-17-
Jay
“ Yağmur başlayacak.”dedi yumuşacık bir kadın sesi. Bakışlarını havayı içine çekmek için yukarı kaldırınca bakır saçları geriye düştü. Koyu kahverengi çizmelerini hafif bir ritimle yere vuruyordu. Kum rengi bol pantolonu buz mavisi uzun savaşçı tuniği altında neredeyse görünmüyordu. Belindeki metal kemere yerleştirilmiş kılıç uzun olsa taşıma konusunda pek sıkıntı çekmiyormuş gibiydi. Sırtına çapraz şekilde astığı ok ve yayı sanki çevresine belli belirsiz bir ışık yayıyordu.
“ Haklısınız leydim.”diye karşılık verdi ona yanında duran çocuk. On yaşında anca vardı. Kısa boylu ve çelimsizdi. Uzun kahverengi saçlarını ensesinde atkuyruğu yapmıştı. Yüzünde belli belirsiz çiller vardı ve bu ona daha çocuksu bir hava katıyordu. Neredeyse gözbebeğini dahi ayırt edemediğim kadar siyah olan çekik gözleri hayranlık ve ilgiyle kadına bakıyordu.
“ Senden bir iyilik isteyeceğim Aşina.”dedi leydi. Çocuk olduğu yerde sevinçle zıplayarak ona doğru döndü.
“ Tabi ki leydim, ne isterseniz.”
“ Sen çok özel bir seçilmişsin. Yetenekli, güvenilir ve hala masum.” Kadın hala kelimesini üzerine basa basa vurgulamıştı. Çocuğun söylediği sözü tam olarak kavramasını istermiş gibi konuşmaya devam etmeden önce durup bir süre bekledi.
Leydi, dalgın gözlerle ahşap platformun çevrelediği kısa sarı çimlerin sardığı avluya baktı. Geniş avluda yaklaşık yüz kadar kişi vardı. Kimi kılıç talimi yapıyor kimi ok atıyordu. Sol köşede sınırları kütüklerle belirlenmiş bir alanda bir çeşit silahsız dövüş antrenmanı yapılıyordu. Kütüklerin üzerine oturmuş izleyiciler gülüşüyor, birbirlerine hareketleri göstererek bir şeyler anlatıyordu. Bütün bu alışıldık sahnelere karşın avlunun sağ tarafında ruhların dolaştığını gördüm. Köşede oturmuş onlarca boş bedenin izlediği ruhların bir kısmı diğer taraflardaki insanların yaptıkları şeylerin aynısını yapıyor, ruhlarını eğitiyorlardı. Diğer bir kısmıysa tamamen farklı ruhlara yönelik teknikler üzerinde uzmanlaşmak için çalışıyorlardı. Bir anda belirip kaybolma, buhara dönüşme, somutlaşma, kopyalama…
Ortalarında kendi bedenlerinde birkaç insanın kıpırdadığını görünce dikkat kesildim. Merkezde, gözlerini bezle bağlamış genç bir adam üzerine gelen tüm ruhları ustalıkla savuşturuyor, onlardan kaçınıyordu. Sanki kimin nereden geleceğini önceden biliyormuş gibi kıvrak hareketlerle hiçbir ruhun ona dokunmasına izin vermiyordu. Onların somut olduğu anı bekliyor ve öyle bir an gelince onları köşedeki bedenlerine doğru tereddütsüz fırlatıyordu.
İnsanlar, hırsızlar ve kâhinler…
Burası bir seçilmişler okuluydu.
Yapı bir tapınak olamayacak kadar köhneydi. Geçici olarak alelacele inşa edilmiş gibi duruyordu. İkinci bir katı, belirli bir kulesi ya da yüksek heykelleri yoktu. Sadece toprak ve ahşap… Avluyu çevreleyen veranda yer yer koridorlara ya da kapılara açılıyordu. Yürüyen insanların ayakları altında zemin homurdanır gibi gıcırdıyordu.
Gökyüzüyse kadını haklı çıkarmak istercesine geçen her saniye biraz daha koyulaşıyordu. Üzerimize yığılmaya başlayan yağmur bulutları uzansam onlara değebilirmişim gibi yakındı. Sadece bir göz yanılsaması mıydı yoksa bir dağın zirvesinde miydik?
Gürleyen gökyüzü ve onun habercisi rüzgârdan korkuyla titreyen çimenler sorumu yanıtladı. Ses bu kadar yüksekse dağın zirvesinde olmalıydık.
