-35-
Nisan
6 yıl sonra, Sicilya-İtalya
“ İzlediğiniz hangi film sizi gaza getirdi de bu kadar çocukla tatile geldiniz anlamıyorum ki! ”dedi Aiden kucağından atlamaya çalışan Güneş’i son anda yakalayarak.
“ Sen çocukken otun bokun içindeydin. Yeğenlerin neden olmasın paşam? ” Arda güneş gözlüklerinin altından sırıttı. Yanındaki şezlongda uzanmakta olan Daphne’ye elini uzatarak en az onun kadar sırıtmakta olan kızıyla yumruklarını tokuşturdu. Düşününce insan inanamıyordu. Bir zamanlar ailemizin en küçük ve tatlı üyesi olan Aiden bile artık on yedi yaşındaydı. Aile ağacımız dallanıp budaklandıkça zaman kavramını kaybediyordum ki bu benim gibi yeteneği zaman kontrolü olan bir Ay Işığı için utanç verici bir durumdu.
Arda’nın kucağında Daphne’yle, ya da Defne’yle karşılaştığım ilk zamandan bu yana bile altı yıl geçmişti. Hep Arda’nın küçük bir kızın hayatını kurtarması üzerinde duruyorduk ama kimse esas Daphne’nin Arda’yı nasıl da kurtarıp hayata bağladığının farkında değildi. Daphne artık on yaşındaydı ve ikinci kuşağın en büyüğüydü.
“ Anne! Rüzgar gene yapıyor! ” Daha Çınar lafını tamamlayamadan onlara dönmüş ve iş üstünde yakalanan Rüzgar’ı yerinden sıçratmıştım. Abisin karnına soktuğu yarı saydam mavi ellerini çekmeye fırsat bulamadan kalakaldı. Yüzünde üç numaralı yakalandım ama bak çok şirinim gülümsemesi vardı. Çınar bir yetenekli olmayabilirdi ama herkes Rüzgar kadar deneyimsiz bir hırsız ruhunu karnına soktuğunda içinin bir garip olduğunu hissedebilirdi.
Tek kaşımı kaldırarak Rüzgar’a bakmam ellerini geri çekip süt dökmüş bir kedi gibi babasının kucağına tünemesine yetmişti.
“ Ama bunu seninle konuşmuştuk değil mi babacığım? Abinin bağırsaklarını eşelemek yoktu.” Rüzgar Derin’e tam olarak anlamadığını belli eden bir bakış atarken Ayas’la ikisi kıs kıs gülüyordu. Derin, Rüzgar’ın kendisininki gibi simsiyah olan saçlarını düzeltip bir öpücük kondurdu. Rüzgar’sa olaya olan ilgilisini çoktan kaybetmiş yanında oturan Masal’a kum atmanın yollarını arıyordu. Arda’nın önerisi üzerine nüfustaki adını Tazmanya Canavarı olarak değiştirmeyi düşünmeye başlamıştım. Çünkü beş yaşındaki bir kasırga gibi ortalığı birbirine katıp bir an olsun durmuyordu.
Kum dalgasının hedefi olunca ela gözlerinden ateşler çıkararak Rüzgar’a dönen Masal Hilal de tıpkı onun gibi beş yaşında kontrolsüz bir hırsızdı. Abimin sarı saçlarını, Tara’nın tartışmasız baskın karakterini almıştı. Kimi zaman küçük bir leydi kimi zaman tam teşekkürlü bir çingeneydi. Bakınca gözlerinden akıl fışkırdığını görebiliyordunuz. Aynı yaşta oldukları için en çok Rüzgar’la anlaştıkları gibi en çok da onunla kavga ediyorlardı.
Son olarak da Aislin ve Kuzey’in ikizleri Güneş ve Ateş vardı. İkisi yaklaşık üç buçuk yıl önce evlenmişlerdi ve ikizler de üç yaşındaydı. Güneş gri gözleri, kestane rengi kıvırcık saçlarıyla dünya tatlısı bir kızdı. Bizimkiler ortalığı kırıp dökerken gülerek onları izlemeyi tercih eden sakin bir çocuktu. Hepimize hem görünüş hem de hal tavır olarak Aiden’ın küçüklüğünü andırıyordu. İkizi Ateş’se Tazmanya Canavarı No.2 olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Işıkta kızıla çaldığına yemin edebileceğim yanan kahverengi gözleri, tıpkı Güneş ve babası Kuzey gibi kestane rengi saçları vardı. Güneş sıradan bir insanken Ateş bir kâhindi. Bazen size o yanan gözleriyle öyle bir bakardı ki o yaşına rağmen hissettiğiniz her şeyi anlayabildiğini düşünürdünüz.
Rüzgar, Masal Hilal ve Ateş kırmızı bültenlilerdi. Çınar ve Daphne daha sakin çocuklardı. Üstelik iki kafadar olarak vakit geçirmeyi daha çok seviyorlardı. Güneş’se o an kiminle daha mutluysa oradaydı.
