Merak ettiğiniz, öğrenmek istediğiniz herhangi bir şey varsa bu yazının altına yorum olarak bırakabilirsiniz. Direkt yorumlarla ya da bir başla blog yazısı olarak hepsini seve seve cevaplarım! :3
Vay be!
Bugünün geldiğine gerçekten inanamıyorum.
Az önce Ay Işığı'nın üçüncü kitabı olan Seçilmiş'in son bölümünü yayınladım ve aslında seriye son noktayı koymamdan bu yana 3-4 yıl geçmiş olmasına rağmen ben esas şimdi bitmiş gibi şaşkın ve müteşekkirim.
Müteşekkirliğim, size, sana.
Eğer bir yolu olsaydı (ve tabii covid olmasaydı :D) gelip elini sıkmak, hatta sarılmak ve sana teşekkür etmek isterdim.
Bir yazıyı kitap yapan basılması değil, onu okuyanın olmasıdır.
Bana ilkinin ardından bu iki kitabı da bahşettiğin için nasıl teşekkür edebileceğimi inan bilmiyorum.
Ay Işığı benim için baştan sona eşi benzeri bulunmaz bir deneyimdi. Bana çok şey öğretti.
Yazmayı her zaman severdim. Yedi yaşında daha okuma-yazmayı yeni söktüğüm sıralarda ablamın masasından aşırdığım A4 kağıtlarını ikiye katlar, kitaba benzetecek şekilde birbirinin içine yerleştirir ve en sevdiğim çizgi filmlerin hikayelerini içine resimler de çizerek tekrar ve tekrar yazardım. (Hoş, noktanın icadından habersiz gibi her şeyi "ve" ile bağladığımdan okunması mümkün değildi ama, yedi yaşındaydım hani)
Ay Işığı'na kadar yarım bıraka bıraka yazdıklarımı sersem İstanbul'dan Roma'ya çift şeritli otoban yapabilirdim herhalde.
Ve güvenin bana, bu aslında hiç de tatmin edici bir rakam değildir.
Ay Işığı'nı 11.sınıftayken (2013) yazmaya başladım. O zamanlar freaklantis adında bir blogum vardı ve canım sıkıldıkça yazdığım kısa öykü ve hikayeleri orada yayınlardım. Ertesi gün fizik yazılım vardı. Basit makineler... (Adını kim verdiyse?) Fiziği severdim ama basit makinelerden nefret ederdim çünkü bana hiç de basit gelmiyordu. Oturup ders çalışmamak için bahane arıyordum. Aradığım bahaneyi bana masamın kenarından göz kırpan bilgisayarım verdi. Ekrana bakıp pis pis sırıttığımı hatırlıyorum.
O gece bilgisayarı açtım ve Ay Işığı'nı yazmaya başladım.
(Size gereksiz bir bilgi, ilk yazmaya başladığımda adı Karanlık Ay'dı. Sonra bunun birine unvan olarak vermek için hiç de hoş olmadığını fark edip 3.bölümde değiştirdim. Hala kendime bazen "Ay Işığı"ndan da güzelini bulabilirdin be Özge, derim.
Olsun, yine de seviyorum.)
Lise hayatımın kalanı yazdığım bölümlerin çıktısını alıp okula götürmekle ve arkadaşlarımın okuyup bana yorum yapmasını heyecanla beklemekle geçti. Ki o yorumlar sayesinde neleri değiştirdim, neleri bir mantığa oturttum, bana ne katkılarda bulundular anlatamam. Bu yüzden bir yazıyı kitap yapan bana göre onun okunmasıdır. Dışarıdan bir göz olmadan, paylaşılmadan her kelime havada kalır. Sınıf arkadaşlarımın derslerde bile üşenmeden sıranın altından gizli gizli okuduğu o bölümler olmasa (evet tabii ki genelde fizik dersi) "Ay Işığı" diye bir şey de olmazdı. Hele bir arkadaşım vardı ki her hafta yakama yapışıp benden yeni bölüm istemese belki bu da yarım bıraktığım işler rafında öylece çürür giderdi.