Hafiften çiselemeye başlayan yağmur leydiyi gülümsetirken avludaki insanlar başlarını kaldırıp gökyüzüne umursamaz bir bakış atmaktan öteye gitmediler.
“ Aşina.”dedi leydi sonunda yeniden konuşarak. “ Benim için bunları saklamanı istiyorum.” Sırtındaki ok ve yayı çıkartarak çocuğa doğru uzattı. Çocuğun irileşmiş gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.
“ Ama leydim, bunlar çok kıymetli!”diyebildi birkaç kere ağzını açıp kapattıktan sonra. Tam ellerini ok ve yayı almak için uzatmıştı ki leydi gülümseyerek ellerini geri çekti.
“ Haklısın, fazla kıymetliler değil mi?” Çocuk bir anda yüzünde oluşan hayal kırıklığını gizleyemedi. Kadın insanın içini ısıtan bir gülümsemeyle silahını yeniden sırtına yerleştirip çocuğun saçlarını karıştırdı.
“ Şimdi değil Aşina, daha sonra. Tabii eğer istersen…”
“ Elbette isterim leydim! Bu benim için bir onurdur!” Kadının gülümsemesi yüzüne daha da yayıldı. Elini çocuğun omzuna koyarak sıktı.
“ Sana söylenen şeyleri, bunu söyleyen ben bile olsam hemen kabul etme. Önce sorgula; koşullarını, nedenlerini ve muhtemel sonuçlarını öğren.”dedi. Çocuk bir anda hevesli halini bir kenara bırakıp ciddiyetle dikkat kesildi.
“ O halde leydim, bana bunu neden vermek istiyorsunuz?”
“ Çünkü bu silah benim için çok değerli ve gelecek eğer öngördüğüm gibi olursa daha da önemli olacak.” Durup buna ihtiyacı olmamasını umarcasına iç çekti.
“ Gelecekte onu bana nasıl vereceksiniz?” Kadının kaşları havaya kalkınca çocuk ekledi. “ Ve ne kadar ilerideki bir gelecekten bahsediyoruz?”
“ İşte bu senden beklediğim tarzda bir soru. Korkarım ki bunu ben de bilmiyorum. Bir ay sonrada olabilir, on yıl sonra da, yüz yıl sonra da.” Çocuğu süzdü. Aşina’nın kaşları çatılmış alnı kırışmıştı.
“ Yüz yıl sonra ben kim bilir nerede olurum leydim!”
“ Ancak senden başka güvenecek kimse yok! Sence bu sorunu nasıl çözebiliriz?” Leydi Aşina’nın bu soruyla yüzünün aynı anda hem aydınlanıp hem de acıyla buruşmasını gülümseyerek izliyordu. Bu onun için basit bir bulmacaydı ve çocuğun kendisinin çözmesini istiyordu. Çocuk bir anda aklına bir fikir gelmiş gibi zıplayarak leydiye döndü.
“ Eğer bir şeyi bana emanet ediyorsanız, onu aileme emanet ediyorsunuzdur. Gelecekteki oğullarım, kızlarım ve torunlarım sizin hazinenize sahip çıkacaktır!”
“ Ancak çocuklarının birer seçilmiş olmasının garantisi yok Aşina bunu biliyorsun. Onlara bu durumu nasıl açıklamayı düşünüyorsun?”Çocuk gücenmiş bir bakış attı.
“ Bir babanın arzusunu yerine getirmek için evlatlarının Gök Tanrı tarafından kutsanmasına gerek yoktur. ” Leydi tatmin olmuş bir gülümseme eşliğinde başını salladı.
“ Çok iyi Aşina, çok iyi. O halde işte senden arzum şu,”dedi ve çocuğun kendisini takip etmesini başıyla işaret ederek avluya arkasını dönüp yürümeye başladı. Çocuk da onun peşine takılınca üzerindeki toz toprak olmuş kahverengi deri tuniğinin arkasındaki işleme dikkatimi çekti. Bunun gerçekten var olup olmadığını söylemesi güçtü. Çünkü şekil o kadar net ve düzgün işlenmişti ki sonradan leydi tarafından bir imge olarak konulduğunu düşünmeyi daha mantıklı kılıyordu.
Dişerini göstermeye hazırlanan bir kurt resmi...
Sanki her şey o anda kafama dank etmiş gibi onları takip etmeyi bırakıp uzayan koridorun başında kalakaldım. Kurt simgesi, gök tanrı ve en önemlisi Aşina... Nasıl olmuştu da bir tarihçi olarak ilk anda bunu gözden kaçırmıştım? İlk yapmam gereken şey bulunduğum zamanı ve yeri sorgulamaktı oysa ben kendimi olay akışına kaptırmıştım.
