-15-
Nisan
Elimi salıncağın üzerindeki tenteden dışarıya doğru uzatarak yağmur damlalarını avucumda toplamaya başladım. Derin nefeslerle toprak kokusunu içime çektim. Her bir ağacı, çimeni, çiçeği ciğerlerimde teker teker hissedebiliyordum, baş döndüren inanılmaz bir histi bu. Arada birkaç damlayı yüzüme iten rüzgârı gülümseyerek karşılıyordum. Çevremdeki her şey ferah ve huzur doluydu.
Aylak aylak sallanmaya ve bu mükemmel anı bitmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederken gözlerimi kapatıp içimi çektim. En son tenime değen yağmurda yanımda olan insanları bana geri getirecekmiş gibi avucuma dolan yağmur suyunu iki elime bölüştürerek yüzüme sürdüm. İşte sanki oradalardı… Hilal ve Arda’nın eş zamanlı olarak yanaklarımı çekiştiren yumuşacık elleri, otobüslerde yanıma oturunca başını omzuma yaslayan Kuzey’in saçları, abimin bana sarıldığında hissettiğim yüzü ve Derin’in sabahları uyanmam için yanağıma kondurduğu öpücükler… Hepsi oradalardı, hissedebileceğim kadar yakın ama belki de unutmaktan korkacağım kadar uzak…
Geri dönmek istiyordum, hemen dönmek istiyordum. Beklemeye tahammülüm yoktu. Ben bu huzur denizinde otururken onlar dışarıda beni arıyorlardı. Kim bilir onlara ne kadar uzaktaydım, kim bilir nasıl bir insanın zihnindeydim… Kadın mıydı yoksa erkek mi? Belki de şu an sallanan sandalyesine oturmuş torununa kazak ören yaşlı bir teyzeydi. Ya da dünyanın zirvesinde olduğunu düşünen zengin ve güçlü bir iş adamı… Seçenekler öyle sınırsızdı ki türettiğim her seçenekte onlara olan uzaklığım artıyormuş gibi hissediyordum. Ya asla bulunamayacak bir yerde yaşıyorduysa bu beden? O zaman ne yapacaktım?
Kendi kendime yalan söyleyerek bunları düşünme dedim. Hâlbuki burada geçireceğim tüm vakti onları düşünerek geçirmek istiyordum. Bu bana acı vermiyordu, sadece o ünlü yaşamla ölüm arasındaki çizgideyken yaşadığım hayatın sandığımın aksine ne kadar da güzel olduğunu anlamamı sağlıyordu. Hayatımdaki herkesin, sevmediğim insanların bile aslında yaşamımda ne kadar önemli olduğunu daha iyi görebiliyordum. Meğer hiçbir şey hissetmemek için kalbimi elime alıp parçalayabilmeyi dilediğim o günler bile ne kıymetliymiş! Acıyı iliklerine kadar hissetmek, hiçbir şey hissedememe ihtimaliyle karşı karşıya kalınca fırtınanın yanında yaz yağmuru gibiymiş. Sevdiğim insanların gözyaşlarını görünce titreyen ellerimden, bir daha asla gözyaşlarını silememe ihtimaliyle yüzleşince kan çekiliyordu…
Sonra birden bir ışık yanıyordu, kıyıda benim içinde bir umut görünüyordu. Sisten neredeyse görünmez olmuş rıhtımın ucunda hayal meyal seçilen bir deniz feneri buluyordum. Yüzüme çarpan rüzgârın Derin’le uçakta yaptığımız konuşmamızı da yanında getirmesine izin verdim.
Fırtına çıkacak, demişti. O an düşünebildiğim tek şey hayatımda sahip olduğum her şeyin bana fırtınalı bir günde geldiği ve aynı şekilde fırtınalı bir günde gittiğiydi… Ve bu şu anda dahi değişmeyen bir gerçekti. Yeniden sahip olduğum her şeyimi dağlardaki bir fırtınada bir anda yitirivermiştim. Belki de bu yüzden şu an yeşili yıkayan bu yağmur, bu fırtına bulutları bana huzur veriyordu. Şimdi, fırtına zamanıydı; şimdi, kaybettiklerimi geri kazanma zamanıydı.
