya çalışarak. Walker bunu yapmak canını acıtsa da başını iki yana salladı.
“ Bilmiyor. Ona verdiğim rapora bunu eklemedim. Aslında taşla ilgili olaylar olmasa bu bilgiye asla ulaşamayabilirdim. Çok iyi saklanmıştın.” Direk olarak gözlerimin içine baktı. Bir an gri gözlerinde tanımadığım daha nazik bir Walker gördüm. “ İnanın ya da inanmayın… Birilerini korumaya çalışmak için her şeyi feda etmenin ne demek olduğunu bilirim. Öğrendiklerime sadece saygı duydum Ayas.” Gözleri Tara’nınkilerle buluştu. “ Olaylar her zaman göründüğü gibi olmayabilir.” Ona kızamıyordum bile…
“ Teşekkür ederim.” Walker dönüp yüzüme bunu gerçekten ona mı söylüyorum diye bakma ihtiyacı hissetti. “ Sırrımı sakladığın ve kardeşimi koruduğun için.” Nisan’ı daha sıkı kucaklayarak bir adım geriye çıktım. Hilal Arda’ya Walker’ı da içeri taşımaları için yardım etmesini söylerken neden Derin’i de alıp içeri gitmedim bilmiyordum. Sadece orada durup ayağa kalkabildiğinden emin olmak istemiştim sanırım. Ama gitseydim muhtemelen ayağa kalkıp da Aislin’i fark eden Walker’ın suratının bütün acılarını bir anda unutmuş gibi ifadesizleştiğini fark edemeyecektim. Aynı şekilde Aislin’in de bir şeyleri anlamlandırmaya çalışırmış gibi ona baktığını da… Göremeyecektim.
“ Bunu yapmak akıllıca mıydı?”dedi Derin Ethan’ın evine girdiğimiz sırada Aislin’e yol verirken. Kız utangaç bir tavırla gülümseyerek teşekkür etti.
“ Artık organizasyon başkanıyım, yakında Nisan’ı da geri getireceğiz. Bildiği halde inkâr etmek için bir sebep göremiyorum.”dedim omuzlarımı silkerek.
“ Ona güveniyor musun?”
“ Ona değil, kendime güveniyorum.” Bu cevap Derin’e yetmişti. Susarak Hilal’in onu azarlamasından bu yana içine gömüldüğü sessizliğine geri döndü.
“ Bu taraftan.”diye Aislin’i Ethan’ın cesedini bulduğumuz odaya yönlendirdim. “ İşte tam buradaydı. Yeteneğin bir nevi geriye sarma olarak işliyor değil mi?”
“ Evet. Her şeyi tersinden izlemeliyiz.”
“ Biz mi?”dedim şaşırarak. Aislin bana gülümseyip elini uzattı.
“ Görmek ister misin?” Şaşkınca uzattığı elini tuttum.
“ Bunu yapabildiğini bilmiyordum.”
“ Ben de bir süre önce öğrendim. Dedektiflerden biri tam bu işi yaparken yanlışlıkla omzuma dokununca her şeyi görebildiğini söyledi. Ama sadece tek bir kişiyle gördüklerimi paylaşabiliyorum. Birden fazla kişiyle işe yaramıyor.”
“ Ve onlara temas etmen yetiyor… Bu inanılmaz Aislin.” Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu yetenek karşılaştıklarım içinde tartışmasız en nefes kesici olanıydı.
“ Hazırsan başlayabilirim. İlk sefer biraz sarsıcı olabilir. Sağlam durmaya çalış.” Sağlam durmakla neyi kastettiğini gerçekten başlayana kadar anlamamıştım.
Bir anda geriye savrulduğumu hissettim. Neyse ki Aislin elimi sıkı sıkı tutuyordu. Dengemi yeniden sağlayarak etrafıma baktım.