Biçimsiz bina, savaşçı özellikler, çekik gözler ve gök tanrı inancı; hepsi orta Asya’yı işaret ediyordu. Eski Türk devletlerinden biri, hangisi? Gök tanrı inancı pek çok Türk devletinde kullanılmış ortak bir inanç sistemiydi ve ufak farklılıklar olsa da hepsi sonuçta yeri ve göğü yaratan tek ve yüce bir güce inanırlardı.
Ama Aşina... Aşina pek çok şeyin anahtarıydı ve artık o kurt sembolünün leydi tarafından konmuş olduğuna neredeyse emindim. Bazı Moğol ve Türk boylarının bir kurttan türediğine dair sayısız hikâye ve destan vardı. Bunlardan biri de savaşta ülkesi yok olan bir çocuğun sağ kalarak dişi bir kurtla çiftleşmesi ve doğan on erkek çocuğun soyu yeniden canlandırmasıyla ilgili olan Bozkurt destanıydı. Çocuklardan birinin soyu kendi adını alarak büyümüştü ve hatta Göktürklerin eski hükümdarları bile bu soydan çıkmıştı. Günümüzde hala pek çok dilde ve pek çok yerde bazı anlam değişmelerine uğrada hala kullanan bir kelime, Asena. Ya da diğer bir söyleşiyle Aşina...
“ İşte burada.” Leydinin sesiyle kendime gelerek aramızdaki mesafeyi hızla kapattım. Kadın dikkatli bakınca döşemeden ayırmadığınız duvarın dibinde duran bir sandığın üzerine eğilmişti. Aşina’nın nefesini tutmasını gülerek izlerken bir yandan da yavaşça gıcırdayan ahşap sandığı açtı. Sandığın içinden çok da büyük olmayan tahta bir levha çıkartınca çocuk ona soru soran gözlerle baktı.
“ Benim için bunu saklamanı istiyorum. Ama ne pahasına olursa olsun bunu saklamalı ve korumalısın.”dedi. Gözlerimi kısarak hafifçe eğildim ve levhaya daha yakından baktım. Üzerinde sanki bir şeyleri oturtmak için oyulmuş gibi duran özel bölümler vardı. Bakışlarım levhadan kadının sırtındaki ok ve yaya kaydı.
Bu levha dalgakıranın vakti geldiğinde ortaya çıkacağı bir çeşit platformdu, tıpkı madalyonun içinde olduğu kutu gibi.
“ Korumak istediğiniz bir şeyi böyle herkesin içinde almam doğru mu?”dedi Aşina tedirgin bir sesle. Öyle hissettiği sesinden çok net anlaşılıyor olmasına rağmen ifadesi ve duruşu son derece özgüvenliydi. İyi bir oyuncuydu ve ne zaman oynaması gerektiğini biliyordu.
“ İşin güzel yanı da bu Aşina, kimse ulu orta yapılan bir davranıştan şüphelenmez, yaklaştıkça görüşün bulanıklaşır.”dedi kadın ve bunları söylerken elindeki levhayı çocuğun suratına yaklaştırıp geri çekti. Aşina sırıtarak kafa sallarken kadın sağ dizini yere dayayarak ona döndü. “ Bir şeyi saklamak için en güzel yer neresidir biliyor musun Aşina?” Aşina hayır anlamında başını iki yana salladı.
“ Herkesin çoktan bakıp gitmiş olduğu yerdir, geçmiştir. Zamandan başka kimse bu kadar iyi sır tutamaz. Ve Aşina, ben senden bu basit tahta parçasının geçmişi olmanı istiyorum. Onu geçmişinde saklamanı istiyorum. Şimdi de, gelecekte de.
Ama seni uyarıyorum. Bu az önce konuştuğumuz tarihi belirsiz gelecekte senin ya da ailenin başına iş açabilir. Onu senden zorla almak isteyenler olabilir.”
“ İnsanlar mı? Onu insanlardan mı korumalıyım?”
“ Hayır; insan, hırsız, kahin bu sıfatların hiçbiri önemli değil. En azından bu sefer... Onu almayı hak etmeyen herkesten korumanı istiyorum. Buna sadece seni almaya hak ettiklerine inandırdıkları takdirde sahip olabilmeliler. Gelecekte karşına kim çıkarsa çıksın bu ben, kardeşim ya da komutanlarımdan biri bile olabilir; kimseye gözün kapalı güvenmeyeceksin ve ikna olmadıkça bunu kimseye vermeyeceksin... Kabul ediyor musun?”
