-25-
Nisan
Zaman… Zaman benim kontrolümdeki geçmek bilmez ve aynı zamanda engellenemez yolcu. Hayır, zamanın kendisi bir yolcuydu. Kimi zaman koşan kimi zaman ayağı taşlara takılıp yavaşlayan ardına bakarak ilerlemeyi sürdüren tıpkı diğer her şeyin olduğu gibi etkilenebilen bir yolcu… Şimdi anlıyordum ki zaman yolcusu kavramı kibirden başka bir şey değilmiş. Zamanı var olmayan elle tutulamayan, hava kadar bile çevremizi saramayan, başlangıçtan beri içinde bulunduğumuz boş bir baloncuk gibi nitelendirmek ve kendimizi onun içinde gezinen biri olarak tarif etmek; kibirden başka bir şey değilmiş.
Çünkü zaman şu ana dek dokunduğum her bir insanın toplamda olabileceğinden çok daha canlıydı. Baloncuğun aksine sürekli bir boşluk değildi. İlerlerken her daim iki adım önümüzde, gerilerken her daim iki adım gerimizde olan yeterince hızlı nefes alamadığımız için asla yakalayamadığımız başka bir yolcuydu sadece. Boyutlarını yüceltirken kendisini küçümsüyorduk. Zaman ne yoldu ne de yolculuktu oysaki. Çok daha güçlüydü. Ne tarafa dönersek dönelim bizi ardından çekmeyi başaran herkesin tanımadığı ancak herkesi tanıyan devamlı bir yolcuydu.
Bazen kulağıma fısıldadığını duyuyordum. Koşmamı, durmamı, dinlememi, beklememi, harekete geçmemi söylüyordu. Onunla konuşabilmenin bu kadar kolay olduğunu hayal dahi edemezdim. Kimi zaman içime bunun yeteneğimle bile ilgili olmadığına dair bir his oturuyordu. Yeteneğim onun ne olduğunun farkına varmamı sağlamıştı ve şimdi zaman her daim benim yanımda olan güvenebileceğim bir arkadaşımdı. Kafamın içinde dönüp duran çoğu şeyi şimdi çok daha iyi anlayabiliyordum. Neyin doğru neyin yanlış, neyin gerçek neyin sahte ve neyin önemli neyin geçici olduğunu görmek artık nefes almak kadar kolaydı.
Ve zaman şimdi bana vakti geldi diyordu.
Gözlerimi korkusuzca açtım. Üzerime yağan mavi alev topları beni yerimden dahi oynatamadı. Ağaçların arasından bana doğru düşünebileceğimden çok daha büyük bir hızla koşan mavi yaratıklar, kurtlar ve insanlar da vücudumda en ufak bir hareketlenmeye sebep olamadı. Şimdi kendimi kafasından aldığım şapkayı kendime takarak onun kılığına girdiğim bir arkadaşımla yüz yüze bakıyormuşum gibi hissediyordum.
Ben zaman oluyordum, o ise ebedi oluyordu.
İçimdeki bu kontrolün tüm bedenime yani aslında bu zihindeki ruhuma yayıldığını hissettim. Bakışlarımı alev toplarına kenetlerken adrenalinin beni kaçmam için zorlamasına aldırmadım. Yaptığım tek şey teker teker odaklanarak hedeflerime bakmaktı, kıpırdamayı reddediyordum. Sonunda alevler bana ulaştığında daha tenime değemeden yok oldular. Sanki görünmez bir duvara çarpmışçasına hepsi; yaratıklar, alevleri kurtlar ve insanlar henüz sönmüş bir ateş misali dumana dönüşerek yok oldular. Bütün bu dumanın ardından Arya’nın zorla seçebildiğim yüzü gurur doluydu.
“ Sen Nisan, sahip olduğum en iyi öğrenciydin.”dedi ve yanıma gelerek beni kucakladı. O kadar odaklanmanın verdiği gerginliği henüz üstümden atamadığım için kaşlarımın çatık ve vücudumun ciddi durmasına engel olamıyordum. Arya’nın bana beni yanına alırken söylediği cümle yeteneğimi çözmem için elimdeki en büyük koz olmuştu.