Bu okumalar ciddi bir özveriydi çünkü malumunuz ben o dönemlerde "kısa yazmayı" beceremiyordum.
Hırsız 576 sayfaydı. Hesaplarıma göre basılsa Kahin 650, Seçilmiş 530 civarları olacaktı.
Bugün dönüp baştan yazsam Hırsız'ı rahatlıkla 400 sayfaya çekebilirdim. Çünkü neyi yapıp neyi yapmamam gerektiğine dair çok şey öğrendim.
Bu bilgiler bana gökten zembille inmedi.
Okudum.
Yazmaya başladıktan sonra daha iyi yazabilmek için tür ayırt etmeksizin elime ne geçerse hunharca okudum. Hala da okuyorum ve okumaya da devam edeceğim. Belki daha önceki yazımda bile söylemişimdir ama tekrar olsun, yazmanın yalnızca %20'si yetenektir. Geriye kalan %80 için çok çalışmak, çok okumak ve çok yazmak gerekir.
Bugün bitirdiğim bütün hikayeleri uç uca eklesem Word'de 1600 sayfayı geçer ki bu da bildiğimiz kitap sayfasıyla 3000-4000 sayfa arasına denk gelir. Aşağı yukarı işte.
Ve bu rakam bana göre, benim için, yeterli olmaya yakın bile değil. Çünkü esas önemli olan kelime ya da sayfa sayınız değildir. Yazdıklarınızın size öğrettikleridir.
Benim daha öğreneceğim çok şey var.
Neyse dağıttım konuyu :D Ay Işığı'na dönüyorum.
2014'te liseden mezun olduğumda ilk kitabı bitirmiş ve ikinci kitabın da %25'ini yazmıştım. Bir gün aklıma "acaba yazdıklarımla kimse ilgilenir mi?" sorusu takıldı. O zamana kadar kendi blogum dışında hiçbir yerde paylaşmadığım Hırsız'ın bir çıktısını aldım ve Doğan Kitap'a postaladım.
Tek bir çıktı.
Tek bir başvuru.
Çünkü diğer hiçbir yayınevinin sitesinde yazar adaylarının dosya göndermesini teşvik edecek başvuru şartlarının yazdığı bir sayfa yoktu o dönemde. Ve ben sektöre dair hiçbir bilgisi olmayan biri olarak yalnızca on sekiz yaşındaydım.
Doğan'ın sitesinde 5 ay içinde geleceği söylenen cevabı alabilmek için 8 ay bekledim. Boş oturmadım tabii. Oradakileri benden bıktıracak kadar sık arayıp dosyamın durumunu sordum :D En son sırf yakalarından düşeyim diye bile olabilir, kabul ettiler. Görüşmeye çağırıldım.
Bu maili aldığımda da üniversitede bir dersteydim. Telefonumu sıranın altına sokmuş doğru okuduğuma emin olmak istercesine 50-60 defa maili baştan okutmuştum. (Hatta yanımdaki arkadaşıma bile okuttum "ben yanlış okumuyorum değil mi?" diye.)
Sene 2015'ti. Hırsız'ın Doğan'a bağlı DEX markası üstünden çıkması için sözleşme imzaladık.
2016 Haziran ayında Hırsız raflardaydı.
İnanamadım.
İnanılır gibi değildi.
O sırada üçüncü kitabın yarısına gelmiştim.
Ama bundan sonrasında işler pek de iyi gitmedi.
Sektöre dair hiçbir bilgisi olmayan ve araştırsa da öğrenebildikleri internette yazılanlarla sınırlı olan tekrar belirtiyorum yalnızca 18-19 yaşlarında, kimsenin tanımadığı biriydim ben.
Ne yapmak gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu.
Ben yalnızca yazıyordum, yazmayı çok seviyordum hepsi buydu.
Benim ve yayınevinin pek çok hatası yüzünden Hırsız istenilen kadar satmadı.