Çocuk ilk defa kadının söylediği bir söze düşünmeden heyecanla tepki vermedi. Yavaşça inip kalkan göğsü dışında vücudu kıpırtısızdı. Yüzündeki ifadeden kadının söylediklerini kafasında tarttığı belliydi ve bu leydinin çok hoşuna gitmişti.
“ Evet, kabul ediyorum.”
Gözlerimi artık iyiden iyiye karanlığın basmış olduğu New York manzarasının camları boyadığı Arda’nın evinde açtım. Uzanmakta olduğum koltukta doğrulurken bunu yapmamak için pek çok şeyi feda edebileceğimi düşünüyordum. Şakaklarımda inanılmaz bir ağrı ve zonklama hissi vardı. En son ne zaman adam gibi bir uyku çekmiştim? Muhtemelen çook uzun yıllar önce... Bir anda oturdukları yerden fırlayarak tepeme üşüşen meraklı topluluğu görmezden gelmeye çalışsam da bunu yapmak neredeyse imkânsızdı. Elimdeki altın sarısı madalyonu yavaşça az önce üzerinden aldığım sehpaya bıraktım.
Zihnim o kadar doluydu ki patlayacağını hissediyordum. Madalyon Ethan’da ne arıyordu? Dalgakıranlar biz Japonya’da DNA anılarını izleyince ortaya çıkmışken nasıl oluyordu da Ethan bizden önce davranıp madalyona ulaşabiliyor ve hatta üşenmeden bir de yerine boş bir kutu bırakıyordu? Kutu neden hiç açılmamıştı? Eğer her şeyden haberi vardıysa ve amacı dalgakırana bizden önce ulaşmaktıysa neden ona dokunup anıyı bizim görmemizden önce kendisi izlememişti? İyi şanslar derken ne kastediyordu? Amacı bize yardım etmek miydi? Bu sayılar da ne demekti şimdi; gizli bir çeşit kodlama mı yoksa bizi bir yerlere ulaştıracak bir parola mı? Ethan dalgakıranları ne kadar iyi biliyordu? Seçilmişlerden ve özellikle leydiden haberi var mıydı?
Organizasyon başkanı olmasına rağmen onun gibi birisi nasıl bütün bu olaylara bulaşmıştı? Yoksa bu yüzden, bundan rahatsız olan birileri tarafından mı öldürülmüştü?
Delirmek üzereydim. Bir soru varsa, cevabım olmalıydı; bir sorun varsa, çözüm önerisi bulmalıydım. Daha önce hiç karşımda dikilen bu kadar çok cevapsız soruyla yüzleşmek zorunda kalmamıştım. Bir de Oğuz’un bahsettiği başkanlık işi vardı.
“ Ee, ne gördün?”dedi Derin daha fazla bekleyemeyerek.
“ Ne görmedim ki...”
“ O ne demek şimdi?”
“ O demek ki, Aşina soyundan gelen birini arıyoruz. Bir sonraki dalgakıran Aşinalara emanet edilmiş.”dedim ve madalyona dokunduğum andan gözlerimi yeniden açtığım ana kadar gördüğüm her şeyi en ince ayrıntısına kadar onlara anlattım.
“ O halde tek yapmamız gereken bu çocuğun torununun torununun torununu ve hatta onun da torununun torununu bulmak öyle mi?”dedi Arda. Cümleyi takılmadan düzgün kurabilmek için hatırı sayılır bir çaba sarf etmişti.
“ Evet, aynen öyle. Ama karşılaşabileceğimiz muhtemel iki sorun var.”dedi Derin ve kimsenin araya girmesine izin vermeden devam etti. “ Çok eski ve köklü bir soydan bahsediyoruz. Günümüzde tek tek bakılamayacak kadar çok muhtemel varis olabilir ya da daha kötüsü soy bir yerde sona ermiş ve yaşayan hiçbir üyesi kalmamış olabilir.”Her ne kadar kulağa felaket tellallığı gibi geliyor olsa da Derin’in haklı olduğunu hepimiz biliyorduk. Yine de içgüdülerim bana bu işin düşündüğümüzden daha kolay hallolacağını söylüyordu.
“ Nereden başlayacağız?”dedi Tara yarı kapalı yorgun gözlerle. Keşke bilebilseydim demek istesem de kendimi tuttum. Kuzey elinde çevirmekte olduğu Ethan’ın yazdığı notu herkesin görebileceği şekilde sehpanın üstüne koydu.