“ Kendini durdurmalısın. Duygularını susturmalısın. Zamanı durdurmalısın… Daha önce yaptığın gibi... Gerektiğinde ardına dönüp bakmalısın, kendi anılarında dolaştığın gibi…
Sen zamansın; hayatın, sevdiklerinin hayatları anahtarı senin elinde olan eski bir saat. Onları istediğin gibi ayarlayabilirsin.
Gücünün ölçüsünde elbette…
Onlar sensin, sense onların oluşturduğu bir zincirin son parçası... Sen her zaman şu ana kadar yaşadığın hayatın bir dilimine ait olamayacak kadar şu ana bağlı olan zincirin son halkası olacaksın. Hayatın her zaman on iki saat dilimine bölünürken sen on üçüncü saat olacaksın. Ve ardında bıraktığın her saatte dilimlerin arası sıkışırken sen on üç olarak şu anı yaşayacaksın. Sonunun gelecek olduğu bu saat diliminde hükümdar olacaksın.
Sen zaman olacaksın. Tersine çalışan bir saat gibi geçmişinin içinde nefes alacaksın. Ama hep şu ana bağlı olacaksın. Ve eğer bir gün yansımandan hızlı koşabilirsen, akreple yelkovan anlamsızlaşacak senin için… Bir saniye öncesinden daha güçlü olduğun an, gelecek olacaksın.
Kalbindeki saati, zihnindeki zamana göre ayarlayacaksın.
Çünkü sen zamansın.
Çünkü sen dünyanın üzerinde durduğu karanlık boşlukta onu tutan üç nefesten birisin.
Çünkü sen hırsızların Ay Işığı olarak seçilmiş kişisin.”
Nasıl olmuştu da bütün bu sözler zihnimin içinde yıllardır öylece asılı kalmıştı bilemiyordum ama kendimi ve yol arkadaşım zamanı bu sözler olmadan tanıyamazdım.
Ben zamandım ve on üç olarak o yolda artık zamanı geçecek kadar hızlı koşmayı biliyordum. Kalbimdeki saat ve zihnimdeki zaman bir olmuştu.
“ ÖğrencimDİN mi?” Geçmiş zaman ekini vurgulayarak Arya’ya baktım. Gülümseyerek ellerini omzuma yerleştirdi.
“ Artık benden öğrenebileceğin herhangi bir şey kalmadı Nisan. Aksine sen buradan çıkınca sana bakıp öğrenmesi gereken ben olacağım.”
“ Saçmalama, senden öğrenecek daha tonla şeyim var!”dedim utanarak. Sonunda üzerimdeki ciddiyeti atabildiğim için mutluydum. Bu oynadığın rolün etkisinde kalmak gibiydi. Arya’ysa beni ağaçların arasındaki salıncağımıza doğru çekerken başını iki yana salladı.
“ Nisan, yaşadığım ya da zihinlerde dolaştığım süre boyunca zamanla ilgili yeteneği olan birkaç kişiye rastladım. Ki biliyorsun bunlardan biri de bana hep çok yakındı bahsetmiştim.” Salıncağa oturup yanına oturmamı işaret etti. “ Ve şimdiye dek hiçbirinin yeteneği bu denli geniş çaplı değildi. Tahminlerimde yanılmamışım, sen zamansın Nisan bu daha iyi açıklanamaz.”dedi. Ne diyeceğimi bilemeden bir süre ayaklarıma baktım.
“ Hepsi bu değil.”dedim farkında olmadan. “ Yapacaklarımın hepsi bu değil.”
“ Ne demek bu?”Arya gerilmiş gibiydi.