Aislin ayakta dimdik duruyordu ve vücudundan çevreye ardı ardına yüzlerce enerji dalgasının yayıldığını görebiliyordum. Tüm teni parlıyordu. Ne göz kamaştıracak kadardı ne de fark edilmeyecek kadar. İçimin çekildiğini hissettim. Bu dalgalı bir denizde suya dalmak gibiydi. İçinde bulunduğum boşluğun hareketini algılayabiliyordum. İlk anda bu hareketin hava olduğunu sanmıştım ancak Aislin’den çıkan sayısız dalganın çarpıp beyaz-saydam renklerde şekillendirdiği bedenlerimizin geri geri yürüyerek odadan çıkışını gördüğümde bunun hava değil zaman olduğunu anladım. Orta yere gerilmiş transparan kumaş gibiydim.
Kısa süre sonra oda hareketlendi. Bir sürü önlüklü kişi içeri girip çıkıyor ellerindeki kağıtlara notlar alıyordu. Ethan’ın taşınan bedeni geri gelip düştüğü yere bırakılıyordu.
“ Öldüğü ana kadar olan her şeyi hızlı geçiyorum.”dedi Aislin sakince. Birden odaya Oğuz’la birlikte hızlı bir giriş yaptık. Kuzey’le Walker etrafta hızla dolandılar, destek olmak içim omzunu tuttuğum merkez çalışanı saniyelik bir süre için yeniden karşıma dikildi. Sonra bütün bunlar da yok oldu. Ethan yerde kısa bir süre tek başına yattı. Havanın kararmasıyla oda da kararıyor güneşin doğmasıyla yeniden aydınlanıyordu. İşte her şeyin karardığı anlardan birinde Ethan sarsakça göğsünü tutarak yerden kalktı.
“ Yavaşla!” Refleks olarak Aislin’in elini sıkmıştım ama ona uyarı yapmama gerek yoktu. Zaten daha ben ağzımı açtığım anda o görüntüleri normal akışına getirmişti.
Ethan yarı sürünerek mutfağa gitti. Devamını görebilmek için biz de arkasından gittik. Buzdolabındaki kasası açıktı. İçinden dökülmüş kâğıtları bir araya toplayıp oradan aldığım dosyanın üzerine kasanın içindeki kalemle adımı yazdı.
“ Bu dosyaya ulaşabildin mi?”dedi Aislin.
“ Evet. Arda’nın evinde onun tarafından gönderildiğini düşündüğümüz bir kutu bulduk. İçinde kasa şifresi vardı.” Ethan kasadan uzaklaşarak geri salona döndü.
“ Kasa açıktı. Biri daha önce açmış.” Bu benim de gözüme takılmıştı. Ona bunu yapan her kimse kasasından bir şey istiyor olabilir miydi?
“ Keşke bir şeyler duyabilseydik.”dedim ve hemen ardından özür dilercesine Aislin’e baktım. “ Yanlış anlama bizim için bu kadarını yapmana bile minnettarım.” Aislin anlayışla gülümsedi.
“ Yo, hayır. Haklısın. Son zamanlarda bunun üzerine çalışıyorum ama daha yeterli yol kat etmedim. Ses de tıpkı ruh gibi bir enerji ama ondan çok daha güçsüz olduğu için yakalamak da zorlanıyorum.” Yeteneğinin sınırlarını zorlaması takdire şayandı.
Salona geçince Ethan’ın yanında birinin olduğunu fark ettim. Onunla boğuşuyor kurtulmaya çalışıyordu. Karşıdaki kişinin yüzünü görmek neredeyse imkânsızdı ama bir ruh değil de insan olduğunu açıkça seçebiliyordum. İkisi bu boğuşmayı sürdürerek içerideki odalardan birine kadar gittiler. Aislin’le neredeyse koşarak onları takip ettik.
Yatak odasına gelince sonunda ikisi birbirinden uzak köşelere gittiler. Ethan’ın göğsüyle karnı arasına saplanan kurşun çıkıp diğer adamın elinde tuttuğu silahın içine girdi.
“ Durdur!”diye bağırdım Aislin’e bunu yapıp yapamadığını bile bilmeden. Aislin biri durdurma butonuna basmış gibi her şeyi durdurdu. Şimdi adamın yüzünü net bir şekilde seçebiliyordum.