“ Buradan başlamaya ne dersiniz?”dedi ellerini çenesinin altında birleştirip.
“ Bu sayıların ne olabileceğine dair herhangi bir fikrin var mı?” Derin soruyu direk bana yöneltmişti.
“ Aslında birkaç tane var. Ama çok kolay, akla ilk gelecek şeyler.”
“ Mesela?”
“ Mesela, Ethan’ın evinde özel bir kasası olduğunu biliyorum. O tarz kasaların genellikle altı haneli şifreleri olur ve eğer iyi şanslar gibi bir dilekte bulunarak bize yardım etmeyi amaçlıyorsa yardımı dokunacağını düşündüğü şeyi bu kasaya saklamış olabilir.”dedim. “Ancak bu çok kolay. Düşünülecek ilk şey.” İçim rahat değildi. Nedense Ethan’dan daha fazlasını bekliyordum. Kapıyı ardına kadar açıp görünmesi için önünde bir meşaleyle dikilmek pek onun tarzı değildi.
“ Eğer gerçekten öldürüldüyse karmaşık bulmacalar yaratacak kadar vakti olduğunu sanmıyorum. Basbayağı kasasının şifresi olabilir. Belki de bu rakamlar çaresiz durumdaki bir adamın son çırpınışlarıydı.” dedi Walker. Söyledikleri mantıklıydı ama çaresiz ve çırpınış sözcükleri nedense zihnime batmıştı.
“ Kasası evinde öyle değil mi?”diye araya girdi Kuzey. “ Cesedini bulduğumuz odanın geldiğimiz yöne göre sol arka tarafında kalan koridorun sonundaki odada mı?” Yerini böylesine nokta atışıyla söylemesi koltukta dikleşerek dikkat kesilmeme neden oldu.
“ Evet, evet mutfakta… Tam olarak söylediğin yerde. Bir şey mi hissettin?”
“ Hem evet hem hayır. Bir şey demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Bir formu yoktu nesnesel değildi. Ama bir iz hissettim. Daha önce orada var olan bir nesneye ait belli belirsiz bir enerji. Üstünde durmaya dahi değmeyecek kadar küçüktü, bahsetmeye gerek duymadım.”
“ Şimdi söylemen de bir şey…”diye homurdandı Derin oturduğu yerde.
“ Burada esas sorulması gereken şey o kutunun Arda’nın evine nasıl girdiği değil mi sizce de?”dedi Walker. Arda karşısındaki polis ona silah doğrultmuş gibi ellerini havaya kaldırdı.
“ Onu içeri ben almadım… Ve siz sormadan ekleyeyim benim için alan birileri de yok. Gelen kargolar danışmada benim gidip onları almamı bekliyorlar, eve benden başka kimse giremez.”
“ Ki Walker’ın anlatmaya çalıştığı önemli nokta da bu.” Derin iç çekti. “ Arda değildi, başka biri giremezdi, yani en azından bir insan giremezdi.”
“ Bir ruh, hatta belki de Ethan’ın ta kendisi.”dedim. Dizlerime vurarak ayağa fırladım. “ Kuzey haklı. Gidip kasayı kontrol etmeliyim.”
“ Etmeliyim mi? Etmeliyiz…” Tara kaşlarını kaldırarak beni süzdü.
“ Hayır etmeliyim.”
“ Ama-“
“ Aması yok Tara. Hilal ve senin dinlenmeye ihtiyacınız var. İkiniz halsiz ve Nisan bu haldeyken sizi yalnız bırakamayız. Birden fazla kişinin gitmesi çok riskli olur. Siz kalıyorsunuz ve ben gidiyorum.” Dönüp Derin’e baktım. Belli belirsiz başını sallayarak bana katıldı.
“ Jay haklı. Zaten orası hala hırsız kaynıyordur. Geleceğin en büyük potansiyeline sahip organizasyon başkanına bakıyorsun Tara, onu hafife alma.”dedi. Ses tonundaki kinayeyi duymazdan geldim.
“ Güzel o halde anlaştık. Siz burada kalın ve ulaşabildiğiniz her kaynağı kullanarak hala hayatta olan Aşina’nın torunlarına ulaşın.”
Çakımı çıkartıp koridora doğru ilerlerken Tara’nın arkamdan inatçı domuz gibi bir şeyler homurdandığını hayal meyal duydum.
her bölüm ayrı bir gizem bayılıyorum bu kitaba 💜