“ Şu demek, güçlendikçe gerçekten kendini beğenmiş oluyorum.” Kendi kendime sinirle güldüm. “ Ve beğenmediğim şeyler daha çok gözüme batmaya başlıyor. Dışarı çıktığımda bütün bu karmaşa bittiğinde ki bunun olacağından ne kadar eminmiş gibi konuştuğuma bakarsan kendimi beğenmişlik derecemi anlayabilirsin, her neyse, işte her şey bittiğinde değiştirmek istediğim şeyler olacak gücümün yettiği ölçüde.”durdum ve ekledim. “ Yetmediği kısmın da yetmesini sağlayacağım.” Gözlerinde yüksek ihtimal dalgalanan hayal kırıklığını görmek istemediğim için bakışlarımı önümdeki ağacın yaşlı gövdesine odakladım. “ Yani demek istediğim… Bu güne kadar mızmız bir çocuk gibi yerimde oturup hayatımın ne kadar korkunç olduğundan yakındım, kaybettiklerim için yas tuttum, asla sahip olamadıklarım için ağladım, yaşadıklarımdan başkalarını sorumlu tutup onlardan nefret ettim ve her zaman birinin gelip beni kurtarmasını bekledim; asla bu kişinin ben olabileceğimi düşünmedim. Ama artık biliyorum… Bütün bunları değiştirebilecek güce sahip olduğumu biliyorum. Kulesinde kurtarılmayı bekleyen prenseslerle dalga geçerken aslında onlardan biri olduğumu biliyorum. Şimdi yapmam gereken tek şey elbisemin eteğini toplayıp kuleden aşağı atlamak çünkü artık düşmeyeceğimi biliyorum.” Söylediklerim bana o kadar doğru hissettiriyordu ki dönüp Arya’ya bakınca yüzünde gururla karışık şaşkınlığı gördüm.
“ Buna kendini beğenmişlik denmiyor.”dedi Arya gülerek. “ Özgüven deniyor ve bir şeyleri değiştirmek isteyen herkeste bolca bulunması gereken bir özellik olduğuna sana garanti verebilirim.” Elinin tek hareketiyle havada bir bardak yarattı ve içini ne olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı bir sıvıyla doldurdu. “ Al susamış olmalısın.”dedi aslında bunun olmayacağını bile bile. Antrenman sonrası enerji takviyesi olduğu her halinden belli olan sıvıyı yavaşça yudumlamaya başladım. İnsanın ağzında tat patlaması yaratan mükemmel bir kokteyldi.
“ Peki, neyi değiştirmek istiyorsun?”diye sordu.
“ Merkez.”dedim hiç düşünmeden. “ Merkezle ilgili gerçeklerin ne kadarını bildiğini merak ediyorum Arya.”
“ İçerideki birinin bileceği kadar olmadığı kesin.” İç çekerek kokteylimden büyükçe bir yudum aldım.
“ Derin’in abimi uyarmak için geldiği günü hatırlıyorum. Artık mührü kırdığım ve kendi gerçek hafızama kavuştuğum için olması gerekenden daha da net. Uzun zamandır yanımıza gelmiyordu. Bana hırsız olduğunu söylediği günden beri onu görmemiştim ve abim gece evden gizlice çıkarken şans eseri onu gördüğümde Derin’i görmeye gittiğini biliyordum. Peşinden gitmek için bir an bile düşünmedim. Onu beni her zaman götürdüğü parka kadar takip ettim, beni fark etmemesi için biraz geride durup ağaçların arasına gizlendim. Uzakta olduğum için ne konuştuklarını bilmiyordum ama abimin yüzündeki muhtemelen Derin’i görebilmenin verdiği mutlu ifade yavaşça silinip yok oldu. Sanırım Derin’in de konuşmanın başından beri çökmüş bir vaziyette olduğunu o an fark etmiştim.
İkisinin de bana çok kızacağını bildiğim için sessizce geldiğim yoldan eve döndüm ve abimin odasını girdiğini belirten kapı sesi gelene kadar yatağıma tüneyip uykumla savaştım. Geri döndüğünü anlayınca koşa koşa odasına gittim. Kapıda beni görünce hiçbir şey söylemeden gülümsedi ve yatağında kenara çekilip gelmem için bana yer açtı.
