sky-rie
Kahin (Ay Işığı#2) - 21.Bölüm

-21-
Derin
Çakan şimşek odayı gözlerimi kör edercesine aydınlattı. Ardından gelen gök gürültüsü o kadar kuvvetliydi ki Arda’nın sesini yutarak kulaklarımı uğuldatmaya başlamıştı. Sözcüklerinin kulaklarıma ulaşmasına gerek yoktu ve hatta dudaklarını okumama bile gerek yoktu. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama vereceği cevabı o daha ağzını açmadan önce biliyordum.
Yirmi bir Şubat…
O kadar olmuş muydu gerçekten de?
“ Hey, beni duydun mu?” Arda karşıma geçmiş tüm hayatı buna bağlıymış gibi kollarını sağa sola sallayarak dikkatimi çekmeye çalıştı.
“ Duydum ve dalmadım, sakin ol.”dedim kimseye fark ettirmeden kendime gelmeye çalışarak.
Tutulamamış bir söze dair anıları hatırlamanın ne anlamı vardı ki?
“ Hemen dönerim.”dedim ve ayağa kalkarak mutfağa doğru ilerledim. Titreyen ellerimi yumruk yapıp saklamaya çalıştıysam da bilgisayarının ardından Kuzey’in bunu yakaladığını görecek kadar kendimdeydim. Onu umursamadan kendimi mutfağa attım.
Bulanıklaşan görüşüme aldırmadan el yordamıyla dolapların içinde bardak aradım. Sonunda aradığımı bulunca elimden geldiğince etrafa saçmadan buzdolabından bardağa su doldurdum. Kotumun arka cebinden küçük metal kutumu çıkartıp zorla seçebildiğim beyaz hapları ağzıma telaşla tıkıştırdım. Boğazımdan akan her damla suyla birlikte biraz daha kendime geldiğimi hissederek rahatladım ve metal kutuyu cebime attım.
Buna gerek kalmamalıydı. Uzun zamandır gerek olmamıştı… Neredeyse son altı ayı hiç hap almadan geçirmeyi başarmıştım. Nisan’ın yanında oturup ağlama krizlerine girdiğim, her şeyin beynime üşüşüp beni boğduğu zamanlarda bile kendimi kontrol altında tutmayı başarabilmiştim. Komik bir şekilde bu, bir gurur kaynağına dönüşmüştü.
Bardağı tezgâha bırakıp yumruklarımı soğuk mermere yasladım. Neden şimdi? Neden saldırıya uğradığımız gün değil de şimdi, basit bir hatırayı hatırlamamla kontrolü kaybetmiştim? Aslında cevap, çok iyi bildiğim ancak kabullenmek istemediğim bir şeydi. Yanımda sürekli birileri olmasaydı gerçekten altı ay hapsız dayanabilir miydim?
Tuttuğumu fark etmediğim nefesi yavaşça bırakırken Nisan’ın bu hapları en son kullandığı anı ve onlara nasıl bir öfke ve tiksintiyle baktığını hatırladım.
Kuzey’e zarar gelebileceği düşüncesi onu bir anda öylesine deli etmişti ki kendini kaybetmişti… Hırsız olmanın ilk kuralı: Korku ve endişe yok. Yoksa kendi zihnin seni yok eder.
Kaşlarım çatılırken birinin mutfağa girdiğini belirten ayak seslerini duydum. Arkamı dönüp bakmama gerek yoktu, gelenin kim olduğunu biliyordum. Kuzey; iki insanın sahip olabileceği en saçma ilişkilerden birine sahip olduğum çocuk. Âşık olduğum kızın delirdiği ama nasıl olduğunu bilmediğim şekilde kısa sürede bana bir kardeş kadar yakın olduğu için nefret bile edemediğim çocuk…
Kıskanmamak söz konusu bile değildi. Özellikle okula gidip de onunla tanışmadan önce her saniyemi onu kıskanarak ve ondan nefret ederek geçirmiştim. Tek dayanağım Nisan’ı tanımaktı, onun beni her şeyden önde tutacağına her daim inanmamdı. Kuzey, hiçbir şansı olmayan Nisan’ın umutsuzca tutunmaya çalıştığı biriydi benim için. Onu durdurmaya çalışsam inadıma koşa koşa gideceğini bildiğim için susmuştum. Ama o gün Nisan’ı yarı baygın halde bulup ilaçları verdiğim gün, ilk defa korkmuştum. Yerimin sarsılabilir olacağı düşüncesi o güne kadar aklımın ucundan dahi geçmemişti.
Şimdiyse her şey çok farklıydı. Sadece Nisan’dan oluşan dünyamın temelleri öyle bir fırtına yaşamıştı ki yıkılıyordum. Üzerime düşen molozlar altında nefes almaya çalışıyordum. Onun olmaması her şeyden ağırdı ve sahip olduğum her şeyi onun açtığı boşluğu kapatmak için kullansam dahi yeterli olmuyordu. Ama bu insanlar; Ayas, Kuzey, Tara, Hilal ve Arda boşluğu yaşayabileceğim kadar kapatıyorlardı.