“ Teşekkür ederim.”dedim yavaşça tüm bulutları içime almak ister gibi iç çekerek. Salıncağı ayağıyla sallama işini benden devralan Arya gülümsedi.
“ Daha iyi hissetmeni sağladıysam ne mutlu bana.” Güzel gözlerini kaldırarak hüzünlü bir ifadeyle yarattığı fırtınaya baktı. “ Ben de yağmuru çok severim.”
Ona yardım etmek istiyordum ve bunun için aklıma sadece tek bir şey geliyordu.
“ Baksana Arya,” Sonra durup düzelttim. “ Yani bakar mısınız?”
“ Benimle resmi konuşmana gerek yok. Sen bana Arya de ben de sana Nisan, bundan sonra küçüğüm yok anlaştık mı? Yüzyıllardır bu halde olduğumu saymazsak aslında senden çok da büyük değilim.”
“ Peki, anlaştık.”
“ Ne söyleyecektin?”
“ Diyorum ki, eğer buradan çıkarsam… Yani beni bulur ve kurtarırlarsa…” İlgiyle devam etmem için başını salladı. Derin bir nefes alıp söylemek üzere olduğum şeyi düşündüm.
“ Buradan çıkarsam, seni öldürmemi ister misin?” Söylediğim şey beni bile dehşete düşürmüştü ama kendimi başka nasıl ifade edebilirdim bilemiyorum. Ona yardım etmek istiyordum. Bana kendi hayatı hakkında anlattığı şeylerin ağırlığı altında eziliyordum. Halkının, kardeşinin, sevdiği adamın kaderlerinin ağırlığı altında ben dahi eziliyordum. Arya’ysa yüzyıllardır bunları tek başına omuzluyordu.
Çekine çekine de olsa dönüp yüzüne baktım. Görmeyi beklediğim dehşet ifadesi yerine şaşkınlıkla karışık artık anlamını her zamankinden daha iyi bildiğim o duygu vardı… Umut.
“ Bunu benim için yapar mısın?”dedi ellerimi avuçlarının arasına alırken. Aldığım tepkiden dolayı mutlu mu olsam yoksa şaşırsam mı bilemeden narin ellerini tuttum.
“ Şu an beni burada hayatta tutan tek şey sensin. Onlar beni bulana kadar tek dayanağım sensin Arya ve bunu yapmak zorunda değildin. Leydi olman, efsanevi bir lider ve savaşçı olman önemli değil. Sen de hala bir insansın ve insanlar yaşamayı hak ettikleri kadar zamanı gelince ölmeyi de hak ederler.” Elimi kaldırarak yeniden yağmura uzattım. “ Şuna bak! Sırf ben istedim diye burada bir fırtına başlattın! Bense aslında karşılığında seni öldürmek gibi korkunç bir şeyden bahsediyorum.”dedim gülerek. “ İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum aslında. Kuzey’in, yani arkadaşımın babasının geliştirdiği bir silah vardı ve ben onunla vurulduğum halde ölmemiştim ama-”
“ Ametist’ten mi bahsediyorsun?”dedi aniden.
“ Ametist mi?”
“ Ah doğru, sen daha isimlerini bilmiyorsun. Doğan’ın geliştirdiği iki silah. Biri senin ruhunun parçasını vuran ve normalde bu parçayı kaybettiğin için seni öldürmesi gereken mor kurşun, Ametist. Ötekiyse daha ölümcül bir karışım. Dışarıdan bakınca sadece beden için geliştirilmiş gibi görünse de ki sen onu gördüğünde öyleydi, aslında Ametist’in metaliyle yapılıp bir zehirle güçlendirilmiş özel bir kurşun, Kızıl Şeytan. Doğan onları Yaman için verdiğinde henüz deney aşamasında olan silahlardı ve şanslısın ki o adam yapabileceği halde son aşamayı tamamlamamıştı. Muhtemelen silahların kime karşı kullanılacağını biliyordu. Bir Ay Işığı olarak o silahlarla vurulmak seni bile öldürebilir Nisan, geri dönersen buna dikkat etmelisin.” Bu kadar çok şey bilmesi beni hala korkutuyordu. Bütün gün oturup dünyayı izlemekten başka yapacak bir işi olmadığını düşünecek olursak aslında o kadar garip gelmemeliydi.