Bu onun içinden gelerek gülümsediğini gördüğüm son andı.” Neden olduğunu bilmesem de durdum. Bir yudum daha alıp iç çektim. Arya bana zaman vermek istiyormuşçasına çıt çıkarmıyordu.
“ Merkezin ortadan kalkması gerek diye saçmalayacak değilim ne olursa olsun. Ondan nefret ettiğim gerçeği ona ihtiyacımız olduğu gerçeğini değiştirmiyor.” Oğuz’un uçaktaki sözleri aklıma gelince istemeden de olsa ürperdim. “ Merkez varken her şey çok kötü… Ancak yokluğunda bu olacakların şu ankilerle kıyaslanamayacağını bilecek kadar da bu işe bulaştım. Ucube falan değiliz artık bunu kabul etmiyorum sadece farklı ve özeliz ama bu kontrol altında olmamız gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü ne olursak olalım aynı zamanda insanız ve insanlar hata yapar. Hata yapmaktan da öte her insanı aynı kefeye koyamazsın ki! Bu güçleri kötü amaçla kullanmayacağımıza inanıp bizi ortalığa salamazlardı. Aynı şekilde bizi yanlış yöntemlerle bir araya toplayıp çoğunlukla kötü işler için de kullanamazlar. Süreç doğru olsa da yöntem yanlış.”dedim. Konuştukça, bazı şeyleri sesli söyledikçe kendi sözlerime olan inancım artıyordu. “ Yakın zamanda belki de kâhinler de bu şekilde bir örgütlenmeye ihtiyaç duyacaklar. Seçilmişler zaten bizim müdahale edemeyeceğimiz kadar örgütlü duruyor.” Arya fazlasıyla melodik bir kahkaha attı.
“ Bizi çok abartmamanı tavsiye ederim. Benim zamanımda evet, söylediklerin geçerli olabilirdi. Şu sıralardaysa tapınaklar eski kafalı bağnaz seçilmişlerle dolu. Bir Ay Işığı yaşadığı sürece kendi zamanında yaşayan diğer Ay Işığı kişilerle birbirine bağlıdır. Bu bağı henüz keşfetmemiş olabilirsin ama varlığını bir kere anlayınca asla unutamayacaksın ve onların acısı senin acın onların gücü senin gücün olacak. Ben hala tam olarak ölemediğim için yüzyıllar boyu zayıf da olsa tüm bu özel insanları hissederek yaşadım. Seçilmişlerle genelde daha yakındım ve Nisan seni temin ederim Tara’ya yapılan her şeyi hissettim. Onun çektiği her acıya tanık oldum. Bu yüzden o tapınakları dolduran kafaları boş yaratıklar seçilmiş diye isimlendirilmeyi hak etmiyorlar.” Yaman’ın görüntüsünün gözümün önüne gelmesi bile Tara’nın bilmediğim çok daha kötü şeyler yaşamış olabileceğini bana kanıtlar nitelikteydi.