Bizse… Eh, sanırım bir şeyleri gerçekten başarmıştık. Yeraltı sistemi tıkır tıkır işiyordu. Birbirini denetleyen ayrı birimler sayesinde her lafları emir olan organizasyon başkanlarına ihtiyacımız yoktu. Tabi ki her birim içinde bir hiyerarşi vardı ama yüksek mevki daha çok güç değil daha çok sorumluluk demekti.
Derin tıpkı tahmin ettiğim gibi Yeraltına geçiş yapmıştı. Abimse yeri çoğunluğun kararıyla doldurulamayacak olduğu için Çekirdeğin yöneticisi olarak kalmıştı. Esas önceliklerimizin oturduğundan emin olduktan sonra Çekirdek birimi detaylandırmış, Ayhan abi ve Kuzey’in babası Doğan Amca gibi eski merkez çalışanlarının görev alabileceği Ar-Ge birimleri yeniden düzenlenmişti. Eskisi gibi büyük çapta ve insanlık dışı metotlarla çalışmıyorlardı. Zaten bunları gerektiren işler Yeraltına kabul edilmiyordu. Yine de tüm sisteme gerekebilecek hizmetlerin üretimi sağlanıyordu. Eh, çekirdek olarak görevimiz buydu.
Tara, Aiden ve benim Ay Işığı olarak toplantılarda daimi bir koltuğumuz ve kendi türlerimizi temsil eden oy hakkımız dışında başka hiçbir ayrıcalığımız yoktu. Zaten bu gelecekte yerimizi alacak olanlar için de geçerli olacaktı.
Okulsa bana göre mükemmeldi. Birinin yetenekli olması bu artık bu hayatı yaşamasını zorunlu kılmıyordu. Normal eğitimlerimizin yanında dönemlik hazırlık bölümleri tasarlamıştık. İstihbaratın izini sürdüğü yetenekliye iki seçenekle gidiyorduk. Sistemimize direkt dahil olabilir ya da bu dönemlik eğitimlerle neyin içine girmekte olduğuna, kendisinin ne olduğuna dair bir fikir edinip karar verebilirdi. Herkesin seçim yapma özgürlüğü vardı. Her şeyden uzak, sıradan bir hayat da sürebilirdi. Ama bunun için yine de o kişiyi veri tabanına kaydetmek ve yeteneklerini yanlış şekillerde kullandığında belirleyip müdahale etmek zorundaydık. Bu toz pembe bir dünya değildi. İstediğiniz kadar özgürleştirmeye çalışın sistemin bir noktada size ve diğerlerine dayattığı şeyler oluyordu. Organizasyon artık olmasa da saldırgan kaçaklar varlığını sürdüren bir gerçekti.
Sonuçta herkesin mutfağında bıçak vardı. Ama onu alıp sokakta önüne geleni bıçaklamak bir tercihti. Bu olduğundaysa polisler olaya müdahale etmeliydi. Bizim yaptığımızın da pek bir farkı yoktu.
“ Baba, bak!” Masal abimin kolunu çekiştirerek Rüzgar, Çınar ve Ateş’le birlikte yapmakta oldukları devasa kumdan kaleyi gösterdi. Abim bu hayatında gördüğü en mükemmel şahesermiş gibi bir ifadeyle şezlongundan kalkıp kızının yanına çömeldi.
“ Hey! Bir dakika ben de kale yapacağım.” Arda gözlüklerini fırlatırcasına çıkarıp abimin yanına çöktü.
“ Hah! ”diye güldü Derin var olmayan gömleğinin hayali manşetlerini kıvırıp gerinirken. “ Amatörler… Açılında size bu iş nasıl yapılır göstereyim.” Kalelerinin etrafına bir su yolu yapmakta olan çocuklar kızışan rekabet ortamının ortasında öylece kalakalmışlardı.
“ Bizimle kale mi yapacaksınız? ”dedi Çınar sırıtarak. Konu Güneş’i bile heyecanlandırmış olacak ki Daphne’yi de kolundan çekiştirerek şezlongundan kaldırıp yanımıza getirdi. Aslında kendi aralarında aptalca bir yarış yapmak istedikleri her hallerinden belli olsa da Çınar’ın bakışları karşısında Derin’in yelkenleri anında suya inmişti.
“ Hem de kocaman bir tane. ”dedi ve göz kırptı. Bütün çocuklar çığlıklar eşliğinde kovalarına su doldurmak için denize koştu.
“ Bana bak mimar, kumdan kale yapacağız. Geçen seferki gibi ortaya Sidney Opera Binası çıkarsa kafanı ona gömerim.” Arda parmağını Derin’e doğru tehditkâr bir şekilde salladı. Derin pis bir sırıtışla kirli sakallı çenesini sıvazladı.
“ Bilemiyorum bu sefer biraz daha mı neoklasik takılsak?”
“ Nisan ya!” Arda Rüzgar’dan pek de farklı olmayan bir dudak bükmeyle bana döndü.
“ O mimar, o tarihçi, ben yazılımcıyım. Özümüzü inkar etmiyoruz en azından. Sen nesin peki? ” Kuzey Arda’nın tepesine dikilip onun dengesini bozacak şekilde ensesine bir şaplak attı. Arda çocukların eserini dümdüz etmekten son anda kurtulurken hışımla Kuzey’e döndü. Büyük bir özgüvenle bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki ağzını açmasıyla kapaması bir oldu. Emin değilmiş gibi gözlerini kısarak bir şeyler hatırlamaya çalıştı.