Demek Ametist ve Kızıl Şeytan diye düşündüm. Ametist’in Kara Bıçak mantığıyla çalıştığını biliyordum ve Arya’nın da az önce dediği gibi sadece ruhlar için olmalıydı. Sonra aklıma şarjörlerden birinin saçtığı tehditkâr kırmızı ışıklar geldi. Özellikle bu kurşunun üzerine yoğunlaşmış olmalılardı çünkü bir ruhu her zaman vuramazdınız. Onu hazırlıksız yakalamalıydınız. Eğer Ametist bu sorunu çözecek şekilde geliştirilmediyse bir ruh onu içinden geçirip kurtulabilirdi. Ama Kızıl Şeytan dedikleri beni biraz düşündürmüş ve tedirgin etmişti. Aynı anda hem bedene saplanıp ona zarar veren hem de ruhun bir parçasını geri dönmemek üzere mühürleyen bir şey kim için olursa olsun tehlikeliydi.
Ben bunları düşünürken ortama bir sessizliğin hâkim olduğunu fark edip kendime geldim.
“ Güzel o halde aklımdaki şeyi yapabiliriz.”dedim gülümsemem yüzüme daha da yayılırken.
“ Eğer dışarıda senin ruhundan bir iz taşıyan her şeyi yok edilirse…”
“ Geriye sadece ben kalırım ve bu bedenin öldüğü gün,”
“ Sen de onunla birlikte gerçekten ölürsün.” Özel bir silahla vurulmadığı, yani ruhunun bir parçası değim yerindeyse evrene saçılmadığı takdirde ruhun bir seferde ya da parça parça ölmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Tüm parçaları birer birer ölse de hepsi sonuç itibariyle bir bütün olursa ruh gerçek ölüme ulaşabilirdi. Gerçi ölüm aslında bir ağız alışkanlığıydı. Ruh bir enerjiydi ve asla ölemezdi.
Taş zaten yok edilmişti. Arya’nın anlattıklarına göre benim buradan çıkabilmem için dalgakıranların bulunması gerekiyordu. Öyleyse geriye sadece alev kalırdı.
“ Eğer istersen Arya, senin için bunu gerçekten deneyebilirim. Ailenden uzak kalmanın nasıl bir şey olduğunu bilirim.” O şefkatli gülümsemesi yeniden yüzüne yayıldı.
“ Peki, bu bahsettiğin hangi ailen? Annenle baban mı yoksa şu an her yerde seni arayan diğer ailen mi?”dedi. Durdurmak için çabalasam bile durduramayacağım derinlerde sakladığım sıcacık bir gülümsenin dudaklarımda yüzeye çıktığını hissettim. Onlardan böyle bahsetmek o kadar doğru bir his veriyordu ki kıkırdamadan duramadım. Kıkırtıma eşlik eden gök gürültüsüyle yağmur hızlandı. Bu sadece biraz daha keyfimi yerine getirmişti. Geçen her saniye dönme istediğim artıyordu.
“ Bahsetsene,”dedi Arya aniden. “ Bana geri dönünce neler yapmak istediğinden bahset. Hayatının nasıl olmasını istiyorsun?” Bu soru beni hazırlıksız yakalamıştı. Hayal kurmayı çok küçük yaşta Derin bana zamanla yeniden öğretinceye dek bırakmıştım. Çünkü hayallerim beni hep yaralamıştı. Gerçekleşmesi için hiç çaba gösterememiştim. Önüme çıkan zorluklar beni yıldırmamış ama inatla geri püskürtmüştü. Ne beklenebilirdi ki? Küçücük bir çocuktum.
“ Yani şey… Aslında hep bir dansçı olmak istemiştim.”dedim utana sıkıla. Arya kaşlarını havaya kaldırıp kocaman gülümsedi.
“ Gerçekten mi? Bu çok güzel bir şey Nisan! Bunun için hiçbir girişimde bulundun mu?”dedi. Bu düşünce beni ölesiye korkutuyormuş gibi hızla başımı iki yana salladım.
“ Hayır, asla yapamam! O kadar cesur değilim.” Zaten kalkık olan biçimli kaşları saç çizgisine kadar havalanarak fizik sınırlarını zorladı.
“ Sen mi cesur değilsin?”