“ Güçlerin ilk uyandığında aslında sen de ay ışığı olarak seçilmiştin Nisan bu yüzden seni hissettim. Ama Ayas seni korumak için bu güçleri mühürleyince bu unvan geçici süreyle başkasına verildi. Şimdiyse olması gereken yere, sahibine geri döndü.”dedi. Sesi şefkat doluydu. Öyle ki içimde uzun zamandır uykuya yatmış bazı duyguların harekete geçtiğini hissettim. Sesindeki şefkat aile gibiydi. Dostlardan oluşan sıcacık ailem gibi değil. Annem, babam ve abimden oluşan ailem gibi… “ Merkezde başına neler geldi az çok biliyorum ve ailenin kalan son ferdinden de bu şekilde ayrılmış olmanın seni nasıl yaralayabileceğini de. Herkesi, her şeyi hatta arkadaşlarını bile bir kenara koyacak olsan dahi ilk andan beri senin yanında sana kol kanat geren ve seni olabilecek her şeyden korumak için varını yoğunu ortaya koyan bir Derin vardı. Hırsız ve kâhin olarak siz ikiniz en azından bu bir kişiye sahiptiniz ancak Tara’nın kimsesi yoktu. Yaşadıklarının zor olduğunu düşünüyorsan bir de içinden Derin’i çıkartarak yaşamayı dene… Ya da daha kötüsü onun sana ihanet ettiğini düşünmeyi dene.” Arya’nın söyledikleri irkilmeme neden oldu. Olaya hiç bu açıdan yaklaşmadığımı fark ettim. Zaten artık bir önemi yoktu kulemden atlamaya da Derin’siz bir hayatımın olamayacağına da çoktan karar vermiştim.
Kafama esas takılan ve şu ana dek düşünmediğimi fark ettiğim konuysa kâhinlerin de bir Ay Işığı olduğu ve onun nerede nasıl yaşadığını bile bilmediğimiz gerçeğiydi. Tam ağzımı açıp bununla ilgili birkaç soru soracaktım ki Arya zihnimi okumuş gibi ki sanırım bunu yapabilirdi, cevap verdi.
“ Onunla çok yakında tanışacağını düşünüyorum. Daha fazla olayları uzaktan izlemeye dayanabilecek biri değil. Senin için gelecektir.”
“ Benim için mi?”dedim şaşkınlıkla.
“ Evet. Sizinle olan bağlarının çoktan farkına vardı ve hayır başka bir şey söyleyemem. Öğrenmek istediklerini bu bağ aracılığıyla kendin öğrenmelisin.”dedi gülerek. Kafamı meşgul etmek için yeni ve heyecan verici bir konu olacağı kesindi.
“ Gitmek istemiyorum.”dedim dişlerimin arasından. Çocukluk yaptığımın farkındaydım ah, ama dur… Ben zaten çocuktum! Bunun farkında olmayan bir dünyam olsa da çocuktum!
“ Sanki seçme şansımız varmış gibi küçük sapık.”dedi Derin koridorda gördüğü insanlara gönderdiği ışıltılı gülümsemesini bozmadan. Sinirliyken bile bu kadar mükemmel görünmeyi ve insanları kandırmayı nasıl başarıyordu? Merkeze yeni bir müdür atanması umurumda bile değildi. Şu an kendimi kısmen normal hissettiğim tek yerde, okulda olmam gerekiyordu. Zaten çıkışta rutin antrenmanlara katılmak için merkeze gelmek zorundaydım. Bugün pazartesiydi. Pazartesi sendromu dedikleri şey hırsızlar için ayrı bir boyut kazanıyordu. Bugün istisnasız her hırsızın hatta sevgili yeni müdürümüzün bile antrenman günüydü. Formda kalmak bizim için hayati önem taşıyordu ve her hırsız genel çalışmasını bitirdikten sonra kendini geliştirmek istediği alanda ilerleme gösterdiği saptanana dek çalışmak zorundaydı. Bazıları ruh formlarının kontrolü üstünde çalışırken bazıları amaçsızca sadece kas yapmayı deniyordu. Bense işin fantastik kısmında herhangi bir sıkıntı yaşamıyordum. Laf işitmemek için tek yapmam gereken çevikliğimi arttırmaktı. Düşünüyordum da belki de bu kadar çalışmamalıydım. En azından hafta sonlarım özel görevlere değil de bana kalırdı. Hoş, bana kalsa da ne yapacağımdan emin değildim. Sevgili vasimin beni her daim yalnız bıraktığı büyük ve boş evimde oturmaktan nefret ediyordum. Bu yüzden sürekli Derin’in yanında alırdım soluğu. Ben çalışmasam bile onun çalışıp özel görev alacağı kesindi.