“ Ben de uzunum.”
Buna verecek iyi bir cevabımız yoktu. Hepimiz gülmeye başladık
Çocuklar ellerinde kovalar yüzlerinde kocaman sırıtışlar geri dönmüşlerdi ki bir şeylerin yolunda olmadığına dair rahatsız edici bir izlenime kapıldım. Sırasıyla önce Aiden, sonra Kuzey ve Aislin gülmeyi kestiler. Tara da onlara katılırken dördü de çatılmış kaşlarla aynı noktaya bakmaya başladı.
“ Ne?”dedim telaşla. Elindeki kovayı düşürdüğü için Masal’dan azar işitmekte olan Ateş bile boş bir ifadeyle onlarla aynı yöne bakmaya başlamıştı. Ne olduğunu bilmiyordum, korkup korkmamam gerektiğini bile bilmiyordum ama içgüdüsel olarak yerimden fırlayıp çocukları yanımıza topladım. Tam da o anda ayaklarımızın altındaki zemin korkutucu bir ölçekte sallanmaya başladı.
“ Biriniz bir şey söyleyecek mi artık! ”dedi abim ağlamaya başlayan Masal’ı kucağına alırken. Dengemizi sağlamak için hepimiz yere çömelmiştik. Çınar Derin’e sarılmıştı, bense Rüzgar’ın üzerine kapanmıştım. Aislin'in yüzündeki ifade birden yumuşayınca nispeten rahatlasam da sarsıntının geçmemesi korkutucuydu.
“ Bu sadece deprem. ”dedi gülerek. İlerideki bir noktayı işaret etti. “ Bizim yapacağımız tatil anca bu kadar olur.” Gösterdiği yöne bakınca üzerinden dumanların tütmeye başladığı Etna Yanardağını gördüm.
“ Şaka yapıyorsun. ”diye mırıldandım. Doğa bile bize bu kadar karşı olabilir miydi? Ağlama korosunun ortasında ne yapacağımı şaşırmış, çöküp kalmıştım.
“ Bu normal değil. ”dedi Kuzey kendinden çok emin bir şekilde. “ Aiden?”
“ Evet. ”dedi Aiden.
“ Ne evet? Ne oluyor?” Arda bir cevap bekleyerek kâhinlere bakıyordu ama kimse konuşmuyordu. Ağzımı açıp onun bu haklı çabasına destek olacaktım ki dağın çevresini sarmakta olan mavi bulutu fark ettim.
Ruhlar…
“ Tatil yapacağımızı düşünmek saçmalıktı zaten.” Aiden gözlerini devirip sanki hala yer yerinden oynamıyormuş gibi eşyalarını plaj çantasına doldurmaya başlamıştı.
“ Yahu ne oluyor? Biriniz anlatsanıza!” Arda bağırırken hepimiz yavaş yavaş kendimize gelmeye başlamıştık. Abim çoktan telefona sarılmış tahminimce Alfred’den bilgi almaya çalışıyordu. Tara ve Aislin bütün çocukları bir araya toplamıştı.
“ Kapıyı şuradaki büfeden açabiliriz. Otelden eşyalarımızı sonra alırız. Nasılsa belli ki bir süre buradayız.” Derin plaj çantasının gözünden bir çakı çıkardı ve devrilen şemsiyelere dikkat ederek yalpalayan adımlarla içecek servisi yapan büfeye yöneldi. Plajdaki herkes o kadar panik içindeydi ki bu kapıyı fark edeceklerini hiç sanmıyordum. İtalya’yı seçmek büyük bir hataydı.
“ SİZ MANYAK MISINIZ? BİR AÇIKLAMA YAPMAYACAK MISINIZ?” Arda o kadar yüksek sesle bağırdı ki neredeyse püskürmekte olan dağ bile bir an için durup ona bakacaktı.
“ Ne olsun, yine oluyor işte. ”dedim kalkması için elimi ona uzatırken. “ Hayaletler, hırsızlar, kâhinler, seçilmişler… Birileri ya da bir şeyler olmaması gereken olaylara sebep oluyor. Gidip ne olduğunu öğrenmemiz lazım.” Ben lafımı bitirirken az önceki kadar olmasa da yerin bir kez daha sarsıldığını hissettim. Telefondaki abim bana sinirli bir gülümsemeyle baktı.
“ Bu bölgedeki bütün volkanik dağlar harekete geçiyormuş. Az önce hissettiğimiz Vezüv’dü.” Aiden’ın yaptığı gibi gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak mavi lav-duman karışımına baktım.
“ Planlı bir olay yani?”
“ Yo, yo, yo! Artık planlar yok! İpucu peşinde koşmak yok! Küçük psikopat Walker’lar yok!” diye feryat etti Arda. Kimsenin kendisine katılmadığını, herkesin kriz kontrol moduna geçiş yaptığını fark edince ekledi, “ Ya, hayır ama gerçekten YİNE Mİ?”
SON
Commentaires