“ Yani kendimle ilgili konularda evet değilim.”dedim sıkıntıyla. “ Ben her zaman güçlü görünmeliyim. Güçlü ve elimden geldiğince sert. Benim dünyamda olmak zorunda olduğum kişi bu. İnsanlarla şakalaşırım, gülüşürüm ama iş kendime geldiğinde değişiyor her şey. Çok az kişiyle oturup gerçekten konuşabilirim. Çok az kişiye gerçekten nasıl hissettiğimi gösterebilirim. Çünkü eğer onların bende yarattıkları hisleri bilseler tehlikeye düşerler. Kendimi baskılamaya o kadar alıştım ki ben… Kendi duygularımı, düşüncelerimi, hayallerimi… Çoğu zaman yaşadığım bir başkasının hayatıymış gibi gelir bana.
Hırsızların çoğu da aslında böyledir. Hepsi kendilerini unutacakları bir şeye ihtiyaç duyarlar. Bu benim için danstı. Eğer seçme şansım olsa Derin gibi resim yaparak bu işi çözmek isterdim ama öyle değil işte, dans beni seçti. Sürekli dövüş sanatlarıyla işlenen bir vücudum olması da bunda etkili oldu.” Durup Arya’ya baktım. “ Kafanı şişiriyorum değil mi? Duymak istediğin son şey bir ergenin zırvalıkları.”
“ Şaka mı yapıyorsun? Dinlemek için ölebilirim.”dedi manidar bir ses tonuyla. İkimiz de buna gülerken ekledi. “ Ayrıca artık yirmi yaşındasın, pek ergen sayılmazsın.”Devam etmemi gösteren bir el işareti yaptı.
“ Yani, dediğim gibi ben güçlü olmalıyım. Ama dans öyle değil. Tabi ki dans da güçlü olmalı ama aynı zamanda zarif ve yumuşak görünmeli, hareketlerin doğal bir ritimmiş gibi çalan müzikle birlikte akmalı. Her bir nota senin nefesin, her bir vuruş senin hareketin ve melodinin sende uyandırdığı hisler ifaden olmalı. Şimdi kabul etmek lazım ben öyle kibar kuğu gibi bir kız değilim. İnsanlar beni dans ederken görmemeli. Bunu istediğimi sanmıyorum.”
“ Sen olduğun kişi gibi görünmekten korkuyorsun.”dedi. Kaşları çatılmış olsa da sesi azarlar gibi değildi. Daha çok anlayış yayılmıştı sözcüklerine. “ Dışarıdaki güçlü kabuğunun altında zayıflıkların var Nisan, her insanın vardır. Ve dans senin bu yanını ortaya çıkartacağı için korkuyorsun. Dans ederken zarif olamamaktan değil zarif olup kalkanlarını indirmekten korkuyorsun. Bu sadece dansla da ilgili değil öyle değil mi?” Bakışlarımı kaçırdım. Başını iki yana salladığını göz ucuyla gördüm. “ En son ne zaman kendini dinledin Nisan? Ne zaman bir sözü gerçekten istediğin için söyledin, bir hareketi sadece yapmak istediğin için yaptın?”
Bacaklarımı salıncağın üstüne alıp karnıma doğru çektim. Kollarımdaki tüle dolanmamaya özen göstererek bacaklarımı sarılıp çenemi dizlerime yasladım. Şiddetli yağmurun toprağı döven sesiyle Arya’nınki birbirine karışırken söylediği sözler dalıp gitmeme neden oldu.
En son ne zaman gerçekten Nisan olmaya cesaret edebilmiştim?
Başkalarının benim kaderimi çizmesine o kadar alışmıştım ki… Kendi kontrolümde sandığım şeylerden hiç biri aslında öyle değildi. Düşününce ne zaman bir şeyi gerçekten söylemek istesem içime atmıştım. Birine sarılmak istesem yumruklarımı sıkmıştım. Bazen gülmek istediğimde yanaklarımı ısırmıştım.