“ Hayır, yani geliyorsa geliyor bunu neden törenle yapmak zorundalar ki?”diye homurdandım. Derin köşeyi dönüp geniş konferans alanına çıkarken omuzlarını silkti.
“ Ben de senden çok da fazlasını bilmiyorum. Tekniktekilerin söylediklerine bakılacak olursa herif çok iyiymiş. Herkes Mersin merkezde harcanacağını düşünüyor ama o özellikle burayı istemiş.”
“ Neden deli miymiş? İstanbul, Ankara ya da İzmir merkezlerinden birine gitse bakan olma şansı bile olurmuş o kadar iyiyse.”
“ Eh, bir planı var ki burada. Müdürlerin ne kadar içten pazarlıklı olabileceğini bilirsin. Hem düşününce ülkedeki ilk üç merkezden biri olmamasına rağmen burada çok fazla cevher var. Bunu fark edip adını bu şekilde duyurmak istemiş olabilir.” Ortalarda kendimize yer bulup teknik ve araştırma bölümünden bizi gördüklerinde her daim gülümseyip sohbet eden nadir çalışanların yanına oturduk.
Aslında teknik bölümüne her daim saygı duymuştum. İçlerinden bazıları hırsız bile değilken bu işi sadece sevdikleri için yapıyordu. Bize imrenerek bakan gözlerini izlemek başta beni dehşete düşürüyordu. Sahaya inmek için bu kadar istekli olduklarını görmek, biz bu kadar kaçmaya çalışırken, şaşırtıcıydı. Araştırma bölümüyse bana göre merkezin en insanlıktan uzak bölümüydü. Gittiğim onlarca görev ve merkezde tanışıp da araştırma görevlisi olduğu halde insanlığını koruyabilmiş çok az kişiye rastlamıştım. Onlardan biri de şu an sırıtarak yanına oturduğum Ayhan abiydi.
Derin’den sonra bu merkezde en çok sevdiğim hatta belki de tek sevdiğim insandı. Aslında ona amca demem gereken bir yaşta olmasına rağmen buna asla izin vermezdi sanırım orta yaş bunalımı dedikleri şey böyleydi. Beni ne zaman görse nasıl olduğumu sorar hatta bazen cebinden esrarengiz bir şekilde o en sevdiğim karamelli çikolatalardan çıkarırdı. Başlarda araştırma bölümünde olduğu için ona güvenip de o güzelim çikolataları yiyemezdim. Kim bilir belki de içine üçüncü bir kulağım çıkmasına sebep olacak bir şeyler enjekte etmişti? Çünkü onların işi buydu…
Araştırma bölümü yeni formüller üretirdi. Daha hızlı koşmamızı, daha dayanıklı olmamızı, daha keskin kulaklarımızın olmasını ya da streslerini kontrol edemeyen hırsızların zihinlerinin kendilerini yok etmemesi için sakinleşmelerini sağlayan ilaçlar üretirlerdi. Sadece bunlarla kalsalardı belki de herkes Ayhan abi gibi olabilirdi. Ama hepsi bu değildi işte. Ruhu ya da bedeni ayrıştırarak kontrol etmenin, öldürmenin yollarını ararlardı her daim. Hırsızların bu kadar itaatkâr olmasının sebebi de buydu; karşı gelenler ve kaçak hırsızlar araştırma bölümünün kobaylarıydı… Buraya ilk geldiğim zamanlarda yanlışla o bölüme girince duyduğum çığlıkları hayatım boyunca unutamayacaktım. Sanırım Ayhan abi beni çığlıklar atarken oradan uzaklaştırıp Derin’in kucağına bırakırken yüzünde gördüğüm o pişmanlık yüzünden ondan nefret edememiştim. O da en az benim kadar… En az o masaya bağlanmış kaçak kadar orada bulunmaktan nefret ediyordu.
Araştırma üretir, teknik uygulardı. Kara bıçak gibi silahlar bu iki bölümün ortak çalışmasıyla ortaya çıkardı.