İnsan ailesinden nasıl nefret edebilirdi ki?
“ İyi misin?”dedi Kuzey kapıya yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturarak. Uyanmak ister gibi başımı iki yana sallayarak ona döndüm.
“ Evet, tabii… Sorun yok.”
“ Sahi mi?” Başıyla tezgâhtaki ufak su göledinin ortasında duran bardağı işaret etti. “ Tezgâhlar ne zamandan beri susuyor?”
“ Burası Amerika, burada her şey mümkün.”dedim. Kuzey sırıtmadı bile.
“ O hapları hatırlıyorum.” Gözlerini yere dikmişti. “ O gün arabada Nisan’a verdiğin ilaçlardı, değil mi?” Hapları nasıl gördüğünü ya da böyle bir detayı nasıl hatırladığını sorgulamadım. Ne inkâr ettim ne de konuyu geçiştirmeye çalıştım. Sadece evet anlamında başımı salladım.
“ Hep kullanıyor muydun?” Omuzlarımı silktim.
“ Son altı aydır, hayır.”
Birkaç kere ağzını açıp geri kapattı. Dayandığı kapı onu rahatsız etmiş gibi doğrularak yüzünü buruşturdu.
“ Bunları almanın bir zararı var mı?”
“ Hayır… Almama durumda yaşayacakların yanında hiçbir şey sayılır.” Bu ilaçları almanın bizim için nasıl küçültücü bir şey olduğunu anlamasını pek beklemiyordum. Ben bile bazen neden olduğunu sorguluyordum. Ama kontrol bizim için her şeydi ve onu kaybetmek demek elden ayaktan düşmek, yenilmek demekti.
Ve bırakmak için çok erkendi…
“ Anlayamayacağım şeyler olduğunu biliyorum ama bunun dışında bir şeyler olduğunun da farkındayım.” Mutfağın içine girerek bu sefer tezgâha yaslandı. “ Ne saklıyorsun?” İstemsiz olarak gerildim.
“ Hiçbir şey.”
“ Sahi mi?” dedi sinirli bir şekilde gülerek. “ Enerjin her gün biraz daha değişiyor. Sanki… Sanki azalıyor ve ben bunu hissedebiliyorum Derin.”
“ Saçmalıyorsun.”
“ O zaman saçmalamaya devam ediyorum. Sen bir şey söylemediğin için fark ettiğim halde sessiz kalıyordum. Ama ne zamanki Hilal’le saldırıya uğrayıp da Nisan’ı da yanınıza alarak geldiniz, işte o zaman bu işin düşündüğümden daha ciddi olduğunu anladım. Çünkü enerjin birkaç saat öncesinden o kadar farklıydı ki.”
“ Kuzey, yapmamız gereken bir sürü şey var.”
“ Sonra fark ettim ki,” Beni umursamadan konuşmaya devam etti. “ En son ne zaman ruh formunda etrafta dolandığını hatırlayamıyordum. Seni sürekli birilerini yumruklamak, binalara tırmanmak gibi fiziksel olarak bedenini kullanman gereken işlerde kullanıyorduk. Sanki hırsız değil de sıradan bir insanmışsın gibi.” Susmasını söyleyen bir bakış attım. “ Her iddiasına varım aynı anda hem Hilal’i hem de Nisan’ı güvende tutabilmek için ruhunu kullanmak zorunda kalmışsındır, doğru muyum?” Onu orada bırakarak kapıya yöneldim. Söyleyeceği şeyleri duymak istemiyordum. Zaten bilmediğim bir şey söylemeyeceği ortadaydı, aksine görmek istemediğim gerçekleri gözüme sokacaktı. Benim bilmediğim kısımları dolduracak bilgiye o da sahip değildi.
“ Derin benden kaçabilirsin ama artık hırsızlık yapamadığın gerçeğinden kaçamazsın.”dedi dişlerinin arasından. Kolumdan yakalayarak beni durdurdu. “ Ruhunu dışarı çıkartmak seni tüketiyor. Ama nasıl? Sen hırsızsın, bu senin doğanda var!”
“ Bunu konuşmak zorunda mıyız?”
“ Tabii ki hayır. Senin yerine Ayas’la da konuşabilirim, ne dersin?” Kolumu kurtarıp onunkini yakalım.
“ Bundan kimseye bahsetmeyeceksin.”
“ Sen de bana cevap vereceksin.”
“ Kuzey…”
“ Derin?” Yüzünde o kadar kendini beğenmiş ve sinirli bir gülümseme vardı ki bir an için istediğim tek şey ona yumruk atmaktı.
“ Sana cevap veremem.”
“ Bak, bu senin anlayamayacağın şeyler olaylarına geleceksek eğer-“
“ Hayır, sana cevap veremem çünkü… Neden olduğunu ben de bilmiyorum.” Kolunu serbest bırakarak geri çekildim. Aramızda rahatsız edici uzun bir sessizlik oldu.