Belki de bu yüzdendi insanların yanında üşümem. Sevdiğim insanlara seni seviyorum, kin güttüklerimeyse senden nefret ediyorum diyememekten. Her zaman aklımla hareket etmeye çalışıp kalbimden geçen kelimeleri cebime attım ben. Üşüdüğüm zamanlardaysa onlarla ısınmaya çalıştım. Benim yerime hep başkaları sarıldılar bana. Başkaları okudu aklımdan geçenleri, sanki ben çevreme kocaman duvarlar örmüşüm de onlar tırmanıp içeriye bir göz atıyorlarmış gibi. Önümde uzanan denize ayakkabılarıma dolan kumu boşaltmaya çalışırken hiç giremedim ki… Ve hiç boşalmadı o ayakkabılar, ben de tutup bir kenara atamadım. Çünkü bir kere ayakkabısız kalmıştım o kumların üzerinde… Ayaklarımın nasıl yandığını hiç unutmadım.
“ Hiç yoktan kendine karşı dürüst ol Nisan. Kalbine karşı gözlerini kapama. Güven bana hayat, bir şeyleri erteleyip içine atmak için çok kısa. Dikkatli olmak elbette önemli ama artık rol yapmana gerek yok. Yeterince güçlüsün. İstediğin herkesi her şeyi koruyabilecek kadar güçlü. Senin hayatın bir güç savaşının üzerine kuruldu ne yazık ki ancak şimdi rolleri değişme vakti geldi senin için. Şimdi oyunun kurallarını sen belirleyeceksin. Tehdit eden de sen olacaksın, tehdit de. Korkmadan, Nisan olarak at adımlarını; bu sefer güçlü kalmaya çalışacak olan karşındakiler olacak.” Sesinden onun şu an Tara’nın bildiği ve taptığı leydi olduğunu hissettim. İki kişilerdi sanki biri güçlü bir lider; ötekiyse sıradan bir kadın. Ama ikisini birbirine öyle güzel karıştırmıştı ki ortaya Arya çıkmıştı.
Kafama bir şeyler yeni dank etmiş gibi doğrulup ona baktım. Yüzündeki gülümsemeyi görünce en başından beri anlatmaya çalıştığı şeyin bu olduğunu anladım. Evet, işte buydu… Bu kadar basitti. Karşımda doğrularını alıp, hatalarını tekrarlamayacağım mükemmel bir örnek vardı. Arya olmalıydım. Geri dönmeli ve ipleri elime almalıydım. Bunun tam aksini bağıran hareketler yapsam da korkmamalıydım artık. Ne merkezden, ne Yaman’dan, ne de kendimden. Özellikle kendimden.
Yüzümden geçen sayısız ifadeyi ustalıkla okuyan Arya gülümsedi.
“ İşte bu Nisan, mükemmel bir başlangıç.”
“ Seni hayata döndürüp yanımda götürme şansım yok değil mi?”diye sızlandım. Arya bir kahkaha patlatırken ben de sırıtarak onu seyrettim.
“ Ne yazık ki haddinden fazla hayat yaşadım. Belki başka zaman, başka bir yerde...”
“ Bu fikir hoşuma gitti.”dedim daha da sırıtarak. Belki de asırlar sonrasına verilmiş bir arkadaşlık sözüydü bu.
“ Peki, öyleyse devam et. Hayatını anlat bana ama bu sefer kendini dinleyerek. Gerçekten ne istediğini ne hissettiğini bilerek.” Çenemi yeniden dizlerime yaslarken sırıtarak koyu gri gökyüzüne baktım.
“ Her şey bittiğinde mi yani?” Her şeyden kastım, hayata geri dönüp Ay Işığı olarak işlerin başına geçmek, merkezi hale yola sokmak, Yaman’ın ve diğer kaçakların icabına bakmak, kimsenin haberinin olmadığı gizli dünyamızda üç büyükler arasında huzur ve barışı sağlama saçmalıkları vesaire vesaire…
“ Evet, her şey bittiğinde.”
“ Çok güzel bir soru… Sanırım önceki hayatıma devam etmek beni en çok heyecanlandıran seçenek. Sıradan biri olarak korkmadan yaşamak, kimseden bir şey saklamamak… Belki gerçekten dansçı olurum ya da koreograf. Abimle daha çok zaman geçirmek de liste başı zaten. Hayatımın bir bölümünde ondan nefret ettiğime inanamıyorum… Aslında hep Derin’le dünyayı gezmek istemişizdir. Hırsız olarak değil, sıradan turistler olarak. Belki buna vaktimiz olabilir nasılsa birlikte- ” O kadar hızlı konuşup konudan konuya atlamıştım ki aklıma sinsice süzülen düşünceler tam karşımda duruncaya kadar onları fark edememiştim. Bir anda dilim damağım kurumuş, neşem kaçmıştı. Benim bu ani duraklamama gökyüzü tepki verir gibi art arda çakan şimşeklerle aydınlandı.