“ Her iddiasına varım bu yeni müdür anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirecek.”dedi Ayhan abi kavanoz gibi gözlüklerini düzelterek. Yüzünde o otuz iki dişini gösteren korkunç sırıtışı ve kocaman açılmış gözleriyle bana bakıyordu. Bu akıl hastanesi kaçkını ifadesi dünyada ondan çok kimseye yakışamazdı. Gülmemek için yanağımı ısırdım.
“ Hah, hiç sanmıyorum. Bence dikkatli bakınca kanatlarını bile görebileceğimiz bir melek olacak. Şu kedi tekmeleyen kötülerin ezeli düşmanı olanlardan.”dedim saçlarımı savurarak.
“ Bu kadar da olumsuz olma sadece şaka yapıyordum be minik kurbağa. Çok genç olduğu için bir şansımız olabilir diyordum ben de… Şimdi tüm akşam meditasyonlar yaparak yerine getirdiğim moralimi yerle bir ettin harika! Sorumluluğu al!” Dudak bükerek burnunu çekmeye başladı. Elektrik verilmiş gibi hepsi dikilmiş saçları bile rolüne uygun olarak hafif eğilmişti sanki.
“ Çikolata alırım?”dedim sevimli sevimli bakarak. Gözleri parıldadı.
“ Karamelli mi?”
“ Karamelli.”diye ona güvence verdim.
“ İşte benim yavru pıtırcığım!” Yanağımdan makas alırken Derin’in kusmakla gülmek arasında kaldığını göz ucuyla gördüm. Merkezde yaşadığım bu nadir eğlenceli anlardan biri tabi ki kürsüdeki mikrofonun açılma sesiyle sona erdi.
Ortama bir anda ölüm sessizliği çökmüştü.
Tanımadığım ama yüksek rütbeli olduğu her halinden belli olan bir adam çıkıp yeni atanan müdürümüzün bizim için nasıl bir lütuf olduğuna dair bir şeyler gevelerken Derin’e yaslanarak onu yok saydım. Tıpkı onun bir önceki müdürün vahşice öldürülmesini yok sayması gibi.
“ Ve şimdi kendisini tanıtması için kürsüyü ona bırakıyorum.”dedi adam sanki o herif her kimse kendisini az önce dinlediğimiz nutuktan daha detaylı tanıtabilirmiş gibi.
“ Hah, ne geldik mi?”dedi Derin uyanmış numarası yapıp dengemin bozulmasına sebep olarak.
“ Haha çok komik beyinsiz, neredeyse düşüyordum.”dedim onunki kadar profesyonel olduğunu umduğum sahte bir gülüş eşliğinde. Gülerek söylemeye hazırlandığı şey her neyse asla öğrenemeyecektim çünkü o tam ağzını açtığı sırada yeni müdürümüz konuşmaya başladı.
“ Teşekkür ederim sayın müfettiş ancak kendimi sizden iyi tanıtabileceğimi düşünmüyorum.” Salondan kısık sesli kıkırtılar yükseldi. Ben bile dönüp Derin’e bakana kadar bunun iyi bir başlangıç olduğunu düşünüp gülümsüyordum.
“ Derin? Bir sorun mu var?” Sesimin hissettiğim kadar telaşlı çıkmamasını umuyordum. Derin’se sorumu duymamış gibi hafif açık kalmış ağzı ve anlamlandıramadığım bir ifadeyle bükülmüş kaşlarının gölgelediği kocaman gözleriyle kürsüye bakıyordu. Koltuğunun kenarlarına yapışmış elleri bembeyaz olmuştu. Hemen fırlayıp sahneye çıkabilirmiş gibiydi.