Neredeyse hiçbir reklam, tanıtım yapılmadı. Sanki elime bir megafon alıp sokaklarda kendi kitabımı pazarlamam bekleniyordu ve ben bu beklentinin çok geç farkına vardım. Onlar bir şey yapmıyorsa ben yapayım diye kolları sıvadığımda benim kitabımın üstüne pek çok kitap çıkmış benimkine karşı zaten oluşamayan o ilgi iyiden iyiye eriyip gitmişti.
Eh, en azından başından uyarabilirlerdi.
Öte yandan kendi arkadaşlarım içinden bile bana "eğer seni tanımasam asla gidip yerli fantastik bir kitabı almazdım." diyenler de oldu. Anlamıştım ki sadece reklam engeline değil, insanların önyargılarına da toslayıp kalmıştım.
Sırf Türk olduğum için Türkiye'de okunmamak beklediğim bir şey değildi.
Yazdıklarım başyapıt olduğundan değil tabii (itiraf ediyorum bunu ben mi yazmışım diye gözlerimi kapatarak okumaya çalıştığım yerler de var). Beni üzen yazdıklarıma hiçbir kötü yorum gelmemişken işlerin bu hale gelmesiydi. Aldığım eleştiriler ki hepsini not ettim hala dönüp bakarım, beni daha iyi yapacak yapıcı eleştirilerdi.
Bütün o eleştirilere de ayrıca teşekkür ederim, ben olsam beni belli noktalarda gömebilirdim :D Ama bu tabii ki şu anki bildiklerim sayesinde yapabileceğim bir şey. O dönem bunları bilmiyordum ve bildiklerimle elimden gelenin en iyisini yapmıştım. Bunu ben mi yazmışım desem bile yazdıklarımla gurur duyuyorum. Eğer ki siz de bir şeyler yazıyorsanız asla birilerinin sizi yazdıklarınızdan utandırmasına izin vermeyin. Kötü bile olsalar onlarla gurur duyun. Çünkü o kötü olmazsa gelecekte daha iyi olamazsınız.
Hata yapmadan başaramazsınız.
2017'ye geldiğimizde DEX Kahin'i basmayı ilk kitabın satışları kötü olduğundan reddetti.
Serinin yarım kalabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Geçseydi ilk kitabı o kadar pis bir yerde bitirip okuyan insanlara acı çektirmezdim inanın :D.
Bir yayınevi de diğer pek çok yer gibidir. İçinde iyi, işine tutkuyla bağlı insanlar da vardır; kötü ve hırsları dışında kimseyi görmeyeni de. Ne olursa olsun Doğan Egmont'ta ben çoğunlukla iyi olan insanlarla muhatap oldum. Hatta aralarından öyle insanlarla tanıştım ki Hırsız'ın ve ardından gelen bütün başarısızlıklarımın yarattığı hayal kırıklığına değecek, ağırlığınca altın eden insanlardı bunlar. Onlardan çok şey öğrendim. Hala da öğrenmeye devam ediyorum. (25m2akademi)
İyi insanlar, işini seven insanlar da bir kurumun politikasının kurbanı olabilirler, bunu öğrendim.
Doğan'ın satmayan bir kitabın devamını basmak istememesi son derece anlaşılır, makul bir durumdu. Neden zarar etsin ki? O da kendisini ve çalışanlarını düşünmek zorunda.
Anlaşılmaz olan işler oraya gelene kadar kılını kıpırdatmadan olanları izlemesiydi.
Ve size şunu rahatlıkla söyleyebilirim, halihazırda çok satan bir yazar değilseniz gideceğiniz bütün yayınevlerinde göreceğiniz muamele budur. Bu Doğan'a özel bir şey değildi. (Hatta sektörde yine de saygı duyulacak bir konumdadır bunu kesinlikle belirtmeliyim. Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu bir bilseniz :D)
Yine de ikinci kitabı soran insanlara "Daha yazar yazmayı bitirmedi, yoksa basardık." gibisinden cevaplar vermeleri bir miktar üzücüydü.
Soranın arkadaşım olduğunu bilmemeleri büyük talihsizlik kıh kıh kıh.