“ Sorun ne Nisan?” Arya endişelenmiş bana doğru eğilmişti.
“ Ben sadece… Yani ben bunları düşünüyorum ama… O zaman geldiğinde Derin hala yanımda olur mu diye düşündüm. Aradan iki koca yıl geçmiş ve ben… Giderken bile bilemiyordum, söyleyemediğim çok şey var.” Saçlarımı geri çekerek elini yanağıma koydu.
“ Bu Nisan olmaya başlaman için mükemmel bir şans.”diye fısıldadı. “ Derin ve Kuzey değil mi?” Bu sefer konuyu anlamasına şaşırmamıştım işte. Yanaklarımın tedirgin bir utançla ısındığını hissettim. “ Aynı anda iki kişiyi sevemezsin biliyorsun.” Sevmek, Derin ve Kuzey aynı cümle içinde geçince beynimden dumanlar çıkıyordu. “ Giderken bile söyleyemediğin o kelimeleri şimdi sakladığın cebinden çıkart Nisan. Seni yargılayacak değilim, dürüst ol.”
“ Ben… Ben gerçekten bilmiyorum. Kuzey… O, o beni tam olarak tanımadan kabul eden ilk kişi. Tüm garipliklerime, sert çıkışlarıma ya da aptallıklarıma rağmen bunları sorgulamadan, bana gizemli hayatım hakkında sorular sormadan öylece kabul eden ilk kişi. Sanırım sebebi bu olabilir, onu asla hayal kırıklığına uğratmak istemedim. Normal biri, normal bir arkadaş olmak istedim. Bu yüzden yanında sürekli heyecanlıydım, elim ayağım birbirine dolaşırdı. Hilal ve Arda sakarlıklarımla dalga geçerken o gülmezdi. Sırf ben kendimi daha iyi hissedeyim diye sayısız defa kendini rezil etti okulda. O kadar iyi bir kalbi var ki tanıdığım herkesten farklı. Kızdığını, sinirlendiğini ya da somurttuğunu neredeyse hiç görmezdik. Hep gülümser ve olayların üzerinde durmamaya çalışırdı. Sürekli sorunlarla boğuştuğum bir hayatım vardı ve ben hep onun gibi olmak isterdim. Ona özenip onu o kadar çok izledim ki ondan ayrılmaz oldum. Geceleri ruh olarak gizli gizli evine gidiyor onu izliyordum. Sahip olmak istediğim hayat onunkiydi. İlk kez kabus gördüğünü sandığımda o kadar korktum ki ne yapacağını bilemedim. Zamanla onun aslında sandığım kadar mutlu olmadığını anladım ve onu kanatlarım altına almak istedim. Sahip olduğunu sandığım hayatı korumak istedim. Ama ben ona yakınlaştıkça onun da tavırları değişti sanki, bilmiyorum. Durup dururken bana öyle şeyler söylerdi ki yüreğim hoplardı. Daha önce kimseden duymadığım sözlerdi bunlar ve onu korumaya çalışırken yavaş yavaş ondan hoşlanmaya başladım sanırım.”dedim yavaşça. Yutkunarak devam ettim.
“ Derin.”dedim ve sonra yeniden durma ihtiyacı hissettim. Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. “ Derin’i bir insanı sevebileceğim her şekilde sevdim. O benim kahramanımdı, fırtınanın bana bağışladığı tüm dünyamı bana aydınlatıp o bulutları yok eden bir güneşti. En yakın arkadaşımdı, babamdı, abimdi, elini tutmayı hayal ettiğim ilk kişiydi. Her şeyimdi, dünyam ondan ibaretti. Sadece ona sahip olmak bana yeterdi. Başka kimseye ne ihtiyacım olurdu ne de kalbim onu kabul ederdi. Birisiyle birlikte büyümek böyledir. Başkalarının gençlik resimlerine bakar, tanıdığın insanın hiç bilmediğin bir hayat yaşadığını hatırlarsın, yılları içinde senin olmadığın milyonlarca anıyla doludur. Ama birlikte büyürsen onun anıları sensindir ve o da senin her şeyindir.