“ Wa.. Walker?”
İçine düştüğüm dehşeti anlatacak kelimeleri bir türlü bulamıyordum. Ethan’ı Walker vurmuştu… Onu Walker öldürmüştü ve buraya gelip hiçbir şey olmamış gibi etrafta dolaşmış olayı çözmeye çalışıyormuş gibi davranmıştı. Göreceğimiz her şeyi görmüş en başına gelinceye dek izlemeye devam etmiştik.
Walker’ı içeriye Ethan almıştı. Hatta onu kapıda görünce ikisi de birbirlerine gülümseyip dostça sarılmıştı. Bir süre salonda oturmuş konuşmuşlardı. Ethan kalkıp odasına gittiği sırada Walker gidip kasasını kurcalamıştı. Toplama gereği bile duymadan aradığını bulamayınca silahını çıkartarak Ethan’ın odasına gitmiş ve tam kapıdan çıkmak üzere olan Ethan’ı kafasına dayadığı silahla gerisin geri odasına sokmuştu. Ethan’ın yüzündeki ihanete uğramış ifade o kucaklaşmayı da sohbeti de açıklıyordu. İkisi dosttu. Ona bunu yapan kişi dostuydu…
Onu zorla masasına oturtmuş elindeki kutuya koymak üzere bir not yazdırmıştı.
672148 İyi şanslar
- Ethan-
Madalyonun nerede olduğunu en başından beri biliyordu. Bütün bunlar biz Sardes’e gitmeden önce olmuştu. Muhtemelen bizim Derin’in evinde oturup konuştuğumuz saatlerde Ethan da Walker’la sohbet ediyordu.
Notu yazıp istediğini yaptıktan sonra Walker onu gözünü dahi kırpmadan vurmuştu. Masadan kutuyu alıp gitmeye çalıştığı sırada Ethan’la boğuşmaya başlamışlardı… Devamında ne olduğuysa çok barizdi… Ethan hala tamamını okumayı bitiremediğimiz belgelerin üzerine benim adımı yazmış ve muhtemelen salondaki masanın üzerinde duran telefonuna ulaşmaya çalışırken ölmüştü. Walker’sa mutfağa giderken onu serbest bırakmış geri dönüp kutuyu aldıktan sonra dışarı çıkmıştı.
“ Aklım almıyor.”dedi Aislin. İkimiz de hala salonun ortasında el ele dehşet içinde dikilirken. “ Bunu neden yapsın?” Çok güzel bir soruydu. Sadece Walker’ın cevaplayabileceği bir soru.
“ Madalyonu aldıktan sonra direk bize getirmek yerine neden Ethan’dan gelmiş gibi Arda’nın evine bıraksın ki? Daha da önemlisi Ethan’ın son dakikalarını harcayarak sana ulaşmasını istediği belgeleri kesinlikle almanı sağlayacak şifreyi neden ona zorla yazdırsın?” Derin yere çökmüş başını ellerinin arasına almıştı. Gözleri delirmiş gibi bakıyordu. Aislin’in elini bırakarak gidip yanına çöktüm. Ondan bir farkım yoktu. Tüm gördüklerimi sindirmem zaman alacaktı. Bunları kendime açıklamamsa Walker’la konuşmadan bir ömür alabilirdi. Aislin de gelip karşımıza oturdu. Üçümüz bir süre hiç konuşmadan kafamızda kendi senaryolarımızı oluşturduk.
“ Madem Ethan’a kasasının şifresini zorla yazdırdı, o zaman neden gidip bir dosyanın üstüne senin aldığından emin olman için adını yazdı? İşler zaten Walker’ın istediği gibi gidiyordu. İçinde dalgakıranlarla ilgili bilgi olan dosyayı almanı bu kadar istiyorsa neden silah zoruyla yaptı?”diye sordu Aislin. Aklımdan geçenleri Derin dile getirdi.
“ Henüz tamamını okumadık ve Hilal bir tür bilgisayar şifresi olduğundan bahsetti. Yeteri kadar zeki biri tek bir şifreyi farklı anahtarlarla farklı sonuçlar çıkaracak şekilde hazırlayabilir.”