Başkalarına ne dediklerini bilemiyorum. Ama yine gönlüm bunları yazana neden yazdın demeye el vermiyor. Bir noktada herkes kurumunu korumakla yükümlü emir kuludur. İşler böyle döner.
Ardından gelen yıllarda sırf Ay Işığı'nın devamını bastırabilmek için seri olan olmayan pek çok kitap yazıp ilk önce DEX'e gönderdim. Çünkü onların da bana söylediği gibi başka kitapla başarıyı yakalayabilirsem Ay Işığı'nın devam etme olasılığı olabilirdi.
Ruhumu şeytana satıp sırf çok satıyor diye çok satan türde o dönemde hiç istemediğim halde yazdığım dosyalarla bile itinayla her seferinde reddettiler.
Sebebi satmayan bir kitabımın olması ve bunun bana yapıştırdığı damgaydı.
Dünyanın en güzel kısır döngüsüydü. Kitabımın basılması için kitabımın satması, kitabımın satması içinse kitabımın basılması lazımdı. Ben ağzımla kuş tutsam da Doğan'da bu iş olmayacaktı.
Ama kolay pes etmeyen (ve belki de ne zaman pes edeceğini bile bilmeyen) bir manyak olduğumdan sektördeki bütün yayınevlerini dosya bombardımanına tuttum.
Bazılarının "Öf ya şu kızdan yine dosya geldi." dediğine eminim :D.
Ama satmayan bir kitabınız varsa ve yayınevi değiştirmeye çalışıyorsanız o malum damga isi üzerinize öncekinden daha da çok sinerek sizi takip ediyor.
Yıllar boyunca istisnasız her seferinde her yayınevi tarafından reddedildim.
Hatta bunu saydığım bir Redd-i Metre'm bile var benim :D. Bir defterimde kayıt altında tutuyorum.
Asla unutmamak için.
Tek bir başvuruyla ilk kitabının basılmasının nasıl mucizevi bir şey olduğunu ve işlerin asla bu kadar kolay yürümediğini, emeğin ne kadar kıymetli olduğunu, ne kadar çabalamam gerektiğini asla unutmamak için.
Bütün bunlara üzülmedim mi?
He he. Her seferinde biri bir uzvumu kesip atmış gibi canım yandı.
Ve inanın bana o kadar çok uzvumuz yok.
Üzüldüm. Ağladım. Sinirlendim. Hırslandım.
Kendimden şüphe ettim.
Ama asla, yazdıklarımdan şüphe etmedim.
Fikirlerimden şüphe etmedim.
Asla mükemmel olduğumu düşünmedim, değilim ve olamam da.
"Neyi yanlış yaptım da bu hikayeyi olması gerektiği gibi veremedim?"" diye düşündüm daha çok. Arkadaşlarımın yakasına yapıştım, okuyup bir yorum yapsınlar da hatalarımı düzelteyim diye.
Ve bu sebeple pek çok arkadaşımı da kaybettim.
Sizden, senden, özür diliyorum.
Ne yaptıysam Ay Işığı'nın devamını bastırmayı beceremedim.
Ama bir noktada benim için önemli olan tek şeyin bunu seninle paylaşmak olduğunu fark ettim.
Nasıl olduğu umurumda değildi. Senin de umursamayacağını, okuyacağını ummaktan başka şansım da yoktu.
Bu siteyi başlangıçta yalnızca Ay Işığı'nın devamını paylaşabilmek için açtım.
Bir gün sözleşmemin süresi bittiğinde (eğer yapabiliyorsam) ilk kitabı da buraya koymayı düşünüyorum.
İsteyen gelip hepsini okuyabilsin diye.
Uzun bir yazı oldu farkındayım ama inan bana bu yazıyı yazabilmek için çok uzun zaman bekledim :D
İşin arka planını bugüne kadar soranlara yalnızca kitap satmadı olarak anlattığım, ötesine gitmediğim için bunu sizinle paylaşmayı kendime bir yerde borç bildim.
Eğer ki okuyanlar içinde bir şeyler yazan ya da yazmak isteyen varsa da bir toz zerresi kadar yardımı olursa bu yazdıklarımın gerçekten benden mutlusu olamaz.