“ Ben Jay, bundan sonra bu merkezin müdürü olarak organizasyonumuza hizmet edeceğim.” Bakışlarımı Derin’den ayırarak kürsüdeki genç adama kilitledim. Işıkların altında altın gibi parlayan sarı saçları vardı. Uzun ve yapılıydı, bu açıdan tıpkı Derin’e benziyordu. Altın kirpiklerinin çevrelediği zümrüt yeşili gözleri sanki birden kalabalığın içinde beni buldu. Yüzündeki gülümseme kaşlarımı çatmama neden oldu. O kadar ukala görünüyordu ki… Ama sanki… Bir o kadar da gergin.
Çok… Çok gençti.
Derin sonunda tuttuğu nefesi bırakıp fırlamak yerine koltuğuna yığılırken Jay’in gözleri irkilerek benden ayrıldı. Jay konuşmasına devam ederken Derin’e döndüm.
“ Derin sorun ne iyi misin? Onu tanıyor musun?” Sadece onaylaması için soruyordum çünkü o bakışı gördükten sonra onu tanımadığını söyleyemezdi. Jay’i kesinlikle tanıyordu ama nasıl tanıyordu? Korkmuş muydu?
“E… Evet… Yani sanırım onu tanıdığımı söyleyebiliriz.”dedi gözlerini kapatıp parmaklarını alnında gezdirirken.
“ Ne demek söyleyebiliriz?” Sesim elimde olmadan yüksek çıkmıştı ve Ayhan abi beni uyarmak istercesine elini omzuma koydu. Umursamadan silkinip ondan kurtuldum o zümrüt bakışlı herif şu an zerre kadar ilgimi çekmiyordu. Derin gözlerini açarsa eriyeceklermiş gibi sıkı sıkı kapalı tutuyordu.
“ Yani resmi olarak tanıştık denemez. İkimizin de bir keresinde aynı özel gruptaydık ve bilirsin işte… Görevimizi yaptık sadece pek konuşmadık.” Elleriyle özel görevleri bilirsin tarzı bir hareket yaptı.
“ Peki şimdi neden böylesin?”dedim sabredemeyerek.
“ Çünkü Nisan, bu…” durup bunu söylemeyi hiç istemiyormuş gibi başını arkaya attı. “ Jay’in burada olması her şeyi değiştirecek.”dedi ve sonunda gözlerini açtı. Bana değil direk olarak karşındaki Jay’e bakıyordu. “ Hem de her şeyi.” Elini başıma yerleştirip yavaş hareketlerle bu onu sakinleştiriyormuş gibi saçlarımı okşadı. Bir an bunu Jay görsün diye yaptığına ve onun da direk bize baktığına dair saçma ve tedirgin edici bir hisse kapıldım.
“ Neden çok kötü biri mi?”
“ Şunu söyleyebilirim ki… Jay en yukarıya çıkmak için her şeyi yapabilir. Sanırım bunun için farklı motivasyonları var.” Kendi kendine pek de mutlu olamayarak güldü. “ Kesin olan tek şey sen ve ben Nisan istesek de aynı anda hem bu kadar güvende hem de bu kadar tehlike içinde olamazdık.”
“ Ne demek şimdi bu?”
“ Ve son olarak siz ikiniz,” Jay’in otoriter sesi beni ona dönmeye zorladı ki bunu yaptığıma daha o anda pişman olmuştum. “ Evet, siz.”dedi tam olarak gözlerimin içine bakarak. Neden olduğunu bilmesem de ürperdim. “ Sizinle ofisimde özel görüşmek istiyorum. Şimdi…” Kürsüden inerken herkes ayağa kalktı.
“ Seni uyarmaya çalıştım küçük kiraz çekirdeğim sesin biraz fazla yüksekti. İlk günden şimşekleri üzerinize çektiniz şimdi sizi çikolatalarım bile kurtaramaz!” Ayhan abi resmen ciyakladı.
“ Sorun değil Ayhan, bunu halledebilirim.”Derin ayağa kalkmış elini bana uzatmıştı.
Koridorda onunla birlikte yeni müdürümüzün odasına yürürken Derin’in gülümsemesi hiç de sinirden ya da endişeden gibi durmuyordu.
Comentarios