“ Tahminimce dalgakıranlarla ilgili olan kısım Walker’ın bizim bilmemizi istediği kısım. Bu yüzden sesi çıkmamış olabilir. Anlamanın tek yolu gidip onca sayfa belgeyi yeniden incelemek.”diye ekledim. “ Aislin Walker hakkında ne düşünüyorsun?”dedim pat diye. En az Aislin kadar şaşırmış Derin’in bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
“ Yani… Ben sadece Aiden’ın ve sizin bana anlattığınız kadarını biliyorum. Bir yorum yapmam ne kadar doğru olur emin değilim ama size aradığınız şeyi de onunla ilgili bilgiyi de kendisi getirdi, kardeşini kurtardı ve diğer gruba karşı yanınızda savaştı. Belki de bunu gizli gizli yapıp Ethan’ı öldürecek kadar ileri gitmesinin bir sebebi vardı.” Başımı iki yana salladı.
“ Söylediklerine katılıyorum ama sormak istediğim bu değildi.” Aislin anlamadığını göstermek için kaşlarını kaldırdı. “ Onu tanıyorsun… Ya da en azından o seni tanıyor. Ayağa kalkıp seni fark ettiğindeki yüz ifadesini gördüm. Bir şeyler saklamak ister gibiydi.” Derin bunu hiç fark etmediğini gösteren garip bir sesle iç çekti. Aislin’se kocaman açılmış ela gözlerini kırpıştırıyordu. İşaret parmağıyla kendini gösterdi.
“ Sence beni tanıyor muydu?”Sonra durup kaşlarını çattı. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. “ O halde ben de onu tanıyor olmalıyım.”
“ O halde mi? Birini ya tanıyorsundur ya da tanımıyorsundur.” Derin düşündüğünden daha sert çıkmış sesi için ellerini kaldırıp özür diledi.
“ Yüzünü tam göremedim. Ayrıca yanıkları vardı kabul ederseniz ki tanıyorsam bile bunu ilk anda anlaması biraz zor. Ama…” Parmaklarını göz hizasında gezdirdi. “ O bakışları bana birini anımsattı… Kim olduğunu bile bilmiyorum. Sadece daha önce bir yerde görmüşüm gibi hissettim. Bu olduysa bile gerçekten hatırlamıyorum.” Sıkkın bir ifadeyle başımı salladım. Onu tanımasını istemem garipti ama şu an vermek zorunda olduğumuz kararda Walker’la ilgili öğreneceğimiz her şey kritikti.
Derin yavaşça ayağa kalkarak duvara yöneldi. Omuzları çökmüş gözleri yorgunluktan yarı yarıya kapanmıştı. Sırtımı yasladığım duvara sanki dile gelip ona bir şeyler söyleyecekmiş gibi bakıyordu. Ne kadar uzun olduğuna emin olmadığım bir süre sonunda iç çekerek saçlarını karıştırdı. Cebinden çıkarttığı çakıyla duvara düzgün bir dikdörtgen çizdi ve bize döndü.
“ Gidelim.”
“ Nereye, merkeze mi? Ne yapacağız ki?” Aislin kafasını karıştıran soruları sıralarken ses çıkartmadan Derin’e baktım. O da bunu hissetmiş gibi bakışlarını çevirerek yüzüme sabitledi.
Aislin’in konuşmaya dahi cesaret edemediği uzun bir süre boyunca birbirimize baktık. Bazen ikimizin kendimize ait olanlar hariç ortak bir zihni paylaştığımızı hissederdim. Aynı anıların, duyguların ve düşüncelerin depolandığı; aynı anda ikimizin de hem sahibi hem de izleyicisi olduğumuz bir zihin. Başka türlü birinin sadece yüzüne bakarak onunla konuşabilmek nasıl mümkün olabilirdi ki?
Kendi kendime gülerek oturduğum yerden kalktım.
“ Gidelim.”dedim Aislin’e yardım etmek için elimi uzatırken.
Comments