Ay Işığı için asla iyi haberlerle gelemedim.
Ama yakında başka bir "hikaye" için iyi haberlerim olacak.
Ama bu, bambaşka yazıların konusu :)
Şimdilik,
Benimle bu yolculuğu paylaştığın için, teşekkür ederim.
Özge.
Nam-ı diğer Sky-Rie
Merak ettiğiniz, öğrenmek istediğiniz herhangi bir şey varsa bu yazının altına yorum olarak bırakabilirsiniz. Direkt yorumlarla ya da bir başla blog yazısı olarak hepsini seve seve cevaplarım! :3
Merhaba!
Öncelikle bizim için hikayeyi yarım bırakmadığın ve buraya yüklediğin için çok teşekkür ederim!! İlk kitabı aldığımdan beri sana sorduğum her soruya maille-instagramdan hep cevap verdiğin için de. Bu sefer (cevaplamakta bir sakınca görmüyorsan eğer :) biraz daha özel bir şey sorabilir miyim?
sky-rie adı nereden geliyor?
kullanman için özel bir sebebin var mı?
Şimdiden çok çook teşekkür ederim!
Yazdıklarımı dikkate alıp samimiyetle cevap verdiğin için çok teşekkür ederim. Umarım ben de bir gün yazdıklarımı senin gibi güzel bir şekilde ifade edip birilerinin hayatına dokunabilirim. Bölüm sonlarından beklemeye alıştım zaten ama önümüzdeki çarşambayı iple çekiyorum. İyi ki Hırsız'ı okuyup senin gibi birine rastlamışım. Teşekkür ederim Sky-Rie :)
Merhabaaaa,
Öncelikle güzel yorumun için çok ama çok teşekkür ederim. Beni ne kadar mutlu ettiğini anlatmaya yetecek kelimelerim yok gerçekten. Özellikle de beni eline kalemi almakla ilgili söylediklerinle o kadar çok sevindirdin ki! (Ciddiyim, bilgisayara sarıldım.) Bu konuyla ilgili sormak istediğin bir şey olursa hiçbir zaman çekinme, her daim bana yazabilirsin. Elimden geldiğince sorularını cevaplamaya çalışırım.
Annenin de ellerinden öpüyorum. Birlikte okumanız çok çok kıymetli benim için. (Ben de her bölümü bitirir bitirmez bilgisayarı kaptığım gibi annemin yanına koşardım ve ilk ona okurdum. Aramızda kalsın hala da öyle yapıyorum :D)
Sorularına gelince onlar bile mutlu edici! Ne kadar dikkatli okuduğunu gösteriyor, şu hayatta daha ne isteyebilirim ki? :D Ama hepsini hakkıyla cevaplandırmak istiyorum. O yüzden bana kızmazsan önümüzdeki Çarşamba'ya buna…
Merhabaa, öncelikle geçen yazdan beri heyecanla takip ettiğim serinin sonuna geldiğimiz için şaşkınım. İlk kitabı şans eseri kitapçıda arka raflarda bulup almıştım ve Kahin'i okumak için üç yıl beklemiş oldum. Birden aklıma düşmesiyle araştırıp devamının yayınlandığını görünce ne kadar sevinmiştim. Kahin'i o kadar merakla takip etmiştim ki. Çünkü hiçbir şey klişe değildi. Olayların geçtiği mekanlar bile kitabı sevmem için yeterliydi aslında. Çok severek gezdiğim hayran hayran baktığım Yerebatan Sarnıcı'nı, Ayasofya'yı okumak sanki olayları ben yaşıyormuşum gibi geriyordu. Üçüncü kitapta da doğruyu söylemek gerekirse yarım kalan şeyler olduğunu hissediyorum. Sormam gerekiyor bunları yoksa hep içimde kalacak :)
Hayalet Hilal'e ne oldu? Ne olacak?
Nisan hayallerine ulaşabildi mi?
Ayas ve Yavuz'un arasında ne geçti?
Alexandre ve dalgakıranlara ne oldu?
Ve en sonda…