“ Ne?”
“ Duydun işte, bilmiyorum.”dedim pes edip iç çekerek. Her şeyin farkında olmama ve Kuzey’in söylediği gibi ruhumu dışarı çıkartmamaya özen göstermeme rağmen bunun neden olduğunu bilmiyordum.
Birkaç teorim vardı ama içlerinden hiç birinin doğru olmasını arzulamıyordum. Kuzey bir süre öylece durup çenesini sıvazladı. Ben daha ne kadar orada dikilmek zorunda olduğumuzu düşünürken Kuzey bir anda aklına bir şey gelmiş gibi dikleşip yeniden koluma yapışmıştı.
“ Bir fikrim var.”dedi heyecanla. Ağzımı açmama fırsat kalmadan Arda mutfağa girdi. İkimiz de susup ona bakınca bir şeyleri böldüğünü fark etmiş olacak ki suçsuz olduğunu göstermek istercesine ellerini havaya kaldırdı.
“ İçeridekiler sizi merak etti sadece, ondan gelip bir bakayım dedim.”dedi. Kuzey içeridekilerin değil de esas Arda’nın merak ettiğine dair bir şeyler homurdanarak ona omuz atıp mutfaktan çıktı.
“ Ayas ve Tara’dan bir haber var mı?”dedim Arda’ya onunla birlikte resmen bir savaş alanına dönen salona doğru ilerlerken. Hayır anlamında başını iki yana salladı.
Masanın üzerinde ekranı parlayan dört tane dizüstü bilgisayar Kuzey ve Walker’ın önünde duruyordu. Kuzey, her nasıl yapıyorsa, üçünü birden gözleriyle kontrol edip aynı zamanda Walker’a ne yapması gerektiği konusunda bilgi veriyordu. Gerçekten çabalıyormuş gibi görünen Walker, Kuzey’i pür dikkat dinliyor ve ekranı kontrol ediyordu. Kuzey’in teknoloji özürlüsü olduğuna kanaat getirdiği Arda ve Hilal, Ayas’ın bize bıraktığı belgeleri inceliyordu. Bense iki grup arasında mekik dokuyup bazı aramalar yaparak işleri hızlandırmaya çalışıyordum.
Güneş çoktan batmış yerini fırtınalı bir geceye bırakmıştı. Çakan her şimşekle salonun içindeki kâğıt dağları ve yerdeki kablo mezarlığı biraz daha göz korkutucu gelmeye başlıyordu. Okumaktan ve araştırmaktan başka çaremiz yoktu ama saatlerdir bunu yapıyor olmamıza rağmen elimizde koca bir hiç vardı.
Üstelik Ayas ve Tara’dan hala bir haber alamamıştık ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Ayas ne de haklıydı… Sorular, sorular ve sorunlar… Böyle bir anda nasıl kendi sorunlarımı çözmek için duraklayabilirdim ki? İki buçuk yıldır ilk defa bu kadar yaklaşmıştık.
“ Pekâlâ, bu kadar karıştırmak yeter. Devam etmeden önce oturup elimizde neler olduğunu toparlamalıyız.”dedim. Kimse itiraz etmeden elindeki işi bırakarak dikkatini konuşulacaklara vereceğini göstermek için bana döndü. “ Önce sen Kuzey, Aşina’yla ilgili bir gelişmemiz var mı?” Kuzey az önceki konuşmamız hiç yaşanmamış gibi ifadesiz bir suratla ekranlardan birini bize çevirerek açık olan onlarca sayfanın içinden birini büyütüp konuşmaya başladı.
“ Emin olmak için bulduğumuz tek bir ipucunun üzerine gitmemeye çalıştık. Sonuçta eğer yanlış bir sokağa çıkacak olursak geri dönüp yeniden başlamaktansa yan yola girmek daha kolay olabilir.” Kendi söylediğine bir anlam veremezmiş gibi başını salladı. “ Yani sonuç olarak şu ana dek okuduğum binlerce sayfalık yazıya dayanarak söylüyorum ki en iyi şansımız Şatuo’dan başlamak olur.”
“ Şatuo, Batı Göktürk Kağanlığı’ndan İşbara Kağan’ın soyundan gelenlerin oluşturduğu bir kol.” diye açıklamaya başladı Walker. “ İşbara Kağan’ın bir diğer adıysa Aşina Helu.”
“ İşte az önce bahsettiğim sorun da buradan kaynaklanıyor. Göktürk Devleti’nin temelleri destanlarla Aşina’ya bağlanıyor ve bu da onu birden fazla karakter olarak karşımıza çıkartıyor. İsminde Aşina kelimesi bulunan çok kişi var. Yine de tarih aralığını göz önünde bulundurduğumuzda en iyi atışımız Şatuo dönemi ve Aşina’nın belki de torununun torunu olabilecek Aşina Helu.”
“ Peki bu Şatuo dö