Daha küçük bir çocuktum ama bir gün Derin’i yanında başka biriyle görünce dehşete kapılmıştım. Beni bırakabileceği ihtimalini hiç aklıma dahi getirmemiştim o güne kadar. Bu beni o kadar korkutmuştu ki kendimi ona kızmaya ve onu o şekilde sevmekten vazgeçmeye zorladım. Hem Kuzey vardı. Olmak istediğim mükemmel insan… Yalan söyleyemem neden o beni terk etmeden önce ben onu terk etmiyorum ki diye düşündüm. Çünkü Derin asla beni, benim onu sevdiğim gibi sevmeyecekti. Ben onun gözünde hep korunmaya muhtaç o küçük kız olacaktım. Bana sarıldığı zamanlarda bile sanki bunu düşünmemi istemiyormuş gibi tedirgin olduğunu hissederdim. Bu beni her gün o kadar çok yaralıyordu ki ona söylemek istediğim her şeyi sakladım. Kendimi kalbimin bir başkası için çarpabileceğine inandırdım. Beni kızdırmak için yaptığı oyunlarda bu kadar heyecanlanmamı ve mutlu olmamı başka şeylere bağlamaya çalıştım. Uzunca bir süre işe yaradığını sandım…
Ama o gün, zamanı durdurup ondan ayrılırken ne kadar büyük bir aptal olduğumu anladım. Sadece korktuğum için ondan kaçtığımı, hatta ne kadar rezil bir insan olup hayatımın bir döneminde sadece ondan uzaklaşabilmek için Kuzey’e tutunduğumu anladım. İstemiştim, Kuzey’e gerçekten âşık olmayı onu sevmeyi deli gibi istedim. Aptal gibi hayatım boyunca Derin’in yüzünde oluşacak bir gülümseme için hayatımdan bile vazgeçecek kadar onu severken kaçtım.” Ne zaman ağlamaya başladığımı bilmiyordum ama hıçkırıklarım artık konuşmamı engellemeye başlayınca Arya aramızdaki boşluğu kapatıp bana öyle sıkı sarıldı ki omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Ancak durmadım, konuşmaya bölük pörçük de olsa devam ettim çünkü o kadar uzun zamandır bunları yüksek sesle söylemeye korkarak bir köşeye sinmiştim ki kalbimin uyuştuğunu hissediyordum.
“ O kadar aptaldım ki asla düşünmedim, onunda beni sevebileceğini düşünmedim. Kendimi hapsettiğim o çukurda dertlerimle boğulmakla meşguldüm çünkü. O gün beraber çıkmamız için bana yalvardığında gözlerinde bunu o kadar net okudum ki kendimden nefret ettim Arya, gerçekten bir an için ölmek istedim! Lacivert gözleri bana öyle bakıyordu ki! Hayatım boyunca görmek istediğim ama görememekten korktuğum için başımı kaldırıp da bakmadığım bakıştı o… Ve aslında en başından beri oradaydı! Bana sarıldığında tedirginliği onu sevmemden korktuğu için değildi, sevmememden korktuğu içindi. Şaka olduğunu sandığım sözlerinden hiçbiri şaka değildi, gerçekti. Ruhuma o an saplanan milyonlarca bıçak kadar gerçekti. Onu hiç dinlememiştim, ona hiç şans vermemiştim… Gidip sırf küçükken benim yaşadığım korkuyu tatmasını istediğim için ona Kuzey’i ne kadar sevdiğimi saatlerce anlatmıştım ve o da beni dinlemişti! Hem de her seferinde. Uyurken sırtımda hissettiğim kalp atışı onundu, benim için öyle delicesine atıyordu. Ama ben ne yaptım Arya? Ben ne yaptım? Ben bile kendimi affedemiyorken onun beni affetmesini nasıl beklerim? Nasıl geri dönersem benimle kalacağını düşünebilirim? Ya Kuzey? Ona aslında onu sevmek için çok çabalayıp başaramadığımı nasıl söylerim? İkisi de farklı şekillerde olsa da benim için kendi hayatımdan bile daha değerliler. Söyler misin Arya ben nasıl bir insanım? Her şeyden önce nasıl bir arkadaşım?
Son anlarımda bile Derin’e onu sevdiğimi söyleyemedim. Çünkü korktum. Hem gözlerinde gördüğümün gerçek olmasından hem de olmamasından korktum. Ya sadece ben hayal ettiysem diye düşündüm. Ya da daha kötüsü, hayal etmediysem ve gerçekten beni seviyorsa az sonra ölümüne yürüyecek birinin de onu sevdiğini bilmesi ne işine yarayacaktı?” Arya ileri geri sallanıyor bana sımsıkı sarılarak saçlarımı okşuyordu. Düzensizce inip kalkan göğsünden onun da ağladığını çok geç fark ettim.
“ Bu yüzden kendime karşı dürüst olmak istemedim. Ben buyum. Nisan’dan nefret ediyorum. Herkesin hayatını mahveden sadece kendini düşünen bir bencil o! O yüzden ondan nefret ediyorum ve onu asla affetmeyeceğim.” Hıçkırıklarımı yutarak kendimi geri çektim.
“ Şimdi bana söyler misin, kendi duygularını anlaması ve gerçekte sevdiği adamın kim olduğunu bulması bile bu kadar zamanını almış bir aptal senin ya da diğerlerinin ondan beklediği o büyük işleri nasıl yapabilir? Ben küçük bir aptalım!” Söylediğim son sözler canımı öylesine yakmıştı bir an nefes alamadım. Az önce Arya’nın b
ana bin bir uğraşla aşılamaya çalıştığı özgüven yerle bir oluvermişti. Küçük aptal…
Benim için her şey olduğunu söylediğim adamı her gün biraz daha yaralamış kendiminki gibi bir çukurun içine itmişken, başkalarına nasıl yardım edebilirdim? Derin’le Kuzey beni affetmediği sürece ne kadar güçlü olabilirdim?
Çıkmak için debelenen sözlerim hala olsa da onları yuttum. Hayır, o aptal kız olmaya devam etmeyecektim. Ya Derin beni terk ederse diye hayatımın kalanını bir hatalar zinciri olarak geçirmeyecektim. Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı silerek derin bir nefes aldım. Sözlerimi bedenime dönüş için saklayacaktım ve ancak beni affettiklerine ikna olduğumda ortaya çıkartacaktım. Şimdi bir kere söylemiştim, artık tüm aptallıklarımı, hatalarımı bağıra çağıra itiraf etmiştim en çok korktuğum kişiye, kendime…
İçime saçma sayılacak bir ferahlığın yayıldığını hissettim ve ağlama krizimin bu kadar çabuk geçip bu konuşmaya başlamadan önceki halime bu kadar çabuk dönebildiğime şaşırdım. Ama işte buydu, olması gereken buydu. Hatalarım için oturup ağlayamazdım. En azından şu an değil. Nisan’ı olduğu gibi kabul etmeye çalışmalı ve Arya gibi olmalıydım. Daha fazla hata yapmadan, var olanları düzeltmeliydim.
Ayağa kalkıp Arya’nın endişeli bakışları arasında deli gibi yağan yağmurun içinde ilerledim. Artık yalan yoktu, artık saklanan duygular, sözler yoktu. Yeri geldiği zaman sevdiğimi haykıracak yeri geldiği zaman öfkemle insanlara kan kusturacaktım. Artık ayakkabılar yoktu, yakıcı kumlar ve her şeyden çok ulaşmayı istediğim bir deniz vardı. Artık kendine koza örüp içeriye kimseyi kabul etmeyen o küçük aptal yoktu, bedenime döndüğümde hepsi karşılarında bir Ay Işığı bulacaktı.
Birkaç dakika içinde hızla yaşadığım ruh hali değişimlerinden yorgun düşmem gerekirdi ama ben kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Islanmış saçlarımı arkaya ittim ve dönüp Arya’ya baktım. Yüzünde gururla karışık endişe vardı. Derin ve Kuzey konusunu bilerek açmıştı. Bunun benim en hassas noktam olduğunu biliyordu. Bu konuyu kendi içimde halledebilirsem devam edebileceğimi biliyordu. Şimdi kulaklarımda heykelinin yanında yaptığımız o konuşma uğuldarken kararım kesin ve netti.
“ Arya, bana zamanı nasıl bir usta olarak kontrol edebileceğimi öğretmeni istiyorum.”
ellerine sağlıkkkkk